8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, kadınlar sokağa çıktı. Aile yılı sizin mücadele bizimdir. Yoksulluğa güvencesizliğe şiddete hayır..

 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, İzmir Kadın Platformu’nun (İKP) çağrısıyla Konak Eski Sümerbank önünde  “Aile yılı sizin mücadele bizimdir”, “Yoksulluğa güvencesizliğe şiddete hayır” yazılı pankartları  açan kadınlar  Cumhuriyet Meydanı’nda yürüdü. Kadınlar,  “Cinsel Ulusal Sınıfsal Sömürüye Son”,  “Kader Değil Bu Bir Cinayet!”,  “Kadınlar Sokağa Özgürleşmeye”,  “İnsanca Bir Yaşam İstiyoruz”, “Şiddetiniz Batsın Kadınlar Yaşasın”,  “Savaşa Değil Halka Bütçe”, “Asla Yalnız Yürümeyeceksin”, “Kurtuluş Yok Tek Başına”, “ Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”,  “Akp Gidecek Biz Kalacağız”,  “Kadınlar Artık Susmayacaklar”,  “Kadın Cinayetleri Politiktir”, “Kadın Yaşam Özgürlük”, “ Jin Jiyan Azadi” sloganlarını attı. Yürüyüşe Ege Serbest Bölgede bulunan, sendikalaştıkları için işten atılan ve direnişe başlayan DIGEL Tekstil işçileri de katıldı.

İzmir kadın Platformu adına  Cumhuriyet Meydanı’nda okunan basın açıklamasının  tam metni şöyle:

“AİLE YILI SİZİN MÜCADELE BİZİMDİR

1900’lerden günümüze kadınların başta “eşit işe eşit ücret” talebi olmak üzere eşit, özgür, onurlu bir yaşam mücadelesine atfen ilan edilen 8 Mart’ın tarihi bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Bu yıl 8 Mart’ta İzmirli kadınlar olarak bu tarihten aldığımız güçle, yoksulluğa, güvencesiz çalışmaya, şiddete karşı eşit, özgür, insanca bir yaşam için alanlardayız.

AKP iktidarı, 2024 yılında açıklanan orta vadeli program ve 12. kalkınma planında yer alan esnek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırma planlarının bir parçası, gerici iktidarının tahkimi için 2025 yılını “Aile yılı” ilan etti. Plana göre aile ile iş yaşamının uyumlulaştırılması adı altında kadınlara esnek, güvencesiz, düşük ücretlerle çalışma dayatılırken, “ailenin güçlendirilmesi” vurgusuyla cinsiyet eşitsizliğini derinleştirecek politikalar bir bir hayata geçirilerek kadınlar aileye, aile içinde de erkeğe daha bağımlı hale getirilmek isteniyor. Sermayenin ucuz emek ihtiyacı için boşanma oranlarının artması, doğum oranlarının düşmesi bahane edilerek Nüfus Politikaları ve Aile Enstitüsü kuruluyor. Evlilikler daha çok borçlandırarak teşvik ediliyor, boşanmalara arabulucu uygulamaları tekrar tekrar gündeme getiriliyor, nafaka hakkı yeniden tartışmaya açılıyor. Genel ahlak’ kavramıyla ortaya attıkları yasa tasarıları ile Türk Ceza Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle toplumsal yaşamı dini referanslarla inşa etmeye; kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamlarını biyolojik cinsiyete sıkıştırmaya, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini engellemeye, kamusal alandaki var oluşumuzu kısıtlamaya çalışıyorlar.

OVP ve 12 Kalkınma planıyla işçi ve emekçilerin en çok da kadınların ne kadar hakları varsa hedefe konuyor. Kamuda tasarruf adı altında sosyal bir devletin yapması gereken tüm kamusal hizmetler özelleştirilirken, kutsal aile adı altında bakım emeği hane içine,  hanede de daha çok kadının üzerine yıkılıyor. Kısmi, uzaktan, saatlik, mevsimlik adı altında dayatılan esnek çalışma modelleriyle kadınlar sosyal güvenceden yoksun, düşük ücretli, kıdem tazminatı ve emeklilik güvencesi olmayan işlere mahkum ediliyor.

Bu durum TÜİK’in “istatistiklerle kadın” 2024 verilerine de yansıdı.  Verilere göre kadınlar iş bulmakta zorlanıyor, bulduğu işte erkeğe göre daha az kazanıyor, eğitim durumları yükselen kadınların kazancı aynı oranda eğitim durumunda olan erkeklerin kazancına oranla düşüyor. Çocuklu kadınlar iş bulamazken, esnek ve güvencesiz çalışmaya daha fazla itiliyor. Bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadın yoksulluğunu daha da derinleştirerek hane içinde kadına yönelen şiddeti de tırmandırıyor.

Buna rağmen işçi ve emekçi kadınlar sendikal hakları, yaşanılabilir bir ücret ve insanca çalışma koşulları için bütün baskılara, grev yasaklarına rağmen grev ve direnişlerle hakları için mücadele ediyor. İzmir’de Temel Conta, Sunel, OTP, TTL Tütün işçileri, güvenceli iş, yoksulluk sınırı üzerinde ücretler, insanca çalışma koşulları için grevdeler. Digel işçileri sendikal haklarından vazgeçmiyor işten atılanlar direnişlerini sürdürüyor. Belediye işçileri, sağlık, eğitim, büro emekçileri performans sistemine karşı yoksulluk sınırı üzerinde ücretlere karşı iş bırakma eylemleriyle alanları dolduruyor. Bu direnişler de gösteriyor ki bize dayatılan bu koşullara mahkum değiliz. Grev ve direnişlerimizle işyerlerinden sokaklara mücadeleyi büyütecek, güvenceli iş, insanca yaşama yetecek ücretler, sendikal örgütlüğün önündeki tüm engellerin kaldırılması, baskı ve yasakların son bulması için mücadeleyi sürdüreceğiz. İşyerlerinde şiddete karşı İLO 190’ın uygulanması için sesimizi daha çok yükseltecek, eşit işe eşit ücret hakkımızı kazanacağız.

Faşist iktidarların hepsinde olduğu gibi AKP iktidarı da öfke ve hoşnutsuzluğu bastırmak için şiddet ve baskı politikalarını artırıyor. Kadın hareketinden yol arkadaşlarımız, gazeteciler, LGBTİ+ aktivistleri, sendikacılar, siyasi parti üyeleri ve yöneticilerinden oluşan binlerce kişi gözaltına alınıp tutuklanırken; kadın katilleri cezasızlık politikalarıyla ödüllendiriliyor. Sadece 2024 yılında 394 kadın cinayeti yaşanırken, 259 kadın ölümü “şüpheli” olarak kayıtlara geçti, kadınların ölümleri intihar süsü verilerek kapatılırken, failler hakkında etkin soruşturma başlatılmadı. Üstelik bu kadınların yarısından fazlası evlerinde, kendi eşleri babaları, boşanmak istedikleri erkekler tarafından öldürüldü. Her bir kadın cinayetinin arkasında “kutsal aile” anlayışının olduğunu biliyoruz. Aile adı altında sürdürdüğünüz kadın düşmanı politikalarınızdaki iki yüzlülüğü her yerde teşhir edeceğiz. Ne baskılarınıza boyun egeceğiz ne de şiddetinize yol vereceğiz. Şiddetsiz bir dünya yaratana dek, kadına yönelik şiddet ve cinayetlere karşı caydırıcı cezaların uygulanması, 6284’ün etkin uygulanması, sığınmaevlerinin sayısının artırılması için mücadele etmeye devam edeceğiz. Her yerde erkek-devlet şiddetine karşı direnişin ve özgürlüğün sesini yükselteceğiz!

Kadınlara durmadan “çocuk doğurun” diyen AKP iktidarı çocukları korumaya gelince ortadan kayboluyor. Narin Güran,  Sıla Bebek ve Yenidoğan Çetesinde gördüğümüz gibi çocukların iradeleri, bedenleri ve varlıkları yok sayılıyor. Çocukların eğitimi, sağlığı, hakları için bütçe ayırmayanlar, sermayeye kaynak aktarıyor, cemaat ve tarikatlarla işbirliği protokolü imzalıyor. İktidar eğitimi sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirirken bir yandan da laik eğitim rafa kaldırılarak eğitim dinselleştiriliyor. Çalışırken okumak zorunda kalan MESEM’Li, liseli, üniversiteli gençler iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor.  Bütün bu saldırıların ideolojik bir saldırı olduğunu görüyoruz ve bir kez daha yineliyoruz; Çocukların öldürülmediği, yalnız kalmadığı, yoksullaştırılmadığı bir dünya ve yaşam için hep birlikte mücadele edeceğiz!

