İzmir’de hak ve dayanışma örgütleri BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 76.yılında açıklama yaptı.

 

Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde  İnsan Hakları Bildirgesi’nin kabul edilişinin 76.yılında İzmir’de hak ve dayanışma örgütleri, İçişleri Bakanlığına bağlı kolluk güçlerinin kuşatması altında  basın açıklaması yaptı. Açıklamayı Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Sekreteri  Çoşkun Üsterci okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“BM İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Kabul Edilişinin 76. Yılında

Eşitsizlik, Adaletsizlik, Yoksulluk, Ayrımcılık ve Savaşa Karşı,

Tüm İnsanların Sahip Oldukları Onur ve Haklar Bakımından Eşitliğini,

Barış, Demokrasi ve İnsan Hakları Değerlerini Savunuyoruz!

Kabul edilişinin 76. Yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi çağımızın en önemli kurucu sözleşmesi olarak insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ediyor.

30 maddeden oluşan Evrensel Bildirge, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde yürütülen uzun çalışmalar sonucunda 10 Aralık 1948 tarihinde Paris’te toplanan BM Genel Kurulu tarafından kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye, Evrensel Bildirgeyi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete ’de yayınlayarak yürürlüğe koymuştur. İki yıl sonra BM Genel Kurulu, 1950’de “10 Aralık’ı, “Uluslararası İnsan Hakları Günü” olarak ilan etmiştir.

BM, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmiştir. Evrensel Bildirge de bu sitemin kurumsallaştırılmasında, insanlığın haysiyet, eşitlik ve adalet arayışında temel ve vazgeçilmez bir yere sahiptir. Bugün gelinen aşamada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır. Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. BM, küresel boyutta yaşanan eşitsizliği, adaletsizliği, ırkçılığı, ayrımcılığı, sömürgeciliği, otoriterleşmeyi sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Güçlü devletlerin çıkar ilişkilerine dayalı oluşturdukları askeri ve ekonomik birliktelikler, sürdürülen savaş politikaları yakın çevremizde Ukrayna, Gazze ve bugünlerde Suriye’de olduğu gibi halkları temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hale getirmiş, büyük bir insani krize yol açmıştır. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları, başta Evrensel Bildirge olmak üzere uluslararası insan hakları sözleşmelerinden doğan yükümlülüklerini yerine getirmekten kaçınmaları, insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına, küresel insan hakları rejiminin ağır bir kriz içine girmesine yol açmıştır.

Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Bugün tüm dünyada yaşanan ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir.

Bu kriz hali Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin terkedilmesine yol açmıştır. Böylelikle keyfilik ve belirsizlik kamusal/siyasal alanın asli unsurları haline gelmiştir. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırma olanağı sağlamaktadır.

Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına ülkenin her meselesini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, bilhassa da Kürt sorununun ve uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2024 yılında da yoğun yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Çok faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu yapısal şiddetin ve/veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir.

Anayasa’nın ve evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2024 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplantı ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir.

Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarının OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden yaşanmaya başlaması son derece endişe vericidir.

Devletlerin insan haklarına yönelik saygısının dolayımsız göstergesi olan hapishaneler, bugün Türkiye’de siyasal iktidarın hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanmasının sonucunda tıka basa dolu durumdadır. Yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hakkına erişime kadar ağır ve ciddi ihlallerinin yaşandığı yerlerdir. BM İşkenceye Karşı Komite’nin Türkiye’nin Beşinci Dönemsel Raporu’na ilişkin “Sonuç Gözlemleri”nden sayılarının 4.000 kadar olduğunu net bir şekilde öğrendiğimiz ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsü mahpusların durumu ve İmralı Hapishanesi başta olmak üzere tek kişi ya da küçük grup izolasyonu/tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüşmüştür.

