ÖĞRENİME KATKI BURSU DUYURUSU

ÖĞRENİME KATKI BURSU DUYURUSU

2024-2025 Öğrenim Yılı “Öğrenime Katkı Bursu” için başvurular  19 Ağustos’ta başlayacak  16 Eylül de sona erecektir.

İzmir’de ikamet eden ya da bu ilde öğrenim görecek olup ta başvuracak olanların saat 13.30-15.30 saatleri arasında Derneğimize bizzat gelerek form doldurmaları gerekmektedir.

Bu iller dışından başvurular internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu.

İmece Dostluk Dayanışma Derneği (İmece-Der)

859 Sokak Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

www.izmir.imece-der.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri

Devam ettiğiniz Lisenin
Adı:
İlçesi:
Bitirdiğiniz Lisenin Adı:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dershaneye devam ettiniz mi?

Bazı derslerden özel ders aldınız mı?
Dershanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Üniversite ve Fakülte Adı:

Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Okulunuzun Bulunduğu

İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile    Yurt      Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu:
Beraberler      Boşanmış      Baba vefat     Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı, soy adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK    ES    Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba     Anne    Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor musunuz?
Alıyorsanız nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa kurum adı ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı (kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb.?

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:

Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf, watsapp, signal  kullanıp kullanmadığınız; varsa;

E-posta…vb adresiniz:
Cep Tlf No:

Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:

Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):

Verdiğim bilgiler bilgilerin tam ve doğrudur; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.

Tarih

Ad soyad ve   İsim Soy isim

Tarih

İmza

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu Şubeleri:Bayraklı Şehir Hastanesindeki yaşanan sorunlarla ilgili taleplerini açıkladı.

 

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu şubeleri,  Bayraklı Şehir Hastanesi’nde yaşanan sorunlara ilişkin sendikanın 1 Nolu Şubesinde basın toplantısı gerçekleştirdi. SES İzmir 2 No’lu Şube Eşbaşkanı Başak Edge Gürkan basın metnini okudu.

 

“BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği gibi Bayraklı Şehir Hastanesi de diğer şehir hastaneleri gibi Sağlıkta Dönüşüm Programının bir parçası olan Kamu Özel Ortaklığı Kanununa dayanan Yap-İşlet-Devret modeliyle açıldı.

Şehir Hastanesinin açılmasının ardından başlayan “Sağlık sistemi çöktü” isyanları hem sağlık emekçileri hem de sağlık hizmetine ulaşmaya çalışan vatandaşlar için her geçen gün büyümektedir.

Bilindiği gibi kamu kaynaklarının özel şirketlere aktarılması amacıyla hazine arazilerinin yapımcı şirkete bedelsiz devri, yurt içi ve yurt dışı finans kuruluşlarından hazine garantili kredi imkanları da sağlanarak, yapımı tamamlandıktan sonra Sağlık Bakanlığı tarafından %70 doluluk kapasitesi garanti edilerek, 25-49 yıllığına kiralanmakta; hastaneyi yapan şirket inşaattan kar ederken, yıllardır sağlıkta reform söylemleriyle kamudan koparılmaya çalışılan sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi toplum sağlığında ciddi yaralar açmaktadır. Giderek zorlaşan çalışma koşulları altında ezilen sağlık emekçileri hizmet üretemez hale gelmekte, hastalar randevu alamamakta, ameliyatlar yapılamazken yoğun bakımlarda yer bulunamamaktadır.

Yurtdışına gidenler, istifa edenler, intihar edenler, hasta veya yakını tarafından şiddete uğrayanlar, geçinemediği için ek iş yapanlar, kötü çalışma koşullarına bağlı artan akut ya da kronik fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar, evde bakımlarından sorumlu oldukları çocukları ya da yaşlılarıyla ilgilenemeyen sağlık emekçileri olarak bozulan halk sağlığının merkezinde yer almaktayız.

Yeni varyantlarıyla devam eden pandeminin süren kalıcı etkileri ise tartışılamaz.

İzmir öznelinde baktığımızda Bayraklı Şehir Hastanesinin açılması ile beraber Şehir Hastanesine taşınan hastanelerde ameliyathane, poliklinik ve bazı kliniklerin kapanması, personel, malzeme ve yatak yetersizliği vb sorunlar kriz haline gelirken, diğer hastanelerde de hasta başvurularının ve yatışların artması nedeniyle artan iş yükü kaosa dönüşmüştür.

Şehir Hastanesi açılması sürecinde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası 1 ve 2 Nolu Şubeler olarak İzmir İl Sağlık Müdürlüğü ile görüşmelerimizde “kapanacak hastane var mı? Personel istihdamı çözüldü mü?” gibi sorularımız hep “sorun yok” şeklinde yanıtlanmıştı. Oysa Ocak dönemi il dışı tayin münhal kadrolarında şehir hastanesine 500 hemşire kadrosu açılmıştır. Soruyoruz, bir hastane bu kadar yüksek hemşire ihtiyacı varken nasıl açılmıştır?

Ne yazık ki hiç kimsenin hiçbir şey bilmediğini, liyakatsizliğin diz boyu olduğunu, Şehir Hastanesinin inşaatını yapan şirkete acilen para aktarmak için açıldığını, diğer hastaneleri kapatmasalar da işlevsizleştirdiklerini, vatandaşın sağlık hizmetine ulaşamamasının umurlarında olmadığını yaşayarak görmekteyiz.

Şehir hastanesinin açılabilmesi için il genelinde tüm hastanelerden idarelere dahi sormadan görevlendirmeler yapılmış, şehir hastanesinin açılması uğruna diğer hastaneler işlemez hale getirilmiştir. Görevlendirmeler sebebiyle tüm hastanelerde personel yetersizliği artmış, nöbet listeleri dönmeyince de ya aylık nöbet sayıları bir insanın çalışabileceğinden çok sayılara çekilmiş (bazı hastanelerde ayda 10-11 nöbet) ya da nöbetçi ekipteki kişi sayıları düşürülmüştür ve aynı hizmetin devam etmesi istenmiştir. Buna bağlı olarak sağlık emekçilerine daha fazla angarya çalışma yüklendiği gibi aynı zaman da diğer hastanelere başvuran hastalar için sağlık hizmeti de aksamaktadır.

Geçici görevlendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı bilinmemektedir. Bir gece sosyal medya üzerinden personel görevlendirildiğini öğrenmiş ve yazılı bir tebligat yapılmadan şehir hastanesinde başlaması istenmiştir. 2 aylık sürenin sonunda rotasyon şeklinde geçici görevlendirilenin değişmesi gerekirken görevlendirmeler keyfi şekilde uzatılmıştır. Bazı görevlendirmelerin iptal edildiği, bazı görevlendirmelerin kişinin rızası olmadan uzatıldığı bilgisi tarafımıza gelmiş olup geçici görevlendirmeler yapılırken hangi kurala göre yapıldığını da İl Sağlık Müdürlüğüne soruyoruz.

Yandaş sendika görevlendirmeleri kendine üye yapmak için kullanmaktadır ve İl Sağlık Müdürlüğünün buna göz yumduğu bilinen bir gerçektir. Özel olarak Sağlık-Sen yöneticisinin tayinini şehir hastanesine çıkarttırdığı ve orda şube kurma çalışmalarında görevlendirdiği veya görevlendirmesinin iptal edilmesi için Sağlık Sen e üye olmasının istendiği duyumlar arasındadır.

Son duruma bakarsak; İl Sağlık Müdürlüğü şehir hastanelerine geçici görevlendirme yaparken hastanelere danışmadan yapmış, normalde rotasyon ile geçici göreve gidilmesi gerekirken bölümlerden daha önce görevlendirme yapılmış olanların görevlendirmeleri uzatılmıştır. Aynı zamanda şehir hastanesi idarecileri iş bilmezlikleri yüzünden hekime muayeneye çıkan çalışanlardan doğrudan istirahat raporu istemektedir.

Çok sayıda asistan hekimin Şehir Hastanesine görevlendirilmesi hekim eksikliği yarattığı gibi uzmanlık eğitimi almalarına engel olunmaktadır. Mevcut hastanesinde devam eden asistan hekimler açısından da pek çok öğretim üyesinin hastanelerden ayrılmış olması sebebiyle yine eğitim alacakları hoca kalmamıştır.

Tüm bu değerlendirmelerle beraber en öne çıkan sorunlardan biri acil servislerde yaşanan sorunlardır. Poliklinik randevusu alamayan hastalar acillerde yığılmaktadır. Ayrıca acilde yetkili hekim sayısı ve sağlık emekçileri sayısı son derece yetersizdir.

Sonuç olarak, gerek Şehir Hastanesinde gerekse de görevlendirme yapılan diğer hastanelerdeki sağlık emekçileri huzursuz, klinikler tam olarak açılmadığı için mesaiye hangi klinikte başlayacaklarını bilmeden çalışmaktalar.

Bütün bu olumsuz koşulların sağlık emekçilerine yönelik şiddeti artıran etkenlerden olduğu da unutulmamalıdır.

Ek olarak, hemşire sayısındaki eksikliklerle artan hemşire sorunları 24 saatlik nöbetleri dayatmaktadır. Bu koşullarda 24 saatlik nöbet tutturulması baskı, mobing ve şiddetin bir örneğidir. Yoğun bakımlarda yer olmaması nedeniyle kliniklerde yoğun bakım izlenmesi, kemoterapi ve benzeri özellikli ve riskli tedavilerin klinik ortamlarında yapılması ne hemşireler ne de hastalar için uygun değildir.

Uzun yemek kuyrukları, yemeklerin niteliksizliği, menülerin besleyici ve doyurucu olmaması ve de yemeklerden sık sık metal ya da böcek vs gibi yabancı maddelerin çıkması sorunları da her hastanede yaşanan ortak sorunlardandır. Mutfak, yemekhane hizmetlerinin taşeronlara devredilmesi ve çalışanların sağlığının önemsenmemesinin yol açtığı bu sorunlar sağlık emekçilerinin ve hastaların  sadece sağlığını bozmakla kalmamakta değersiz ve tükenmiş hissetmesine neden olmakta, ayrıca ya evden yemek getirmek ya da sürekli dışarıdan yemek sipariş etmek zorunda kalınması ekonomik yük getirmektedir.

Hastaneler borçları nedeniyle ihalelere girememekte cihaz bakımları yapılamamakta, bozulan cihazların tamiri ya da değişimi sağlanmamaktadır. Bu durumlar hem çalışanların iş yükünü artırmakta hem de hastaların teşhis ve tedavisi gecikmekte ya da özel merkezlere yönelmektedirler.

Sağlık emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük haklarının korunabilmesi ve geliştirilmesi ile birlikte  çalışma koşullarının düzeltilmesi ve de vatandaşın nitelikli ulaşılabilir sağlık hizmeti alabilmesi için  taleplerimizi bir kere daha yinelerken tüm sağlık ve meslek örgütlerini ortak mücadeleyi birlikte örgütlemeye çağırıyoruz

TALEPLERİMİZ

  • TÜM HASTANELER İÇİN PERONEL SAYISININ ARTIRILMASI, ATAMA BEKLEYEN SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ATAMASININ BİR AN ÖNCE YAPILMASI
  • 24 SAATLİK NÖBETLERİN VE 5 GECE NÖBETİNDEN FAZLA ÇALIŞMANIN YASAKLANMASI
  • SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ÇALIŞMA ALANLARININ DÜZENLENMESİ, NÖBET SÜRELERİNİN, NÖBETÇİ EKİPTEKİ KİŞİ SAYILARININ VE NÖBET SAYILARININ ÇALIŞILAN BİRİMİN İHTİYAÇLARINA UYGUN BİÇİMDE, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞINI GÖZETEREK PLANLANMASI
  • İL GENELİNDE HİÇBİR HASTANENİN KAPATILMAMASI, KAPATILAN BÖLÜMLERİN YENİDEN AÇILMASI
  • GÖNÜLLÜ PERSONEL HARİCİ ZORUNLU GÖREVLENDİRMELERİN DERHAL DURDURULMASI, GÖREVLENDİRMELERİN MUTKLAKA YAZILI OLARAK YAPILMASI
  • VAROLAN HASTANELERDE Kİ GİRİŞİMSEL İŞLEMLERİN YAPILDIĞI BİRİM VE AMELİYAT MASALARININ AZALTILMAMASI, YETERLİ SAYIDA OLMASININ SAĞLANMASI
  • BAŞTA ŞEHİR HASTANESİNE OLMAK ÜZERE ÇALIŞAN PERSONELİN ULAŞIM SORUNUN ÇÖZÜLMESİ, ÜCRETSİZ SERVİSLER KONULMASI
  • HASTALARIN SAĞLIK HİZMETİNE ULAŞMADA YAŞADIĞI MAĞDURİYETLERİN GİDERİLMESİ
  • 7/24 HİZMET VERECEK ÜCRETSİZ KREŞ SAĞLANMASI
  • NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETİ VERİLEBİLMESİ İÇİN MALZEME VB. EKSİKLİKLERİN GİDERİLMESİ
  • TÜM MESAİ SAATLERİ İÇİN GÜVENLİK SAĞLANMASI, ŞİDDETE YÖNELİK ÖNLEMLERİN ALINMASI”

Anayasa Mahkemesi Kararına uyulsun Can Atalay Serbest Bırakılsın

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay Kararı  uygulanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi, Hatay milletvekili Can Atalay’ın, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ile “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının” ikinci kez ihlal edildiğine ve tahliyesine hükmetmişti.