Kadınlar en çok yakınlarındaki erkekler tarafından aile kurumunda öldürülürken, Aile Bakanlığı Bütçesinde ailenin korunması ve güçlendirilmesi için ayrılan pay, kadının güçlenmesine ayrılan payın neredeyse 3 katı.  Kadın cinayetleri çığ gibi çoğalırken, ‘Kadının güçlendirilmesi’ için ayrılan pay 5.9 milyar yani her bir kadın için günlük 38 kuruş ayrılıyor. Aynı bakanlık diyanete 8 ayda 38 milyon lira ayrılıyor.  Kadının güçlendirilmesi için ayırdığı bütçeyi yıldan yıla azaltan AKP iktidarı, kadınları koruyan mekanizmaları hedefe koyuyor. Muhalefeti sindirmek için demokrasiye darbe anlamına gelen irade gaspıyla onlarca belediyeye atanan kayyumlar aracılığıyla da kadınların kazanımları ortadan kaldırılıyor. Ne İrademizden ne de haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Ülkede demokrasi bölgede barış sesini yükseltmeye devam edeceğiz.  Kadınlar ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanında da çok büyük sorunlar yaşıyor. Kendi öz örgütleri, devlet denetimine sürekli tabi tutulurken, yapılan basın açıklamaları ya da sokak gösterileri sürekli engelleniyor ve bu nedenle kadınlar devlet şiddetine maruz kalıyor. Bugün cezaevlerinde sadece düşünceleri nedeniyle bulunan çok sayıda kadın siyasetçi, gazeteci, insan hakları savunucusu bulunmakta. Cezaevlerinde çok sayıda hasta kadın mahpus tedavi hakkına erişim sağlayamıyor. Yine cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerinde bulunan adli ve siyasi kadınlara yoğun bir baskı yöntemi uygulanmakta, arama adı altında “Çıplak arama” işkencesi uygulanıyor, koğuşlarına giren görevliler tarafından tacize maruz kalıyorlar.

Emperyalist güçler ve otoriter rejimlerin bugün yürüttüğü güç ve çıkar savaşları başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı kana buluyor. Bir yandan sağ otoriter rejimler güç kazanırken diğer yandan silah sanayine ayrılan devasa bütçelerle emekçiler daha da yoksullaştırılıyor. Gazze’de, Rojava’da, Afganistan’da, İran’da ve Suriye’de kadınlar bu savaşların sonucu olarak öldürülüyor, sürgün ediliyor, özel savaş politikalarına maruz bırakılıyor. Savaşın kadın bedenini ganimet haline getirdiğini, savaşın kadınları yoksullaştırdığını ve savaşın tüm demokratik hakları yok ettiğini biliyoruz.

Erkek egemen iktidarların savaş ve şiddet politikalarına karşı direnen kadınların barış, özgürlük ve yaşam hakkı için verdiği mücadele, bizim mücadelemizdir! Türk, Kürt, Ezidi, Afgan, Arap kadınların direnişi bizim direnişimizdir! Bu mücadele demokratik toplum mücadelesidir. Biz kadınlar, ortak mücadele mirasımızdan aldığımız inanç ve umutla savaş ve şiddet politikalarına karşı mücadele ediyor, özgür yaşam iddiamızı büyütüyoruz.

Bugün sahip olduğumuz pek çok hak, yüz yıl önce kadınların mücadeleyle kazandıkları haklar. Bu tarihi sorumlulukla, birbirlerine göbekten bağlı tüm bu sorunlara karşı örgütlü ve birleşik mücadeleyi yükselteceğiz. Şiddet ve sömürü düzenine karşı eşit, özgür, birlikte bir yaşam için, savaşa karşı barış için, haklarımız ve hayatlarımız için ‘Aile yılı’ dedikleri yılı, kadınların mücadele yılı yapacağız, yaşasın kadın dayanışması.

İzmir Kadın Platformu”

 

ÇETİN AKYIL

                                                                              ÇETİN AKYIL (01.01.1962-21.02.2025)

Şair dostumuzu, yoldaşımızı yitirdik. Ailesine, dostlarına ve yoldaşlarına baş sağlığı dileriz. 22 Şubat Cumartesi günü Nazilli’de öğleyin Yenibahar Cami’sinden uğurlanacak..

ŞİMDİ YANMA ZAMANI

Kavga saatindesin ey şair gönlüm

Güneşe giden yoldasın

Söküksün ipsiz iğnesiz

Ötedeki derdindesin

Hüzündesin

Yokluğundasın insanın

Ateşinde yalnızlığın

Ey çocukluğunu cebinde taşıyan şair

Şimdi yanma zamanı

Şimdi yanma zamanı

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri:Gözaltılarla, kayyumlarla, baskılarla toplumu susturamazsınız! Gözaltılar derhal serbest bırakılsın!

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  düzene muhalif  siyasi partilerin yönetici ve üyelerinin, BİRTEK-SEN Genel Başkan’ı Mehmet Türkmen’in, gazetecilerin , sanatçıların yurttaşların  aralarında bulunduğu ülke genelinde  yapılan gözaltılara ve tutuklamalara tepki göstermek için Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını TMMOB İzmir İKK Sekreteri Aykut Akdemir okudu.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“Artık neredeyse her yeni güne siyasi parti yöneticileri ve üyeleri, gazeteciler, sanatçılar, sendika başkanları, sendika yöneticilerinin gözaltına alınma ya da tutuklanmaları haberleriyle uyanıyoruz. Geçtiğimiz gün gece yarısı DEM PARTI, EMEP, SYKP, ESP, YESIL SOLPARTÌ, DBP yönetici ve üyeleri, gazeteciler, sanatçılar ve üyelerimizin de aralarında bulunduğu 52 kişi gözaltına alındı.

Her gün toplumsal muhalefeti kriminalize etmeye çalışan siyasal iktidar, bir yandan sindirme aracı haline getirdiği yargı eliyle, sendika üye ve yöneticilerine, siyasetçilere, kayyumlarla halkın iradesini gasp ederken diğer yandan toplumsal muhalefeti bastırma ve gazetecilere, sanatçılara, kısaca adalet mücadelesi veren bütün kesimlere karşı baskılarına hız kesmeden devam ediyor.

Sadece son bir hafta içerisinde;
*İstanbul’da CHP Belediyelerine yapılan operasyonlarda sadece ‘kent uzlaşısı’ nın adayları
olarak seçilen belediye meclis üyeleri ve başkan yardımcıları dahil olmak üzere 10 kişi tutuklandı.
*Aynı gün Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan’ı Abdullah Zeydan’a 3 yıl 9 ay hapis cezası
verildi.
*3 gün önce Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atandı.
*Antep OSB isçilerinin direnişi Antep Valiliğinin 15 günlük eylem yasağıyla engellenmeye çalışıldı.
*Geçtiğimiz gün BIRTEK-SEN Genel Başkan’ı Mehmet Türkmen Antep OSB işçi direnişlerinin bir parçası olduğu için tutuklandı.
*Aynı gün Tatvan Belediyesi Eş Başkanı Mümin Erol gözaltına alınıp, ifade işlemini ardından serbest bırakıldı.
*Ardından Van’da gözaltına alınan 20 kişi tutuklandı.
*Gezi Eylemleri gerekçesiyle tutuklanan Ayşe Barım tahliye edilmesine rağmen yapılan itirazla tutukluluğuna devam kararı verildi.
*Geçtiğimiz günde 52 kişi gözaltına alındı.

İzmir emek ve demokrasi güçleri olarak hukukun ve adaletin son kırıntılarının dahi ortadan kaldırıldığı bu baskıları kınıyoruz.

Her yeni gün yeni bir hukuksuzluğa alışmayacağız!

Gözaltılarla, kayyumlarla, baskılarla toplumu susturamazsınız!

Kayyumlarda ısrar edenler, emekçilerin, Sendikaların ve halkın sesini kesmeye çalışanlar bilsin ki:
Biz susmayacağız, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz!
Gözaltılar derhal serbest bırakılsın!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

 

Eğitim-Sen: Akademi Biat etmez! KHKlar Gidecek, Biz Döneceğiz! Yaşasın Özgür, Özerk ve Bilimsel Üniversite!

Eğitim-Sen 3 ve 2 No’ lu Şube Karşıyaka Çarşı girişinde oturma eyleminin 319. haftasında, haksızlık ve hukuksuzluğa karşı, KHK ile ihraç edilen barış akademisyenleri ve kamu emekçilerinin işlerine dönmesini , Katip Çelebi Üniversitesi’nde hızını kesmeden süren akademisyen kıyımına ve araştırma görevlileri üzerindeki  baskısının  kaldırılmasına ve tüm emekçilerin güvencesiz çalışma koşullarına son verilmesini  istedi.

Basın açıklamasını Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Üniversiteler Şube Sekreteri Efem Bilgiç okudu.

“Basına ve Kamuoyuna,

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nde akademisyen kıyımı hız kesmeden devam etmektedir. 2024 yılında bir araştırma görevlisi, maruz kaldığı mobbing nedeniyle istifa etmiş; 5 ay önce ise ODTÜ’den ÖYP kapsamında gelen bir başka araştırma görevlisi, “hizmetine gerek duyulmadığı” ve “görevi talep etmediği” gibi keyfi gerekçelerle işten çıkarılmıştı. Son olarak, 13 Şubat 2025 tarihinde, sendikamız üyesi ve Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Felsefe Bölümü’nde ÖYP kadrosunda araştırma görevlisi olarak görev yapan Bulut Yavuz hocamızın, “azami süre içinde doktorasını tamamlayamama” gerekçesiyle üniversiteyle ilişiği kesilmiştir.

Doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi’nde devam eden Bulut Yavuz hocamız, “azami süre içinde çalışmalarını tamamlama” kriterine uygun olarak tezini hazırlamış ve savunma öncesinde Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne teslim etmiştir. 17 Ocak 2025 tarihinde, tezini teslim ettiğine dair belgeyi ve YÖK’ün, tez teslim sürecinden sonraki aşamaların azami süre kapsamında değerlendirilmeyeceğine ilişkin yazısını İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi yönetimine sunmuştur. Ancak, tüm bu somut belgelere rağmen, hocamızın tezini tamamladığı gerçeği göz ardı edilmiş ve işine son verildiği kendisine bildirilmiştir. Oysa hocamız, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden tez savunma tarihi için yanıt beklemektedir. Kendi kontrolü dışında gelişen bu durum nedeniyle işten çıkarılması adil değildir ve kabul edilemez!

Bilim emekçileri üzerinde “Ben yaptım oldu” mantığını pervasızca uygulayan İKÇÜ yönetimi, bu keyfi ve hukuksuz tutumundan en ufak bir rahatsızlık dahi duymamaktadır. Bu kararın arkasındaki gerekçenin keyfilik, hoyratlık ve liyakatsizlik olduğunun farkındayız. Zira, Üniversite yönetimi, uzun süredir eğitim ve bilim emekçilerinin sorunlarına çözüm bulmak bir yana, sorunun kendisi haline gelmiştir.

Tek sorunu güvencesizlikle sınırlı olmayan araştırma görevlileri; angarya iş yükü, görev tanımlarının belirsizliği ve maruz kaldıkları mobbing gibi pek çok sorunla mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) yönetimi, yıllarını akademiye adamış eğitim ve bilim emekçilerinin iş barışını hiçe sayarak baskı düzeni oluşturma konusunda başat bir rol oynamaktadır. Nitekim, İKÇÜ yönetimi, Bulut Yavuz hocamızın işini sonlandırmadan önce, yalnızca bir yıl içinde kendisine dört farklı disiplin soruşturması açmıştır. Açılan ilk soruşturma, idari ve hukuki açıdan vahim hatalar içerdiğinden sendikamızın verdiği hukuki destek sonucu söz konusu ceza iptal edilmiştir. Ancak bu süreçle birlikte hocamıza yönelik sistematik bir bezdiri süreci başlatılmıştır. Üniversite yöneticileri, asli görevlerini bir kenara bırakarak sosyal medya üzerinden adeta bir “hafiyelik” faaliyetine girişmiş ve hocamızın yalnızca bir retweetini gerekçe göstererek yeni bir soruşturma daha açmıştır. Diğer soruşturmalarda ise “dekana hakaret”, “tehdit” ve “şantaj” gibi gerçeklikten uzak, temelsiz ve absürt iddialar ileri sürülmüştür.

Tüm bu akıl almaz soruşturmalar özgür ve demokratik üniversitelerin yerini baskı, ceza ve mobbingin temel alan anlayışın egemen olduğunun en bariz göstergeleridir. Biliyoruz ki bu süreçte yalnızca Bulut Yavuz değil, söz söyleyen tüm eğitim ve bilim emekçileri susturulmak ve cezalandırılmak istenmektedir. Ancak, bu cezaları verenler de yasalar karşısında sorumludur. Hukuk ve adalet herkes için gereklidir; bugün keyfi uygulamalara göz yumanlar, yarın kendilerinin de adalete ihtiyaç duyabileceğini unutmamalıdır. Bilimle uğraşması gereken ve öğrencileriyle birlikte olması gereken genç akademisyenler, temelsiz iddialarla açılan soruşturmalara verilen savunmalarla, mahkemelerle zamanlarını harcamak zorunda kalmaktadırlar. Araştırma görevlilerinin haklarını korumak ve geliştirmek için Eğitim Sen’liler olarak tüm gücümüzle hareket edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Haksızlık ve hukuksuzluğa karşı, KHK ile ihraç edilen barış akademisyenleri ve kamu emekçilerinin işlerine dönmesi için 319. haftada bir kez daha buradayız. Bu son tasfiyeler, akademiyi susturma çabalarının ve KHK zulmünün sistematik bir şekilde devam ettiğinin göstergesidir. Ancak biliyoruz ki, dayanışma ve kararlılıkla yürüttüğümüz ortak mücadelemiz sayesinde hocalarımız ve KHK mağduru kamu emekçileri işlerine geri dönecektir. Her türlü baskıya karşı omuz omuza mücadele etmeye devam edeceğiz. KHK’larla haksız ve hukuksuz şekilde ihraç edilen kamu emekçileri işlerine iade edilene kadar; Araştırma görevlileri üzerindeki azami süre baskısı kaldırılana; ve tüm emekçilerin güvencesiz çalışma koşullarına son verilene kadar SUSMUYORUZ, KORKMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ!

YAŞASIN ÖZGÜR, ÖZERK VE BİLİMSEL ÜNİVERSİTE!

ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ KIYIMINA SON!

İzmir 3 No’lu Üniversiteler Şubesi”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Yasaklar baskılar işten çıkarmalar sizin. Mücadele birlik dayanışma bizim! İrademe dokunma. Kayyuma geçit yok!

 

Gaziantep İli Başpınar Sanayi’deki 3 fabrikada patronların  yüzde 30’luk sefalet  zammına  karşı yaklaşık iki bin işçi greve ve direnişe başladı.  Gaziantep Valiliği  15 gün süreyle ildeki  her türlü etkinlik ve eylemi yasakladı. İşçiler  patronların  sefalet ücreti dayatmasına  karşı direnişlerine  devam ederken birçok kentte işçilerle dayanışma açıklamaları yapıldı.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Gaziantep’te direnen Başpınar işçileriyle dayanışmak ve Van Büyükşehir Belediyesine atanan kayyıma tepki göstermek için Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. “Yasaklar baskılar işten çıkarmalar sizin. Mücadele birlik dayanışma bizim” ve  “İrademe dokunma. Kayyuma geçit yok” pankartı açarak açıklama yaptı.
Basın açıklaması metnini İzmir Barosu Genel Sekreteri Avukat Zöhre Dalkıran okudu.
Açıklamanın tam metni şöyle:

 

“En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok söz edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.”

 

Gaziantep Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde çalışan işçilerin yüzde 30’luk sefalet zammını kabul etmeyerek taleplerini dile getirmek istemesi üzerine valiliğin teyakkuza geçerek ildeki tüm gösteri, toplantı ve eylemleri 15 gün süre ile yasaklaması egemenlerin işçi sınıfının en ufak hak ve özgürlük arayışına dahi tahammülü olmadığını bir kez daha göstermiştir

İşçiler anayasa, uluslararası hukuk ve yerel kanunlarca korunan haklarını kullanmak istemektedir.

İşçilerin hak taleplerini şehirde adeta sıkıyönetim ilan ederek sönümlendirmek isteyenler anayasaya, kanunlara, en temel demokratik değerlere aykırı bir uygulama içerisindedirler.

2911 S.K. toplantıların kamu düzenini ciddi şekilde bozma riskinin varlığı durumunda yasaklanabileceğini hüküm altına almıştır. Endişelenmeyin, haklarını arayanlar işçilerdir; yani kamunun en önemli bileşenlerinden birisidir ve zam oranını kabul etmediklerini söylemeleri kamu düzenini bozmayacaktır. Aynı şekilde Anayasanın 34. Maddesi toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ancak açık ve yakın bir tehlike durumunda yasaklanabileceğini belirtmektedir. İşçilerin birleşmesi, sözünü söylemesi, taleplerini dile getirmesi nasıl, ne tür bir açık ve yakın bir tehlike yaratmaktadır?

Korkmayın. İşçiden, emekçiden korkmayın. Onlar sömürüyü ortadan kaldırarak herkese insanlığını geri kazandıracak bir sınıftır. İşçilerin sendikalaşmasından, birleşmesinden, sözünü söylemesinden, hak ve özgürlüklerini savunmasından korkmayın. Onlar bu ülkeyi yaşanabilir bir yer haline getirecek yegane sınıftır. Korkmayın. İşçilerin sınıfsız, sömürüsüz, insanca bir dünya yaratma ideasından korkmayın. Savaşsız, sınırsız, adil, herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacı kadar bir yaşamdan korkmayın. Bu yaşamı kuracak biricik sınıftan bu kadar korkmayın.

 

Egemenler ekonomik taleplerle başlayan işçi eylemlerinin siyasi bir yöne evrilmesi endişesi taşıyor olabilir. Ancak insanlar evlerine, çocuklarına ekmek götürmek istemektedir. Bu temelde yürüttükleri mücadele de meşru, haklı ve hukuka uygundur. Hukuku çiğneyenler ise emekçileri sefalet ücretlerine mahkum etmek isteyenlerdir. Hukuku çiğneyenler işçi eylemlerinde, asgari ücret toplantılarında patronlarla birlikte hareket edenlerdir.