Siyasal iktidarın, demokratik toplumun can damarlarından birini oluşturan düşünce ve ifade özgürlüğüne yönelik kısıtlamaları, özellikle de basın ve insan hakları savunucuları üzerindeki kaygı verici boyutta artan baskı ve kontrolü 2024 yılında da sürmüştür. Mevzuatta ifade özürlüğünün kullanımı önünde engel oluşturan 15’ten fazla düzenleme bulunurken kamuoyunda “Etki Ajanlığı Yasası” olarak bilinen yeni bir düzenlemenin gündeme getirilmesi hiç bir şekilde kabul edilemezdir. Böyle bir düzenlenmenin yapılması halinde bu, hakkın özünü ortadan kaldıracak ve ifade özgürlüğünü tümüyle kullanılmaz hale getirecektir.

2024, bir önceki yıl gibi toplantı ve gösteri yapma özgürlüğü açısından kısıtlama ve ihlallerin kural, özgürlüklerin kullanımının ise istisna olduğu bir yıl olmuştur. Yıl içinde her toplumsal kesimden kişi ve grup, bilhassa da seçtikleri belediye başkanlarının yerine iradeleri hiçe sayılarak kayyım atanmasını protesto eden Kürt seçmenler, toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini mülki idare amirlerinin yasakları ve/veya kolluk güçlerinin fiili müdahaleleri sonucunda kullanamamışlardır.

Örgütlenme özgürlüğü, demokrasilerin işlemesi için elzem olan temel insan haklarından biridir. Türkiye’de yurttaşlar, toplu olarak bir araya gelip eyleyemedikleri ve düşüncelerini açıklayamadıkları için örgütlenme özgürlüklerini de kullanamamakta, müşterek geleceklerini şekillendirmek üzere sivil ve kamusal alana örgütlü olarak katılamamaktadırlar. 2024 yılında insan hakları örgütlerinin, dernek, vakıf, emek ve meslek örgütleri ile siyasi partilerin çok sayıda üye ve yöneticisi gözaltına alınmış, tutuklanmış, haklarında açılan davalar ile üzerlerinde baskı oluşturulmaya çalışılmıştır. Seçmen ve yurttaş iradesinin gaspına dayalı, hukukun üstünlüğü ilkesine, insan hakları ve demokrasi değerlerine tümüyle aykırı bir yerel yönetim rejiminin ifadesi olan kayyım atamaları aynı zamanda örgütlenme özgürlüğünün de ağır ihlalidir.

Kürt sorunu, Türkiye’nin demokratikleşmesinin önündeki en temel engellerden biri olarak varlığını korumaktadır. Sorunun barışçıl, demokratik ve adil çözümüne yönelik esas olarak iktidar tarafından içtenlikli, bütünlüklü adımların atılmaması, yanı sıra Ortadoğu’daki gelişmelerin de etkisi ile 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinin hemen ardından başlayan silahlı çatışma ortamı halen sürmekte ve başta yaşam hakkı olmak üzere ağır ve ciddi insan hakları ihlallerine yol açmaktadır. Hak savunucuları olarak bizler, Kürt sorununun her zaman demokratik, barışçıl ve adil çözümünü savunduk. Bugün Ortadoğu’da yaşanan insani kriz ve dalga dalga yayılan savaş tehdidi karşısında barış ve çözüm konusunda daha da ısrarcıyız. O nedenle, çatışmaların hemen şimdi durmasını istiyoruz. Çatışmasızlık ortamının tesisi ile birlikte çatışmasızlık halinin yaşanan olumsuzluklardan da hareketle tahkim edilmiş bir hale getirilerek güçlendirilmesi, izlenmesi ve toplumsal barışın sağlanabilmesi için tüm tarafların içtenlikli, etkin programlar geliştirmesi gerekmektedir.

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının kadınlar ve LGBTİ+’lar için ne anlama geldiğini 2024 yılında yüzlerce kadının erkekler tarafından öldürülmesi; LGBTİ+ ’lara yönelik ayrımcı, fobik ve nefret içerikli artan saldırılar; kadınların ve LGBTİ+’ ların hakları için yaptıkları barışçıl toplantı ve gösterilerin yasaklanması, şiddet uygulanarak müdahale edilmesi; yüzlerce kadın ve LGBTİ+’ların  işkence ve diğer kötü muamele ile gözaltına alınması; yetkililerin bizzat desteği ile LGBTİ+ karşıtı nefret mitinglerinin yapılması ve her bakımdan derinleşen ayrımcılık ile çok iyi anlamış olduk.

