İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri CHP’li belediyelere yönelik operasyonları protesto etti.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri   İzmir Büyükşehir eski  Belediye Başkanı Tunç Soyer ve CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu’nun da aralarında bulunduğu çok sayıda kişinin tutuklanması ve bugün de Adana ve Antalya Büyükşehir Belediyesi ile Adıyaman Belediyesi’ne yönelik operasyonları protesto etti.

Türkan Saylan Kültür Merkezi  önünde  gerçekleştirilen açıklamada,  “Baskılar bizi yıldıramaz” ,  “Kayyum darbedir darbeye hayır”, ” Mardin’den İzmire bin selam”  “Faşizme karşı omuz omuza”, ” Dersim’den İzmir’e direnene bin selam”, ” Direne direne kazanacağız”, ” Karanlığa teslim olmayacağız” sloganları atıldı.
Basın açıklaması metnini İzmir Baro  Başkanı Safa Yılmaz okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

 

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,

Ülkemizde 31 Mart 2024 yerel seçimlerinden sonra önce Doğu ve Güneydoğu’daki belediyelere,19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Büyükşehir Belediyesine ardından İzmir Büyükşehir Belediyesi başta olmak üzere muhalif partilerin kazanmış olduğu belediyelere yapılan bir dizi operasyon haberleriyle güne başlıyor. Gerçekleştirilen operasyonların tamamının muhalif belediyelere yönelik olması, şafak operasyonlarıyla toplum nezdinde bir algı yaratılmak istenmesi, çağrılmaları halinde ifadeye kendiliklerinden gidebilecekken, adresleri ve işleri belli olan siyasetçilerin, kamu emekçilerinin evlerinden gözaltına alınmaları ve bu kişilere yöneltilen suçlamaların olası cezalarının alt ve üst sınırları dikkate alınmaksızın verilen tutuklama kararları dikkate alındığında yaşananların en temel usul kuralları, masumiyet karinesi, tutuksuz yargılama ilkesi ve adil yargılanma hakkı başta olmak üzere hak ihlal ve kayıplarına sebebiyet verebilme tehlikesi taşıdığı açıktır .Tutuklamanın bir tedbir olduğu, cezalandırma aracı olarak kullanılmaması gerektiği açıkken bu uygulamalarda cezalandırma aracına dönüştürüldüğünü görmekteyiz.

Dün İzmir’de başta önceki Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer ve CHP İzmir İl Başkanı Şenol Aslanoğlu olmak üzere 60’a yakın kişinin tutuklanmasının ardından bugün de Adana, Adıyaman ve Antalya Büyükşehir Belediye Başkan ve bürokratlarına karşı düzenlenen operasyonlar da yukarıda saydığımız hususların ihlali açısından önem arz etmektedir. Türkiye bir operasyon silsilesinden geçmektedir ve bu operasyonlar sadece muhalif kesimlere yapılmaktadır.

Değerli basın emekçileri,
Yolsuzluğun olmadığı, kimsenin hakkının yenmediği, kimsenin bulunduğu konum, mevki itibariyle haksız kazanç elde etmediği, temiz, şeffaf bir siyaset ve toplum özlemi hepimizin özlemidir. Bizler hangi siyasi görüşten olursa olsun kimsenin hukuka aykırı iş ve işlemlerde bulunmaması gerektiği düşüncesindeyiz.
Ancak iktidar, siyasi nedenlerle Doğu ve Güneydoğuda defalarca seçim sonuçlarını tanımayarak, halkın iradesini yok sayarak belediyelere atanan kayyumları bugün Türkiye’nin batısında CHP’li büyükşehir belediyelerine gerçekleştirilen operasyonlar ile devam ettirmektedir. Hepimiz bu operasyonların hedefinin iktidarın seçimde kaybettiği belediyeler olduğunu görüyoruz, dolayısıyla burada şeffaflık, eşitlik ve kamu yararı için girişilmiş iyiniyetli bir çaba olmadığını görmekteyiz. Başta da belirtiğimiz üzere; yolsuzluk, rüşvet, zimmet, irtikap; adı her ne olursa olsun hiçbir hukuk dışı iş ve eyleme müsaade edilmemeli ancak bu husus bir siyasi operasyonun altyapısı haline de getirilmemelidir.

Bu hukuksuz uygulamalar, toplumun hukuk ve adalete olan inancını sarsıyor, kronik bir travmaya dönüşüyor, huzur ve güvende hissetme duygusunu yok ederek halkın ruh sağlığını da ciddi bir şekilde bozuyor.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak başlatılan tüm soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin adil yargılanma ilkeleri, kimsenin hukuki hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmeden yürütülmesini bekliyor ve bu soruşturma ve kovuşturma süreçlerinin takipçisi olacağımızı buradan açıklıyoruz.
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak Kanunlar önünde herkesin eşit olduğu, hukukun üstünlüğünün dikkate alındığı ve halkın iradesinin gasp edilmediği bir Türkiye özlemiyle herkesi selamlıyoruz …”

Yanan Orman Değil, Yanan Geleceğimizdir!

Yanan Orman Değil, Yanan Geleceğimizdir!

2025 yazı, Türkiye’nin iklim krizine karşı hazırlıksızlığını bir kez daha gözler önüne serdi.27 Haziran–1 Temmuz tarihleri arasında 401 orman yangını yaşandı. İzmir’in Çeşme ve Ödemiş ilçelerinde başlayan yangınlar hâlâ kontrol altına alınamadı. İzmir Gaziemir, Manisa ve Antakya’daki yangınlar ise günlerce sürdü.

İzmir’deki ormanlık alanlardaki yangınların elektrik hatlarından çıktığını, devlet yetkilileri açıkladı. Özelleştirme politikaları ve sermayenin kar hırsı  doğamızı , yaşam alanlarımızı yok ediyor. Yangınlar doğadaki tüm canlıları bitki örtüsünü, börtü böceği öldürüyor, ekolojik yıkıma yol açıyor. Elektrik hatlarının çok bakımsız ve alt yapının yetersiz olmasından kaynaklanan elektrik yangınları  fazlalaştı. Enerji dağıtımının özelleştirilmesi sonucu şirketler doğa  ve doğanın kaynaklarını  maksimum kar amacı doğrultusunda kullandı, sistem yenilenmesi, onarımı ve bakımı yapmaksızın, emekçileri de düşük ücretlerle çalıştırarak varlığını büyütme yoluna girdi; doğayı talan etti. Elektrik dağıtım şirketlerinin kar hırsı ormanlık bölgelerde binlerce hektar ormanlık alanı, yaşam alanı, köy, tarım alanı, mera,  hayvanlar, kuşlar, böcekler ve doğal habitatları yok etti.

Kuraklık, sıcak hava ve sert rüzgârlar yangınların hızla yayılmasına neden olurken; devletin müdahale kapasitesi yine yetersiz kaldı. Ne yeterli yangın söndürme filosu  (uçak ve helikopter)  ne gece görüşlü hava araçlarına ödenek sağlandı; var olan araç gereçler bakımsız ve yetersiz. . Dolayısıyla yangınlara gece müdahale edilemedi ve bu süre içerisinde yangın alanı hızla genişledi.

Sadece 25 bin personel, 1766 arazöz ve 2 uçak 27  helikopterle yüzlerce noktada çıkan yangına müdahale edilmeye çalışıldı. Oysa silahlanmaya ayrılan bütçenin sadece %10’u doğa için ayrılsaydı, yangınlara müdahale kapasitesi en az beş kat artırılabilirdi. Bu tablo bir kader değil;siyasi iktidarın öncelikleri ve  tercihlerinin sonucudur.

“İklim Kanunu”: Yeşil Dönüşüm Değil, Yeşil Yıkım!

TBMM’de kabul edilen “İklim Kanunu”, kamuoyuna “yeşil dönüşüm” olarak sunuldu. Ancak içerdiği düzenlemeler doğayı korumak bir yana, karbon ticareti ve doğanın metalaştırılması yoluyla sermayeye yeni yağma alanları açıyor.

Bu yasa:

Karbon yutak alanı adı altında ormanların, kıyıların ve meraların özel şirketlerin denetimine girmesinin önünü açıyor.

“Yeşil finansman” ve “emisyon ticareti” gibi mekanizmalarla doğayı, piyasa değerine indiriyor.

Sermayeye ayrıcalık tanırken, halkın geçim kaynaklarını tehdit ediyor.

Tekelci kapitalizmin motoru en kısa sürede en yüksek kârdır. Bu sistem doğayı bir yaşam kaynağı değil, bir ‘kâr nesnesi meta’ olarak görmektedir. Tekelci kapitalizm kendini var etmek büyütmek için, doğayı ve toplumu birlikte yıkmaktadır.

Talan Torbası: Doğaya Karşı Topyekûn Saldırı

İklim Kanunu’nun hemen ardından Meclis’e sunulan “Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Torba Yasa Teklifi”, doğaya yönelik sistematik bir saldırı paketidir.

Bu yasa ile:

Zeytinlikler, meralar, SİT alanları, kıyılar ve ormanlar enerji ve maden projelerine açılıyor.

ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) süreçleri işlevsizleştiriliyor.