Ülkedeki hukuksuzluklar bununla sınırlı değil ne yazık ki. Bir kez daha en demokratik haklardan olan seçme seçilme hakkı gasp edilmiş, İçişleri Bakanlığı, Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’ı görevden uzaklaştırılarak yerine Van Valisi Ozan Balcı’yı kayyum olarak atamıştır. Kararının tebliğinden sonra belediye binasının etrafında iradelerine sahip çıkan vatandaşlara müdahale edilmiş aralarında gazetecilerinde bulunduğu 127 kişi gözaltına alınmıştır.

Biliyoruz ki, kayyum politikası ülkede demokrasiden, barıştan, emekten yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır. Kimsenin kendini halkın iradesi ve yargının yerine koyma hakkı yoktur. Bu durum rejimin temel bir özelliği haline gelse de demokrasiye yapılan darbeleri kabul etmedik, etmeyeceğiz.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak Gaziantep Valiliğinin hukuka aykırı yasaklamalarını sona erdirmesini, işçilerin söz söyleme özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz. Bununla birlikte bir kez daha çağrıda bulunuyoruz; halk iradesine vurulan kayyım darbesinden derhal vazgeçilmelidir. Hukuk dışı yollarla baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmelidir. Gözaltılar derhal serbest bırakılmalı Seçilmiş Belediye Başkanları görevine iade edilmelidir.

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Unutmayacağız! Affetmeyeceğiz!

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, 6 Şubat 2023  depreminde yitirdiklerimizi Bayraklı ilçesinde bulunan Deprem Anıtı önünde andı.  “Unutmayacağız! Affetmeyeceğiz!”  pankartı açan emek ve demokrasi güçleri adına, basın açıklaması yapıldı ve depremde yitirdiklerimiz için anıta karanfiller bırakıldı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli Basın Emekçilerimiz, Değerli Arkadaşlar,

6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri ve 20 Şubat 2023 Hatay Depremlerinin üzerinden iki yıl geçti.

2. yılında bir kez daha hayatını kaybeden yurttaşlarımızı sevgi ve özlemle anıyoruz. Yakınlarını, ailelerini, sevdiklerini kaybeden tüm yurttaşlarımıza ise sabır diliyoruz.

6 Şubat depremi 11 ilimizi etkileyen ve asrın felaketi olarak değerlendirebileceğimiz çok yönlü bir yıkımı ortaya çıkarmıştır.

Resmi açıklamalara göre 53 bin 537 kişinin hayatını kaybettiği depremlerde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının açıklamalarına göre 39 bin 441 bina deprem anında yıkılmış, yıkılan binalarla birlikte 271 bin 892 bina ise aldıkları hasarlar nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir. Depremde yaşanan kayıplara ve yıkımlara ilişkin tüm veriler aradan geçen iki yılın sonunda hala açıklanmış değildir.

6 Şubat depremleri başta deprem olmak üzere yaşanan onca doğa kaynaklı afetten hiçbir ders alınamadığını hem merkezi idarenin hem de yerel yönetimlerin depreme hazırlıklı olmak adına yapılması gereken hiçbir çalışmayı yapmadıklarını en acı şekilde gözler önüne sermiştir.

Çöken binaların altında kalıp kurtarılmayı bekleyen vatandaşlarımız devletin ilgili kurumlarının koordine olamaması, arama kurtarma çalışmalarının sağlıklı yürütülememesi nedeniyle göz göre göre can vermiştir. Hayatta kalmayı başaranlarsa tek kelimeyle kaderleriyle baş başa bırakılmıştır.

Doğal afet durumlarında devletin hızlı ve aktif müdahalede bulunabilmesi için kurulmuş olan Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı’nın (AFAD) hemen hiçbir ciddi hazırlığının olmadığı ortaya çıkmıştır.

Depremden etkilenen kentlerde ilk iki gün hiçbir alanda organize bir çalışma yürütülmemiş, kriz merkezi kurulmamış, arama-kurtarma çalışmalarına başlanmamıştır.

Yerel yönetimlerin, madencilerin, kolluk kuvvetlerinin, arama- kurtarma konusunda uzman STK gönüllülerinin ve vatandaşlarımızın iyi niyetli çabalarına karşın, özellikle ilk 72 saatte etkin ve koordineli müdahale konusunda kamu otoritesinin eksikliği, arama-kurtarma ekiplerin sayıca yetersizliği, yanı sıra gerekli donanıma sahip yetişmiş eleman, iş makinesi, vinç ve jeneratör vb. ekipman ve teknolojik donanım eksikliği yetersizliği enkaz altında kalan insanlarımıza çok geç ulaşılmasına ve ölümlerin inanılmaz boyutlarda artmasına neden olmuştur.

Doğal afetlerde dayanışma faaliyetlerinde bulunması gereken Kızılay ise, ilk günlerde afet illerine gitmemiş, sonrasında kamuoyuna da yansıdığı üzere yardım kuruluşlarına çadır, gıda malzemesi ve su satmıştır. Soğuk kış günlerinde depremzedelerin barınma, ısınma, giyecek, yiyecek başta olmak üzere en temel insani ihtiyaçları ancak deprem illerine ilk ulaşan gönüllü demokratik kitle örgütlerinin oluşturduğu dayanışma çalışmaları ile karşılanabilmiştir.

Deprem bölgesindeki telekomünikasyon şebekesinde yaşanan büyük yıkım, haberleşmenin önemli ölçüde kesilmesine yol açarken, depremin üzerinden günler geçtikten sonra bile pek çok yerleşimde mobil iletişim ve internet bağlantısı kurulamamıştır.

Depremin yol açtığı iletişim kesintileri, kişi ve kurumların birbirleriyle bağlantı kuramamasının ötesinde, arama-kurtarma çalışmalarını engellemiş, enkazlardan gelen yardım isteklerinin duyulamadığı için karşılanamamasına ve can kayıplarının artmasına yol açmıştır.

Değerli Arkadaşlar,

Geçtiğimiz bu iki yıl içerisinde Birliğimiz ve bağlı Odalarımız depremin yarattığı yıkımın sonuçlarını ortadan kaldırabilmek ve daha da önemlisi bir daha benzer acılar yaşanmaması için büyük çaba harcamaktadır.

Ancak bizler bu 2 yıla dönüp baktığımızda üzülerek görüyoruz ki ilk gün hangi sorunlarla boğuşuyorsak bugün de hala aynı soruları çözmeye çalışmaktayız.

Depremi önleyici tedbirler almayan siyasi iktidar, depremden sonra uyguladığı kararlar ile yıkımın boyutunu daha da büyüterek yurttaşlarımızı bir kez daha karanlığın içinde bırakmıştır. Deprem bölgesinde insanlarımız eğitim, sağlık, barınma, beslenme ve sağlıklı su hakkı gibi pek çok hak ve kamusal hizmetten hala mahrum kalmaktadır.

Vatandaşlarımızın bir kısmı insani gereksinimlerin yeterince dikkate alınmadığı geçici barınma alanlarında, bir kısmı hasarlı evlerinin önüne kurdukları çadırlarda, barakalarda ağır kış koşullarında yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.

Yalnızca depremle yıkılan 11 ilimiz değil, bizler, koca bir ülke olarak hala enkaz altındayız.

Üstelik bu enkazın altında yalnızca insanlarımız, şehirlerimiz değil, devletin tüm mekanizmaları kurum ve kuruluşları da kalmıştır.

Siyasi iktidar ise, sürecin sorumluluğunu üstlenmek yerine, depremin büyüklüğünü ve yıkıcılığını gerekçe göstererek, sistemin eksikliklerini gizlemeye çalışmaya, suçu ısrarla başkasına atmaya devam etmektedir.

Çok açıktır ki afeti bir felakete dönüştüren bu anlayış ve politikalar sürdürüldüğü sürece bir deprem ülkesi olan ülkemizde buna benzer daha pek çok acıyla burun buruna olacağız.

Bu sorunlara yönelik herhangi bir çözüm üretilmemiş olması, depremden etkilenen yurttaşların yaşamlarına verilen değerin bir göstergesidir.

Kamuoyunca bilinen bir geçekliktir; deprem sonrası yurttaşlarımız kendi kaderlerine terk edilmiştir. O dönem gösterilen dayanışma ve bireysel çabalarla hayatta kalma mücadelesi bugün de bin bir güçlükle sürdürülen bir yaşam mücadelesine dönüşmüş durumda.

Gerek deprem öncesi alınmayan tedbirler gerek deprem sonrası yapılmayan müdahaleler açıkça gösteriyor ki afeti bir felakete dönüştüren siyasi iktidarın uyguladığı rantçı, piyasacı politikalardır.

Bu politikalar sermayenin kar hırsını insan yaşamının önünde tutmaktadır.

Bu politikalar memleketi bir şantiyeye dönüştürerek yalnızca yandaşlarını kalkındırmaya yöneliktir. Bilim ve tekniği dikkate almadan, ilgili kurumların fikirlerine başvurmadan insan yaşamını, doğayı, tarihimizi sömüren politikalardır.

Oysa TMMOB olarak bizler her fırsatta dile getirmeye çalıştık; depremin ardından mesele yalnızca şehirleri fiziki olarak kurmak değil, sosyal ve kültürel dokusunun korunarak, halkın yaşam kalitesini artıracak, dayanıklı ve güvenli alanlar oluşturulması öncelenmelidir.