Anayasa Türkiye Cumhuriyetinin temel yasasıdır. Anayasanın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Ama hayır, Anayasa Mahkemesi Kararları, Ceza mahkemesini ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni bağlamıyormuş. “AYM’nin kararının hukuki değeri yok” muş.

Hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. Burjuva hukukunun kurallarını burjuvazi sınıf olarak kendisi koymuştur. Burjuva kapitalist düzen meşruiyetini ve hukuksallığını  yasal düzenlemelerden alır.  Her üretim biçiminde olduğu gibi kapitalist üretim biçimi de  kendine özgü hukuku ve  kurumlarını oluşturmuştur. Hukuk, burjuvazinin yani güçlü sınıfın hukudur, onu güvenceye alır.

Burjuva hukukun temel kaidesi, yargı ve yargıç bağımsızlığıdır. Yargıçların bağımsızlığı, yargıçların  yürütme ve yasama organlarına bağlı olmamasını , yasama, yürütmenin ve  idarenin yargıçlara emir ve talimat vermemeleri ya da tavsiyede bulunmamaları; yargıç bağımsızlığı, yargıcın karar verirken hukuka ve yasalara bağlı olarak  hiçbir dış baskı ve tesir altında bırakılmaması anlamına gelmektedir.  Yargıca baskı yapılması olasılığının bulunması dahi yargıcın bağımsızlığını zedeler, kararların objektif ve tarafsız olmasına gölge düşürür.

AYM’nin kararı ile ilgili olarak AKP-MHP iktidarı temsilcilerinin açıklamaları ise şöyledir:

 Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi.”…,“Anayasa Mahkemesi adalet ve hukuk düzenin safrası ve sancısıdır.”… “Kafası zehirlenmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hatırlatırım ki  Türkiye’de kuvvetler ayrımı netleşmiş, aralarındaki sınır çizgileri kalınlaştırılmıştır. Dahası yargı bağımsızlığının yanı sıra tarafsızlığı da anayasal hüviyet kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı zillet ittifakının yüksek yargıya yuvalanmış hastalıklı koludur.” ..” Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan  objektifliğini ve tarafsızlığını kaybetmiştir”…. ..”Türk devleti ile uğraşma, cesaretin varsa Kandile git.”  

Siyasi iktidar böylelikle Yargıtayı siyasal niteliği ve çıkarları doğrultusunda  yönlendirmiş, yargı bağımsızlığını ve yargıç güvenliğini ortadan kaldırmıştır.

Siyasi demokrasi ve özgürlüklerin güvence altında olmadığı koşullarda siyasi iktidarlar burjuva kapitalist düzende yürürlükteki hukuki kurallara ve yasalara uymayı  tercih etmemekte ve kendi sınıf ve iktidar çıkarlarına uygun olarak hukuk kurumlarına ayar verebilmektedir. Kendi karakterine  uygun “siyasal hukuku”nu  yargıda etkin duruma getirerek fiili olarak  faşist-gerici politik  uygulamalarını yaşama geçirmeye çalışmaktadır.

 Ülkemizde de siyasi iktidar ve ilgili bakanlık yetkilileri hukuk ve adaletin mevcut normlarına göre uygulanmasını değil,  fiilin hukuk dışı da olsa uygulanmasını,  ilgili mevzuatın yasal değişiklik ve kararnamelerle sonradan oluşturulabileceğini defalarca ifade etmiştir. Ne yazık ki adli ve idari merciler de konumları, makamlarını koruma uğruna hukuk ve normlarını uygulamaktan imtina etmişlerdir.

 Siyasi iktidar “Başkanlık” sisteminde edindiği yetkileri mevcut anayasa hükümlerine, hukuk normlarına aykırı olarak ya da yeni yasaları “torba yasa” kapsamına alarak kullanmakta, fiili olarak yeni bir yasa devleti dizaynetme adımlarını atmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, çevre konusunda idare mahkemelerinin kararlarını uygulamayarak yurttaşların yaşam alanlarını ortadan kaldırmakta;  KHK ile görevden alınan kişilerin iade kararlarına karşın göreve dönmelerini engelleyerek ya da geciktirerek ilgili mahkemelerin aldığı kararları tanımama yoluna gitmektedirler.  Yerel yönetimlerde siyasal muhaliflerini halkın iradesiyle seçilmiş olmalarına karşın görevden alarak yerlerine kayyımlar atayarak bunu gerçekleştirdiklerine yıllardır tanık olmuştuk.  Böylelikle seçme ve seçilme hukuku normlarına aykırı olarak idari pratik mevcut hukuksal burjuva normları da tanımamış, tasfiye etmiştir.

Bu hukuksuzluk adaletsizlik yolu terk edilmelidir.  Yargı üzerindeki baskı ve politik müdahalelerden vaz geçilmelidir.  Yargı, anayasa hükümlerine, uluslararası hukuk ilkelerine ve normlarına uyulmalı ve uygulanmalıdır. Anayasa Yüksek Mahkemesi’nin kararlarına zaman geçirmeksizin uyulmalı; Hatay halkının seçme iradesi olan Milletvekili Can Atalay derhal serbest bırakılmalıdır.

İmece Dostluk

 

Yaşasın 1 Mayıs-Bıji 1 Gulan

 İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar,

1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür.

1 Mayıs, bütün dünyada işçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin fabrikada, işletmede, tarlada, yaşamın her alanında, meydanları mücadele isteği, coşkuyla ile doldurduğu gündür.

1 Mayıs işçi sınıfının “Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından, Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından, Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir” marşıyla alanlara yürüdüğü   “ Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”  olsun diye ileri atıldığı bir gündür..

1 Mayıs,  dünya proleteryasının “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”  şiarını yükselttikleri, bir gündür.

1 Mayıs faşist diktatörlüğün zorbalığına, sermayenin amansız sömürüsüne, işsizliğe, yoksulluğa, pahalılığa, güvencesizliğe karşı mücadele günüdür.

1 Mayıs, bütün ülkelerin işçilerinin, sermayeye, faşizme, ırkçılığa, ulusal baskı ve zorbalığa, doğanın talan edilmesine ve çevre katliamına karşı birlik, mücadele, dayanışma günüdür.

1 Mayıs dünya proleteryasının  tekelci kapitalistlerin emperyalist paylaşım savaşlarına, savaş kışkırtıcılığına, siyasal- ekonomik yayılma ve güç tesis etmek üzere  ülkelerin işgaline karşı ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin  bayrağını yükselttiği gündür.

Günümüzde Emperyalist büyük güçler dünyanın çeşitli bölgelerinde paylaşım savaşlarını sürdürüyor. Ukrayna’daki savaş, egemenlik ve paylaşım savaşıdır. Ukrayna savaşı emperyalist, gerici haksız bir savaştır. Ukrayna’da Rusya işgaline karşı çıktığımız kadar, devletin  sınır ötesi harekatlarına da  NATO’nun Rusya- Ukrayna savaşı bahanesiyle olası müdahalesine de savaş taktiklerine de karşıyız.

Emperyalizmin dönem dönem ağırlaşan krizine,  krizden çıkmak için saldırganlığına, halklar arasındaki farklılıkları kışkırtarak yaratmak istediği  düşmanlıklara karşı çıkıyoruz. Kapitalizmin insanı değil kârı esas alan barbarlığına, azgın sömürüsüne, çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna karşı, başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissediyor, istiyor ve düşlüyor.

Kapitalizm yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya rüya değildir. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin ömrü sonsuz olamaz.. Yalnız sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanabilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında eşit, özgür bir Türkiye’yi kurabilir ve bu, bizler istersek mümkündür.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma mutlaka kazanacak!

İşçi sınıfı ve emekçiler zorunlu olarak çalıştıkları fabrikalar ve işyerleri başta olmak üzere bu 1 Mayıs’ ta haklı taleplerini haykıracaklar!  Talepleri hepimizin talepleridir; bizler de bulunduğumuz yer ve koşullara uygun olarak bu taleplere sahip çıkıyoruz, çıkacağız.

Her yer,  her alan 1 Mayıs!

Kapitalizme ve Faşizme Hayır!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Birliği, Mücadelesi, Dayanışması!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Eşitliği- Kardeşliği!

Bıji 1 Gulan

Yaşasın 1 Mayıs

 

Öğrenime Katkı Burs Duyurusu

2021-2022 Öğrenim Yılı “Öğrenci Katkı Bursu” için başvuru 02-24 Eylül tarihleri arasında internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu

Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri
Devam ettiğiniz Lisenin
Adı:
İlçesi:
Bitirdiğiniz Lisenin Adı:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dersaneye devam ettiniz mi?
Dersanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Okulun Adı:
Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Okulunuzun Bulunduğu İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile   Yurt    Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu
Beraberler    Boşanmış    Baba vefat    Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK   ES   Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba   Anne   Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor mu?
Alıyorsa nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa isim ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı(kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb.

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:
Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf,  watsapp kullanıp kullanmadığınız;
Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

E-posta Adresiniz:
Cep Tlf No:
Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:
İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):
Verdiğim bilgilerin doğruluğunu; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.
Saygılarımla..

İsim Soy isim
İmza Tarih

Saygılarımla..

 

*Bursa hak kazanan öğrenciler 8 Ekimde belirlenmiş olacak ve cep msj yoluyla öğrenciye iletilecektir.

Burs alan her öğrencinin her dönem sonu transkripini Kurumumuza iletmesi; formdaki bilgilerde değişiklik olması durumunda bir hafta içerisinde Kurumumuzu bilgilendirmesi gerekmektedir.

İlk ödeme Ekim 2021 üçüncü hafta sonunda olup, haziran dahil her ayın üçüncü haftası yapılacaktır.

 

 

1 Mayısa Doğru

Covid-19 Virüsünün dünyadaki tüm insanları etkilediği ve yeni yaşam biçimleri ürettiği koşularda, 1 Mayıs yaklaşıyor. Ülkemizde işçi sınıfı ve tüm emekçiler fabrikalarda, işyerlerinde, tarlalarda üretmeye devam ediyorlar. Tekeci burjuvazinin temsilcisi, egemen sınıflar 65 yaş üstü ve 20 yaşa kadar olan insanlara sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak bu yasaklama 20 yaş grubundaki işçiler, emekçiler ve tarım işçisi gençler için geçerli değil..Onlar çalışmaya ve üretmeye devam edecek. Yaş skalası açısından, üreten işçiler emekçiler fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda yaşamın her alanında, her gün yeniden üretmeye devam edecekler.

Kapitalizm ve devlet, Covid-19 virüsün yayılmasını önleyecek en önemli tedbirlerin başında gelen “Kişiler arasında fiziki teması kesme” kuralını fabrikalar, işletmeler ve tarlalarda uygulamamaktadır; İşçi sınıfının, emekçilerin ve onların ailelerinin sağlığı değil kapitalistlerin karı ve sermayelerini koruyup büyütmeleri önemlidir. İtalya, İspanya, Fransa, ABD, İngiltere’de de üretim durdurulmadığı için virüs çok yayılmıştır ve bugün on binlerce insanın yaşamını yitireceği beklenmektedir. 1 Mayısa doğru İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin talebi, çalışması zorunlu olan işletmeler dışındaki tüm fabrika işletme ve işyerlerinde çalışmanın durdurulmasıdır.