Acele kamulaştırma uygulamaları yaygınlaştırılarak halk mülksüzleştiriliyor.

Tüm süreçler, Cumhurbaşkanlığına bağlı bir kurulun kontrolüne verilerek demokratik denetim ortadan kaldırılıyor.

Bu düzenleme, doğayı değil sermayeyi ve rantı koruyor. Halkın iradesi, doğanın hakları, bilimsel gerçekler göz ardı ediliyor.

Ekolojik Kriz: Bir Doğa Felaketi Değil, Sistem Felaketidir!

İklim krizi, su krizi, gıda krizi; doğal değil, politik ve sistemsel krizlerdir.

Doğanın, suyun, toprağın ve ormanların ticarileştirilmesi, bugün yaşadığımız tüm krizlerin temelidir.

Gerçek bir çözüm:

Doğayı piyasa nesnesi olmaktan çıkarmak,

Nükleer santralleri yasaklamak, ülkemizi nükleer çöplüğe çevrilmekten kurtarmak,

GDO’lu tohumları ve tarımda patent tekellerini durdurmak,

Temiz tarım ve kamucu enerji politikalarını teşvik etmekle mümkündür.

“Çözüm, doğayı koruyan değil doğayla birlikte yaşayan bir sistem inşa etmektir.”

Gerçek İklim Yasasını Biz Yazacağız!

Bu talan yasalarına geçit vermeyeceğiz!

Zeytinimize, ormanımıza, meramıza, suyumuza, kıyılarımıza sahip çıkacağız!

Gerçek bir iklim adaleti, adil geçiş ve toplumsal-ekolojik dönüşüm için mücadele edeceğiz!

Bu sadece bir iklim değil; adalet, yaşam ve gelecek mücadelesidir.

Yağmacı Değil, Yaşatan Bir Gelecek İçin!

#HalkınİklimKanunu

#TalanYasasınaHayır

#ZeytinimeDokunma

#OrmanımaDokunma

#İklimAdaleti

#DoğaHaktır

#EkolojikYaşamŞarttır

Emekliler İzmir’de Meydanlardaydı: “İnsanca Yaşam İstiyoruz!”

Tüm Emeklilerin Sendikası  3 Temmuz’da “insanca yaşam” talebiyle Türkiye genelinde alanlara çıktı.  İzmir Emekliler Platformu  da  destek verdi. Emekliler, Konak Metro İstasyonu önünde bir araya gelerek oturma eylemi gerçekleştirdi. Eylem sırasında Kemeraltı girişine yürümek isteyen emeklilerin önü polis barikatıyla kesildi. Bunun üzerine, basın açıklaması İş Bankası’nın yan tarafında yapıldı.  Oturma eylemi ve  yürüyüş sürecinde  emekliler sık sık şu sloganları attı: “Sadaka değil, emekçiye bütçe!”, “Ölüme değil, yaşatmaya bütçe!”, “Saraya değil, emekliye bütçe!”, “TÜİK yalan, pazar gerçek!”, “Gün gelecek, devran dönecek, AKP halka hesap verecek!”, “Faşizme karşı omuz omuza!”

Basın açıklamasını Tüm Emeklilerin Sendikası Bornova Şube Başkanı ve emekli öğretmen Yusuf Şenol okudu. Açıklamada, emeklilerin yoksulluk ve geçim sıkıntısı karşısında artık dayanacak gücünün kalmadığı ve çarenin örgütlü mücadele olduğu vurgulandı.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“BASINA VE KAMUOYUNA
KTİDARIN EMEKLİLERLE AÇLIK OYUNU OYNAMASINA İZİN VERİLEMEZ
Ortadoğu’da emperyalistlerin İsrail aracılığıyla çıkardığı savaşı ve katliamları
kınıyoruz. ABD ve Avrupalı silah tüccarları daha çok para kazanacaklar diye masum insanlar
öldürülüyor. Suriye’de cihatçı çetelerin iktidara gelmesini sağlayan, bu çetelere kravat taktırıp,
başta aleviler olmak üzere, kendilerinden olmayan din ve mezheplere mensup toplulukların
katledilmesine seyirci kalan, başta BM olmak üzere emperyalistlerin ve işbirlikçilerin, ikiyüzlü
politikalarını kınıyoruz.
KAHROLSUN AMERİKAN EMPERYALİZMİ
İsrail saldırganlığını nefretle kınarken, siyasal İslamcı yapıların ve molla düzenlerinin
kurtuluş olmadığı, kendi halkının özgür yaşamasına izin vermediği açıktır. Bu yapıları
savunmuyoruz. Ancak; emperyalizmin insan hayatına kast etmesine, sömürgeci ve yayılmacı
projelerinin de tam da karşısındayız. Bütün dünya halklarını insanlığı kıskaca alan sömürü
düzenlerine, anti demokratik rejimlere karşı konumlanmaya çağırıyoruz. Bu davet bizimdir.
YAŞASIN HALKLARIN KARDEŞLİĞİ
Emekli aylıkları ve kamu çalışanlarının maaşlarında yaşanan kayıplarının karşılanması
ve yılın ikinci 6 ayı için öngörülen enflasyon üzerinden yeniden düzenlemenin yapılacağı bu
günlerde; AKP iktidarı ve işbirlikçileri akla ziyan iç ve dış politikalarının sorumluluğunu ve
bedelini emeklilere yüklemeye kalkmamalıdır. Ülkeyi yönetememe krizinin sorumluları
bellidir ve bedel ödenecekse, sorumlular bedel ödemelidir.
BEDELİ YÖNETENLER ÖDESİN
İktidar, TÜİK marifetiyle her ay enflasyonu düşük açıklattığı yetmiyormuş gibi
öngörülen enflasyonu baz alıyor. Bugüne kadar öngördükleri enflasyon oranını hiç
tutturamadılar. Bugün yine TÜİK’İN açıklamaları gerçeklikten uzaktır. TÜİK’İN enflasyon
cambazlığı iktidardan bağımsız değildir. Bilinçli olarak enflasyon düşük gösterilip,
aylıklarımızda yapılması gereken artış düşük tutulmaktadır. Biz bu senaryoyu biliyoruz ve bu
filmi görmüştük. Enflasyon düşük teraneleriyle, ikici 6 aylık enflasyon tahminin de düşük
olacağı açıklanarak, ikinci defa mağdur edileceğiz. Üstüne üstlük, büyümeden de pay
vermiyorlar. Sonuç olarak; emekli aylıkları hiç olmadığı kadar düşmüş, emekliler perişan
edilmiştir.
TÜİK YALAN ÇARŞI PAZAR GERÇEK
Başta 5510 sayılı yasa olmak üzere, emeklilik sistemi sosyal tarafların uzlaşısıyla
yeniden düzenlenmelidir. Emekli olunurken, hak sahibinin son maaşı üzerinden emeklilik
maaşı güncellemesi yapılması gerekirken, aldığı toplam aylıkların ortalaması üzerinden aylık
güncellemesi, enflasyonla yaşanan bir ülkede halkına atılan çok büyük bir kazıktır. Ayrıca bu
güncellemede aylık belirlenirken, büyümenin yüzde yüzünün yansıtılması kaldırılmış, oran;
yüzde otuza düşürülmüştür. Bugün açlık sınırının yarısından çok daha az kök maaş rezaletinin
nedeni, emekliye atılan kazığın sonucudur. İktidar, emeklilerin ortaya koyduğu direnişler ve ara
ara yapılan seçimlerde durumu kurtarmak için; düşük kök maaşlara hazine yardımı yapmak
zorunda kalmıştır. O da komik düzeyde kalmıştır. 4 milyon emekli ve bir o kadar dul ve yetim,
bu açlık oyununun kurbanıdır.
SEFALETE BOYUN EĞMEYECEĞİZ
Memur emeklileri için de durum farklı değildir. ‘’Memurlara verilen maaş artışlarından,
memur emeklileri de faydalanır’’. Yasa öyle diyor. Ancak; iktidar söz vermesine rağmen,
memurlara verilen seyyanen ödeneği, memur emeklilerine vermedi. Ödeneği seyyanen adıyla
tarifleyerek, yasaların arkasından dolandı. Böylece bir memur emekli olurken, maaşının en az
yüzde 70’ni alırken, bu oran bugün yüzde 40’lara düşmüştür. Oysa biz; bütün emeklilere
seyyanen ödeneğin verilmesini istiyoruz. Zira emekliler çok zor durumdadır.
HAK VERİLMEZ ALINIR ZAFER SOKAKTA KAZANILIR
Kayıplarımızın telafisi ve enflasyon beklentisi üzerinden Temmuz’da açıklanacak
artışların, kök maaşlar üzerinden değil, ele geçen aylık üzerinden olmalıdır. Artışlar kök maaş
üzerinde olursa, 4 milyon emekli ve bir o kadar dul ve yetimin aylıklarında artış olmayacak
yani sıfır zam alacaklardır. Bu tam açlık demektir. İktidara uyarımızdır. Sakın böyle bir delilik
yapılmasın!
SEFALETE TESLİM OLMAYACAĞIZ
Sayın Mehmet Şimşek ve Sayın Vedat Işıkhan ile TÜİK başkanını birlikte semt
pazarlarını gezmeye davet ediyoruz. Bakalım halkın içine çıkabilecek cesaretleri var mı? Yanlış
anlaşılmasın. Cesarette ki kastımız, halkın, özellikle de emeklilerin çektiği ve bir parçası
oldukları sefalet politikalarını savunup, savunmayacaklarını görmek istiyoruz!
AKP’den HESABI EMEKLİLER SORACAK
Bu mevsimde emekliler domatesi, biberi taneyle, karpuzu dilimle almaya bütçeleri
yetmiyor. Meyve ülkesinde meyveye hasret, sebzeye hasret emekli topluluğu yarattılar. Etin
adını dahi ağzımıza alamıyoruz. Emekliler artık ekmek almaktan aciz duruma düşürüldü.
Emekliler geçinemiyor. Duyun bizi.
VUR VUR İNLESİN İKTİDAR DİNLESİN
İktidar etrafına bakmalıdır. 71 yaşında inşaatta çalışmak zorunda kalan ve aynı gün
6.kattan düşüp hayatını kaybeden Selami Şimşek’in faili, uygulanan sefalet politikaları değil
midir? Sadece Eylül 2024’de, çalışmak zorunda kalan 65 yaş üzeri 8 vatandaşımızın iş
cinayetlerine kurban gittiklerinden iktidar haberdar mıdır? Geçtiğimiz yıl 79 yaşında inşaatta
çalışırken kaybettiğimiz amcadan da haberleri yoktur. Daha niceleri var. Ancak bu durumlar;
konforları bozulmasın diye el kaldırıp indirmeyi temel görev bilen parlamenterlerin
ajandalarında, ülkenin kaynaklarına çökenlerin siyah ciplerinin renkli camlarından
görünmüyordur.
GÜN GELECEK DEVRAN DÖNECEK AKP HALKA HESAP VERECEK
Defalarca söyledik, bir kez daha yineliyoruz. Yüzdelik zam oyunlarıyla emeklilere çare
olunmaz.
ÖNERİMİZDİR: En düşük emekli aylığı, seyyanen artışlarla birlikte, en düşük memur
maaşına eşitlensin. Yoksulluk sınırı 90 binleri buldu. Yoksulluk sınırının yarısını talep etmenin
neresi çoktur. Bu ifadeyi kullanmak bile insana hicap veriyor.
Türkiye’de en yoksul yüzde 10’luk dilimin, yüzde 30’undan fazlası emeklidir. Yani
kağıt toplayan, sokakta yaşayan, işsiz, yardıma muhtaç kesimin içinde ki her 100 kişiden 17’si
emeklidir. Çok korkunç bir durumdur. GSMH’den emeklilere ayrılan pay çok sayıda
EYT’LİYE rağmen yıllar içinde yüzde 4’e kadar düşmüştür. Oysa İtalya’da bu oran yüzde 16,9,
Yunanistan’da 16,3, Fransa’da 14,7’dir. Avrupa ortalaması yüzde 11, Dünya ortalaması yüzde
8’dir. Yani durum ortada. Mesele tercih meselesidir.
SERMAYEYE DEĞİL EMEKLİYE BÜTÇE
SARAYA DEĞİL EMEKÇİYE BÜTÇE
Trump, NATO üyesi ülkelere emri verdi. Her ülke GSMH’nın yüzde 5’ni silahlanmaya
ayırsın diye. Bu oran Türkiye’de eğitime ayrılan bütçenin neredeyse iki katı. Sağlığa ayrılan
bütçeden fazla, emeklilere ayrılan bütçeden fazlası silah tüccarlarına ödensin isteniyor. Hali
hazırda itiraz eden olmadı. Emeklinin, gençlerimizin, yetimin, garip gurebanın kursağından
alınacak, silah tekellerine verilecek. Görünen köy kılavuz istemiyor. Ülkemizde silahlanmaya
2024 yılında, bir önceki yıla göre yüzde 250 artış düşündürücüdür. Yeni artış çok daha fazla
olacaktır.
ÖLÜME DEĞİL YAŞATMAYA BÜTÇE
SAVAŞA DEĞİL EMEKLİYE BÜTÇE
Elbette savunma sanayiye pay ayrılır. Barışçı politikalar esas alınır, yeterince teknolojik
yatırım yapılırsa, kaynaklarımız, emperyalist silah tekellerine değil, vatandaşlarımızın ürettiği
değer, vatandaşlarımıza verilir. Bu ülkenin deneyimli vatandaşları olarak, gelecek kaygılarımızı
paylaşmayı görev sayıyoruz. Son olarak uyarımızı tekrarlıyoruz. Bize kulaklarınızı tıkamayın.
Bizi yine sefalete mahkum ederseniz, ilk seçimlerde bir daha iktidar yüzü göremeyeceksiniz.
Bir avuç yandaşa hizmet eden iktidar çare olamaz. Biz çaresiz değiliz. Çare biziz. Çare örgütlü
gücümüzdür. Eninde sonunda sendikal mücadelemiz kazanacaktır. Biz kazanacağız.
YAŞASIN SENDİKAL MÜCADELEMİZ
KURTULUŞ YOK TEK BAŞINA YA HEP BERABER YA HİÇ BİRİMİZ.
TÜM EMEKLİLERİN SENDİKASI
GENEL MERKEZİ “