Eğer TMMOB’nin raporları ve önerileri dikkate alınsaydı, mühendislik, mimarlık ve plancılık hizmetleri bir prosedür haline getirilmeseydi, kentleşme ve barınma politikaları kamucu bir anlayışla oluşturulsaydı, TMMOB ve bağlı Odaları yapı tasarım, üretim ve denetim süreçlerinden dışlanmasaydı yaşadığımız acıların boyutu bu düzeyde olmazdı.

Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamanın, üretmenin, deprem hasarı ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu mühendis, mimar ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz bir şekilde uygulanmasıdır.

Ranta, sermayenin sınırsız kar hırsına teslim olmadan bilimin ve tekniğin yol göstericiliğinde barınma ve kentleşme politikalarını kamucu bir anlayışla hayata geçirmektir. İnsandan, yaşamdan, çevreden kültürel ve tarihsel mirastan yana tercih yapmaktır.

Değerli Arkadaşlar,

Başta 11 ilimizi ve ülkemizin tümünü etkileyen bu büyük yıkımın, kurumlar arası eşgüdüm ve iletişim yoksunluğu sonucunda bir felakete dönüşen bu afetin ikinci yıldönümünde de ilk günden beri söylediklerimizi yineliyoruz: TMMOB ve bağlı Odaları, bilimi ve tekniği halkımızın yararına kullanma sorumluluğunu kararlılıkla sürdürecektir.

Bizler, 70 yıllık tarihimizin her döneminde bu bilinç ve sorumlulukla hareket ettik. Bu yüzden 11 ilimizi etkileyen Kahramanmaraş depreminin hemen ardında da gerek meslek odalarımızla gerek il koordinasyon kurullarımızın ve meslektaşlarımızın çabalarıyla sorunların tespiti ve çözümü için hiç durmadan çalıştık.

Birliğimiz, deprem anından itibaren depremden etkilenen tüm illerde acil durum dayanışma kampanyalarında ve sahada araştırma, inceleme, tespit ve değerlendirme çalışmaları yürütmüştür.

İlk andan itibaren kurduğumuz Afet Koordinasyon Merkezi’nde dayanışma gönüllülerimiz ve mesleki yeterliliğe sahip üyelerimiz eşgüdümlü olarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

Birliğimiz depremin hemen ardından İKK’ larımız ve üyelerimizden aldığımız bilgiler ile yayımlanan durum tespit raporları ve mevcut durum raporları ile bölgede yürütülen tüm çalışmaları, tespitleri ve eksiklikleri kamuoyu ile paylaşmıştır.

Bölgede yaptığımız çalışmalar ve ardında meslektaşlarımızın durum tespiti ve çözüm önerilerini sunduğu 8. Ay ve 1.yıl raporlarını hazırlayıp kamuoyuyla paylaştık.

Bu yıl ise Kahramanmaraş depreminin 2. Yıl raporunu kamuoyuyla paylaşarak görüş ve tespitlerimizi ilettik.

Buradan bu vesileyle bir kere daha söylemek zorundayız;

Afetlerin bundan sonra felakete dönüşmesini istemiyorsak; bütünlüklü bir plan, program, bu programı uygulayacak bir devlet yapılanması ve güçlü bir siyasi irade şarttır.

Benzer felaketleri bir daha yaşamamak için derhal adım atılmalıdır. Yapı denetimi sistemi TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla kamusal bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir. Yapılaşmadan kaynaklanan risklerin bertaraf edilmesi için çağdaş bir “risk yönetim” sistemi oluşturulmalıdır.

Güvenli yapılaşmanın sağlanması ve tüm bu süreçlerin sağlıklı işletilebilmesi için meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeli benimsenmelidir.

Depremlerde can kayıplarının önlenmesi için izlenmesi gereken tek yol, mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin bilimsel-teknik doğruların ışığında kamucu bir yaklaşımla uygulanmasıdır.

Ülkemiz, yurttaşlarımız bu büyük acıları hak etmiyor!

Ülkemizin yıllar içinde enkaz altında kalmaması için, bilimin, tekniğin ve doğanın sesine kulak verilmelidir.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İzmir Kadın Platformu: Unutmak affetmek yok. Güvenli kentler, güvenli hayatlar için susmuyoruz!

İzmir Kadın Platformu  6 Şubat 2023 depreminin ikinci yılında  Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde toplanarak,  “Unutmak, affetmek yok! Güvenli kentler, güvenli hayatlar için susmuyoruz! pankartı açtı ve  Alsancak Garına yürüdü. Yürüyüş sırasında kadınlar “Yaşasın kadın dayanışması”, “Deprem değil bu bir katliam”, “Konteynır değil güvenli yaşam”, “unutmuyoruz, affetmiyoruz, helalleşmiyoruz”, “Ranta değil kadınlara bütçe” sloganlarını attı. Kadınlar Alsancak Gar Meydanında basın açıklaması yaptı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri;

6 Şubat 2023 tarihinde 11 ilde etkisini gösteren ve iktidar eliyle bir katliama dönüştürülen depremin üzerinden tam 2 yıl geçmesine rağmen başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere bölge halkı sağlıklı bir yaşama kavuşmadı. Bir doğa olayını felakete dönüştüren sorumlular da hala hesap vermedi. Hala kaybolmuş yakınlarını arayanlar, hala çadır ve konteynırlarda yaşayanlar, teslim edilmemiş konutlar, yenisi yapılmamış okul, hastane ve kamu binaları, bile isteye uzatılan adalet arayışları… Deprem yıkıntıları arsında ranta alan açmada sınır tanımayan AKP iktidarı…

Türkiye’nin 11 ilinde etkili olan 6 Şubat depremleri, ardında on binlerce can kaybı ve yıkılmış kentler bıraktı. Resmi rakamlara göre 53 bin 725 insanın hayatını kaybettiği, 107 bin 213 insanın yaralandığı, 14 milyon insanı etkileyen depremlerde 850 bin bina yıkıldı, yüz binlercesi hasar aldı.

Defalarca kez çıkarılan imar afları ile bu felaketin sorumlusu olanlar meclise sundukları kanun teklifleriyle yeni imar afları çıkarma peşinde! Rezerv alan adı altında halkın elinde kalan az sayıda konuta, tarım alanlarına, zeytinliklere göz dikmiş durumdalar. Depremde ortadan kaybolanlar, başta Hatay olmak üzere deprem illerinde halkın karşısına; evlerini terk etmezlerse elektrik ve sularını kesme tehdidiyle çıkıyor. Yıkılan binalarla ilgili soruşturma ve dava süreçleri hala devam ediyor. Depremde yakınlarını kaybeden ailelerin adalet arayışı bile isteye uzatılıyor. Tıpkı kadın cinayetlerinde olduğu gibi deprem davalarında da beraat ve iyi hal indirimleri uygulanıyor.

Deprem bölgesindeki bütün illerde barınma, beslenme, sağlık, eğitim ve güvenlik ihtiyaçları hala giderilebilmiş değil. Yıkılan 680 bin konut, 170 bin işyeri yerine yapılan sadece 75 bin konut teslim edildi. 2024 yılında yapımı tamamlandığı iddia edilen konutların ise ne zaman teslim edileceği belirsiz. Kurası çekilen konutların bir kısmı henüz oturulacak şekilde tamamlanmadığı gibi altyapı hizmetleri de eksik, maliyeti bilinmeyen boş senetlere imza attırılıyor insanlara. Kurada ismi çıkanlar konteynırlardan kapı dışarı edilirken, kira yardımları ise geçtiğimiz yıl nisan ayında kesildi. İşsizlik ve yoksulluk had safhada…

Bütün bunlardan yine en çok etkilenen kadın ve çocuklar. Kadınlar depremin ikinci yılında da artan bakım emeği yükü ile karşı karşıya. Barınma alanlarındaki tüm işler kadınların üzerine yıkılmış durumda. Kadınlar bir yandan yoksullukla, diğer yandan çadır ve konteynırlarda artan bakım yükleriyle birlikte yaşam savaşı veriyor.

Başta Malatya ve Hatay olmak üzere kadınlar ve kız çocukları için barınma alanları, sokaklar ve olmayan caddeler güvenli değil. Konteynır kentler ve çadır alanlarının çoğunda güvenlik görevlileri yok, çoğu yerde sokak lambaları bile yanmıyor. Her gün aynı karanlık sokaktan evine ulaşma çabası, deprem travmasının üzerine yeni travmalar yaratıyor. Şiddet gören kadınların başvurabileceği danışma merkezleri, acil durumlarda sığınabileceği güvenli alanlar yok. Kadınlar şiddet failleriyle baş başa bırakılmış durumda. Konteynır bölgeleri ya da çadır kentlerin çoğunda kreş ve oyun alanları yok, var olanlar ise yetersiz. Kadınlar ya işsizlik ya da güvencesizlikle karşı karşıya… Ve yoksulluk bakım yükünü daha da artırmış durumda.