Ülkemizde 11 Marttan bu yana görülen Covid-19 virüs salgını koşullarında kapitalizm ve devlet, işçilere ve emekçilere çalışmayı-üretmeyi dayatmıştır. Alınan önlemler yetersizdir, üretim ve çalışma yaşamı sürmektedir; bu nedenle salgının ivmesi artmıştır. Bilim çevreleri önümüzdeki iki aylık süreçte yeterli önlemlerin uygulanmasını zorunlu görmektedir. İktidar geç kalmıştır, önlemleri yetersizdir ve salgının gerisinden gelmektedir.

1 Mayısa doğru kapitalizmin ve devletin milyonlarca emekçi üzerindeki her türlü sömürüsüne, baskısına karşı mücadele ve dayanışma; düşük ücretlere, sendikalaşma ve sendika seçme hakkına dönük işten çıkarmalara, baskı, moobinge karşı güçlerini birleştirme çabasıyla bütünleşmiştir. Bu mücadele aynı zamanda, işçi sağlığı için güncel olarak Covid-19 a karşı gerekli önlemlerin alınmasıdır. Fabrikalarda, işletmelerde, işyerlerinde üretimin durdurulması istenmektedir. İşçilerin, emekçilerin ve ailelerinin sağlıklı kalmaları için üretimin durdurulması şiarı bir çok fabrikada, işletmede, işçiler, emekçiler sendikalar, meslek örgütleri, tıp ve bilim çevrelerince zorunlu görülmektedir. Siyasi iktidar ise işçilerin, emekçilerin ve sendikaların meslek örgütlerinin ve bilim insanlarının sesine kulaklarını tıkamıştır.

Covid-19 salgını koşullarında da sermaye fabrikalarda, tarlalarda işçileri örgütsüz, sendikasız olarak düşük ücretle çalıştırıyor. İşçi, emekçi havzaları işçi cehennemine dönüşmüş; sigortasız, sendikasız, uzun çalışma saatleri içerisinde milyonlarca işçi neredeyse köleleştirilmiş durumdadır. Covid-19 salgınını engellemenin ve milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını kurtarmanın yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin güçlerini birleştirmesi ve mücadelesiyle mümkündür. Siyasi iktidar ve sermaye grupları, işçi sınıfının, emekçilerin ve bilim çevrelerinin haklı ve yaşamsal taleplerine kulak vermeli ve gerekli önlemleri almalıdır.

1-Sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli, COVID-19’a karşı mücadele kapsamında, güncel ihtiyaçlara cevap veren, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi hariç olmak üzere, bütün fabrika ve işletmeler kapatılmalı; en az 15 gün süreyle, iş yerleri tatil edilmelidir. İşçilerin, emekçilerin dolayısıyla ailelerinin sağlığı korunmalı ve salgının yayılma hızı önlenmeli; bu süre içinde işçilere ücretli izin verilmelidir.
2-Ülkemizde işçilerin ücretinden yapılan kesintilerle oluşturulan işsizlik fonunda biriken 130 milyar TL aşan parayı, hükümet, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.
3-İşten çıkarmalar, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır. COVID-19 salgınının yeni bir işsizlik dalgasına yol açmaması, işin ve işçinin gelir sürekliğinin sağlanması için, COVID-19 ile mücadele döneminde, işverenin iş sözleşmesini fesih imkânı askıya alınmalıdır. İşten çıkarılmaların ve işlerin durdurulmasının yol açacağı gelir kaybına karşı, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları hızla devreye sokulmalı, işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için, işçi açısından gerekli olan koşullar kaldırılmalıdır.
İşten çıkarılmaların izlenmesi ve yasaklanması için Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı nezdinde Üçlü Danışma Kurulu bileşimine uygun bir izleme ve denetim mekanizması kurulmalıdır. İşsizlik maaşının süresi uzatılmalı, salgın süresince işsiz yurttaşlara yaşayabilir bir ücret yardımı yapılmalıdır.
4-Yoksul yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.
5-En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde, risk grubundaki kesimlerin ücretlerine 1000 TL ek destek yapılmalıdır.
6- Elektrik, su, doğalgaz, iletişim faturaları ve konut, taşıt kredileri ile kredi kartı borçları, salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.
7-Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.
8-Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.
9-Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır.
10-Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalı. Sağlık alanı ticari kar alanı olmaktan çıkarılmalı, sağlığa eşit erişim ücretsiz olarak sağlanmalıdır.
11-Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı, hasta olanlar saptanarak tedavi edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.
12-Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri hızla ve ivedilikle giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalıdır. Kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanmalıdır.
13-Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar belirlenmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek, gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı süreci işletilmeden ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları, akademisyenler ve diğer KHK’li kamu emekçileri işlerine dönmeli;
14-Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalı;
15-İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.
16-“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesi,6284 Sayılı Yasa ve kadınların nafaka hakkı titizlikle uygulanmalıdır..
17- Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.
18- Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki gözetim ve denetim ağlarını baskıya dönüştürülmemelidir. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, baskı ve bireysel özgürlüklerin, kişilik haklarının ihlaline yol açmamalıdır. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar, cezalandırılmalar kaldırılmalı.
19- Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini bir yana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikleri geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.
20-Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, hasta mahkûmlar, yaşlılar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.
21- Çoğu yabancı sermayeyle ortak olan petrol ve maden şirketleri, elektrik santralleri, kar hırsıyla dağları, ormanları, akarsuları, börtü böceği doğal ve kültürel değerlerimizi tahrip etmiş, etmeye de devam etmektedir. Kapitalizm yaşam alanlarımızı, havamızı, suyumuzu, havamızı zehirlemekte, yok etmektedir. Salgın koşulları fırsata çevrilerek doğanın tahribatı devam etmektedir. Tüm canlıların ve çocuklarımızın geleceğini karartanlar, doğa ve çevre savunucularının yolunu kesmekte, bu alanlara girmelerini, halkla bütünleşerek sorunların saptanmasını, çözüm yollarının birlikte üretilmesini engellemektedirler. İşçilerin emekçilerin, halkımızın ve çocuklarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, doğal ve kültürel değerlerimizi korumaya yönelik mücadelesi her alanda sürecektir. Bu salgın ekolojik dengenin, tüm çeşitliliği, canlılarıyla sürdürülebilir ve geleceğe devredilebilir doğanın önemini bir daha göstermektedir. Bu ders herkes tarafından iyi anlaşılmalıdır.
22- İllerde bilim kurulları oluşturulmalı, ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı, demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerin de katıldıkları kriz masaları kurulmalı, bilgilendirme, değerlendirmeler ve çözüm mekanizmaları birlikte oluşturulmalıdır.

Kapitalizm doğası gereği krizde, salgın koşullarında bu kriz daha da ağırlaştı, ağırlaşıyor, kendi kendinini tüketiyor; kendisine bu krizden çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bütün ülkelerdeki kapitalist devlet yöneticileri panik halindeler. Sermayelerini büyütme, karlarını arttırmanın, üretim maliyetlerini düşürmenin yeni yollarını arıyorlar. İnsan olmadan üretim, üretim fazlası olmadan kar olamaz. Kapitalistler ve devlet ‘üretim sürmelidir, salgın olsa da üretim durmamalıdır’ diyor. İşsizlikte işçi bulmak kolay, işçiler ücretli köle! Yani sermayedarlar sömürü ve kar hırslarından vazgeçmiyorlar.

Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissedecek, isteyecek ve düşleyecekler. Kapitalizmin yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya gelecek. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin sonu gelecek.. Ancak yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilecek. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanacak. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında aydınlık bir Türkiye’yi kuracaklar.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların sağlığı, geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma kazanacak!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Dayanışması!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşit Kardeşliği!
Barış İçin Savaşa, Kapitalizme ve Faşizme Hayır!
Yaşasın Birlik Mücadele ve Dayanışma
Yaşasın 1 Mayıs

Yaşamın kaynağı toplum sağlığıdır,halkın talepleri yaşamsaldır. Halkın talepleri gerçekleştirilmelidir.

Tüm dünyada küresel salgın halini alan ve ülkemizde varlığı 11 Marttan bu yana görülmeye başlanan Koronavirüs (Covid-19) salgını karşısında siyasi iktidar yetersiz kalmış, salgına karşı acil önlemler alınmamıştır. Siyasi iktidarın açıklamalarında çalışanların hakları, kadınlar ve yoksullarla ile ilgili bir önlem bulunmuyor.

Fabrikalarda, işletmelerde ve işyerlerinde işçiler, emekçiler toplu olarak çalışmaya devam etmektedir. Fabrika ve işletmeler bazındaki önlemlerin en olumlusu hijyen kurallarına uymakla sınırlıdır. Virüsünün yayılma ivmesi yüksektir. Alınan önlemlerle sorunun aşılması olanaklı değildir.

Bütün fabrikalarda, işletmelerde, organize sanayi sitelerinde, şantiyelerde, üretimin ve işin durdurulması önem taşımaktadır. Bugün salgının durdurulması sadece 65 yaş üstünün sokağa çıkmamasını istemekle engellenemeyeceği İtalya ve İspanya örneklerinden görülmektedir. Ve bu yaşanmışlıklardan gerekli dersler çıkarılarak derhal sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir.

Bunun için siyasi iktidar, Covid-19 salgınını önlemek için fabrikalar, işyerleri, şantiyelerdeki faaliyeti durdurmalıdır. İşçiler ücretli izne çıkarılmalıdır. Acil ve zorunlu işlerin yapıldığı işyerleri dışında diğer tüm işyerlerinin faaliyetlerini durdurarak çalışanlarını ücretli izne çıkarmalıdır.

Ülkemizde işçinin ücretinden kesilen paralarla oluşturulan işsizlik fonunda birikmiş 130 milyar lira bulunmaktadır. Hükümet, işçilerin maaşında kesilen primlerle oluşan işsizlik
fonunda biriken bu parayı, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.

İşten çıkarma, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır.

Sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.

Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.

En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde 1000 TL destek eklenerek risk grubundaki bu kesimler korunmalıdır.

Konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.

Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.

Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.

Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır. Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalıdır. Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı hastalar tesbit edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.

Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalı ve kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanması, yurttaşların sağlıkları açısından da önem kazanmıştır. Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar tesbit edilmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı kararı olmadan ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları ve akademisyenler işlerine dönmelidir.

Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalıdır.
İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.

“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır.

Salgın süresinde doğalgaz, elektrik, su ve internet ücretsiz sağlanmalıdır.

Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.

Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki baskı, gözetim ve denetim ağlarını yaygınlaştırmamalıdır. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve açık bir faşizme geçilmesine yol açmamalıdır. Yurttaşlar temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar kaldırılmalıdır.

Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları günlük olağan yaşama geçinceye dek ertelenmelidir.

Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini biryana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikler geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.

Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, yaşlılar, hasta mahkûmlar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.

Yerellerde, il/ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerinde içinde yer aldığı kriz masaları kurulmalıdır.

Bu zor süreçte inisiyatif sadece siyasi iktidarda olmamalı, muhalefet partilerinin ve demokratik kitle ve meslek örgütlerinin toplumsal rol ve sorumluluğu artırılmalı, salgınla ilgili önlemlerin alındığı il ve ilçelerde bilim kurulları oluşturulmalı, başta tabip odaları olmak üzere meslek örgütleri, sendikaların ve siyasi partilerin bu kurullarda temsili sağlanmalıdır.

WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!


WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!

Four woman workers of the SF Trade Textile Plant have been picketing at the entrance of the Gaziemir Free Zone for 143 days for being involved in union activities.

The unionization of workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Industries, a joint venture between the Turkish Kale Group and the American Pratt&Whitney primarily for making engine parts for the F-35 fighter, spurred the capitalist bosses to action.

When workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Plant joined the All Metal Workers Union, the employer terminated 94 workers.

The plant management had effectively reduced wages to minimum wage with low raises, and had started to engage in mobbing against workers after the S-400 crisis with the US. As a result, the workers began to organize under the All Metal Workers Union, a member of DİSK. When the workers exercised their constitutional right and joined the union, the first move was to terminate 7 workers one night, for no reason. The terminated workers staged a demonstration in front of the plant. The workers who expressed support for their fired colleagues were terminated themselves within a few days. Soon, 94 workers had been fired. Then, the plant manager called the workers to a meeting and offered to re-hire them on the condition that they resign from the union. When the workers refused, they responded with threats and insults. The workers started a sit-in on February 29 at the entrance of the Aegean Free Zone to fight for their right to unionize.