ZEYTİNİME, ORMANIMA, YAŞAMIMA DOKUNMA! TALAN YASASI BUGÜN MECLİS’TE!

ZEYTİNİME, ORMANIMA, YAŞAMIMA DOKUNMA!
TALAN YASASI BUGÜN MECLİS’TE!
AKP-MHP eliyle hazırlanan ve 19 Haziran’da komisyondan geçen yasa teklifi, bugün Meclis Genel Kurulu’na geliyor. Bu teklif bir yasa değil, doğaya, köylüye ve geleceğimize karşı ilan edilmiş açık bir savaş ilanıdır!
“SERMAYE İÇİN DOĞAYI YOK ET” YASASI NELER GETİRİYOR?
Zeytinlikler maden sahası ilan edilebilecek.
Yüzbinlerce ağaç kesilecek, binlerce yıllık zeytin kültürü yok edilecek.
Meralar, ormanlar ve tarım alanları şirketlere tahsis edilecek.
Köylülerin yaşam alanları ellerinden alınacak.
ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreçleri devre dışı bırakılacak.
Kamu denetimi ortadan kaldırılacak, şirketler sınırsız yetkilerle donatılacak.
Stratejik maden” bahanesiyle acele kamulaştırma yapılacak.
Köylünün tapulu arazisi gasp edilecek.
Doğa varlıkları Cumhurbaşkanlığı ve MAPEG eliyle şirketlere peşkeş çekilecek.
NEYİ KAYBEDECEĞİZ?
400 bin dönüm arazi yok edilecek (Sadece Muğla’da).
Su kaynakları, ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik sonsuza dek tahrip edilecek.
Tarım, yerel üretim ve gıda güvenliği çökecek.
Binlerce köylü, toprağından, yaşamından, geleceğinden koparılacak.
BU BİR YASA DEĞİL, TALAN VE YIKIM PROJESİDİR!
Tarımı ve gıda güvenliğini yok sayıyor.
Ekolojik yıkımı yasal hale getiriyor.
Anayasa’yı, çevre yasalarını, uluslararası sözleşmeleri ihlal ediyor.
“Üstün kamu yararı” adı altında, şirket kârını halkın yaşamının önüne koyuyor.
SESSİZ KALMA!
ZEYTİNİ, ORMANI, MERAYI, SUYU, HAYATI KORU!
Zeytin bu topraklarda tarihtir, direniştir, berekettir, barıştır!
Ormanlar, meralar, dereler müşterek geleceğimizdir.
Bugün susarsak, yarın ne zeytin kalacak, ne orman, ne yaşam alanı!
TALAN YASASINA HAYIR!
“Süper İzin” Yasasını Durduralım!
Zeytinime Dokunma! Toprağımı Vermiyorum!
Yaşamı Savun, Doğaya Sahip Çık!
İmece-Der

 

Bu Ülkede Aydınların Yakıldığını Unutma!

İzmir’de 2 Temmuz Anması: “Sivas’ı Unutma, Unutturma”

Sivas Madımak Katliamı’nın 32. yıldönümünde, Alevi Bektaşi Federasyonu (ABF) İzmir Bileşenleri tarafından bir basın açıklaması düzenlendi. Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde yapılan açıklamaya İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  ve  Konak İlçesi Belediye Başkanı Nilüfer Mutlu da  destek verdi.

Alevi  Bektaşi Federasyonu adına  Mehmet Bozkurt basın  açıklamasına geçilmeden önce, “Bu  katliamın üzerinden 32 yıl geçti. Acımız ve öfkemiz dinmedi.  Kıbrıs’a sekiz saat içinde müdahale eden ordu Sivas’ta yakılanları kurtarmadı, adalet yerini bulmadı. ” , “Katillerin büyük bir kısmı cezasız kaldı, ceza alanlar ise affedildi, serbest bırakıldı.  Katliamın üzerini  devlet örttü”.  Sivas’tan önceki ve sonraki tüm katliamlarla hiçbir biçimde yüzleşilmedi ve hesaplaşılmadığını  dile getirdi. Bugün Leman Dergisi’ne saldıranlar dün Sivas’ta aydınları yakanlardı dedi.

