
İzmir’de neredeyse bir yıla yaklaşan direniş sürüyor. Temel Conta işçilerinin sendikal hakları için başlattıkları grev, mahkem e salonlarına taşındı; ancak adalet bir kez daha ertelendi.
İzmir’de 337 gündür grevde olan Temel Conta işçileri, sendikal haklarını kullandıkları için uğradıkları baskı ve grev kırıcılığına karşı açtıkları davanın üçüncü duruşmasında yine bekledikleri sonucu alamadı. İzmir 4’üncü İş Mahkemesi’nde görülen dava, dosyadaki belgelerin tamamlanmaması gerekçesiyle 8 Ocak 2026 tarihine ertelendi.
Bu erteleme, hem adaletin gecikmesi anlamına geliyor hem de neredeyse bir yıla yaklaşan grev sürecinin işçiler açısından yeni bir dayanıklılık sınavına dönüşmesini ifade ediyor.
Mahkeme sürecinde yeni talepler
Mahkeme, davaya ilişkin yeni yazışmalar yapılmasına ve eksik belgelerin tamamlanmasına karar verdi. Çalışma ve İş Kurumu İl Müdürlüğü’ne yazı gönderilerek greve katılan işçilerin listesinin mahkemeye ulaştırılması istendi. Davalı vekiline, grevci işçilerin görev ve pozisyonlarıyla ilgili bilgi ve belge sunması için iki haftalık süre tanındı.
Ayrıca, Sosyal Güvenlik Kurumu’ndan (SGK) grevin başladığı tarihten bu yana aylara göre çalışan işçi listelerinin talep edilmesine karar verildi. Davacı vekiline ise grev kırıcılığı iddiasını somutlaştırması, yani grevdeki işçilerin yerine hangi pozisyonlardan hangi işçilerin çalıştırıldığını belgeleyerek mahkemeye sunması için iki haftalık süre verildi.
Önceki bilirkişi raporunun “hüküm kurmaya yeterli olmadığı” belirtilerek, 12 Aralık 2025 tarihinde işyerinde yeniden keşif yapılmasına karar verildi. Bu keşifte görev alacak bilirkişi heyeti için 15.361 TL 50 kuruşluk delil ikamesi avansının yatırılması istendi.
Bütün bu teknik ayrıntılar, dosyanın yargısal olarak ilerlemesini sağlasa da, esas sorunun —yani işçilerin sendikal haklarının gasp edilmesi ve grev kırıcılığına karşı korunma taleplerinin— zamana yayılarak etkisizleştirildiğini gösteriyor.
“Temel Conta işçileri yalnız değildir”
Duruşma sonrası işçiler, dayanışma örgütleriyle birlikte İzmir Adliyesi Ek Hizmet Binası önünde açıklama yaptı. “Temel Conta işçileri yalnız değildir”, “Sendika hakkımız engellenemez” pankartları açıldı; “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Direne direne kazanacağız” sloganları atıldı.
Açıklamaya İzmir Kadın Platformu (İKP), Tevgera Jinen Azad (TJA) İzmir, İmece-Der ve çeşitli emek örgütleri ve kurumlar katıldı. Basın açıklamasını Temel Conta işçilerinden Sinem Kaya yaptı.
Bu dayanışma tablosu, Temel Conta işçilerinin direnişinin artık yalnız bir işyeri mücadelesi olmaktan çıkıp, sendikal örgütlenme hakkına yönelik ülke genelindeki baskılara karşı bir sembol haline geldiğini gösteriyor.
“Onurlu bir yaşam istiyoruz” — Baro Başkanı Yılmaz’dan sert eleştiriler
İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz, dayanışma açıklamasında Türkiye’de adaletin “biçimsel bir yargılama görüntüsüne” indirgendiğini vurguladı.
Yılmaz, konuşmasında şunları söyledi:
“Türkiye Cumhuriyeti’nde şu anda yapılan şey aslında bir yargılama değil, yargılamaya benzer bir davranış biçimi. Direnen işçiler, adil ve onurlu bir yaşam istiyorlar. Bu, sadece ücret değil, insanca yaşamanın hakkıdır.”
Yılmaz, geçtiğimiz Temmuz ayında Türk-İş Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak ile birlikte grev alanını ziyaret ettiklerini hatırlatarak, “Bu kadar uzayacağını düşünmemiştik ama aslında düşünmeliydik,” dedi.
Konuşmasında avukat Selçuk Kozağaçlı’nın sözlerini anımsatarak, “Kutsal olan yaşamın kendisi değil, onurlu bir yaşamdır,” diyen Yılmaz, işçilerin talebinin tam da bu olduğunu vurguladı:
“İşçiler ölmek ya da kalmak derdinde değil; emeğinin karşılığını almak, özgür ve adil bir düzen içinde yaşamak istiyor. Anayasal haklarını kullandıkları için adliye kapılarına sürükleniyorlar. Oysa burada olması gereken patronlardır.”