Artık Türkiye toplumunun bir parçası, asli unsuru haline gelen mülteciler/sığınmacılar, hala her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalıyorlar. 2024 yılında da, Kayseri örneğinde olduğu gibi ırkçı ve nefret içerikli şiddete maruz kalan mülteciler/sığınmacılar yaşamlarını yitirdiler. Ülkede yaşanmakta olan ağır krizin fiziksel, ruhsal, sosyal ve ekonomik tüm sonuçlarından en derin şekilde etkilenen ve mülteciler/sığınmacılar, ne yazık ki toplumumuz açısından görmezden gelinen, hatta gözden çıkarılan hayatlar oldular.

Türkiye uzunca bir süredir Cumhuriyet tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşıyor. Yıllardır uygulanan borçlanmaya dayalı neoliberal ekonomi politikalarının, savaş ve çatışma harcamalarının sebep olduğu ekonomik kriz ve derin yoksullaşma, yurttaşların hem biyolojik hem de sosyal yaşamlarını sürdürülebilmelerini tümüyle imkânsız kılan ağır insan hakları ihlalidir. Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk, güvencesizlik ve örgütsüzlük en çok kadınları, çocukları, mültecileri/sığınmacıları vurmaktadır. Bu koşullarda işçi ve emekçilerin kıdem tazminatı gibi kazanılmış haklarına dokunulmamalı, enflasyon rakamları manipüle edilmemeli ve iş cinayetleri önlenmelidir. İşçi ve emekçilerin hak arama eylemleri yasaklanmamalı, sendikalaşma, grev ve toplu eylem hakkı güvenceye alınmalıdır

Son söz olarak; hep vurguladığımız gibi, var oluş nedenleri hak ihlallerinin son bulduğu, adalet, barış ve demokrasinin tesis edildiği bir ülke ve dünyaya ulaşmak olan bizler, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm zorluklara karşın ihlalleri belgeleyip, raporlayarak görünür kılmaya, böylelikle önlemeye, cezasızlıkla mücadele etmeye ve insan haklarının kurucu değerlerine kararlılıkla sahip çıkmaya devam edeceğiz.

İnsan Haklarıyla İnsandır…

Görüyoruz, Susmuyoruz, Mücadele Ediyoruz…

Adalet İçin Hukukçular

Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi

Eşit Haklar İçin İzleme Derneği İzmir Temsilciliği

Genç LGBTİ+ Derneği

Hak İnisiyatifi Derneği

Halkların Köprüsü Derneği

İmece Dostluk ve Dayanışma Derneği

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi

İnsan Hakları Gündemi Derneği

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Şubesi

Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği”

İzmir’de hak örgütleri İnsan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu’nun yanında olduklarını ve serbest bırakılmasını istedi

İnsan Hakları Deneği İzmir Şubesi’nde  basın toplantısı düzenleyen, hak savunucusu örgütler  insan hakları ve kadın mücadelesi aktivisti  Nimet Tanrıkulu’nun tutuklanmasının hukuksuz olduğunu  belirterek serbest bırakılmasını istedi.

Açıklamayı İnsan Hakları derneği İzmir Şube Başkanı Zilan Gümüş okudu.  Açıklamanın tam metni şöyle:

“NİMET TANRIKULU’NUN YANINDAYIZ 

1986 yılında, askeri darbenin hemen ardından kurulan İnsan Hakları Derneği’nin kuruluşundan itibaren yer alan insan hakları savunucusu Nimet Tanrıkulu, 29 Kasım 2024 günü Ankara’da 7. Sulh Ceza Mahkemesi’nin verdiği kararla akıl dışı bir biçimde tutuklandı.