Basın metnini Alevi Kültür Dernekleri Genel Başkan Yardımcısı Gülbahar Kaplan okudu. Katliamda yaşamını yitiren 33 aydın, sanatçı ve düşün insanı anılırken, olayın yalnızca Alevilere değil, tüm ilerici, devrimci ve aydınlanmacı güçlere yönelik bir saldırı olduğu vurgulandı. Katılımcılar, açıklama sırasında sık sık “Sivas’ı unutma, unutturma”, “Sivas, Dersim, Koçgiri unutulmaz hiçbiri”, “Faşizme karşı omuz omuza” ve “ Dün Maraş’ta bugün Sivasta  çözüm faşizme karşı savaşta”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”  sloganlarını attı. Katliamın karanlıkla yüzleşilmeden kapanamayacağı, sorumluların hâlâ adalet önüne çıkarılmadığı ifade edildi. Açıklamada  laiklik, eşit yurttaşlık, demokrasi ve barış talepleri öne çıkarıldı. Katliamın yıl dönümünde bir araya gelen yurttaşlar, toplumsal belleğin canlı tutulması ve faşizme karşı birlikte mücadele çağrısında bulundu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“BASINA VE KAMUOYUNA !

  1. YAKanları da, AKlayanları da, katilleri serbest  BIRAKanları da affetmeyeceğiz !

Faşist ve Şeriatçı Kuşatmaya Karşı; Laik, Demokratik Türkiye İçin 2 TEMMUZ’DA SİVAS’TAYIZ, ALANLARDAYIZ…

İnsanlık tarihinin en kara, en utanç verici katliamlarından biridir 2 Temmuz Sivas Madımak Katliamı.

Bu topraklarda direnişin simgesi, Alevi inancının hak, hakikat ve adalet yolundaki temel direklerinden biri olan Pirimiz Pir Sultan Abdal’ın anısına düzenlenen etkinliklerin dördüncüsünde, Semah dönen gençlerimiz, ozanlarımız, yazarlarımız, sanatçılarımız, aydınlarımız,
bu halkın vicdanı ve geleceği olan 33 Canımız, 2 Temmuz 1993 Cuma günü Madımak Oteli’nde yakılarak katledildi.

Katillerin sloganlar eşliğinde yaklaştığı, güvenlik güçlerinin seyirci kaldığı, dönemin siyasi iktidarının sessizliğiyle gölgelenmiş bu katliam, sadece Türkiye’nin değil, insanlık tarihinin kara lekesi, bu coğrafyada farklı olana, inanca, düşünceye , aydınlığa ve insanlığa karşı işlenmiş bir insanlık suçudur.

Bu vahşi katliamın üzerinden 32 yıl geçti.
Ama ne acımız azaldı, ne de öfkemiz dindi.
Çünkü adalet yerini bulmadı. Katillerin büyük bir bölümü cezasız kalırken ceza alanlar affedildi, serbest bırakıldı. İnsanlığa karşı işlenmiş bir dava, zaman aşımına uğratıldı.
Sivas’ın öncesinde yaşanan katliamlarla da, Sivas’la da, sonrası yaşanan katliamlarla da yüzleşilmedi.
Yaşanmış hiç bir katliamla hesaplaşılmadı. Hesabı verilmedi. Çünkü katiller, bizzat siyasi iktidarlar tarafından korundu, bu tür cinayetler ve cinayet şebekeleri, gerici, ırkçı, faşist çeteler, örgütler cesaretlendirildi, dolayısıyla katliamlar teşvik edildi. Katiller ve onları koruyup kollayanlar, devlet protokollerinde yer buldu.
Sivas Madımak Katliamı buna verilecek en bariz örnektir.
Sivas katilleri ve onları savunan avukatlar, el üstünde tutuldu, ödüllendirildi.
Çünkü Sivas’ı yakanlar da aklayanlar da aynıydı.

Değerli Basın Emekçileri,
Sevgili Dostlar !

Katilleri de, bu katliamı planlayanları da, aklayanları da tanıyoruz.
Zihniyetlerini biliyoruz. Ülkemizin ve hatta dünyanın geleceğini karartmak isteyen bu zihniyet ile mücadelemiz yeni değildir.
Tarihimiz bu anlayış ile mücadele tarihidir.
Tarihin hiçbir döneminde karanlığa teslim olmadık, bundan sonra da olmayacağız.
Yüzleşme ve hesaplaşma olmadan bu topraklara barış da, demokrasi de, özgürlük de gelmeyecektir.
2 Temmuz’un hesabı sorulana kadar, Sivas için Adalet, Herkes İçin Adalet mücadelemizi büyüterek devam ettireceğiz.

Bugün Sivas’ın katillerinin, Hizbullahçıların salıverildiği, gazetecilerin, öğrencilerin, aydınların cezaevlerinde tutulduğu, halkın iradesiyle seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyumların atandığı bir karanlık dönemden geçiyoruz.
Ekonomik ve sosyal kriz, adalet krizi ile gerici ve tekçi bir ablukaya dönüşürken, emekçilerin, emeklilerin,gençlerin kadınların bedeller ödeyerek kazandıkları temel hakları bir bir gaspediliyor, en demokratik anayasal hakları kullandırılmıyor, bu düzenin devamına yönelik her türden hukuksuzluk olağanlaştırılıyor.
Eğitim sisteminde dayatılan Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli, gerici, tekçi bir kuşatmanın başka bir adıdır.
Laik ve bilimsel eğitim yerine dinsel ve mezhepçi bir müfredat getirilerek, yeni karanlıklar örülmek istenmektedir.
Bu model, yeni katliamların altyapısını hazırlamaktadır.

Değerli Canlar !

Sivas, Tokat, Malatya Erzincan başta olmak üzere Alevi coğrafyası madencilik adı altında, maden ve enerji şirketlerine peşkeş çekilmekte, kutsal mekânlarımız, ziyaretgahlarımız, derelerimiz, dağlarımız, yaşam alanlarımız talan edilmektedir.
Bu yapılmak istenen şey, sadece sıradan bir doğa katliamı değil, aynı zamanda bir inanç, kültür ve hafıza kıyımıdır.

Bu düzenin adı açıkça faşizmdir.
Bugün yapılan şeyin adı, açıkça şeriatçı ve faşist bir kuşatmadır.
Ve biz, bu kuşatmaya karşı direnen halkların, inançların, kadınların, gençlerin yanında, Hakk’ın ve halkın yolundayız !

Sivas’ta yakılan ateşle simgeleşen bu katliamla yüzleşmeyen hiçbir iktidar, barış ve eşit yurttaşlık iddiasında bulunamaz.
Dersim, Çorum, Maraş, Gazi, Suruç, Roboski, Ankara Gar, Gezi ve daha bir çok katliam gibi, yaşanmış ve yaşanmakta olan her bir katliam, ülkemizin kara günleridir.
Katliamlar, Alevilerin ve Türkiye halklarının kaderi değildir ve olmayacaktır. Pirlerimizin, yol önderlerimizin tarih boyunca sürdürdüğü hak ve hakikat mücadelesini büyüterek devam ettirecek ve sonunda kaybeden karanlık olacaktır. Bu ülke ve bütün halklar özgürleşecek, eşit yurttaşlığa dayalı Laik ve Demokratik Cumhuriyet mutlaka inşa edilecektir.

Değerli Basın Emekçileri !

Yolu Hacı Bektaş’tan, Dersim’den, Madımak’tan geçmeyen bir barış, Aleviler için eksik ve adaletsizdir. Başta Kürt sorunu ve Alevi sorunu olmak üzere hiçbir sorun, yüzleşme olmadan çözülemez.
Aleviler her daim barıştan yanadır ancak, yüzleşme ve hesaplaşma olmadan yapılacak her tür “barış”, daha baştan çözülmeye mahkûmdur.

Bugün bir yandan da “yeni anayasa” tartışmaları yürütülüyor.
Ama o masalarda yine Aleviler yok, emekçiler yok, kadınlar yok, Kürtler yok !
Biz olmadan yazılan bir toplumsal sözleşme, ne eşit olabilir, ne özgür, ne de kardeşçe.
Aleviler yalnızca bu ülkenin vicdanı değil, aynı zamanda kurucu iradesidir.
Bu nedenle yeni anayasada Aleviler söz sahibi olmalı,
yalnızca “konu” değil, özne ve kurucu irade olarak kabul edilmelidir.

32 yıl önce Sivas’ta yakılan ateş, bugün hâlâ kalbimizde yanıyor.
Ama o küllerin içinden yeniden birlik, direniş ve umut yeşeriyor. Mücadelemiz yalnızca geçmişin hesabı değil, geleceğin de savunusudur.