Kadınların mücadelesiyle okul öncesi öğrenciler için kazanılan bir öğün ücretsiz yemek hakkının “deprem maliyetleri” gerekçesi ile sadece bölgede uygulanacağını söyleyen iktidar, tasarruf tedbirleri kapsamında deprem bölgesinde de uygulamayı kaldırmış durumda. Bölgede yıkılan okulların yerine yarısı bile yapılmış değil. Okul ve personel ihtiyacı giderilemediği, beslenme sorunu çözülmediği için okul çağındaki çocuklar, eğitimden kopuyor. Ve hızla çocuk işçiliği artıyor.

6 Şubat ve sonrasında yaşananlarla “güçlü Türkiye” söylemlerinin neye rağmen olduğu gerçeğini yüzümüze çarpan bir tablo var karşımızda!

Biz kadınlar bu tabloyu değiştirmek üzere de deprem bölgesindeki kız kardeşlerimizin eşit, güvenli, insanca yaşam ve çalışma koşulları talebini bir kez daha yükseltiyoruz.

Ne etki ajanlığı yasalarınız, ne baskı, gözaltı ve tutuklamalarınız bu sesi yükseltmemize engel olamayacak.

Geçim derdi ve çocuk bakım yükü yüzünden doktora bile gidemeyen Malatya’dan Sedef’in sesi olmaya devam edeceğiz.

6 metre kare tenekeden bir odada 4 kişilik bir ailenin bütün yükünü sırtlayan Sema’nın aile ile uyumlu iş yaşamı adı altında aylık 10 bin TL’ye çalıştırılmasına göz yummayacağız.

Evlerinin başlarına yıkılması yetmezmiş gibi acele kamulaştırmayla zeytinliklerine el konulan Dikmeceli kadınların mücadelesine güç vereceğiz.

Ne OVP ile sermayeye köle, ne de aile yılı masalınızla aileye kul olmayacağız. Karanlık sokaklarınız, şiddet dolu yuvalarınızı kabul etmiyoruz.

Biz kadınlar güvenli bir yaşam ve güvenli kentler istiyoruz. Yitirdiğimiz binlerce canın hesabını sorana dek ne unutacak ne de affedeceğiz.

Taleplerimizi hep birlikte her yerde haykırmaya devam ediyoruz.

Deprem bölgesinde kadınların hızla ulaşabileceği yerlere kadın danışma merkezleri, şiddete karşı koruma ve önleme merkezleri, sığınma evleri kurulsun.

Esnek çalışma uygulamalarına son verilerek, kadınlara güvenceli iş olanakları yaratılsın.

Kadın hastalıklarıyla ilgili ücretsiz ve kapsamlı taramalar yapılsın.

Ücretsiz psikolojik destek noktaları derhal hayata geçirilsin.

Eğitim hakkı elinden alınan çocuklara, gençlere parasız, nitelikli eğitim sağlansın.

Bütün eğitim kademelerinde ücretsiz servis, bir öğün ücretsiz yemek sağlansın, yıkılan okul ve hastane binalarının yerine derhal yenileri yapılsın.

Deprem bölgesindeki tüm üniversiteli kadınlara kyk bursu verilsin.

Barınma alanları içine veya yakınlarına ücretsiz kreşler açılsın.

Elektrik kesintilerinin son bulması, yangınların önüne geçilmesi için etkili çalışma başlatılsın.

Şehir içinde yaşanan ulaşım sorunu acilen iyileştirilsin.

Zeytinliklere, arazilere, tarlalara istimlak adı altında el koyma yasaları kaldırılsın.

İmar affı yasa teklifi geri çekilsin.

Yaşasın kadın dayanışması yaşasın eşit, özgür, şiddetsiz, insanca yaşam mücadelemiz.

İZMİR KADIN PLATFORMU”

6 Şubat 2023 unutmadık. 6 Şubat Depreminin Üzerinden 2 Yıl Geçti! Ne Acımız Dindi Ne De Öfkemiz!

Kesk-Eğitim-Sen 2 No’lu Şube oturma eyleminin 317. haftasında, emek  demokrasi  güçlerinin temsilcilerinin de katılımıyla, üzerinden iki yıl geçen 6 Şubat depreminde  yitirdiklerimizi andı. Depremin sonuçlarını;  insanların  konut, eğitim, ulaşım, temiz su, beslenme  vb. temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı  koşullarda    depremin ilk gününden itibaren  sürdürülen dayanışmayı büyütmeye, acılarımızı paylaşmaya, yaraları hep birlikte sarmaya  devam edeceğimiz açıklandı.

Açıklamayı,  Eğitim Sen İzmir 2 No’lu Şube Kadın Sekreteri Cansu Başer okudu. 

Açıklamanın tam metni şöyle:
“6 Şubat Depreminin Üzerinden 2 Yıl Geçti!
Ne Acımız Dindi Ne De Öfkemiz!
İki yıl önce, 6 Şubat 2023’te hepimizin yüreğine kordan bir ateş düştü.
Gecenin zifiri karanlığında, saatler 04.17’yi gösterirken sadece Kahramanmaraş, Hatay,
Adıyaman, Malatya, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Elâzığ ve Diyarbakır değil,
hepimiz derin bir acıyla sarsıldık, yıkıldık.
2 yıldır yüreğimize saplanan onlarca kara saplı bıçakla yaşıyoruz.
Aradan iki yıl geçse de ne yasımız bitti. Ne acımız dindi ne de öfkemiz.
Öfkeliyiz. Çünkü 6 Şubat 2023’te doğal bir afetin göz göre göre büyük bir felakete dönüşmesine
tanık olduk. On binlerce yurttaşımızın hayatına mal olan, kentlerimizi yerle bir eden bu felaket göz
göre göre geldi.
Öfkeliyiz. Çünkü ülkeyi yönetenlerin akla, bilime, mantığa, uyarılara kulaklarını tıkamasını
on binlerce yurttaş canları ile ödedi.
1999 Marmara depreminin ardından dönemin Cumhurbaşkanı “Altımız çürüktür, ama yine de bu
altın üstünde yaşamaya mecburuz. Bu depremden çok şey öğrendik.” Demişti.
24 yıl sonra gerçekleşen 6 Şubat depremi ise üstümüzün, yani mevcut devlet
organizasyonunun, altımızdan çok daha çürük olduğunu göstermiştir.
En son daha 2 hafta önce, 36’sı çocuk 78 yurttaşımızın hayatını kaybettiği Kartalkaya Grand Otel
faciasında bir kez daha gördük. Bu ülkenin üzerine adım adım kâr ve rant hırsını baş tacı eden,
insan hayatını yok sayan bir yönetim anlayışı çöreklenmiştir. Bu yönetim anlayışı insanı, doğayı,
tarihsel ve kültürel değerlerimizi sermaye kesimlerinin çıkarlarına teslim eden bir anlayıştır.
Dolayısıyla iki yıl önce yaşadığımız yıkımın sebebi ne tek başına depremdir. Ne de binalardır.
Bu büyük yıkımda elbette ki kâr hırsıyla başı dönen, yaşadığı her karışı ranta çevirmeye çalışan
müteahhitlerin payı büyük bir sorumluluğu vardır.
Ancak asıl sorumlu bu kar hırsını besleyenler, büyütenlerdir. İmar afları gibi garabetlere imza
atarak suç işleyenlerdir.
Denetim yapmaktan, etkili yaptırımlar uygulamaktan, süreçleri kurallara uygun yürütmekten aciz
bir hukuk sistemi inşa edenlerdir.
İnsan hayatını yok sayan bu sistemi her gün yeniden üretenlerdir.
Aradan yüz yıl da geçse yaşadığımız acıları, bu acıları bizlere reva görenleri
unutmayacağız.
• Depremin ilk iki günü boyunca ortalıkta görünmeyenleri de kendi sorumluluklarının üzerini
örtmek için başlattıkları algı operasyonunu da unutmadık.
• Yakınlarımızdan haber almak için çırpınırken devreye konulan bant daraltmalarını, internet
kesintilerini unutmadık.
• Depremin yaşandığı illerde daha 24 saat geçmeden OHAL ilan edenleri, çaresizlikle kıvranan,
derdine derman arayan depremzedeleri “kimse kalkanları kaldırmayacağımızı zannetmesin”
tehdidiyle susturmak isteyenleri unutmadık.
• KESK olarak yüzlerce gönüllümüzle deprem bölgesine gitmeye çalışırken önümüze konulan
engelleri, sadece bizim değil, muhalefet partilerinin, Demokratik Kitle Örgütlerinin, Sivil
Toplum Kuruluşlarının yardımlarının depremzedelere ulaştırılmasına engel olanları
unutmadık.
• Kızılay’ın çadır satmasından, yardımları zimmetine geçiren yetkililere kadar uzanan rezaletler
zincirini unutmadık.
Evet, aradan 2 yıl geçti. Ama yaşanan yıkımın etkisi büyük ölçüde sürüyor.
Verilen sözler tutulmadığı için yaşanan sorunlar, acılar devam ediyor.
Mevcut iktidar bugüne kadar depremzedelerin sorunlarını çözmek adına bütçeden 2 Trilyon TL’ye
yakın kaynak ayırdığını açıkladı. Buna ek olarak Milli Dayanışma adı altında bir paket çıkardı.
Halktan alınan KDV, ÖTV. Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi vergiler fahiş oranda artırıldı.
Ama bu kaynakların nereye, kime gitti belli değil.
Aradan geçen iki yıla rağmen deprem bölgesinde hala tek bir çivinin çakılmadığı, molozların dahi
kaldırılmadığı yerler var.
Binlerce insan hala çadırlarda yaşamaya devam ediyor.
Yüz binlercesi 21 metre karelik teneke konteynerlerde, konteyner kente dönüşmüş
şehirlerde kaderin terk edilmiş durumda.
Barınma, sağlıklı beslenme ve eğitim sorunları başta olmak üzere, en temel ihtiyaçların
karşılanmasında yaşanan sorunlar sürüyor.
2 Nisan 2023’de deprem bölgesini ziyaret eden Cumhurbaşkanı “Bir yıl içinde 319 bin konut yapıp
depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz” demişti. Aradan iki yıl geçti. Şimdi de kalkmış “201
bin 431 bağımsız birimi hak sahiplerine teslim etmenin bahtiyarlığını yaşadık” diyerek
depremzedelerle dalga geçiyor.
İşsizlik, kayıt dışı çalışma, sömürü diz boyu.
Buna rağmen en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale gelen, yerinde dönüşüm için başvuran
depremzedeye hibe adı altında 750 Bin TL kredi vermeyi teklif ediyorlar.
Rezerv yapı alanları ile adeta oynuyorlar. Rezerv alanı ilan edilen bölgeler ertesi gün değiştiriliyor,
kaldırılıyor.
Kısacası aradan geçen iki yıla rağmen;
• Milyonlarca depremzede hala başını sokacak bir çatı istiyor.
• Temiz su, sağlıklı beslenme, nitelikli bir eğitim istiyor.
• Yoksulluk ve çaresizlik kıskacındaki milyonlar “zorunlu kamulaştırma” adı altında topraklarına
çökülmesine itiraz ediyor.
• Tarım arazilerine, yüzlerce yıllık zeytinliklere binalar dikmek isteyenlere karşı mücadele
ediyor. Devletin en azından depremden etkilenen evlerinin yapı denetim masraflarını
karşılamasını bekliyor.
Yani aradan geçen iki yıla rağmen, milyonlar anayasasında sosyal hukuk devleti yazan bir
ülkenin yurttaşları olarak en temel haklarını istiyor.
Son söz olarak buradan depremzedeler başta olmak üzere tüm halkımıza sesleniyoruz.
Depremlerin, sellerin, doğa olaylarının binlercemizi yaşamdan koparan birer felakete
dönüştürüldüğü,
Bizim payımıza her seferinde acıların, yıkımların düştüğü, ekmeğimizin her geçen gün
küçüldüğü,
Haklarımızın, özgürlüklerimizin ortadan kaldırıldığı bu bozuk düzende sağlam çark olmaz.
İnsana, emeğe, doğaya düşman bu bozuk düzene, bu köhne sisteme karşı emek ve
demokrasi mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımızı bir kez daha sevgiyle, saygıyla anıyoruz.
Depremzede kardeşlerimizle 6 Şubat depreminin ilk gününden itibaren başlattığımız
dayanışmamızı büyütmeye, acılarımızı paylaşmaya, yaralarımızı hep birlikte sarmaya
devam edeceğiz.”