The workers fight against the usurping of their legal and legitimate right to unionize, while the employer terminates workers for various reasons. It all boils down to a smear campaign using cherry-picked articles of the labor law, designed to make the employer look righteous on a legal basis. This is not new to the capital: it is a tested method used to break unionization. To prevent unionization among workers, they will identify union members and fire them using various excuses. This plays out once again in the SF Trade and Kale Pratt&Whitney Aero Engine plants.

The bosses of Kale Pratt&Whitney Aero Engine plant fire unionized workers on the one hand, while hiring new and non-union workers on the other to prevent the union from gaining majority. The forces of labor and democracy are obligated to defend the acquired rights of the working class against unlawfulness and injustice, and to rise in solidarity with the working class.

The workers and laborers will expose capitalist bosses for the frauds they are. Today, SF Trade Textile workers are at resistance at the entrance of the Gaziemir Free Zone, and Aero Engine workers are at resistance at the Izmir Fair Gate of the Free Zone. The working class and all people in support of labor stand with the textile and aero engine workers; they support them in solidarity, helping them feel that they are not alone. The justice of time will favor the workers. Workers who resist will finally and rightfully prevail. We stand with workers who recognize the power of organized struggle, who defy the capital and take a step for unionization.

Workers who resist and fight are not alone. The workers, laborers, friends of labor, and the makers of all value stand with them. 11.03.2020

Glory to the working class!
Glory to the workers’ resistance!

İmece Friendship Solidarity Association

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ VE TALEPLERİMİZ

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ ve TALEPLERİMİZ

Kente yönelik politika ve uygulamalarda, insan hakları, kentli hakları, kent insanları arasında kardeşlik-barış iklimi, birlikte yaşama, engelli, hasta, çocuk ve kadına duyarlı planlama, yerellerde hizmetlere eşit erişim, insan ve çevre sağlığı gibi kriterler temel referanslar olmalıdır.

Kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi ve başarısızlıkları durumunda geri alınması esas olmalıdır. Seçimler gibi, kente dair kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler, mekanizmalar  işletilerek alınmalıdır.

Fiziksel, doğal, tarihi ve kültürel değerleri korumak ve geliştirmek, koruma ve kullanma dengesini sağlamak, ülke, bölge ve şehir düzeyinde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı ve güvenli çevreler oluşturmak  merkezi yönetimin olduğu kadar yerel yönetimlerin de görevidir.

Kentimiz İzmir’in yapılan araştırmalarda beş bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihi vardır. Yıllarca süren çalışmalarla ortaya çıkan tarihi mirasına sahip çıkan, bu mirası bilimsel temelde ciddi araştırmalarla zenginleştirici projeler üreten bir yerel yönetim anlayışı,  kentin tüm kültür ve doğal varlıklarını geleceğe taşıyabilir.

Kent yönetimine talip olan başkan adayları ve meclis üyelerinin kentin sorunlarının çözümü konusunda önerilerde bulunması bir program ortaya koyması kuşkusuz önemli, ancak yeterli değildir. Sermayeye karşı emekçi halkın çıkarlarını savunan  yerel yönetim adayları, tekellerin, uluslar arası ya da yerli sermaye gruplarının değil halkın taleplerini, çıkarlarını savundukları ölçüde halkın desteğini ve sevgisini kazanabilirler. Sermaye partilerinin adaylarından ayıran başlıca farklılık da ekonomik, sosyal ve siyasi demokrasi taleplerini savunması, buna uygun politikaları geliştirerek uygulamasıdır.

Kentimiz özellikle son yıllarda yoğun göç almış; hızla nüfusu artmıştır. Kentin  kamu yararından uzak sermaye odaklı planlanması gelecekte, hava kalitesi daha da kötü, yaşam standartları düşük, yeşil alanları  olmayan, ranta odaklı yapılaşma  ve ulaşım sorunları yaratmıştır.

‘‘ Körfez Tüp Geçiş Projesi, henüz yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cennetinin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacaktır.” Bu proje Gediz deltasındaki kuş türlerinin yoğun bulunduğu bölgede sulak alanların tasfiyesi ile kuş, bitki, memeli hayvan, çeşitli kelebek türleri yok edilerek, ekolojik dengeleri tahrip edecek, betonlaşmaya yol açacak ve plan değişiklikleri ile yüksek rant artışlarının önünü açarak kıyıları betona teslim eden bir kentin yolunu açacaktır.’’(1) İzmir’in tarihi, kültürel ve doğal değerleri-zenginlikleri rant için tasfiye edilmiş olacaktır. İzmir’in İstanbul olmasını istemiyorsak bu ‘‘ihanet’’ projelerine karşı durmak İzmir’i yönetecek başkanların öncelikli görevidir.

Doğa Derneği’nin de içinde yer aldığı “İzmir’e Sahip Çık” platformu’nun da önerdiği, desteklediği 15 Şubat 2019 günü yeryüzünün en zengin ve benzersiz doğal alanlarından biri olan İzmir’in Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğa Mirası ilan edilmesi için çalışmalar hızla başlatılmalı; bu konuda yapılmakta olan çalışmalar desteklenmelidir.

Alsancak’taki tarihi Elektrik Fabrikası’nın arazisiyle birlikte,  Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Devlet İhale Kanunu’nun kısıtlamalarına tabi olmadan satışa çıkarılması engellenmelidir. İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Ocak 1998 tarihli kararıyla ‘Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescillendiği temel alınmalı; 1943 tarihinde kamulaştırılarak İzmir Belediyesi’ne devredilen sahanın tekrar İBB’ye devri için meslek odaları ile kentliler birlikte kenti savunmalıdır.

Bayraklı bölgesini çok katlı beton blokların ısı adaları oluşturarak ekolojik dengeyi bozmasına engel olunmalı, kentin tarihi ve doğal dokusuna aykırı projelere onay verilmemelidir.

Egemen iradenin, siyasi iktidarın kürt sorunundaki şiddet yanlısı ırkçı, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, yandaşlarını kayırmacı politikalarına karşı kent düzeyinde eşitlikçi, özgürlükçü, yerel hizmetlerin  gerçekleşmesinde yoksul-dar gelirli yerleşimlere öncelikli, barışçıl ve demokratik projeler üretilmelidir.

Yönetime aday olanlar, alevilerin, farklı din, mezhep ve kültürlerin inanç özgürlüğünü ayrımsız savunmalıdır. İbadet mekanlarının restorasyonu desteklenmeli, güvenlikli kılınmalıdır Yönetmeye aday olanlar, sendikalaşmayı, sendika seçme özgürlüğünü, taşeron uygulamasına karşı kadrolu-güvenceli çalışma hakkını esas alan anlayış ve uygulamaların savunucusu olmalıdır.

Belediye emekçilerinin kadrolu, güvenceli istihdamını esas almalı, liyâkattan taviz verilmemeli, sendikaları tahakküm altına almaya çalışmadan, eşit ilişki kurabilmelidir. Sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin İzmir’de yerel demokrasinin gelişiminin bir parçası olduğu bilinmelidir. Kocaoğlu döneminde kadrolu olabilmek için hukuk yoluna başvuran ve işinden atılan tüm işçilerin yeniden iş başı yapmalarını sağlayacak adımlar atılmalıdır.

696 Sayılı kanun Hükmün’de kararnameyle  belediyelerde çalışan şirket işçileri, süresiz işçi statüsüne geçirilmişti.. Bu işçilere 2020 yılına kadar toplu iş sözleşmesi yapılmayacak, kadrolu işçi gibi 4 ikramiye verilmeyecek ve sosyal-ekonomik haklardan yararlanamayacaklar. Bu işçilere sadece düşük bir zam öngörülmektedir. Bu kararname eşitlik ilkesine aykırıdır. Kadroya geçirilme adı altında işçilerin ekonomik ve sosyal hakları gasp edilmiştir. Yerel yönetim adayları bu kararnameye karşı çıkmalı ve işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını savunulmalı, eşitlik ilkesini temel almalıdır.

Toplu İş Sözleşmeleri (TİS) nin sendika, sendika olmayan iş kollarında işçi temsilcileriyle yapılmasını savunulmalı; grev hakkının önündeki engelleri kent bazında yok saymalıdır. Kıdem tazminatı hakkını güvenceye almalı; kiralık işçilik uygulamalarına karşı çıkmalıdır.

Çalışanlar arasında cinsiyet eşitliğini savunmalı; özellikle kariyer, kadro yükseltmede pozitif ayrımcı, ücret politikasında mutlak eşitlikçi olmalıdır.

Kentimizde kadın hak ve özgürlüklerine uygun koşulları oluşturmayı; kentin gecesi-gündüzüyle, toplu taşım araçlarıyla, sokaklarıyla güvenli kılıcı politikaları geliştirmelidir.

Gençliğin bilimsel-özerk-demokratik-parasız eğitim-öğretim hakkında her gün daha fazla artan eşitsizliğe karşı politikalar geliştirilmeli; barınma, ulaşım, beslenme konularında olanaklar yaratılmalıdır

Küçük üreticilere ve köylülere düşük oranlı kredi tahsisi, kooperatifleşme olanaklarını sağlamalı; Kooperatifleşmenin yaygınlaştırılması için üreticilere yardım ve destek politikaları (destekleme alımları) geliştirilmelidir. El emeği üretimi yapan kadınlara yerel pazarlarda ücretsiz  alanlar sağlamalıdır.

Tarım ve hayvancılığa yapılacak ekonomik destekleri yerel bütçe kaynaklarından yapmalı ve halka aracısız, ucuz beslenme olanaklarını sağlamalı; bunun için de üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması için adımlar projelendirilmelidir.

Tarım emekçilerine yönelik bir ekonomik ve sosyal güvence ağı geliştirilmesini savunmalı; kırsal kesimde kadınlara yönelik özel bir sosyal güvenlik sistemini bu döngü içerisinde  projelendirilmesini savunarak uygulamasını gerçekleştirecek bir alan açmalıdır.

Tarım alanları, sulak alanlar, su kaynaklarının özelleştirmelere açılmasını, sermayeye bırakılmasına kararlılıkla karşı çıkmalıdır. Bu temelde HES, RES, Termik santrallerin yerlerini meslek örgütleri, uzmanlar ve yöre halkı ile belirlemeyi savunmalıdır. Güneş enerjisinden yararlanmanın yolları aranmalıdır.

Kentimiz yeşil alanlardan da il ve ilçe bazında otoparklardan da  yoksun durumdadır. Kentin yeşil alanları artırılmalı,ihtiyaçlar nüfus oarnında belirlenerek katlı otoparklar yapılmalıdır.

Hava kirliliği, araç yoğunluğu ve diğer nedenlerle yoğunlaşmıştır. Koah, astım, solunum yolu hastalıkları yüksek orandadır. Kentimizdeki hava kirliğini ortadan kaldıracak politikalar geliştirmek zorundayız.

Gıda güvenliğini denetimleri sıklaştırarak sağlamalı, BB bünyesinde araştırma laboratuarları kurmak projelendirilmelidir.

Yerel yönetimlerin ulaşım hizmetlerinden kar elde etmesi düşünülemez. Yerel yönetimler ulaşım hizmetini diğer gelirlerinden sübvanse etmelidir. Kentlerde ulaşım hizmetleri yerel yönetimlerin kamusal bir görevidir. Kentte yaşayan tüm yurttaşların toplu taşıma hizmetlerinden yararlanması asgari ücret esas alınarak yapılmalıdır.