Ve biz Aleviler ve Alevi Kurumları olarak,buradan sesleniyoruz:

2 Temmuz’da bir kez daha Sivas’tayız!
Aynı gün Ankara’da miting alanındayız.
2 Temmuz öncesi ve sonrası hemen her yerde alanlardayız.
33 canımızı anmak için alanlardayız.
Faşist ve gerici kuşatmaya karşı eşit yurttaşlık, laiklik, özgürlük ve demokrasi için alanlardayız.
Karanlığa karşı aydınlık için alanlardayız.
Pir Sultan Abdal’ın yolu yolumuzdur, mücadele mirasını sahiplenmeye devam edeceğiz.
Er ya da geç ama mutlaka katliamların hesabını soracağız.
Er ya da geç ama mutlaka biz kazanacağız.
İnsanlık kazanacak, karanlık yenilecek, aydınlık kazanacak.
Emperyalizm yenilecek, mazlum halkların birleşik mücadelesi kazanacak. Savaş ve savaş baronları kaybedecek, barış ve bunun için mücadele eden canlar kazanacak…

Değerli Canlar !

Emekten , laiklikten , Eşitlikten yana olan, özgür ve kardeşçe yaşayacağımız aydınlık bir Türkiye diyen, halkına ses, karanlığa ışık olan tüm dostlarımızı
2 Temmuz’da Sivas’a ve bulundukları her yerde alanlara çağırıyoruz !

Faşist ve Şeriatçı Kuşatmaya Karşı birlikte mücadeleye çağırıyoruz…

Unutmadık, Unutmayacağız, Unutturmayacağız !

* ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU
* PİR SULTAN ABDAL KÜLTÜR DERNEĞİ
* AVRUPA ALEVİ BİRLİKLERİ KONFEDERASYONU
* AVUSTURALYA ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU
* TÜRKİYE ALEVİ FEDERASYONU
* HACI BEKTAŞ VELİ ANADOLU KÜLTÜR VAKFI
* ALEVİ KÜLTÜR DERNEKLERİ”

Karşıyaka Emekliler Platformu: Sadaka değil, hakkımız olanı istiyoruz!

 

Karşıyaka Emekliler Platformu, Karşıyaka Çarşı girişinde basın açıklaması yaptı. “Sağlıkta katkı payı kaldırılsın”, “Saraya bol kepçe, emekliye yok kepçe”, “16 milyon emekli birleşiyor haklarını alıyor”, “AKP’den hesabı emekliler soracak”, “Saraylara değil emekliye bütçe”, “İktidar emekliye borcunu öde”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Emekliyiz haklıyız, birleşe birleşe kazanacağız”, “Gün gelecek devran dönecek AKP emeklilere hesap verecek” dövizleri açtılar. Emekliler, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Susma sustukça sıra sana gelecek”, “Saraylara değil emekliye bütçe”, Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Sendika hakkı engellenemez”  sloganlarını attılar.

 

Karşıyaka Emekiler Platformu adına  açıklamayı Gürbüz Karaelmas okudu.  Açıklamanın tam metni şöyle;

“Değerli basın mensupları, sevgili emekliler ve kıymetli Karşıyaka halkı;
30 Haziran Emekliler Günü, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün 30 Haziran 1927 tarihinde
emeklilik dilekçesini vermesi anısına, ülkemizde derin bir anlam ve önem taşımaktadır. Bu tarih,
yalnızca bir kutlama günü değil, aynı zamanda emeklilerimizin yıllarca süren alın teri, fedakârlık
ve toplumumuza sundukları katkıların onurlandırıldığı bir simgedir. Emekliler Ha ası olarak
kutlanan bu dönemde, Atatürk’ün emeğe ve emekçiye verdiği değer, Karşıyaka Emekliler
Platformu olarak bizlere ilham vermeye devam etmektedir. Yıllarca çalışarak ülkemizin
ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmasına omuz veren emeklilerimizin, hak e kleri saygı, refah
ve insanca yaşam koşullarına kavuşması için Karşıyaka’da bir aradayız. Bu mücadele, yalnızca
emeklilerimizin değil, tüm toplumun daha adil bir geleceğe ulaşması için bir adımdır.

Karşıyaka Emekliler Platformu, kuruluşundan bu yana emeklilerimizin ekonomik ve sosyal
haklarının iyileştirilmesi için kararlı bir mücadele yürütmektedir. Geçmiş basın açıklamalarımız
ve eylemlerimizle, emeklilerimizin karşı karşıya olduğu adaletsizlikleri defalarca kamuoyuyla
paylaştık. “Sadaka değil, hakkımız olanı istiyoruz!” sloganımız, emeklilerimizin onurlu bir yaşam
talebinin en güçlü ifadesidir. Bugün, Karşıyaka Hergele Meydanı’nda bu sesi bir kez daha
yüksel yoruz. En düşük emekli maaşının asgari ücre n 7 bin TL al nda kalması, emeklilerimizin
açlık ve yoksulluk sınırının çok gerisinde bir yaşam sürmesine neden olmaktadır. Bu durum,
yıllarca alın teriyle çalışan, ülkesine hizmet eden milyonlarca emeklimizin hak etmediği bir
muameledir ve toplumsal adalet ilkelerine aykırıdır.

Sevgili emekli kardeşlerimiz, artan yaşam maliyetleri, düşük maaşlar ve sağlık hizmetlerindeki
yetersizlikler nedeniyle derin bir yoksullukla mücadele etmekteyiz. Gıda, barınma, sağlık gibi
temel ih yaç giderlerimizi emekli maaşlarımızla karşılamak mümkün olmuyor. TÜİK’in gerçek
dışı enflasyon verilerine dayandırılan maaş zamları, emeklilerimize sadaka gibi sunulmaktadır
ve hayat pahalılığı karşısında erimektedir. Sağlık hizmetlerinde karşılaşılan uzun bekleme
süreleri, özel hastanelere mahkûm edilme ve ilaç giderlerindeki ar şlar, biz emeklilerin yaşam
kalitesini daha da düşürmektedir. Karşıyaka Emekliler Pla ormu olarak bu adaletsiz sisteme
karşı boyun eğmiyor, İnsanca onurlu yaşam hakkımızı savunuyoruz. İşlenen bu sosyal cinayete
karşı, Hakkımızı aramak ve arayan emekli kardeşlerimizi yalnız bırakmak vicdanlı insanların
anlayışı olmamalı. Yaşamsal çığlığımızla tüm emeklileri birlikte mücadeleye çağırıyoruz.
Duyarlı kalın, örgütlü kalın, sevgiyle kalın.

Taleplerimiz açık ve ne r: Emeklilerimizin insanca yaşanabilir bir maaş alabilmesi için tüm hak
kayıplarının derhal giderilmesi gerekmektedir. Emekli sendikalarının önündeki an demokra k
engeller kaldırılmalı, sendikalar yasal güvenceye kavuşmalıdır. Sağlık hizmetlerine ücretsiz
erişim sağlanmalı, 2006’da çıkarılıp 2008’de uygulanan aylıklarla ilgili yasanın iptal edilerek
aylık bağlama katsayısının emekli örgütleriyle yeniden belirlenmesi şar r. Emeklilere ücretsiz
ulaşım, yaşlı bakım evleri ve kültür evleri gibi sosyal haklar sağlanmalı, emekli maaşları toplu
sözleşmeyle belirlenmeli ve bayram ikramiyeleri en az asgari ücret seviyesine çıkarılmalıdır. Bu
talepler, emeklilerimizin yıllarca verdikleri emeğin karşılığı olarak hak e kleri temel haklardır
ve toplumun tüm kesimlerini ilgilendiren bir adalet meselesidir.

30 Haziran Emekliler Günü ve Emekliler Ha ası, emeklilerimizin haklı taleplerini bir kez daha
yüksek sesle dile ge rme rsa sunmaktadır. 2024’ün “Emekliler Yılı” ilan edilmesine rağmen,
2025 yılında emeklilerimizin yaşam koşullarının daha da kötüleş ğini üzülerek gözlemliyoruz.
Emeklilerimizin büyük bir kısmı, açlık ve yoksulluk sınırının al nda bir yaşam sürdürmeye
mahkûm edilmiş r. Karşıyaka Hergele Meydanı’nda bu adaletsizliğe karşı güçlü bir sesle
taleplerimizi duyuruyoruz. Bu mücadele, yalnızca emeklilerimizin değil, gelecek nesillerin de
daha adil bir sosyal güvenlik sistemine kavuşması için kri k bir öneme sahiptir.