Demokratik Alevi Dernekleri İzmir Şubesi, İzmir Dersim Kültür Ve Dayanışma Derneği:  Suriye’de katliam var. Soykırım var ölüm var Durdurun!

 

Karşıyaka Çarşı girişinde Demokratik Alevi Dernekleri İzmir Şubesi, İzmir Dersim Kültür Ve Dayanışma Derneği  “Suriye’de katliam var. Soykırım var ölüm var Durdurun!” pankartı açarak  basın açıklaması yaptı.  Açıklamanın tam metni şöyle:

“Basına Ve Kamuoyuna
Bilindiği gibi, Ortadoğu emperyalist merkezler ve bölgesel hegomon güçler tarafından başlatılmış ve sürdürülmekte olan üçüncü paylaşım savaşının merkezi durumundadır. Emperyalistlerin ve pay kapma hırsıyla dahil olan bölge devletlerinin çıkarları temelinde yürütülmekte olan bu savaş, her etnisite ve inanç kimliğinden mazlumlara sadece yıkım ve ölüm getirmiştir.
Hak tanımayan, varlığını gasp ve talan üzerinden sürdüren, bunun için insan kanı dökerek doğayı yıkıma uğratmakta tereddüt etmeyen muktedirler her an nice zulüm yaratmaktadırlar. Enerji ve su kaynaklarına el konulması, ticaret yollarının denetlenmesi gibi nedenlerle başlatılıp sürdürülen bu savaşla yıkıma uğratılan coğrafyalardan biri de Suriye olmuştur.
Tüm insanlık için geçerli olduğu gibi, demokratik birlik üzerine inşa edilmiş demokratik bir ülke Suriye halklarının da hakkıdır. Suriye halklarının baskıcı BAAS rejimine itiraz ve demokrasi talebi de en başından beri meşru bir haktı. Fakat Suriye’ye küresel güçler ve bölgesel işbirlikçileri eliyle müdahale edilmiş, dünyanın dört bir yanından devşirilen katil sürüleri Suriye halklarının üzerine salınmış, ülke kan deryasına çevrilmiştir. Böylece hem Suriye halklarının demokratik bir zihniyet ve zemin üzerinden yükseltilmesi mümkün olan ortak mücadelesinin önü kesilmiş, hem de karşılıklı insanlık suçlarıyla halklar biri birlerine düşmanlaştırılarak tahakküme daha açık duruma düşürülmüşlerdir.
HTŞ’ nin yolu açılarak Şam’a oturtulmasının ardından, başta Aleviler olmak üzere Suriye halklarına karşı yeni insanlık suçları işlenmeye başlanmıştır. Suriye halklarını boğazlaştıran, BAAS rejimini devirerek HTŞ’yi yeni iktidar gücü olarak kurgulayan küresel ve bölgesel güçler, biri birleriyle rekabet ve çıkar hesapları nedeniyle bu katliamları görmezden gelmekte ya da onaylamaktadırlar.
BAAS rejiminin Alevilerce kurulup yönetildiği yalanı, en başından beri, Müslüman Kardeşlerin toplumsal taban yaratmayı ve Sünni Müslümanları manipüle etmeyi amaçlayan bir propagandası olmuştur. Bir yalan üzerinden bir algı yaratımı ve yönetimi gerçekleştirilmiştir. BAAS rejiminin temel kadrolarının ezici çoğunluğu, iddiaların aksine Alevi değil Sünni inançlı Suriyelilerden teşkil edilmişti. Hep dışlanan ve tehdit altında olan Aleviler ise, ideolojik ve politik motivasyonunu Alevi düşmanlığı üzerine inşa etmiş bir muhalefet karşısında, güvenlik kaygısı ve seçeneksizlik nedeniyle rejime sadece yakın durmak zorunda kalmıştır.
HTŞ ve diğer Selefi örgütler sayısız insanlık suçu işlemiş yapılardır ve bu suçları işlemeye devam etmektedirler. Nasıl ki rejim içinde ki kimi Sünni inançlı yöneticilerin fiilleri tüm Sünnilere mal edilemezse, rejim içinde ki kimi Alevilerin fiilleri de Alevilere mal edilemez. Militan kadrolarının çoğu Suriyeli olmayan bu örgütler sadece Suriyeli Alevilere ve diğer azınlık halklara değil, seküler bir yaşamdan yana olan Suriyeli Sünni halklara da düşmanlık etmektedirler.
Son yapılan katliam özel olarak planlanmış ve seçilerek yapılmıştır. Dr. Rasha Al-Ali’yi
HTŞ ve Yandaş canilerin katledildiğini biliyoruz.
Humus Üniversitesi Arapça Dili Bölümü’nde öğretmen;
Arap Yazarlar Birliği üyesi, şair Dr. Rasha Al-Ali; bir bilim insanı olduğu için, Alevi olduğu için, kadın olduğu için, şair olduğu için öldürüldü…
Rasha Al-Aii’yi katledenler Kadınları katlettiler, Alevi Toplumunu katlettiler, bilimi ve sanatı katlettiler, şiiri ve edebiyatı katlettiler…
Uluslar arası topluma sesleniyor, HTŞ gibi terör örgütlerinin Suriye halklarının temsilcisi olarak meşrulaştırılmaması, gerek HTŞ’nin, gerekse rejimin işlediği suçların uluslararası bir mahkemede yargılanması ve Suriye halklarının demokratik, çoğulcu bir rejime kavuşması için çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyoruz.
Demokratik bir Suriye’nin öncelikle Suriye halkları için bir hak olduğu bilinci ve demokratik bir Suriye’nin gerek bölge barışı gerekse ülkemiz için açık önemi nedeniyle, Türkiye’nin de etki ve olanaklarını demokratik bir Suriye inşası için seferber etmesi gerektiğine inanmaktayız.
Mesele ülkeyi yeniden inşa etmekse ‘kör intikam’ ve ‘mezhepçi temizlik’ ile Suriye yolunu bulamaz. Colani’nin yabancı heyetlere verdiği sözlerin sahada karşılığı yok. Bu şekilde çoğulcu bir sistem kurmak bir yana Suriye’nin dağılmış yakalarını bir araya getiremezler. HTŞ’ye kefil olanların üç maymunu oynaması vaziyeti kurtarmıyor. Sadece Alevilere değil bütün Suriye’ye kötülük ediliyor, ülkenin geleceği karartılıyor…
Demokratik Türkiye için Kürt siyasetiyle başlatılan diyalog sürecine halklarımızın rızalı-ikrarlı birliği ve ortak geleceğimiz için yaşamsal önem atfetmekteyiz. Bu diyalog sürecinin kalıcı barış ve huzurla sonuçlanması aynı zamanda bölgesel barışla ve tüm Kürtlerle barışmakla mümkün olacaktır. Bu nedenle demokratik Suriye bağlamında Rojava ile de barışmak Tüm halklarımızın ve Türkiye’nin de yararına olacağı gibi Suriye barışına dahi ciddi katkı sunacaktır.
Suriye’nin geleceği, halklarımızın, bölgenin ve ülkemizin geleceğiyle sıkı sıkıya bağlı olduğundan barış mücadelesini yükseltmemiz, halkların rızalı-ikrarlı birliğini esas almamız bir zorunluluktur. Suriye’de ki Alevi katliamlarına dur, otoriter rejim inşasına hayır demek için halklarımızı mücadeleye, uluslar arası toplumu da acil müdahaleye davet ediyor, Alevi katliamlarını lanetliyoruz.
Demokratik Alevi Dernekleri İzmir Şubesi
İzmir Dersim Kültür Ve Dayanışma Derneği”