Nimet Tanrıkulu aynı zamanda 78’liler Hareketi’nin kuruluşunda yer alan ve feminist kimliği ile uluslararası çapta tanınan bir kadındır. Nimet, 26 Kasım 2024 günü sabah evine düzenlenen bir polis operasyonunda gözaltına alındı. Ataköy polis merkezinde bir süre tutulduktan sonra Ankara Terörle Mücadele Şubesi ekipleri tarafından alınarak Ankara’ya götürüldü, 29 Kasım’a kadar gözaltında tutuldu. Nimet’in gözaltına alındığı operasyonda birbirleriyle hiç ilgisi olmayan 14 kişi gözaltına alındı. Bu 14 kişi sivil siyasetçiler, sendikacılar ve insan hakları savunucularıydı. Dosyada ortak hiçbir konu söz konusu olmamasına rağmen aynı dosyanın içinde soruşturuldular ve 9 kişi tutuklandı. Nimet Tanrıkulu’nun örgüt üyesi olduğu iddiasıyla tutuklanmasına gerekçe yapılan konular, son derece hukuk dışı olduğu gibi aynı zamanda akıl dışı. Dosyada Kerem isimli bir itirafçının bazı kişiler hakkında yaptığı asılsız suçlamalar, temel alındı. Nimet Tanrıkulu’nun 2012, 2013, 2014 yıllarında birçok uluslararası seyahati olduğu gibi Erbil ve Süleymaniye’ye de birkaç defa gittiği zaten yasal çıkışlar olduğu için pasaportunda belirli. Nimet Tanrıkulu ifadesinde Erbil ve Süleymaniye’ye gittiğini, Erbil’e tanınmış Kürt iş kadını Ferda Cemiloğlu’nun davet üzerine gittiğini Süleymaniye’ye de birkaç kere gazeteci Celal Başlangıç’la gittiklerini çünkü orada bir yayınevi kurma çabalarının olduğunu ancak bunun ekonomik nedenlerle yapılamadığını söyledi. Bunların hepsi zaten devletin kayıtlarında, pasaport belgelerinde, havaalanı giriş çıkış kayıtlarında belirli. Ancak birçok dosyada asılsız ifadeler veren Kerem isimli itirafçı Nimet Tanrıkulu’nu bir kez Nurettin Demirtaş’la görüşürken gördüğünü söyledi. Böyle bir durumun olmadığını Nimet Tanrıkulu defalarca açıklamaya çalışmasına rağmen mahkeme bunu ciddiye almadı. Nimet Tanrıkulu’nun katıldığı Kürt kadınlarının ortak toplantısı bir başka gerekçe olarak gösterildi. Bunun dışında yine akıl dışı bir biçimde Nimet Tanrıkulu’nun hakkında soruşturma olan bazı kişilerle aynı otelde kaldığı iddiasına yer verildi.

İnsan hakları savunucuları olarak şunu çok iyi biliyoruz ki muhalif kesimde yer alan ya da insan hakları hareketi içinde, feminist hareket içinde, Kürt hareketi içinde yer alıp da hakkında soruşturma yapılmayan tek bir kişi yoktur. Kişinin kaldığı otelde kimlerin kaldığını bilmesi mümkün olmadığı gibi hakkında soruşturma olan bir kişinin otelde kalması gibi bir suçlamada zaten yapılamaz. Kaldı ki anayasanın 38. Maddesi son derece açıktır. Anayasanın 38. Maddesi “suçluluğu hükmen sabit oluncaya kadar hiç kimse suçlu sayılamaz” demektedir. Oysa ki ne yazık ki Sulh Ceza Hakimi hukukun bu temel prensibini hiçe sayarak Nimet’in kaldığı otelde hakkında soruşturma olan kişilerin bulunmasını suç saymıştır. Bu tür benzer suçlamalar zamanında Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde de yapılmış yine Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde kullanılan İtirafçı ifadeleri nedeniyle binlerce insan cezalandırılmıştır. Ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yapılan bu usulsüz yargılamalar nedeniyle Türkiye’yi defalarca mahkûm etmişti. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki Nimet Tanrıkulu hakkında benzer bir iddia ile Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı 2012’ye 2199 dosya numarasıyla bir soruşturma yürütmüş ve bu soruşturma sonucunda kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Yine 20158 yılında Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi’nde benzer bir konuyla ilgili açılan 2018’e 470 esas sayılı dosya ile görülen davada da mahkeme söz konusu soruşturmaya yer olmadığı kararını esas alarak mahkemenin durmasına karar vermiştir. Bu kararlar mahkemeye tevdi edildiği halde Sulh Ceza Mahkemesi’nin bu karaları dikkate almadan Nimet Tanrıkulu hakkında tutuklama kararı vermesi gerçekten hukukun yerle bir edilmesi anlamına gelmektedir.