Saygılarımızla

İmece-Der

 

  • 1.İzmire Sahip Çık

 

 

 

Olcay Çınar


OLCAY ÇINAR
10.08.1952 De Mardin’in Cizre ilçesinde doğdu.
Babası jandarma astsubayı, annesi ev hanımıdır. Dört kardeşin en büyüğüdür. Babasının mesleği dolayısıyla ilk okulu Bingöl ün Kığı, Mersin in Gülnar ilçelerinde, ortaokulu Kütahya da; liseyi İzmir Eşrefpaşa Lisesinde okudu.
Liseden sonra Ege Üniversitesi Makine Mühendisliğini kazandı. İlk yıllarında yurtsever devrimci hareketle tanıştı. Buca da özerk demokratik üniversite mücadelesi verirken bir yandan da faşizme ve emperyalizme karşı mücadelede Halkın Kurtuluşu saflarında yerini aldı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra DSİ’de makine mühendisi olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Kamu çalışanlarının sendika hakkı için mücadele etti ve KESK in İzmir deki yapılanması için çok emek verdi; Kamu İktisadi Teşebbüsü kurumların özelleştirilmesine;TEK in özel şirketlere devrine karşı mücadelede ön saflarda yer aldı.
Sevgili eşi Şenol la üniversite yıllarında anti faşist mücadele içinde tanıştı, mücadelede birlikleri evlilikle sonuçlandı. Bir erkek çocukları oldu.
Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle 09.08. 2016 da aramızdan ayrıldı.
Bizlerle yaşayacak.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Soma’da 301 işçinin kaybı cinayettir, ihmaldir, kasıttır, kapitalizmin kanlı bir örneğidir.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Manisa’nın Soma ilçesinde, 13 Mayıs 2014 tarihinde  maden faciasında hayatını kaybeden 301 maden işçisi için Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması düzenledi. “301 Soma. Unutmadık, unutmayacağız” pankartı açılan açıklamada “Soma’nın katili sermaye düzeni”, “Soma’nın hesabını emekçiler soracak”, “AKP’ye kul sermayeye köle olmayacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza” ve “Katillerden hesabı emekçiler soracak” , sloganları atıldı.
Emek ve Demokrasi Güçleri adına  açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz  okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,

Soma Katliamı bu ülkede azami kâr hırsının nelere mal olabileceğini gösteren en önemli örneklerden birisidir. 301 madenci, göz göre göre, öngörülebilir ve önlenebilir bir patlamada hayatını kaybetti. Ne ocaklara düşen ateş küllendi ne de adalet sağlanabildi.

Soma’da yaşanan sadece insanların eşini, babasını, kardeşini, oğlunu kaybetmesi değildi. Soma, en yakınlarını toprağa vermiş acılı insanların sokak ortasında yerlerde tekmelenmesiydi. Soma canı yanan ve tepki gösteren insanların market köşelerinde tokatlanmasıydı. Soma, her adalet istendiğinde patronların korunup kollanması, asıl sorumluların asla hesap vermemiş olmasıydı.

Soma, Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın, “Meydana gelen kazada en çok biz mağdur olduk. Bütün yatırımlarımızı güvenlik önlemlerine harcadık” diyebilmesiydi.

Soma, iş güvenliğinden sorumlu olan vardiya amirleri ve şirket patronu apar topar tahliye edilirken, gece gündüz Somalı işçi ailelerinin yanında mücadele eden Av. Selçuk Kozağaçlı’ nın,  Av. Can Atalay’ın tutuklanmasıydı.

Soma, yargılanan 28 kamu görevlisinden 16’sına 5 ay hapis, diğerlerine beraatti.

Soma, bir türlü gerçekleşmeyen adalet, dinmeyen bir isyan çığlığı, zenginlerin iktidarının somut bir örneğiydi.

Değerli halkımız,

Soma, paranın insan canına tercih edildiği, 301 madencinin şahsında tüm toplumun ve adalet duygusunun göçük altında kaldığı, dünya tarihindeki en trajik olaylardan birisidir.

Cinayettir, ihmaldir, kasttır, kapitalizmin kanlı bir örneğidir.

Soma bir kaza değil; göz göre göre gelen, öngörülebilir ve önlenebilir bir iş cinayetidir.

İşçi sağlığı ve işçi güvenliği, hiçbir koşulda ekonomik çıkarların, kâr hırsının ve denetimsizliğin gölgesinde bırakılmamalıdır. Soma’da yitirilen 301 işçinin ardından, benzer koşullarda çalıştırılan binlerce emekçi için hukuk, denetim ve insan yaşamına verilen değerin gerçek anlamda hayata geçirilmesi artık ertelenemez bir zorunluluktur.

Her yıl yaşanan ve adına kaza denilen iş cinayetlerinin bir türlü bitmek bilmemesi bunu göstermektedir.

İşçilerin ne iş güvenliği, ne geçim kaygısı egemenlerin umrundadır. Egemenler işçileri sefalet şartlarında yaşatmak, işyerlerinde ölüme terk edip adına ‘fıtrat’ diyerek kendilerini kurtarmaktayken işçilerin böylesi bir ölüm-kalım dayatmasına karşı demokratik ve örgütlü tepkisini göstermesi ve şartları değiştirmek için mücadele etmesi gerekmektedir.

Başta işçi sendikaları olmak üzere emeğiyle geçinen herkes madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda yaşanan ve bu azami kâr hırsı şartlarında yaşanmaya devam edecek olan güvensiz, tedbirsiz çalıştırılma şartlarının değiştirilmesi için, en başta da adına iş kazası denilen ucube durumda ölmemek için çaba göstermelidir.

Hayatlarımız birilerinin para kazanma hırsına artık feda edilmemelidir.

Bu dünyada gördüğünüz, kullandığınız her şey emeğin, emekçilerin ürünüdür. Emekçilerin yarattığı değerin karşılığı ölüm, kader, fıtratla izah edilemeyeceği gibi bunu kabul etmeleri de beklenemez.

Bizler madenlerde, fabrikalarda alın teriyle çalışan ve yaşayan işçilerin, 301 madencinin, geride bıraktıkları ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz.

Soma’yı, Soma’nın avukatlarını, unutmayacağız, unutturmayacağız.”

 

 

İzmir Devrimci Demokrasi Güçleri: İşçi Erol Eğrek’in ölümünden sorumlu olanlar ve buna yol açanların yargılanmasının takipçisi olacağız.

 

Tazminatını istediği için Çalık Holding güvenliği tarafından ağır şekilde dövülerek öldürülen işçi Erol Eğrek’in katillerinden hesap sorulması  için  İzmir’de siyasi partiler, dergi çevreleri, kitle örgütleri ve KESK   ÖSYM  binası önünde “İşçi katili Çalık Holding hesap verecek” pankartı  arkasında toplanarak   Türkan Saylan Kültür merkezi önüne yürüdü.   Katılımcılar “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”,  “AKP’den hesabı emekçiler soracak”, “Katil Çalık hesap verecek” sloganlarını attı.

 

Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı  katılımcı kurumlar adına Emek Partisi İzmir  il Başkanı Elif Çuhadar okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“BASINA VE KAMUOYUNA

Değerli halkımız

Yaklaşık 10 yıldır tazminatını alamadığı için İstanbul’da Çalık Holding binası önünde defalarca eylem yapan işçi Erol Eğrek; koruma dedikleri çetelerce holding kapısında saldırıya uğrayıp, ağır şekilde dövülerek kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Çalık Holding enerjiden madene, finanstan medyaya birçok alanda AKP döneminde Türkiye’nin en zengin gruplarından biri haline geldi. Kendi finansal ve faaliyet raporlarına göre kamu kaynaklarından yapılan yatırım teşvikleriyle, 2015 yılından beri aktarılan kaynağın dolar cinsinden büyüklüğü 95.68 milyon doları bulurken bugünkü parasal değeri ise yaklaşık 3.78 milyar TL. Yani Eğrek’in  “hakkım” diyerek talep ettiği ödenmeyen tazminatın tam 540 katı, Çalık Holdinge kamu kaynaklarından aktarıldı. Holdingin şirketleri ise son üç yılda verilen bu teşvikler nedeniyle kurumlar vergisinden de kurtuldu. Erol Eğrek, hakkını aradığı Çalık Holding kapısı önünde öldürüldü. Holding, Erol Eğrek’in ölümünün ardından yaptığı açıklamada işçiye borcu olmadığını savundu. Eğrek’in “tüm haklarını alarak ayrıldığını” öne sürdü. Ancak Eğrek’in 10 yıl boyunca yaptığı başvurular, eylemler ve yargı süreçleri bu iddiayı yalanlamaktadır.

AKP ve MHP iktidarının emeği yok sayan, her fırsatta sermayenin yanında saf tutan ve tüm gücüyle sermayeden yana patronları koruyan işçinin emeğini ve canını hiçe sayan AKP iktidarıyla yakın ilişkiler içinde olan ve bunun nimetlerinden yararlanan Çalık Holding gibi niceleri.

Yarın Soma katliamının 11. Yıl dönümü Soma maden faciası görünmez bir kaza değildi. Kamu madenciliğinin yok edilmesi, iş güvenliği anlayışının görmezden gelinmesinin bir sonucudur. Basit bir ihmal değil madencilik bilgi ve birikiminin yok sayılmasının, bilimin yerine keyfiliğin, emeğe ve emekçiye saygı yerine kar hırsının bedelidir.. Çünkü kapitalizm daha fazla kar dışında hiçbir zaman başka bir şeyi önemsemez, işçi sağlığı ve güvenliğini de. Soma’daki 301 işçinin katili de sermaye, iktidar ve sendikal bürokrasinin kendisidir.

Emeğinin hakkını almak için mücadele eden bir işçiydi Erol Eğrek’de. Alacakları için yasal yollarla mücadele etti, hizmet tespit ve alacak davalarını kazandı. Bu koca koca holdingin sahiplerine, yıllarca sömürdüğü işçilerin hakkını vermek zor geldi. Sermayenin çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen Saray iktidarının yarattığı düzen, bu cinayetin baş sorumlusudur. Çünkü hep korundular pervasızlıkları da bu güvenden.

Siyanür sızıntılarına rağmen maden çalıştırdılar, Erzincan İliç’te 9 işçinin ölümüne yol açan iş cinayetinin ortağıydılar, Offshore şirketlerle yurt dışına bu ülkenin parasını kaçırma iddiaları da soruşturulmadı. Hatta 209 milyon vergi borcu silinirken. İşçi alacaklarını ödemediği için mahkemenin haciz kararını bir günde kaldırtma gücünü yoksa nereden bulacaktı. Bu ülkenin topraklarını, doğasını, işçisini sömüren ama doğru dürüst vergi bile vermeyen bu açgözlü şirketler, bu ülkeye karşı suç işlemektedir.

Çalık Holding’in zehirlediği, sömürdüğü, üzerine düşen vergisini ödemediği ve hatta canını bile aldığı Türkiye işçi sınıfına karşı işlediği bütün suçların hesabı sorulacak. Bizler, ülkenin tüm kaynaklarını patronlara ve sermayeye peşkeş çeken, holdinglerin yılmaz savunucusu Saray rejiminin bu saltanatına son vereceğiz.

Ülkede daha fazla iş cinayeti, yoğun emek sömürüsü, uzun çalışma saatleri sendikasızlaştırma, güvencesiz ve esnek çalışmanın yaygınlaşmasına karşı tüm  saldırılar ancak işçi sınıfının ve  halkın örgütlü gücü ile durdurabilir.

Sözlerimizi Erol Eğrek’in birçok yerde olduğu gibi sosyal medyada da sesini duyurmaya çalışırken söylediği şu sözlerle bitirelim: ‘Haklarımı vermedikleri gibi bir de üste çıkıyorlar. Allah gözlerini doyursun, karınları doymayanların. Elbet hesap verirler bir gün.'”

Erol Eğrek’in ölümünden sorumlu olanlar ve buna yol açanların yargılanmasının takipçisi olacağız.

KATILIMCI KURUMLAR

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Bolşevik Leninist, Dem Parti, Devrimci Hareket, Emekçi Hareket Partisi, Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Halkların Demokratik Kongresi,  İmece-Der, İşçi Emekçi Birliği Bileşenleri; (DKDER, İşçi-Sen, Kaldıraç, Komünist Köz),  KESK, Kızıl Parti, Odak Dergisi, Partizan, Sosyalist Dayanışma Platformu, Sosyalist Demokrasi Platformu, Sosyalist Emekçiler Partisi, Sosyalist Meclisler Federasyonu, Sosyalist Mücadele İnisiyatifi, Sol Parti, Toplumsal Özgürlük Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Tüm Emekliler Sendikası Bornova şb., Yeşil Sol Parti”

 

 

.

 

Ankara Gar katliamında hayatını kaybeden 104 kişi katliamın 115.ayında İzmir’de anıldı

 

Ankara’da 10 Ekim 2015 tarihinde Gar meydanında yapılmak istenen ‘Barış Mitingi’ ne  IŞİD’in saldırısında hayatını kaybeden 104  kişi,  10 Ekim Barış Derneği’nin çağrısı üzerine  Emek ve Demokrasi Güçleri’nin katılımıyla,  yitirdiğimiz canların fotoğraflarının yer aldığı pankart açılarak,  katliamın  115’nci  ayında İzmir-Alsancak Barış Anıtı’nda anıldı.