KESK Eğitimsen 2 Nolu Şube: Artık yeter, sömürüye, zulme, baskıya, faşizme son!

Kesk-Eğitim-Sen 2 No’lu Şube  oturma eyleminin  316.  haftasında; Gazetecilere uygulanan baskıyı,  toplumun gerçeklere ulaşmasını engellenmesine,  gazetecilerin  tutuklamasına ve hukuki hiçbir dayanağı olmadan İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ile yönetim kurulu üyelerinin görevlerine son verilmesi için açılan davadan sonra İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Fırat Epözdemir tutuklanmasını , birçok ünlü ismin menajerliğini yapan Ayşe Barım’ın 1 Haziran 2013’te Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm ülkeye yayılan eylemlere ilişkin oyuncuları yönlendirdiği gerekçesiyle tutuklanmasını ve yerel yönetimlere kayyım atanmasını protesto ederek,  KHK hukuksuzluğuna, adaletsizliğe karşı,   eşitlik, özgürlük, demokrasi, hak ve adalet  taleplerini  belirten basın açıklamasını Karşıyaka Çarşı girişinde  yaptı.

Basın açıklamasını Eğitim-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli okudu.  Açıklamanın tamamı şöyle:

 

Direnişimizin 316. Haftasında, KHK hukuksuzluğu ile ihraç edilen, işlerinden uzaklaştırılan arkadaşlarımız için bir aradayız. Emekten, barıştan, demokrasiden yana olduğumuzu haykırmak  ve hukuksuzluklar son bulsun demek için buradayız.

Bizler, devletin ve sermayenin mutlak iktidarına, toplumun ve doğanın talan edilerek nesneleştirilmesine, insanın ve toplumun güvencesiz kılınmasına, piyasanın dokunulmazlık zırhına büründürülmesine, yaşam alanlarımız üzerinde denetim kurulmasına karşı emek ve demokrasi mücadelesini bir arada yürütmeyi esas almaktayız. Sermayeden ve devletten bağımsız sendikacılığı savunmakta, söz-yetki-kararı gerçek sahipleri olan emekçilere, halklarımıza verilmesi mücadelesini yürütmekteyiz. Eşit ve özgür yurttaşlığı anayasanın esası olarak gören, düşünce ve ifade özgürlüğünü, bilimselliği, laikliği vazgeçilmez ilke olarak kabul eden, farklılıklarımızla birlikte yeni bir yaşamı inşa eden bir anlayışı savunmaktayız.

Türkiye’ de demokrasiden söz etmek mümkün değil . Emek, barış ve demokrasiden yana emekçilerin arzusu olan demokratik eşitlikçi bir anlayıştan giderek uzaklaşıldığı görülmektedir. Bu tekçi ve otokratik rejimin kendini inşa etme süreci, ülkedeki tüm kesimleri kapsayan, herkesin yaşamına müdahale etmeyi kendinde hak gören bir biçimde şekillenmektedir.

İktidarın toplumsal muhalefeti bastırma ve sindirme aracı haline getirdiği yargı eliyle, sendikal faaliyetlere, basın emekçilerine, emek ve meslek örgütlerine yönelik saldırıları devam ediyor. Basın emekçilerine ve kurumlara uygulanan baskı gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Gazetecilere uygulanan baskı, halkın haber alma hakkına yapılan bir saldırıdır. Toplumun gerçeklere ulaşmasını engellemektir. Diğer taraftan neredeyse her gün bir gazetecinin tutuklama haberi ile uyanır olduk. Her hafta gazetecilere davalar açıldığına şahit olduk. İletişim çağında basına sansür uygulanması, gazetecilere görevini yaptığı için soruşturma açılması kabul edilemez!

Hukuki hiçbir dayanağı olmadan İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ile yönetim kurulu üyelerinin görevlerine son verilmesi için açılan davadan sonra İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Fırat Epözdemir tutuklandı. İstanbul Barosu’na yönelik hukuki dayanaklardan yoksun bu saldırılar tüm emek-meslek örgütlerine, odalara, sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine bir gözdağı verme amacı taşımaktadır. KESK olarak İstanbul Barosu’nun bu hukuksuzluğa karşı mücadelesinin sonuna kadar yanındayız.

Birçok ünlü ismin menajerliğini yapan Ayşe Barım 1 Haziran 2013’te Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm ülkeye yayılan eylemlere ilişkin oyuncuları yönlendirdiği gerekçesiyle tutuklandı . Gezi Parkı direnişine destek oldukları sebebiyle birçok ünlü ismin ifadelerine başvuruluyor. Öncelikle, 1 Haziran 2013’te başlayan Gezi direnişinde hak ve özgürlüklerinin tek tek ellerinden alınmasına karşı milyonların demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet talebiyle bir araya geldiğini hatırlatıyor ve hiçbir iktidarın terör, darbe, dış güçlerin oyunu iddialarıyla Gezi direnişini lekelemeye gücünün yetmeyeceğini ifade ediyoruz! Demokratik değerlerin hiçe sayıldığı, adaletin esamesinin artık okunmadığı, faşizmin yaygınlaştığı bir ülkede yaşamak istemeyen muhalif bütün kesimlere yönelik sürdürülen korku, sindirme ve baskı politikalarına son verilmeli; gözaltılar, tutuklamalar serbest bırakılmalıdır!

Halk iradesine yapılan darbe süreci devam ediyor. Tüm demokratik hakları birer birer ortadan kaldıran siyasal iktidar, seçimde kazanamadığı yerlere ya kayyum atıyor yada rakiplerini yargı eliyle cezalandırmaya devam ediyor!Hakkari, Mardin, Batman, Dersim, Esenyurt, Akdeniz, Halfeti, Beşiktaş, Bahçesaray ve bugün de Siirt. Sandıkla kazanamadıkları seçimlerin sonuçlarını tanımayacaklarını bu antidemokratik uygulamalarıyla her defasında açık açık ilan ediyorlar. Hedef açıktır. Toplum iradesinin gasp edilmesine alıştırılmak, kayyum darbeleri olağan hale getirilmek istenmektedir. KESK olarak bu hukuksuzluklara alışmayacağımızı bir kez daha vurguluyoruz. Hukuk dışı yollarla baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmeli, seçilmiş Belediye Başkanları derhal görevine iade edilmelidir.

Adeta fetvalar ile yönetiliyoruz da diyebiliriz; Bir gecede çıkarılan KHK’larla yaratılan anti-demokratik tavır toplumun farklılıklarının ve taleplerinin görmezden gelinerek kendi anlayışlarına göre yeniden inşa çabasından başka bir şey değildir. Türkiye’de KHK lar sonrası yaşananlar yalnızca işlerinden alıkonulan tecrite uğrayan kamu emekçilerini ve yakınlarını etkilememiştir aynı zamanda korku iklimi yaratılarak toplumun muhalif kesimi tarafından tecrübe edilen bu kanunsuzluklar geniş perspektiften bakıldığında büyük bir mağdurlar toplamı yaratmaktadır. Bu koşullarda hak, hukuk, vicdan ve adalet arayışına girmek ancak ve ancak demokrasiden yana olan güçlerin ortak mücadelesiyle mümkün olacaktır.

Artık yeter, “ korkuya, sömürüye, baskıya, faşizme geçit yok” diyen milyonların sesi olmaya; barış içinde, eşit, özgür, insanca yaşanabilecek bir ülke ve dünya için mücadeleyi sürdürmeye, halkın, emeğin haklarını savunmaya devam edeceğiz!

Er ya da geç biz kazanacağız!  Birleşe, birleşe kazanacağız!  Birlikte kazanacağız!  Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!  Yaşasın KESK!”