Atatürk’ün sosyal adalet ve dayanışma ilkeleri ışığında, Karşıyaka’dan yükselen bu sesi tüm
Türkiye’ye duyurmak için kararlılıkla yürümeye devam ediyoruz. Emeklilerimizin hak ettikleri
refah ve saygınlığa kavuşması, sadece bir talep değil, aynı zamanda toplumsal bir
sorumluluktur. Karşıyaka Emekliler Platformu olarak, bu haklı mücadelede asla geri adım
atmayacağız. Emeklilerimizin onurlu bir yaşam sürmesi için dayanışmamızı büyüterek daha adil
bir gelecek inşa edeceğiz. Karşıyaka’dan tüm Türkiye’ye sesleniyoruz: Emeklilerimizin hakları
için omuz omuza mücadele edelim!
Saygılarımızla,

Karşıyaka Emekliler Platformu
Karşıyaka Emekliler Platformu Bileşenleri
• BES-SEN Bağımsız Emekliler Sendikası
• Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Karşıyaka Emekli Komisyonu
• Çağdaş Emekli Kadınlar Derneği (ÇEKAD)
• Çağdaş Eği m ve Köy Ens tüsü Derneği
• DİSK Emekli-Sen Karşıyaka
• Emek Partisi
• Emekli Meclisleri Sendikası
• Halkın Kurtuluş Partisi
• İşsizlikle ve Pahalılıkla Savaş Derneği İPSD
• Karşıyaka Kent Konseyi Emekliler Çalışma Grubu Üyeleri
• Türkiye İşçi Partisi (TİP) Karşıyaka Emekliler Komisyonu”

“26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde Ortak Ses: “İşkence İnsanlık Suçudur!”

“26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde Ortak Ses: “İşkence İnsanlık Suçudur!”

“Birleşmiş Milletler (BM) İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girdi. BM, 1997 yılında bu tarihi “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etti.

Bu anlamlı günde İzmir’de bir araya gelen hak ve dayanışma örgütleri, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde ortak bir basın açıklaması gerçekleştirdi. Eylem boyunca “Çıplak arama işkencedir”, “İşkence insanlık suçudur”, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganları atıldı.

Kurumlar adına açıklamayı Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri Coşkun Üsterci okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

“Küresel İnsani Krize, Otoriterleşmeye ve Savaş Tehditlerine Karşı İnsan Hakları Değerlerine Sahip Çıkıyor, İşkenceye Hayır Diyoruz!

İşkencesiz Bir Dünya Mümkün!

“26 Haziran İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” tüm dünyada insan hakları savunucuları açısından özel ve önemli bir gündür.

“Birleşmiş Milletler (BM) İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM, 1997 yılında bu günü “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir.

Türkiye’nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar. İnsanlık ailesinin ortak kazanımı olan ve modern insan hakları hukukunun en temel kurallarından birini oluşturan bu yasak, normlar hiyerarşisi açısından üstün (buyruk) kural niteliğindedir. Dolayısıyla hiçbir koşulda istisnası olamaz.

Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında bu durum şöyle ifade edilir: “Hiçbir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”.

Bu açık ve net belirlemeye karşın işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak giderek artan biçimde kullanılmaktadır. İkinci Dünya Savaşı sonrasında tesis edildiği biçimiyle küresel insan hakları rejimini ayakta tutan siyasi iradenin hızla çözüldüğü koşullarda, başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın bir çok bölgesinde yaşanan insani kriz ve savaşlar, bu çözülme sürecinin varacağı/vardığı noktayı göstermektedir.

Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Ancak günümüzde, insan hakları ve demokrasi değerlerini hem bir referans hem de denge ve denetleme sistemi olmaktan çıkaran, yarattığı kuralsızlık, keyfilik ve belirsizlik rejimi ile toplum üzerinde baskı ve kontrolünü her geçen gün daha da arttıran siyasal iktidarın icraatları sonucunda tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir

Bu açıklamanın ekinde paylaşılan veriler, mutlak yasağa ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkencenin Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Artan otoriterleşme ile orantılı olarak, devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması, en yetkili ağızlardan yapılan işkenceyi bizzat teşvik edici söylemler, köklü cezasızlık kültürü vb. sonucunda, resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları tüm vehameti ile devam etmektedir. Özellikle 15 Şubat 2025 tarihinde Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atanmasına, 19 Mart 2025 tarihinde ise İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın gözaltına alınıp tutuklanmasına yönelik protestolar sırasında ve sonrasında yaşanan gözaltılarda yakınlarına, avukata ve hekime erişimde kısıtlılık, hakim önüne çıkarılmakta gecikme, gözaltı süresini keyfi bir şekilde azami sınırına kadar uzatma vb. hukuki güvencelerde yaşanan ihlaller bu hakikatin son örneği olmuştur.

Kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları daha önceki dönemlerde görülmeyen bir boyuta varmıştır. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen, kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen, hatta teşvik edilen bu şiddeti, sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Yıl boyunca, demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini kullanmak isteyen kadınlar, LGBTİ+’lar, işçiler, öğrenciler, yaşam savunucuları, gasp edilen iradelerine sahip çıkmak isteyen seçmenler, siyasi partilerin, meslek örgütlerinin üye ve yöneticileri, insan hakları savunucuları, farklı dini cemaat ve gruplar, mülteci ve sığınmacılar bu zalimane kolluk şiddetine maruz kalmışlardır. Özellikle son dönemde, 15 Şubat ve 19 Mart protestolarına müdahaleler sırasında kolluk güçlerinin şiddeti endişe verici yeni bir boyut kazanmıştır. Çok sayıda kişi yaralanmış, işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalarak gözaltına alınmıştır.

Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan, insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi son derece endişe vericidir. 6 Ağustos 2019 tarihinde kaçırılan Yusuf Bilge Tunç isimli kişinin akibeti hakkında hala haber alınamamaktadır. Türkiye, ‘BM Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’ yi henüz onaylamamış, mevzuatında da zorla kaybetmeyi açıkça suç olarak tanımlamamıştır.

Türkiye’de hapishaneler, her dönem işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı mekânlar olmuştur. Özelliklede 2015 Temmuz’unda Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesiyle başlayan, ardından OHAL ilan edilmesiyle devam ederek günümüze varan süreçte hapishanelerde işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında ileri düzeyde artışlar yaşanmaktadır.

Hapsetmenin doğası başlı başına acı veren travmatik bir süreçtir. Hapsedilen kişiler ayrıca bir cezalandırmaya tabi tutulamaz. Her şeyden önce hapishaneler aşırı kalabalıktır. Her konuda kısıtlılık anlamına gelen bu durum hapishane yaşamını ayrıca zorlaştırmaktadır. Yanı sıra mahpusların fiziksel ve psikolojik bütünlüklerinin ciddi şekilde zarar görmesine neden olan tek kişi ya da küçük grup izolasyonu uygulamaları ise işkence ve diğer kötü muamele niteliğinde bir cezalandırmadır. Son dönemde mimari yapısı ve gündelik uygulama rejimi ile izolasyon koşullarını daha da ağırlaştıran S Tipi, Y Tipi ve Yüksek Güvenlikli yeni hapishanelerin açılması, bilhassa da Avrupa İşkencenin ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi’nin (CPT) raporlarında da yer verildiği üzere, İmralı Hapishanesinde uygulanan izolasyonun özel biçimi kabul edilemezdir. Yanı sıra ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası almış olan mahpusların bir gün salıverilme ihtimalinin, yani “umut hakkı” nın olmaması insan onuruna aykırı bir durumdur. Bu konuda evrensel ilke, ömür boyu hapis ile cezalandırılmış olanlar da dahil olmak üzere hüküm almış tüm mahpuslar için şartlı tahliyenin mümkün kılınmasıdır. Halen hapishanelerde umut hakkından yararlanamayan en az 4 bin mahpus bulunmaktadır.

Açıklama ekinde yer alan verilerle görünürlük kazandırmaya çalıştığımız endişe verici bu gerçeklik uluslararası önleme mekanizmalarının ve insan hakları kurumlarının raporlarına da yansımaktadır. Ne var ki, Anayasa başta olmak üzere hiçbir kural ve normla kendine sınırlandırmak istemeyen siyasal iktidar, uluslararası mekanizmaları, onların yaptığı eleştiri ve uyarıları dikkate almamakta, işkenceyi önlemeye yönelik iyileştirmeleri yapmamaktadır. Aksine, mevzuatta işkence yasağının mutlak niteliğine aykırı düzenleme ve değişiklikler yaparak cezasızlığı “güvence” altına almaya çalışmakta, ihlalleri görünür kılmaya çalışan insan hakları savunucularına yönelttiği tehdit ve tacizlerle işkenceye karşı mücadeleyi engelleyebileceğini düşünmektedir.

Bu iç karartıcı hakikate rağmen “işkence” insan eliyle gerçekleşen bir fiil olduğu için, yine insan eliyle önlenmesi mümkündür.