Anmada 10 Ekim Barış Derneği Eş Başkanı İshak Kocabıyık, “Bizi ölümle terbiye etmek ve sindirmek isteyenler ne yazık ki Madımak katillerini, domuz bağcıları serbest bıraktı. Unutulmasın diye bu mücadeleyi yürütüyoruz. Unutursak katliamla bize hatırlatırlar. 10’uncu yılda her zamankinden daha fazla yan yana durmaya ihtiyacımız var. Katliamlar ve onların arkasındaki failler aydınlatılsın. Bu yürüyüşümüzü barış oluncaya kadar devam ettirmeye kararlıyız.  Kaybettiğimiz arkadaşlarım şahsında bizi yalnız bırakmayan Sırrı Süreyya’yı anmak istiyorum” dedi.
Emek Partisi İzmir İl Başkanı Elif Çuhadar, 104 kişinin can yitimine yol açan katliamın sorumluları planlayıcıları , katliamı yapanların açığa çıkarılması cezalandırılması devrimci demokrasi güçlerinin partilerin sendikaların ortak mücadelesiyle mümkün olduğunu söyledi.
DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın, “Bu ülkede insanlar eşit ve adil bir düzen içinde yaşasın istiyoruz. Sırrı Süreyya Önder bu uğurda hayatını feda etti.  kaybettiklerimizi unutmadan, kötü bir rejimi değiştirme konusunda sonuna kadar mücadele etmemiz lazım.” dedi.
Anmaya katılanlar, Alsancak’ta bulunan Mimarlık Merkezi’ne yürüyüyerek,  Gar Katliamı’nda yaşamını yitirenlerinin fotoğraflarının bulunduğu sergiyi ziyaret etti.   Sergi’nin açılış konuşmasını  İHD Onursal Başkanı Akın Birdal yaptı. Birdal  “Bizim coğrafyamızda barışın adı, insanların kendi tercihleri ile yaşaması, eşit ve toplumcu bir yaşamın kurulması, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümüdür” dedi. Türkiye’de yaşanan toplu katliamlarla yüzleşilmemesinin insanlığa karşı suçları sistematik hale getirdiğini söyleyen Birdal, “101 yıllık çürümüş duvarın üzerine sıva yaparak, yapılanların üzerini örtmeye çalışıyorlar.  Devlet Gar Katliamı’nda ailelere verilen tazminatları geri istiyor. Hem katliamı kendisi yapıyor hem de tazminatları istiyor” dedi.
Birdal’ın konuşmasının ardından yönetmenliğini Mustafa Ünlü’ nün yaptığı “Ah!” filminin gösterimi yapıldı.

8 Mayıs Faşizme ve Savaşa Karşı Mücadele

 

8 Mayıs, Faşizmin Askeri Yenilgisinin 80. Yılı.

Bugünkü Mücadele Görevimiz

8 Mayıs 1945, Nazi Almanyası’nın kayıtsız şartsız teslim olduğu ve faşizmin askeri olarak yenilgiye uğratıldığı gündür. Bu tarih, başta Sovyet halkları olmak üzere dünya halklarının dişe diş mücadelesiyle kazanılmış destansı bir zaferdir. Kızıl Ordu’nun Stalingrad’dan Berlin’e uzanan yürüyüşü, faşizmi tarihin karanlık sayfalarına gömmüştür. Avrupa’da, Balkanlar’da, Asya’da komünist partilerin partizanları ve direnişçiler bu zaferin öznesi olmuştur.

Ancak bu zafer, faşizmin tüm biçimleriyle tarihten silinmesini sağlamadı. Emperyalist sistem, savaş sonrası dönemde Asya, Afrika ve Latin Amerika’da faşizmi güncelledi ve yeni biçimlerini devreye soktu. Sömürgeciliğin yerini “yeni sömürgecilik” aldı; askeri darbeler, işkenceler, gladyo tipi kontrgerilla yapılanmaları, mafyatik rejimler gündeme geldi. Faşizm artık yalnızca siyah ya da kahverengi üniformalarla değil medya tekelleri, uluslararası sermaye akışları, ikili ya da gizli anlaşmalar, ırkçı, milliyetçi-mukaddesatçı söylemler gibi ideolojik argümanlar ve güvenlik devleti uygulamalarıyla örgütleniyor.

Bugün de dünya halkları farklı kılıklara bürünmüş faşist ve emperyalist saldırılarla yüz yüze. Ukrayna-Rusya savaşı, Filistin’de süren soykırım, Ortadoğu’da emperyalist yayılma politikaları, Güney Asya’da Hindistan-Pakistan gerilimi dahil tümü emperyalist rekabetin halklara ödettiği kanlı faturalardır.

Türkiye, siyasal bağımsızlığı olan ama ekonomik, askeri ve diplomatik olarak emperyalist merkezlere bağımlı yeni sömürge bir ülke konumundadır. Faşist baskı rejimi düşünce ve ifade özgürlüğünü yok etmekte, muhalefeti yargı kıskacına alarak, var olan ve yürürlükteki yasaları da uygulamayıp yok sayarak susturmaya çalışmakta, toplumu ekonomik krizle ezerek “iş, aş” dışında bir şey düşünemez hale getirmekte ve dış politikada savaş kışkırtıcılığı yapmakta, yayılma politikasının araçlarını kullanmaktadır.

Bu tablo, sadece iç siyaset meselesi değil, aynı zamanda emperyalist sistemin Türkiye’ye dayattığı bir yönetim modelinin yansımasıdır.

Bugünün görevi açıktır: Faşizme ve emperyalizme karşı birleşik, devrimci, demokratik bir mücadele hattı örmek. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, halkların kardeşliği eşitlik temelinde onurlu birliktelikleri ve özgürlüğü için emperyalist bağımlılığa, manipülatif oyunlara,  savaş politikalarına ve faşist baskıya karşı örgütlü bir direniş geliştirmelidir.

8 Mayıs, faşizme karşı sadece geçmişin zaferi değil, bugünün mücadele çağrısıdır. Faşizme karşı direnen, can veren milyonların mirasıdır. Bugün özgürlük, demokrasi, barış ve halkların özgür geleceği için mücadele  görevi omuzlarımızdadır.

Faşizm değil özgürlük; Savaş değil barış!

Yaşasın halkların eşitliği ve kardeşliği !

Emperyalizme ve faşizme karşı birleşik mücadeleye!

 

 

 

 

 

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Denizleri andı. Denizlere sözümüz, ülkemizin bağımsızlığı, halkımızın özgürlüğü olmalıdır.

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  Türkan Saylan Kültür Merkezi   önünde “Deniz Yusuf Hüseyin’in yolunda Tam Bağımsız  Türkiye” pankartı açarak ‘Bağımsız Demokratik Türkiye’ mücadelesinde yitirdiğimiz Denizleri andı. Katılımcılar  “Yusuf Hüseyin Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “Emperyalistler işbirlikçiler 6.filoyu unutmayın, “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “ABD Ortadoğu’dan defol”, “Nehirlerden denize özgür Filistin”,  “Faşizme karşı omuz omuza”, “İsyan devrim özgürlük”  sloganları atıldı. 

Basın açıklamasını İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz okudu. Basın açıklaması yapıldıktan sonra  katılımcılar Gündoğdu Meydanı’na yürüyerek denize üç fidan adına karanfiller bırakıldı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli halkımız,

İnsanların, toplumların hafızasında yer etmiş ve asla unutulmayacak bazı tarihler vardır. Halkları derinden etkileyen, yaralayan tarih hafızamız ise ne yazık ki çok fazladır. Bunlardan bir tanesi, 6 Mayıs 1972’dir.

Bir kuşak düşünün ki bilincini, canını, tüm hünerini hiçbir kişisel menfaat düşünmeden halkın mutluluğu ve ülkesinin özgürlüğüne versin. Bir kuşak düşünün ki en iyi okullarda okuyan, birkaç yabancı dil bilen, edebiyatla, şiirle, sanatla, sporla, bilimle; kısacası insanlığı ileriye götürecek her şeyle hemhal olan, en temiz, en saf, en dürüst, en kararlı, en devrimci duygularla ülkesinin ve halkının kaderini değiştirmek için yollara düşsün. Bir kuşak düşünün ki düzenin insanı olsalar sorun ve sıkıntı yaşamadan bir ömür sürebilecekken tüm bunları ellerinin tersiyle itip halkı için kavgaya girişsin. Bir kuşak düşünün ki, Denizler, Mahirler, İbrahimler, Sinanlar diye anılsın, bilinsin, bu isimler çocuklarda yaşasın, hiç unutulmasın…

İşte o kuşağın en yiğit evlatlarından Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin yıldönümünde, aradan geçen yarım asırdan fazla süreye rağmen binlerce insan hala sokaklarda onları anıyor, mezarları bir çiçek bahçesinden farksız, ellerde resimlerini taşımaya devam ediyor.

Egemenler, o gencecik insanları asan faşistler bilmiyor ki, aslında halkımız kendisi için savaşan, dövüşen, bedel ödeyen insanları unutmuyor. Sinan Cemgiller Nurhak’ta öldürüldüğünde naaşlarının başında ilk ağıt yakanlar Adıyaman’ın köylü kadınlarıydı. Hala yüzbinlerce insanın ismi Deniz, Ulaş, Mahir… Hala her mitingde, her eylemde resimleri taşınanlar onlar… Asarak, katlederek yok edebileceğini sanan egemenlerin isimlerini ise hatırlayan bile yok.

Denizler bir hukuk faciası ile idam edildiler. Ne ceza hukuku ne de usulü hiçbir şekilde dikkate alınmadan, cezayı eyleme uydurmaya çalışarak Denizleri katlettiler. Verilen kararın ne hukuki bir yanı vardır ne de vicdani… Zaten idamlar halkın gönlünde yok hükmünde olduğundan bugün yine, ellerimizde onların fotoğrafları, dilimizde onların isimleriyle buradayız. İdamlar hiçbir zaman meşru olmadı, hukuki olmadı. Öldürdüler ancak yok edemediler.

Denizlerin cesareti, yurt ve halk sevgisi, kararlılığı, bilinci, inancı bugün hepimize hala yol göstericidir. 25’li yaşlarında üç gencin tüm varlıklarını bağımsızlık ve devrim kavgasına adaması, bu adanmışlığı idam sehpasında son sözleriyle haykırmaları halen en önemli miraslardan bir tanesidir.

Ülkemiz bugün hala emperyalizmin sömürgesi bir durumdadır. Ülkemiz hala yoksulların, işçilerin, köylülerin, emekçilerin ağır sömürü şartları altında yaşamak zorunda bırakıldığı bir coğrafyadır. Ülkemiz hala en ağır baskı dönemlerinden birisini yaşamaktadır. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm bugün halen ekmek gibi, su gibi en acil ihtiyaçtır. Bu nedenle de Denizler, onların şahsında 68 kuşağının sarıldığı değerler ve verdikleri mücadele bugün halen geçerlidir.

Bizler Denizlerin manevi mirasını devralmak, o mücadele bayrağını yere düşürmemek, ülkemizi bağımsızlığa, halkımızı özgürlüğe kavuşturmak zorundayız. 6 Mayıs’tan 6 Mayıs’a anma törenleri düzenlemekle yetinmeyip onları hayatın her alanında, mücadelenin her zerresinde yaşatmaya devam etmek zorundayız. Halkımız insanca yaşayacak bir düzene kavuşana kadar mücadeleyi büyüterek sürdürmek zorundayız.

Denizlere sözümüz, ülkemizin bağımsızlığı, halkımızın özgürlüğü olmalıdır.

Onların son sözlerinde söylediği gibi; yaşasın halkların kardeşliği, kahrolsun faşizm”.

 

 

88.Yılında Dersim katliamı anıldı..

 

İzmir Dersim  Kültür ve Dayanışma Derneği, İzmir Demokratik Alevi Derneği, Alevi Bektaşi Federasyonu  1937-38  Dersim katliamının  88. yıldönümünde  Karşıyaka Çarşı girişinde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya  Dem Parti, Yeşiller Sol Parti, Sosyalist Meclisler Federasyonu, TÖP,  HDK,  Emek Partisi, Pirsultan Abdal Kültür Derneği, DKDER  İmece-Der destek verdi.  Açıklama Kürtçe ve Türkçe olarak okundu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Basına ve Kamuoyuna

Bugün, Dersim’in fermanı anlamına gelen “4 Mayıs 1937 Tarihli Bakanlar Kurulu Kararı”nın 88. yıldönümüdür. Bu kararnameyle, makro düzeyde planlanan ve adına “Tunceli” denen bir soykırım projesinin startı verilmiş, kadim bir halk kendi yurdunda, kendi tarihsel yaşam alanlarında, tüm insani değerleri ve toplumsal varoluş biçimiyle yok ediliş sürecine konulmuştur.