Yılmaz, adaletin giderek “yasa var ama hukuk yok” düzeyine indiğini belirtti:
“Bugün sendikal haklarını kullanan işçiler mahkemeye taşınırken, emeği sömüren patronlar yargının dışında kalabiliyor. Bu düzenin adı adalet olamaz. Yeniden kazanmak için örgütlü mücadeleden başka yol yok.”
Türk-İş Temsilcisi Çakmak: “Masaya oturmamak suçtur”
Türk-İş 3. Bölge Temsilcisi Hayrettin Çakmak da grev kırıcılığına ve patronların tutumuna sert tepki gösterdi.
“337 gündür kapısında durduğumuz, masaya çağırdığımız Temel Conta yönetimi hâlâ gelmedi. Bir yandan grev kırıcılığı yapıyor, bir yandan mahkemelerde oyalıyor. Artık yeter diyoruz,” dedi.
Çakmak, işçilerin tek talebinin üretmek, çalışmak ve hak ettikleri ücreti almak olduğunu belirterek, patronun bu direnişi “yılgınlığa dönüştürme hesabı” yaptığını söyledi:
“Sanıyorlar ki masaya oturmazlarsa işçiler pes eder. Ama biz buradayız, direniyoruz. Ya bu masaya oturacaklar ya da biz bu mücadeleyi sonuna kadar sürdüreceğiz.”
Kadın işçilerin grevdeki direnişine özel vurgu yapan Çakmak, “Temel Conta işçisi farklıdır; burada kadın emekçiler direniyor, örgütleniyor ve bu kentin onurunu temsil ediyorlar,” dedi.
Açıklamasını şu sözlerle tamamladı:
“Birlikte var olacağız, birlikte kazanacağız. Zafer Temel Conta işçisinin olacak!”
Temel Conta İşçileri adına Sinem Kaya Şöyle konuştu:
“Bugün grevimizin 337. günü.
Sendika hakkımızı kullandığımız günden beri işveren, bu hakkı ayaklar altına aldı.
Grevimizi kırdı, işyerindeki arkadaşlarımızı bize karşı kışkırttı.
Grev çadırımıza kamera taktı, bizi gözetledi.
Dinlediğimiz müzikten, attığımız slogana kadar her davranışımızı şikayet konusu yaptı
Biz hakkımızı aradıkça, işveren yasaları da, yargıyı da, kolluğu da kendi çıkarı için harekete geçirmeye çalıştı.
Peki biz ne yaptık?
Direndik.
Direnmekle kalmayıp, hukukun ve adaletin gerçekten var olup olmadığını görmek için hakkımızı mahkemede de aradık.
Madem bu ülke bir hukuk devleti; Madem bu ülkenin Anayasasında “sendika, grev, toplu sözleşme” HAK’tır diye yazıyor, o halde bu haklara saldıran işvereni yargı önüne çıkarmak istedik.
Ne mi oldu?
Bir yıl geçti, işveren hakkında hala ceza davası açılmadı.
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na ihbarda bulunduk. İdari para cezası dışında hiçbir yaptırım uygulanmadı.
Mahkemeye başvurduk. İşverenin grev kırıcılığı açık net bir şekilde tespit edilmiş olmasına karşın tam 337 gündür hala bir karar verilmedi
Ve anladık ki; Bu ülkede
Sendika hakkı yok.
Toplu sözleşme hakkı yok.
Grev hakkı yok.
İşçi sağlığı yok.
İş güvenliği yok.
İnsanca yaşam hakkı yok.
Adalet yok.
Denetim yok.
Hesap soran yok.
İşçinin alın teri kutsal diyen çok, ama o alın terinin hakkını veren yok.
Ve anladık ki; Bu ülkede, sendikasızlaştırma var, grev kırıcılığı var, işveren cinayetleri var, meslek hastalıkları var, emeğin yağması var, taşeronlaştırma var, işten atma var, işsizlik var, açlık sınırında yaşam var
Ama herkes bilsin ki;
Bu ülkede bir de sınıf kavgası var,
Bu ülkede mücadele var.
Bu ülkede inat var, umut var.
Ve biz varız!!!
Direnen işçiler var.
Dayanışan emekçiler var.
Sendikal haklarını savunan, emeğine, onuruna, geleceğine sahip çıkan işçiler, işsizler, öğrenciler, kadınlar var.