İşkenceyi önleme yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Bu nedenle de devletler, her şeyden önce işkenceyi bir sindirme aracı olarak kullanmaktan vazgeçmeli, işkence suçları etkin bir biçimde soruşturmalı ve cezasızlıkla mücadele etmelidirler. Dolayısıyla insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz bu kapsamdaki asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz:

  • İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni, işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce cezasızlık politikalarına derhal son verilmelidir.
  • Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
  • Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
  • Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
  • Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı, BM İşkenceye Karşı Sözleşmeye ek Protokol (OPCAT) ve BM Paris Prensiplerine uygun, tümüyle bağımsız yeni bir Ulusal Önleme Mekanizması (UÖM) oluşturulmalıdır.
  • İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması, bir BM belgesi olan İstanbul Protokolü ilkelerine göre yapılmalıdır.
  • İşkenceye ilişkin iddialar İstanbul Protokolü ışığında hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.
  • Tutuklu ve hükümlülerin fiziksel ve psikolojik bütünlüklerine ciddi şekilde zarar veren tek kişi ya da küçük grup izolasyonuna/tecritine dayalı hapishane rejimine son verilmelidir.
  • Hapishaneler insan hakları, sağlık ve hukuk örgütlerinin bağımsız denetimine açılmalıdır.
  • 14 Ağustos 2024 tarihli BM İşkenceye Karşı Komite’nin Türkiye’nin Beşinci Dönemsel Raporu’na İlişkin Sonuç Gözlemleri’nin 17. paragrafında yer verilen “Taraf Devlet; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılan mahpusların makul bir süre sonra tahliye edilme veya cezalarında indirim yapılması olasılığına sahip olmalarını sağlamalıdır.” tavsiyesinin gereği yerine getirilmelidir.
  • CPT raporlarının tümü açıklanmalı, başta CPT ve BM İşkenceye Kaşı Komite olmak üzere uluslararası insan hakları mekanizmalarının tüm tavsiyelerine uyulmalıdır.
  • Cezaevi İdare ve Gözlem Kurulları’nı yürütme erkine doğrudan bağımlı kılan, adeta bir mahkeme gibi hareket ederek yargı yetkisi kullanmasına yol açan tüm düzenlemeler iptal edilmelidir.

Ancak şunu da hatırlatmak isteriz ki, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işkenceyi önlemek aynı zamanda tüm toplumun da sorumluluğudur. İnsan ve yurttaş olmak için, bizi toplum yapan müşterek bağı korumak için, işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayı büyütmek zorundayız.

İşkencesiz bir Türkiye ve dünyaya ulaşmayı amaçlayan kurumlar olarak, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın, işkence görenlerin başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yüksek sesle haykırabilmeleri için her koşulda onların yanında olmaya; maruz kaldıkları işkenceyi belgeleyip raporlamaya; fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye; adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.

Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz…

İnsanlık onuru işkenceyi mutlaka yenecek…

İşkencesiz bir dünya mümkün!

 

ÇHD İzmir Şubesi,

Hak İnisiyatifi Derneği,

Halkların Köprüsü Derneği,

İHD İzmir Şubesi,

İmece Dostluk ve Dayanışma Derneği,

İnsan Hakları Gündemi Derneği,

KESK İzmir Şubeler Platformu,

ÖHD İzmir Şubesi,

TİHV İzmir Temsilciliği.

 

İzmir Emekliler Platformu’ndan Geçim Protestosu: “Sadaka Değil, Hakkımız Olanı İstiyoruz!”

İzmir Emekliler Platformu’ndan Geçim Protestosu: “Sadaka Değil, Hakkımız Olanı İstiyoruz!”

İzmir Emekliler Platformu, düşük emekli maaşları ve ağırlaşan yaşam koşullarını protesto etmek amacıyla Alsancak’ta bir araya geldi. ÖSYM önünde toplanan emekliler, Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne yürüyerek taleplerini kamuoyuyla paylaştı. Yürüyüş boyunca “İnsanca yaşamak istiyoruz”, “TÜİK değil toplu sözleşme”, “Sadaka değil toplu sözleşme” ve “Emekliyiz, haklıyız, kazanacağız” , “Ya hep beraber ya hiç birimiz”, ” insanlık onuru yoksulluğu yenecek”  sloganlarıyla seslerini duyuran emekliler, geçim krizine karşı insanca yaşam hakkı talep etti.

Platform adına basın açıklamasını Kenan Işık okudu. Açıklamada, emeklilerin ekonomik ve sosyal haklarının gasp edildiği vurgulanarak, “Sadaka değil, hakkımız olanı istiyoruz” denildi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli Basın Emekçileri,

Sevgili İzmirliler,

Birlikte Yaşam Mücadelesi Verdiğimiz Emekli Yoldaşlar,

Şu günlerde, yaşadığımız coğrafyada, bölgede, dünyada doymak bilmeyen emperyalistlerin çıkarları uğruna savaşlar çıkartılıyor. Savaşlar yıkıma gözyaşına yol açıyor.

İnsanların daha iyi yaşaması için harcanmayan milyarlarca dolar savaşa, yıkıma harcanıyor. Dünyanın bir çok yerinde açlıktan, susuzluktan milyonlarca insan ölüyor.

Emperyalist şirketler karları uğruna doğayı, toprağı, suyu, havamızı kirletiyor, yağmalıyor. Savaşlardan, iklim değişikliğinden, din ve mezhep çatışmalarından canlarını kurtarmak isteyen milyonlarca yoksul-emekçi göç yollarında canlarını yitiriyor.

Vahşi Kapitalizmin, vahşi kurallarının egemen olduğu dünyada – ülkemizde emekçiler, emekliler yarınımızdan emin olmadan ,gelecek hayali kuramadan belirsiz geleceğe savruluyoruz.

2024 yılını emekliler yılı ilan edenler, 2025 yılının ilk altı ayınıda geleceğimizi de çaldılar. Emeklilere sefalet ve açlığı reva gördüler.

Bizler, sermayenin iktidarları tarafından yaşam alanlarının dışına itilmek istenen 16 milyon emeklileriz.

Yıllarca üretimde, hizmet sektöründe en ağır işlerde ömrümüzün en güzel yıllarını sermaye sahipleri daha çok kar etsinler diye harcamadık. Bedenen ruhen yıprandık.

Çalışırken aylıklarımızdan peşin peşin kesilen-gasp edilen SSK – Emekli Sandığı primleri karşılığı insanca yaşamamıza yetecek emekli   aylıklarımızı istiyoruz. Bizden keserek aldıklarınızı şimdi geri istiyoruz. Biz sizlerden sadaka-lütuf istemiyoruz.

Biz Emekliler, ak saçlılar bugünü, geleceği, kurtarmak, çocuklarımız ve torunlarımız için insanca yaşanabilir, savaşsız sömürüsüz bir dünya ve ülke için mücadeleye devam ediyoruz. İzmir Emekliler Platformu olarak,

Siyasi iktidarı,TÜİK yalanlarından vazgeçmeye, enflasyon hesabının gerçek enflasyon verilerine göre değerlendirmeye davet ediyoruz.

İnsanca yaşanacak bir aylık için,

Bugüne kadar yaşadığımız hak kayıplarının derhal giderilmesini talep ediyoruz. Emeklilerin gerçek örgütleri olan sendikaların önündeki anti demokratik yasalar, engeller hemen kaldırılmalı.

Sendikalar yasal güvenceye kavuşturulmalı,

Sağlığa erişim kolaylaştırılmalı, ücretsiz anadilde sağlık hakkı sağlanmalı,.

2008 de uygulanan aylıklarla ilgili yaşa iptal edilmeli, aylık bağlama katsayısı yeniden emekli ve emekçi örgütleriyle birlikte belirlenmeli.

Emeklilere ücretsiz ulaşım, yaşlı bakım evleri, kültür evleri kurulsun. Emekli aylıkları toplu sözleşmeyle belirlenmeli.

İzmir Emekliler Platformu olarak,

İnsanca yaşam hakkımızı elde etmek için bir araya geldik, Birleşik mücadele için omuz omuza verdik.

Hakların mücadeleyle alınacağına olan inancımızla şimdi hep beraber haykırıyoruz, Kurtuluş Yok Tek Başına,

Ya Hep Beraber, Ya Hiç Birimiz. İzmir Emekliler Platformu

Bağımsız Emekliler,  Birleşik Emekliler Sendikası, Emekli ve Emekçiler Derneği, Emekli Meclisleri sendikası

Tüm Emekliler Sendikası”

NATO ZİRVESİNE KARŞI; Savaş Değil, Barış! Silahlanma Değil,  Bağımsız Demokratik Türkiye!

NATO ZİRVESİNE KARŞI;

Savaş Değil, Barış! Silahlanma Değil,  Bağımsız Demokratik Türkiye.

Lahey’de  toplanan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü ya da NATO  Zirvesi’nde 32 ülkenin lideri, dünya halklarına karşı yeni bir savaş ve sömürü sürecini ilan etmiştir.

* NATO ülkesi her bir ülkede Gayri Safi Yurtiçi Hasıla  (GSYİH)’nin %5’inin silahlanmaya ayrılması kararı, yalnızca emperyalistler arasındaki paylaşım ve talan mücadelesini değil  aynı zamanda egemenlerin her ülkedeki işçi sınıfına, halklara ve özgürlük mücadelelerine karşı çok yönlü bir saldırı planı içinde olduğunu açıkça göstermektedir.

*Türkiye’nin bu karar doğrultusunda en az 66 milyar dolarlık bir savunma harcamasına zorlanması, halkın yoksulluk içinde yaşadığı, temel ihtiyaçların karşılanamadığı koşullarda açık bir savaş ekonomisine geçiştir.

Türkiye Halkına Sesleniyoruz:

Siyasi iktidarlar,  NATO’nun talimatlarıyla ülkemizi savaş hazırlığının bir cephesi haline getirmiştir. NATO’nun karanlık ve kirli örgütleri  ezilen halkımıza ve özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesi verenlere  karşı kullanılmaktadır.