Nimet Tanrıkulu bir insan hakları savunucusudur, bir feministtir ve 78’liler Hareketi’nin önemli figürlerinde biridir. Nimet Tanrıkulu uluslararası ödüller almış yine dünya çapında tanınan bir insan hakları savunucusudur. Aynı zamanda Cumartesi Anneleri eyleminin başlangıcından beri yer alan bir kadındır. Bu nedenle Nimet Tanrıkulu hakkında asılsız gerekçelerle verilen tutuklama kararını asla kabul etmiyoruz. Bu karar tüm sivil toplumu susturmaya, korkutmaya yönelik bir karardır. İnsan hakları savunucuları bugüne kadar yaşadıkları tüm hak ihlallerine rağmen biatsız bir şekilde mücadelelerini devam ettirmektedirler. Nimet Tanrıkulu da bu insanlardan biridir ve Nimet Tanrıkulu insan hakları mücadelesinden asla ödün vermeyecek bir kişidir. Bizler onun arkadaşları İnsan Hakları Derneği ve 78’liler Hareketi olarak Nimet Tanrıkulu’nun sonuna kadar yanındayız.

İNSAN HAKLARI DERNEĞİ-İZMİR DERSİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ-İMECE-DER

78’LİLER HAREKETİ-TARİŞ 78’LİLER DERNEĞİ-EZİLENLERİN SOSYALİST PARTİSİ”

 

     

3 Aralık Engelliler Günü’nde BM Engelli Hakları Sözleşmesi ışığında, engelli politikalarını bir an önce oluşturarak deklare edilmesi istendi.

 

Kabul, Eşitlik, Dahil Olma, İstihdam- Otizm Derneği Başkanı Serap Dikmen Ahmetoğlu, 3 Aralık Engelliler Günü nedeniyle yaptığı açıklamada, engellilere yönelik hizmetlerin sürekli ötelendiğini belirterek, “BM Engelli Hakları Sözleşmesine uygun düzenlemelerle hazırlanmış engelli politikasına ulaştığımız gün, 3 Aralık bizim için tekrar anlam kazanacak” dedi.

Eğitim, sağlık, istihdam, erişilebilirlik, sosyal devlet hizmetleri alanlarındaki talepleri karşılanmayan engelliler için, 3 Aralık Engelliler Gününün daha çok vaat gününe dönüştüğünü savunan Ahmetoğlu, “İktidar ve muhalefette yer alan siyasi partiler, merkezi idare ve yerel yönetimler, kısacası tüm karar vericiler engellilerin sorunlarına ilişkin çözümleri, gündem maddeleri içinde sonlara yerleştiriyor. Bu nedenle, engelli toplumunun yaşadığı sorunların çözümüne bir türlü sıra gelmiyor” dedi.

Türkiye’de ihtiyaçlara cevap veren bir engelli politikasına acilen ihtiyaç bulunduğunu vurgulayan Ahmetoğlu, çözümlerin, devlet ve siyaset kurumları tarafından planlı, programlı şekilde ele alınmasını istedi ve şu çağrıyı yaptı:

Engelli grupların yaşamın içine eşit haklarla karışmasının önündeki engellere ait çözümler, doğru ve etkin politikalar oluşturularak uygulanmalıdır. Bütün partiler, Türkiyenin imzacısı olduğu BM Engelli Hakları Sözleşmesi ışığında, engelli politikalarını bir an önce oluşturarak deklare etmelidir. Herhangi bir ayrımcılığa izin vermeksizin tüm engellilerin insan hak ve temel özgürlüklerinin eksiksiz olarak yaşama geçirilmesini sağlamak ve güçlendirme yükümlülüğünü imzacı devlete veren bu sözleşmenin ruhunu özümsediğimiz gün, 3 Aralık içi boş sloganların atıldığı bir gün olmaktan çıkacaktır.