Halklar, insanlık ağacının birer dalı ve insanlık tarihinin birer bileşkesidir. Bu somut halk gerçekliklerinin tamamı tarihsel yaşam alanları, toplumsal varoluş biçimleri ve haklarıyla var olmuştur. Halklar hiçbir hegomon yapıya hiçbir şekilde borçlu olmadığı gibi, halkların emeği, kanı ve canı üzerinden kendini var eden muktedirler ise, her çağda sayısız insanlık suçunun faili olmuştur.

Dersim soykırımı da bu insanlık suçlarından birini teşkil etmektedir. İttihatçı zihniyet ve hegomonya, kapitalist vahşetin bu topraklarda ki tek tipçi versiyonu ve kadim halklara karşı işlenen insanlık suçlarının failidir. Tek tip iktidar alanı inşa hedefiyle ve Hristiyan halklardan başlayarak bu toprakların birçok kadim halkı trajik biçimlerde tasfiye edilmiştir.

Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde tutulan ve Dersim’in tasfiyesini esas alan raporlarda zihniyet ve pratik anlamda bir devamlılık vardır. Buna göre Dersim önce fiziki katliama uğratılacak, bu soykırım göçertme ve asimilasyonla tamamlanacaktır.

Tek tip ulus inşası kapsamında sıra Müslüman Kürt kardeşe gelmiş, hak talepleri ve direnişler ezilmiş, Koçgiri direniş ve kıyımıyla başlayan Dersim’in tasfiye süreci ise kapsamlı hazırlıkların ardından 1937 ve 38 süreçlerinde İç Dersim’in vurulmasıyla sürdürülmüştür.

Uçak filoları, büyük askeri birlikler ve zehirli gazlarla yürütülen bu Dersim Seferlerinde on binlerce insanımız katledilmiş, yerleşim birimlerimiz yakılmış, başta kız çocukları olmak üzere akıbetleri bir daha öğrenilemeyen binlerce çocuğa el konularak götürülmüş, binlerce insanımız yurtlarından koparılarak dilini dahi bilmedikleri uzak diyarlara sürülmüştür.

Dersim Raporları’nda öngörüldüğü üzere, fiziki kıyımın ardından kültürel asimilasyon süreci etkili biçimde devreye konulmuştur. Sekasor örneğinden de bilindiği gibi, Yolumuzun Rehberliğini yürütmekte olan Ocak evlatları katledilerek ve Ocaklar sistemi vurularak halkımız hem toplumsal çözülüşe hem de inanç kimliğinden koparılma sürecine konulmuştur. Yasaklar ve asimilasyonu esas alan politikalar ve eğitim müfredatlarıyla halkımızın tüm birikimlerinin ifadesi anlamına gelen dilimiz de yok oluş sürecine sokulmuştur.

Dersim, 16.yüzyılın başlarından beri kesintisiz ve sistematik biçimde kuşatma ve tecrit altında tutulmuş olup, toplumsal varlığımızı yok etmeye odaklı bu kuşatma ve tecrit günümüze kadar ve halen daha da derinleştirilerek sürdürülmektedir. Öyle ki asimilasyon ve göçertme politikaları tavan yapmış, sistematik bir şiddet sarmalıyla Dersim adeta insansızlaştırılmış durumdadır.

4 Mayıs Bakanlar Kurulu Kararı’nın 88. Yıldönümünde halkımıza çağrıda bulunuyor, bizi insan kılan, insanlık âlemi içinde ki yerimiz ve halk kimliğimiz anlamına gelen, soykırım sarmalında tüketilmek istenen Dersim gerçekliğinde ısrar etmeye, direnişi ve barış mücadelesini yükseltmeye davet ediyoruz.

88. yıldönümünde, “4 Mayıs Roza Şiyaye” vesilesiyle bir kez daha Seyit Rıza, Alişer ve Ana Zarife şahsında tüm mazlumlarımızın huzurunda dara duruyor, saygıyla anıyor ve halkımıza yaşatılan vahşeti insanlığın huzurunda bir kez daha lanetliyoruz. Bu toprakların kadim halklarından biriyiz, saygı ve kabul görmek istiyoruz. Ve dünyada ki benzer örnekleri üzerinden tarihle yüzleşme çağrısında bulunuyor, diyoruz ki:

Seyit Rıza ve idam edilen Dersim ileri gelenlerinin mezar yerleri açıklanmalı, cenazeleri ailelerine teslim edilmeli, Dersim’e nakline engel olunmamalıdır.

Arşivler açılmalı, Dersim ismi iade edilmelidir.

Sürgünler, kayıplar ve el konularak götürülen çocuklarımızın listesi ve akıbetleri açıklanmalıdır.

Toplumsal haklarımız tanınmalı, Anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır

Savaş, şiddet ve asimilasyon politikaları terk edilmeli, hak teslimi anlamına gelen “Barış Süreci” samimi ve hızlı bir biçimde işletilerek halklarımızın eşitlikçi, özgürlükçü demokratik birliği için gerekli adımlar atılmalıdır.”

Yaşasın 1 Mayıs! İş ekmek ve özgürlük için alanlara!

1 Mayıs Geliyor..

Fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde, tarlalarda, okullarda hayatı yeniden üretenler; güneşin her doğuşunda yeni bir güne umutla bakanlar 1 Mayıs geliyor.. İşçilerin emekçilerin bayramı 1 Mayıs geliyor. 1 Mayıs İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin taleplerini meydanlara taşıdıkları, sömürüye, baskılara, adaletsizliğe, halkın iradesini hiçe sayan uygulamalara karşı mücadele günüdür.

Kapitalizmin sömürü baskı ve zulmünü yaşayanlar, düşük ücretle uzun sürelerle sosyal güvencesiz çalışanlar, açlıktan yoksulluktan, iş güvenliği ve güvencesinden yoksun çalışanlar, sendikal örgütsüzlükten kurtulmak için güçlerini birleştiren işçiler, hakları için örgütlenen ve  işlerinden atılan işçiler, emekçiler; adaletsiz hukuksuz kararnamelerle işlerinden atılan kamu emekçileri; okullarından atılan akademisyenler, öğretmenler, boyun eğmeyen gezi tutsakları, hak hukuk ve adalet mücadelesi için ayağa kalkan öğrenciler karanlık günler bir gün sona erecek aydınlık günler gelecek..

İşçiler ve emekçiler, çalışma ve yaşama şartlarımızı iyileştirmek için, krizin yükünü işçilerin, emekçilerin sırtına yıkan iktidara karşı duralım. Bu soygun düzenine karşı 1 Mayıs’a alanları dolduralım.

Faşizmin, siyasi iktidarın acımasız, hukuk- kural tanımaz politikalarına, halkın iradesini gasp edilmesine,  göz altılara, tutuklamalara, savaş politikalarına karşı 1 Mayıs’ta alanlara çıkalım. Sömürüye, yoksulluğa, işsizliğe, faşizme ve savaşa  karşı, savaşsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için 1 Mayıs’ta alanlara!

Siyasi iktidara artık yeter diyelim!

Mücadele edelim, örgütlenelim! Emek ve Demokrasi Güçlerinin örgütlü ve birleşik mücadelesiyle mutlaka biz kazanacağız.

İş ekmek, özgürlük ve barış  için seslerimizi birleştirerek, gürleştirerek haykırmak için, haydi alanlara!
Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Birliği, Mücadelesi, Dayanışması!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşitliği, Kardeşliği!
KHK’ler sonuçları ortadan kaldırılarak iptal edilsin!
Zindanlar boşalsın!
Barış İçin Savaşa ve Faşizme Hayır!
Yaşasın Sosyalizm
Bıji 1 Gulan
Yaşasın 1 Mayıs

 

 

KHK’lar gidecek biz kalacağız eyleminin 327 haftasında: Karanlığa karşı aydınlığı savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz..

 KHK ile ihraç edilen kamu emekçilerinin işlerine geri dönmesi için  Karşıyaka  Çarşı girişinde yapılan oturma eyleminin 327’nci haftasında,  “Oturma eylemimiz 327.haftasında “,   “Çocuklarımız ve torunlarımız için buradayız. Ya siz”, “Ebruya özgürlük” pankartları açıldı.  Mahkeme kararıyla  görevine iade edilen Ebru öğretmenin Emniyet Müdürlüğü güvenlik soruşturması nedeniyle görevine başlatılmamasının   kabul edilemeyeceği  ve mücadeleye devam edileceği belirtilen açıklamaya   İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’de katıldı.  Açıklamayı  Eğitim Sen İzmir 2′ Nolu Şube Kadın Sekreteri Cansu Başer okudu.
Açıklamanın tam metni şöyle:

“327 haftadır hukuksal hiç bir dayanağı olmayan KHK’lere karşı direniyoruz…

327 haftadır bize “ ağacın kökünü yesinler” diyenlere karşı onurlu duruşumuzu sergiliyoruz…

327 haftadır bu meydanda siz dostlarla adalet ve hakikat arayışımızı sürdürüyoruz…

Bizleri insanlığın ortak değerlerini savunmaktan vazgeçirmek istediler, VAZGEÇMEDİK…

Emek ve Barış mücadelesinden uzaklaşacağımızı beklediler, yanıldılar…

Onlar bizi Açlıkla terbiye edeceklerini planladılar, biz DAYANIŞMAYI yaşamımızın tüm alanlarında var ettik. Doğa sevgimizi, kadın özgürlük mücadelemizi, demokrasi ve insan hakları mücadelemizi durduramadılar. Daha çok bilendik. Bizler yaşadığımız bu haksızlık ve hukuksuzluk karşısında mücadeleyi büyütmekten başka çarenin olmadığını biliyoruz.

Bu hukuksuzluğu 8 yıldır yaşıyoruz. Arkadaşlarımızdan bazıları yıllar sonra işlerine geri döndüler. Ancak tüm yaşattıkları karalama ve itibarsızlaştırma karşısında bir özür bile dilemediler.

Bir çok arkadaşımız ise 8 yılı geçmesine rağmen açtıkları davalarını hala sonuçlandırmadılar. Bizim için hukuk işletilmiyor, kendi yasalarına bile uymuyorlar.

Mahkeme kararıyla görevine iade edilen arkadaşlarımıza ise emniyet müdürlükleri eliyle güvenlik soruşturması adı altında yeni bir hukuksuzluk dayatılıyor. Ebru öğretmenimizin de güvenlik  soruşturması gerekçe gösterilip  görevine başlatılmadı.  Yıllardır onlarca yıl emek vererek elde ettiğimiz mesleğimizi yapmamız engelleniyor. Güvenlik soruşturması sopasıyla bizleri yıldıracaklarını, mücadele alanlarından çekebileceklerini düşünenler, görüyorsunuz ki hepimiz buradayız, mücadele etmeye devam edeceğiz.

Toplumdan tecrit etme planlarını bizler boşa çıkardık. Bu yaşadıklarımız karşısında biz mücadele etmeyi ve direnmeyi seçtik. Ancak bu baskılara ve haksızlıklara dayanamayan Bazı arkadaşımızı inşaatlarda çalışırken kaybettik. Yaşadığı travmalar sonucu intihar eden arkadaşlar oldu. Yurt dışına çıkarak sürgünde yaşamak zorunda kalan arkadaşlarımız oldu…

Tüm bu yaşadıklarımızın ve ölümlerin sorumlusu bize hukuksuz KHK’leri dayatan, yaşamlarımıza müdahale eden bu siyasal iktidardır.

Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki ; bizi ihraç edenler, işçiye asgari ücretle açlığı dayatanlardır. Emekliyi enflasyona ezdirenlerdir. Bu ülkede işsizler ordusu yaratanlardır. Ülkenin kaynaklarını yandaş bir kaç şirkete aktaranlardır. Anayasal hak olan Sağlık ve eğitim hakkımızı gasledenlerdir. Dağlarımızı madenlerle, akarsularımızı HES’lerle, ormanlarımızı yangınlarla yok ederek, Doğamızı talan edenlerdir. Ortalama olarak günde 5 kadını katledenlerdir. Kadın cinayetleri ile Kadın kırımını yaşatanlardır. Gençleri geleceksizlikle yurt dışına çıkmak zorunda bırakanlardır. Irkçı politikalarla  Kürt’ün, Alevinin yurttaşlık haklarını gasp edenlerdir. Kayyumlarla yurttaşın seçme seçilme hakkını yok sayanlardır. Yani 22 yıldır bu ülkeyi yaşanmaz hale getiren AKP, MHP iktidarıdır.