Milyarlarca dolarlık silahlanma giderleri, emekçinin alın terinden, halkın sofrasından, öğrencinin okulundan, beslenme çantasından, hastanın ilacından, iğneden ipliğe her kullanım-zorunlu tüketim maddelerinden kesilerek finanse edilecektir.

Bu harcamalarla;

Yoksulluk derinleşecek, ücretler baskılanacak,

Zamlara karşı “güvenlik” kalkanı bahanesiyle baskılar artacak,

Savaş karşıtı her ses, insanca nefes almak için yükselen her ses “terör” yaftasıyla susturulmak istenecektir.

NATO:  Tekelci kapitalizmin, Savaşın ve Sömürünün Aygıtıdır!

NATO, 75 yıldır dünyanın dört bir yanında halk hareketlerini bastıran sivil, askeri darbeler planlayan, çıkarları uğruna iç karışıklıklar çıkaran, farklılıkları kışkırtarak ezilenleri bölmeye çalışan, ulusal kurtuluş mücadelelerini bastıran, yeraltı ve yerüstü kaynaklarını acımasızca talan eden, doğayı tahrip eden, halkları iliklerine kadar sömüren tekelci kapitalizmin savaş ve işgal örgütü olarak çalışmıştır.

Kore, Vietnam, Yugoslavya, Afganistan, Irak, Libya, Suriye, Filistin, İran: Kanın aktığı her yerde NATO ya doğrudan ya da dolaylı olarak sorumludur.

Türkiye’deki üsler, limanlar, hava sahası; NATO’nun kirli planlarına açılmıştır.

NATO, emekçi halklar için güvenlik değil, güvensizlik kaynağıdır.

Halkımız  için taleplerimiz açıktır:

NATO’ya hayır diyoruz, çünkü, Amerika’ya karşıyız.

NATO’ya hayır diyoruz, çünkü, emperyalizme karşıyız.

NATO’ya hayır diyoruz, çünkü, emekçi halk yığınlarının,  çıkarlarından yana ezilen ve sömürülen halkların safındayız!

NATO’dan çıkılsın, Kürecik ve İncirlik dahil  tüm NATO ve ABD üsleri kapatılsın!

Silahlanmaya değil, eğitime, sağlığa, sosyal adalete bütçe ayrılsın!

Türkiye, emperyalist savaş politikalarının ve planlarının bir parçası olmaktan derhal vazgeçsin!

Filistin başta olmak üzere tüm ezilen milletler ve halklarla barış ve dayanışma sağlansın!

NATO’ya ve emperyalist sömürü düzenine karşı halkların enternasyonal dayanışması büyüsün!

1969’un yurtsever devrimci gençlik mirası günümüze de yol gösteriyor.!

Dolmabahçe’den Washington’a: NATO’yu Denize Dökeceğiz!

Emperyalizme karşı yaşasın halkların eşitliği ve kardeşliği!

Kahrolsun emperyalizm!

Yaşasın Bağımsız ve Demokratik Türkiye!

Katil ABD ve İsrail yenilecek! Direnen halklar kazanacak!

 

İzmir-Alsancak’ta ÖSYM binası önünde toplanan  siyasi partiler ve kurumlar   ” Katil ABD ve İsrail yenilecek! Direnen halklar kazanacak”  pankartı açarak,  Kıbrıs şehitleri Caddesi üzerinden Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne yürüdü. Türkan  Saylan Kültür merkezi önünde basın açıklaması yapıldı. Yürüyüş boyunca,  “Emperyalistler yenilecek. Direnen Halklar kazanacak”, “Katil ABD Bölgemizden defol”, “İncirlik Üssü kapatılsın”, “Katil İsrail işbirlikçi AKP”, “Nehirden denize özgür Filistin”, “Katil ABD Ortadoğu’dan defol” , “Kürecik Üssü kapatılsın “, “Yaşasın devrim ve sosyalizm”   sloganları atıldı.

 

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“BASINA ve KAMUOYUNA

Ortadoğu bir kez daha emperyalist saldırganlığın pençesinde. İsrail, Gazze’de bir halkı sistematik biçimde katlediyor; üstelik bunu tüm dünyanın gözleri önünde, emperyalist statükonun açık desteğiyle ve hiçbir sınır tanımadan sürdürüyor. On binlerce sivilin katledildiği, çocukların bombalarla ya da açlıkla can verdiği Gazze, bir halkın üzerinde işlenen en korkunç suçların sahnesine dönüşmüş durumda. Emperyalist vahşet Gazze’de en çıplak şekilde kendisini teşhir ederken sözde uygar devletlerin büyük çoğunluğu açıkça İsrail’e destek veriyor. Bu tablo, demokrasi ve insan hakları söylemlerinin ne kadar ikiyüzlü ve emperyalistlerce araçsallaştırılmış olduğunu kanıtlamaktadır.

Siyonist canavar Netanyahu amacına ulaşmış ve emperyalist saldırılarını Ortadoğu geneline yaymıştır. ABD ve İsrail’in İran’da gerçekleştirdiği son saldırılar, yalnızca İran’ı değil, tüm bölge halklarını tehdit etmektedir. Bu saldırıların gerekçesi olarak öne sürülen “nükleer silah geliştirme” iddiası, emperyalizmin yalanlarla dolu sicilinde yeni bir sayfadan başkası değildir. Aynı yalanlarla Irak işgal edildi, Libya bitmeyen iç savaşlara sürüklendi, Suriye kanlı boğazlaşmaların sonunda işbirlikçi selefi bir diktatörlüğe teslim edildi. 

Bu noktada sormak gerekir: İran’ın olası nükleer faaliyetleri bu kadar “tehlikeliyse”, İsrail’in halihazırda yüzlerce nükleer başlığa sahip olması ve bunları hiçbir uluslararası denetime açmaması neden tartışma konusu yapılmıyor? İsrail, Nükleer Silahların Yayılmasını Önleme Anlaşmasına taraf bile değildir. Bu çıplak gerçeğe rağmen, “dünya kamuoyu” diye anılan emperyalist güçler İsrail’e tek bir kınama bile yöneltmemekte, aksine İsrail’i ve katliamlarını silah ve istihbaratla desteklemektedir. Bu açık ikiyüzlülük, demokrasiyi savunmak ya da nükleer silah geliştirmeyi engellemek bahanelerinin arkasına saklanan gerçek niyetin emperyalist yağma olduğunu gözler önüne seriyor.

ABD ve İsrail’in amacı yalnızca İran’ın nükleer altyapısını hedef almak değil; İran’ı rejim değişikliğine zorlamak, ardından ülkenin zengin kaynaklarını yağmalamak ve Ortadoğu’da kendi çıkarları doğrultusunda dizayn edilmiş “dikensiz bir gül bahçesi” yaratmaktır. İsrail Ortadoğu’nun kabadayısı olarak bölge ülkelerine boyun eğdirmekle yetinmeyecektir. İsrail, bölge ülkelerinin bir daha toparlanamayacak şekilde sefil duruma düşmesini; sanayi altyapısından, askeri kapasiteden ve toplumsal bütünlükten yoksun, iç savaşlar ve kronik istikrarsızlıklarla tükenmiş halde kalmasını istemektedir. Bugün Suriye’deki Colani rejimi işbirlikçi tutumuna rağmen İsrail’den yüz bulamamaktadır. Siyonizmin İran politikası da bundan başkası değildir. 

İran’daki mevcut rejimi değiştirmek yalnızca İran’ın işçileri, gençleri, kadınları ve ezilen halklarının meşru hakkıdır.  Dışarıdan gelen her türlü emperyalist müdahale, daha önce Irak’ta, Somali’de, Libya’da, Afganistan’da ve Suriye’de olduğu gibi sadece kaos, mezhep savaşı ve etnik boğazlaşma getirir.

Bugün emperyalist saldırganlığa karşı durmak, sadece İran halklarının değil, tüm bölge halklarının ve dünya işçi sınıfının ortak görevidir. Türkiye’deki Kürecik Radar Üssü, İsrail’i korumak için ABD tarafından kurulmuş bir kalkan işlevi görmektedir. İncirlik Üssü, emperyalist savaşların Ortadoğu’daki lojistik merkezidir. Bu üsler açıkça emperyalizmin hizmetindedir ve derhal kapatılmalıdır.

İran halklarının kurtuluşu ne ABD’den, ne İsrail’den, ne de emperyalistlerin desteklediği sözde muhaliflerden gelecektir. Tüm bölgede gerçek kurtuluş ancak Ortadoğulu işçilerin, emekçilerin, gençlerin ve kadınların enternasyonalist mücadelesiyle mümkündür. İranlı, Filistinli, Türk, Kürt, Arap, Lübnanlı, Suriyeli emekçilerin ortak cephesi olmadan bu coğrafya ne barışa ne özgürlüğe kavuşabilir.

Kahrolsun Emperyalizm! 

Katil ABD Ortadoğu’dan DEFOL!

Emperyalistler, İşbirlikçiler İran’dan Gazze’den Defolun!
Yaşasın Halkların Kardeşliği!

İncirlik ve Kürecik Üsleri Kapatılsın!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!