 

İzmir Kadın Platformu 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde sokağa çıktı..Haklarımız ve hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz. Mücadelede bir aradayız.

İzmir Kadın Platformu, 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Uluslararası Mücadele Günü’nde Alsancak Garı önünde toplanarak  Kıbrıs Şehitleri Caddesinde  yürüdü.  Kadınlar, “Haklarımız ve hayatlarımızdan vazgeçmiyoruz. Mücadelede bir aradayız” yazılı pankartı arkasında toplanarak,  Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne  yürüdü.   Yürüyüş boyunca kadınlar; “Kadın Cinayetleri Politiktir”, “Kadınlar kayyum istemiyor”, “Krizin yükü patronlara”, “Kadınlar işe çocuklar kreşe”,  “parasız bilimsel anadilde eğitim”,  ” Susmuyoruz korkmuyoruz itaat etmiyoruz”,  ” Nefrete inat yaşasın hayat”, “Faşizme inat yaşasın Hayat”, ” Yaşasın kadın dayanışması”, “Kutsal aileniz batsın kadınlar yaşasın”,   “Katil İsrail Filistin’den defol”, “Göçmen kadınlar yalnız değildir” sloganlarını attı.

Türkan saylan Kültür Merkezi önünde  İzmir Kadın Platformu’nun açıklaması  okundu.  Açıklamanın Kürtçe özeti de okundu Açıklama şöyle:

Basına ve Kamuoyuna;
25 Kasım 1960 tarihinde, 64 yıl önce, faşist diktatörlüğe karşı özgürlük mücadelesi veren
Patria,  Minerva ve Maria Mirabel kardeşler tecavüze uğrayarak katledildi. Bugün dünyanın
dört bir yanında faşist diktatörlüklere, erkek-devlet şiddetine, yoksullaştırma ve aile
politikalarına, savaşa karşı emeğimiz, bedenimiz, haklarımız ve hayatlarımız için
sokaklardayız. Hikayesi yarım bırakılmış tüm kadınların öfkesiyle, göç yollarında, evlerde,
okullarda, işyerlerinde, sokaklarda şiddete, tecavüz ve tacize karşı birbirinin elini sıkıca tutan
kızkardeşlerimizden ve Mirabel’lerin kanat çırpışından aldığımız güçle buradayız.

AKP-MHP ittifakı kadın-çocuk düşmanlığı politikalarını sürdürüyor. Kadınların kazanılmış
tüm haklarına saldıran devlet, İstanbul Sözleşmesi’ni bir gece kararnamesi ile fesh ederken
6284’ü kaldırmaya çalışıyor. Kamusal alanı gericilikle yeniden inşa etmeye çalışan AKP,
yukarıdan aşağı tüm alanlarda erkek-devlet şiddetini örgütlüyor. Faillerini iyi halden, kanıt
yetersizliğinden serbest bırakarak bir cezasızlık zırhıyla koruyor, hayatta kalmak için kendini
savunmak zorunda kalan kadınlara ise en ağır cezalar veriliyor. Nevin Yıldırım gibi hayatını
savunan kadınlar ise hayatta kaldığı için cezalandırılıyor. Cezasızlık politikaları ile failler
cesaretlendiriliyor, cemaat-tarikat yoluyla çocuklar katlediliyor. Kadın düşmanı politikalar
Sağlık Bakanlığı’ndan, Eğitim Bakanlığı’na kadar her kurum aracılığı ile sistematik olarak
sürdürülüyor. Sağlık Bakanlığı yayınladığı bilim dışı videolar ile kadınların nasıl
doğuracağına müdahale ediyor, “normal doğum” yapmayan kadınların anneliğini tartışmaya
açıyor. Milli Eğitim Bakanlığı ise, ÇEDES projesi adı altında çocukların yaşamlarını
gericilikle kuşatıyor. “Kutsal aile” diyerek kadınları hapsetmeye çalıştıkları evlerde kadınlar
katlediliyor, çocuklar istismara uğruyor. İstanbul’un orta yerinde Ayşenur Halil ve İkbal
Uzuner, vahşice katledilirken bu ülkede her gün en az 4 kadın erkekler tarafından
öldürülüyor. 2024 Ocak ayından bu yana erkekler, 327 kadını, en az 39 çocuğu öldürdü, 240
kadının ölümüyse “şüpheli” olarak kaydedildi.