Tüm bu sorunların çözümü sorunları yaşayan tüm bu kesimlerle birleşik bir mücadele ile haklarımıza ve özgürlüklerimize ulaşacağımızı biliyoruz.

Çocuklarımıza aydınlık bir gelecek bırakma mücadelesini hep beraber yükselteceğiz.

Arkadaşlarımızın yaşadığı hukuksuzluğa karşı 327 haftadır bu alanda birlikte bu oturma eylemlerini gerçekleştiriyoruz. Arkadaşlarımız işlerine geri dönmezse gerekirse bu eylemleri 327 hafta daha sürdürmeye kararlıyız.

Bıkmadan, usanmadan ve her seferinde daha da yüksek sesle haykıracağız.

Savaşa karşı onurlu bir barışı,

Ölüme karşı yaşamı

Tekçiliğe karşı çoğulculuğu

Karanlığa karşı aydınlığı savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz.

KESK’li ihraçlar onurumuzdur.

KHK’ler gidecek biz kalacağız!      

Yaşasın örgütlü mücadelemiz, Yaşasın KESK…”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Halkın iradesi gasp edilemez. Darbeye hayır!

 

İzmir Emek  ve Demokrasi Güçleri;  halkın iradesine karşı başlatılan darbeye, Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının gözaltına alınmasına karşı,  İzmir Mimarlık Merkezi önünde  “Halkın iradesi gasp edilemez. Darbeye hayır” pankartı açarak, Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne yürüdü. Yürüyüş boyunca “Halkın iradesi gasp edilemez”, “Faşizme karşı omuz omuza”, ” Hükümet istifa”, “Diktatör Erdoğan”,   “Faşizme ölüm halka hürriyet” “Kahrolsun faşizm yaşasın demokrasi”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” , “Yaşasın devrim ve sosyalizm”,  “Saraylar yıkılır direnenler kazanır”, “Gözaltılar,  tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atıldı.

Türkan Saylan Kültür  Merkezi önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz okudu.  Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,
Bugün Türkiye için kara günlerden bir tanesini daha yaşıyoruz. Demokratik yollarla iktidarda kalamayacağını anlayan tek adam rejimi, tüm rakiplerini siyasi kumpaslarla siyaset sahasından silmeye çalışıyor. Daha dün akşam saatlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploması siyasi sebeplerle bir günde iptal edilirken ve bu meselenin hukuksuzluğu dahi henüz tartışılamamışken, bugün sabah saatlerinde evine yüzlerce polisle yapılan operasyon ile İmamoğlu gözaltına alınmış durumdadır.
İktidar kendisine muhalif olan kim olursa olsun nefes dahi almasına izin vermemektedir. Tüm gücü ile siyasi rakiplerini silme gayreti içerisinde olan iktidar, bu konuda hukuki veya hukuk dışı tüm yöntemleri de kullanmaktan çekinmemektedir. Nasıl olsa iktidara ne hesap sorabilen bir kurum bırakılmıştır ne de bağımsız bir yargı mevcuttur. Ülke tamamen totaliter bir rejimle yönetilmektedir.

Değerli halkımız,

Bugün yaşanan olay İmamoğlu özelinde değerlendirilmemelidir. İmamoğlu sadece bir örnektedir. İktidara alternatif olabilecek, hatta iktidara karşı seçim kazanabilen bir kişinin varlığı bir demokrasi yarışı değil faşizm baskısının artırılması ile sonuçlanmıştır. Şunu artık herkesin bilmesi gerekmektedir: Türkiye hukukun üstünlüğünün, demokrasinin, insan haklarının değil baskının, zorbalığın, faşizmin egemen olduğu bir ülke haline gelmiştir. Ülkede sadece İmamoğlu değil, artık hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Tutuklanmak, gözaltına alınmak, uydurma davalarla senelerce hapis yatmak, malvarlıklarına atanan kayyımlar eliyle her şeyinizin elinizden alınması, sürülmek, işsiz bırakılmak, bir siyasi cinayetin kurbanı olmak… Tüm bunlar ne yazık ki bu ülkenin sıradan olayları haline getirilmek istenmekte, halkın da bu sıradanlığı kanıksaması beklenmektedir.

Ülkenin hukuki güvenceden, haktan, adaletten yoksun, demokrasinin kırıntısının dahi bırakılmadığı bir yer haline getirilmesi ise bir avuç mutlu azınlığın iktidarını korumak istemesi nedeniyledir. Bu mutlu azınlık ülkede kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan hiç kimseye nefes dahi aldırmayarak iktidar koltuğuna olanca güçleriyle yapışmış durumdadır. Ülke ekonomik olarak çok büyük bir buhrandan geçerken, insanlar akşam evlerine, çocuklarına ne götüreceklerini düşünürken, halk açlıkla, sefaletle sınanırken, ülkenin en yetişmiş insanları yurtdışında yaşamak için sıraya girmiş beklerken, geleceksizlik, belirsizlik, işsizlik, ağır vergi yükü altında halk inim inim inlerken bu temel emek-sermaye çelişkisinin siyasi bir yön kazanmaması için siyasi iktidar, koltuğunu baskı, zor ve faşizme başvurarak korumaktan başka çare görememektedir.

Ülkede ne hukuk, ne demokrasi, ne ekonomi, ne toplum barışı kalmıştır. Bunun sorumluları servet içinde yaşarken sömürülen ve yoksullukla mücadele eden milyonlardan istenen tek şey ise sesini hiç çıkarmadan önlerine konulan insanlık dışı koşulları kabul ederek nefes alıp vermeye devam etmeleridir. Ne alternatif bir ses, ne farklı bir siyasi görüş ne de aleyhe siyasi bir söylem veya oluşuma tahammülü olmayan bu zihniyet, kolluğu ve yargıyı adeta bir sopa gibi kullanarak kendisine dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışmaktadır.
35 yıllık diploması bir cümle ile iptal edilen İmamoğlu’nun yaşadığı hukuksuzluk daha tartışılamadan, bir mafya babasının evine baskın yapılırcasına, 16 milyon İstanbullunun oylarıyla seçilmiş, davet üzerine her halde ifade vermeye gelebilecek bir belediye başkanı, evinin önüne yığılan yüzlerce polis eşliğinde şafak operasyonu ile gözaltına alınmıştır. İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle gerçekleşen bu operasyon, tüm siyasi rakiplerini hukuk dışı yollarla saf dışı bırakmak gibi yollarla iktidarda kalmayı amaçlayanlarca tertip edilmiştir. Yaşadığımız durumu artık ne hukuk dışı gibi ifadeler izah edebilmektedir ne de ayıplamak yetmektedir. Yaşanan aleni bir şekilde faşizmdir. Ve faşizm kınanarak, ayıplanarak, korkularak üstesinden gelinecek bir yönetim biçimi değildir.

Değerli halkımız,
Artık korku duvarının aşılması gerekmektedir. Korkmayın! Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, iş ve aş taleplerinizi en demokratik yöntemlerle haykırın! Birleşin! Korkmayın ve birleşin! Bugün Ekrem İmamoğlu’nun başına gelen şey, aslında tüm ülkeye bir gözdağıdır, tüm ülkenin üzerine bir korku bulutu salmak amaçlıdır. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir totaliter rejim, kendi kendine demokratikleşmemiştir. Faşizmin tek çaresi, birleşmiş bir halkın demokratik yöntemlerle yürüttüğü mücadeledir.
Biz bu demokrasi ve özgürlük mücadelesini kazanacağız. İnsanlık tarihi her zaman daha iyinin, daha ilerinin zaferleriyle adım atmaktadır. Bu en temel bilimsel doğruya sıkı sıkıya sarılmak, gücümüzü, birliğimizi, haklılığımızı  en demokratik yöntemlerle dile getirerek bu karanlığı dağıtmak zorundayız.

Kahrolsun faşizm!
Yaşasın demokrasi!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Suriye’de Alevi katliamı var durdurun!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Ortadoğu’da emperyalizmin müdahalelerine,  Suriye’nin Lazkiye, Tartus ve Humus bölgelerinde, HTŞ rejiminin ve onun denetiminde hareket eden cihatçı çetelerin Alevilere yönelik katliamlarına karşı   Türkan Saylan Kültür merkezi önünde basın açıklaması yaptı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“SURİYE’DE REJİMİN SİVİLLERE YÖNELİK KATLİAMLARINI KINIYORUZ!

Ortadoğu, emperyalist müdahalelerin, otoriter rejimlerin ve gerici savaş politikalarının halkları esir aldığı bir coğrafya hâline getirilmek istenmektedir. Bugün Suriye’de yaşanan vahşet, bu politikaların en somut örneklerinden biridir. Etnik ve mezhepsel ayrışmaları derinleştiren, halkları birbirine düşmanlaştıran bu kanlı politikaları reddediyoruz!

SURİYE’DE ALEVİLERE YÖNELİK KATLİAMLAR: İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR!

Suriye’nin Lazkiye, Tartus ve Humus bölgelerinde, HTŞ rejiminin ve onun denetiminde hareket eden cihatçı çetelerin Alevi nüfusa yönelik saldırıları sonucunda yüzlerce sivil katledilmiştir. Bu katliamlar, yalnızca bir mezhebi değil, emekçilerin, halkların ve azınlıkların ortak yaşamını hedef alan bilinçli bir savaş politikasıdır!

Bugün bölgede yürütülen mezhepçi şiddet ve zorbalık, sermayenin Ortadoğu’daki emek düşmanı rejimlerinin en önemli aracı hâline gelmiştir. Kadınların, çocukların ve emekçilerin hunharca katledildiği bu saldırılar karşısında susmak, bu zulme ortak olmaktır!

SAVAŞ POLİTİKALARINA KARŞI EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ VE DAYANIŞMASI ŞARTTIR!

Bugün Ortadoğu’da süregelen savaş politikaları, yalnızca bir halkı ya da bir inancı değil, bölgedeki halkları ve demokratik mücadeleyi hedef almaktadır.

Emperyalist müdahaleler ve bölgesel otoriter rejimlerin baskıları, cihatçı grupların doğmasına ve güçlenmesine zemin hazırlamaktadır!

Bu gruplar, sendikal hakları ve halkların demokratik kazanımlarını yok etmeye çalışmaktadır!

Suriye’de Alevilere, Hristiyanlara ve diğer azınlıklara yönelik saldırılar, yalnızca bir mezhep ya da inanca değil, halkların ortak geleceğine yöneltilmiş bir tehdittir!

Yeni rejimin göreve gelir gelmez kamu emekçilerini ihraç etmeye başlaması, kabul edilemez bir baskı politikasıdır! Türkiye’de KHK ihraçları ile benzer şekilde yürütülen bu tasfiye girişimleri, yalnızca emekçileri değil, halkın demokratik haklarını ve sosyal adaleti de hedef almaktadır. Emekçilere yönelik bu hukuksuz ihraçlara karşı, tüm emekçilerin ortak mücadelesi ve dayanışması şarttır!

ULUSLARARASI KAMUOYUNA ÇAĞRI: DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI İÇİN ORTAK MÜCADELE!

Emek ve Demokrasi güçleri olarak uluslararası sendikal hareketi, demokratik kitle örgütlerini ve tüm emek ve barış güçlerini, Ortadoğu’da yaşanan bu insanlık suçlarına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz!

HTŞ rejiminin baskı politikaları ve etnik temizlik uygulamaları teşhir edilmelidir!

Ortadoğu’da laik, demokratik ve emekçilerin haklarını temel alan bir düzenin inşası için uluslararası dayanışma büyütülmelidir!

Suriye’deki kamu emekçilerine yönelik hukuksuz ihraçlara karşı uluslararası kamuoyu ve sendikal hareketler ortak tavır almalıdır!

Başta Birleşmiş Milletler ve uluslararası insan hakları örgütleri olmak üzere, tüm dünya emekçilerini ve halklarını, Suriye’de ve Ortadoğu genelinde yaşanan bu vahşete karşı ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz!

Katliamların ve zulmün kanıksandığı bir dünyada insanlığımızı yitiririz. Bizler, emek ve demokrasi mücadelesi verenler olarak, bu zulme karşı susmayacak, halkların barış, eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütmeye devam edeceğiz!

Yaşasın halkların kardeşliği!

Yaşasın emekçilerin dayanışması!

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”