Ve biz var oldukça, bu topraklarda emeğin yağmasına, sendikasızlaştırmaya, işveren cinayetlerine, işten atmalara, hukuksuzluğa karşı mücadele de var olmaya devam edecek
Bugün burada bizimle olduğunuz, dayanışmanızı gösterdiğiniz için hepinize teşekkür ediyoruz.
Ülkenin dört bir yanında direnen işçilere, kadınlara, öğrencilere yürekten selam ve dayanışma gönderiyoruz
Yaşasın sınıf dayanışması
Yaşasın iş, ekmek ve onur mücadelemiz
Yaşasın sendikamız Petrol-İş”
Bir Grevin Anatomisi: 337 Günlük Direniş Ne Anlama Geliyor?
Temel Conta işçilerinin grevi, Türkiye’deki sendikal hak mücadelesinin güncel panoramasında özel bir yere sahip. Yaklaşık bir yıldır süren bu direniş, yalnızca bir işyerinde değil, ülke genelinde sendikal örgütlenmenin önündeki engelleri ve yasal boşlukları görünür kıldı.
Sendikal hakların fiilen gaspı
Türkiye’de yasal olarak tanınan sendikal haklar, özellikle özel sektörde fiilen uygulanamaz hale geliyor. İşverenlerin sendikaya üye olan işçileri işten çıkarma, baskı altına alma ya da grev sürecinde “taşeron” işçilerle üretimi sürdürme yöntemleri, grev kırıcılığı olarak adlandırılıyor.
Temel Conta davası da bu noktada emsal nitelik taşıyor: Mahkeme, işçilerin yerine kimlerin çalıştırıldığını araştırma kararı alarak aslında grev kırıcılığının tespiti için kritik bir adım attı. Ancak adaletin 8 ay sonrasına ertelenmesi, işçilerin ekonomik ve psikolojik dayanıklılığını zorluyor.
Sınıfsal sessizlik duvarı
Temel Conta örneği, Türkiye’de emek mücadelesinin görünmezliğine de ayna tutuyor. Ulusal medyada geniş yer bulmayan bu tür grevler, çoğu zaman “sessiz direnişler” olarak kalıyor. Oysa bu sessizlik, işçilerin değil, sermaye-medya ittifakının sessizliğidir.
Grevdeki işçiler, her gün fabrikanın önünde nöbet tutarken, kamu kurumları ve yargı mekanizmaları, “belge eksikliği” gerekçesiyle süreci geciktiriyor. Bu da fiilen bir adalet ertelemesi anlamına geliyor.
Kadın işçilerin öne çıkan rolü
Temel Conta grevi, kadın işçilerin sendikal alandaki görünürlüğünü artıran önemli bir deneyim oldu. Sınırlı ücretlerle çalışan kadın işçilerin grev boyunca öne çıkması, hem patriyarkal, kapitalist işyeri düzenine hem de erkek egemen sendikal yapılara bir meydan okuma niteliği taşıyor.
Kadın işçilerin kürsüde konuşması, dayanışma ağları kurması ve grev boyunca ön safta yer alması, Türkiye işçi sınıfı mücadelesinin toplumsal cinsiyet boyutunu da derinleştiriyor.
Bir Yılın Eşiğinde: Grev Nerede Duruyor?
337 günlük bu direniş, yalnızca Temel Conta işçilerinin değil, Türkiye’deki emek hareketinin direnç noktasını simgeliyor.
Ekonomik kriz, enflasyon ve işsizlik koşullarında sendikal mücadele, giderek daha ağır bedellerle yürütülüyor. Ancak Temel Conta örneği, direnişin hâlâ güçlü bir moral kaynağı olabileceğini de gösteriyor.
Adaletin gecikmesi, hukukun işlemez hale gelmesi, grev kırıcılığına göz yumulması, tüm bunlar işçi sınıfının karşısında büyük bir duvar gibi duruyor.
Ama bu duvarın önünde, 337 gündür nöbet tutan Temel Conta işçileri, “örgütlü mücadelenin başaramayacağı hiçbir şey yoktur” diyerek bir toplumsal hafıza yaratıyorlar.
Sonuç:
Temel Conta davası bir işyeri ihtilafı olmanın ötesinde, Türkiye’de adaletin, sendikal hakların ve emeğin değerinin yeniden sorgulanmasına yol açan bir örnek haline geldi.
8 Ocak 2026’ya ertelenen duruşma, bir yandan yargının yavaş işleyişine dair eleştirileri güçlendirirken, öte yandan işçilerin dayanışma ağlarının da büyümesine vesile oluyor.
Bu nedenle Temel Conta grevi, yalnızca bir “iş anlaşmazlığı” değil — Türkiye’de onurlu yaşam ve örgütlü emeğin yeniden tanımlandığı sermayeye karşı bir direniş süreci olarak tarihe geçiyor.