 

 

Kadın katillerinin “cani, sapık, uyuşturucu etkisi altında” diyerek yaşanan şiddeti münferit
göstermeye çalışanların yüzüne karşı bunun iktidarın kadın düşmanı politikalarının bir sonucu
olduğunu haykırıyoruz. Türkiye’de katledilen kadınların sayısı en yüksek sayılara ulaşmışken
yüzde 90’ı iktidarın kutsadığı ailenin üyesi olan erkekler tarafından katledildi.
İzmir Büyükşehir Belediyesi AKPli meclis üyesi Latif Aydemir, “öldüren kadar ölenlerde
suçlu” diyerek katledilen kadınları suçladı. Daha birkaç gün önce İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya
ise, kadınların “bizi aramak yerine kapıyı açtığı için” öldürüldüğünü söyledi. Cebinde
uzaklaştırma karar varken katledilen sayısı son bir yılda 43 iken, Yerlikaya’ya polise şikayete
giden kadınları evine gönderdiğini, uzlaştırmacı adı altında kadınları failleriyle barıştırmaya
çalışıldığını ve 9.Yargı Paketi ile uzaklaştırma kararına uymayan erkeğe verilen tazyik
hapsinin kaldırıldığını hatırlayalım. “Kutsal aile”niz, işyerleri, sokaklar, caddeler, kampüsler
yani yaşamın her alanı biz kadınlar ve çocuklar için her yer suç mahaline dönüştü. Sorumlusu
AKP-MHP iktidarı ve işbirlikçileridir.

Narin, cemaat-tarikat-aile işbirliği ile AKP’li milletvekili Ensarioğlu’nun “aileyi yakından
tanırım, kefilim.” dediği aile de katledildi Narin. Paralı sağlık sistemi kadınların, kürtaja,
doğum kontrol yöntemlerine erişiminin önünde bir engel olurken devletten para almak için
bebekleri katleden Yenidoğan Çetesi haberlerine açtık gözümüzü. Rabia Naz’ın faili AKP’li
belediye başkanının yeğeni olduğu için korundu. 6 Şubat depreminin ardından dönemin Aile
ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, 1912 refakatsiz çocuğun cemaat-tarikatlara teslim
edildiğini açıkladı. Sesini asla duyuramayan engelli çocuklar, devletin korumasında olması
gereken refakatsiz çocuklar, yurtlarda, tarikat kıskacında cinsel istismarın, şiddetin hedefi
oluyor. MESEM projesi ile çocuk işçi yaratmaya çalışan iktidar, cemaat ve tarikatlarda intihar
eden, MESEM projelerinde ölen çocukların sorumlusudur.

Erkek egemen kapitalist sistem ve bitmeyen kutsal aile söyleminiz kadınları istihdamdan
uzaklaştırırarak yoksullaştırıyor, kadını ucuz iş gücü olarak görüyor, sendikasız güvencesiz,
esnek çalışmaya mecbur bırakıyor. Ekonomik ve sosyal güvenceden yoksun bırakılmayı,
yoksullaşmayı, güvencesiz- kayıt dışı çalıştırılarak sömürülmeyi, tüm bakım yüklerini karşılıksız
olarak yüklenmek zorunda görülmeyi, şiddet ve istismar tehdidi altında yaşamayı reddediyor,
haklarımıza ve hayatlarımıza sahip çıkıyor, emeğimiz, bedenimiz ve kimliğimiz üzerindeki
binlerce yıllık erkek egemen sömürü düzenine karşı mücadeleyi büyütüyoruz. Her kadına
güvenceli iş, kamusal kreş istiyoruz. Eşit işe eşit ücret ve sendikal haklarımız için mücadele
ediyoruz.

Tüm dünyada iktidarda bulunan otoriter, faşist ve muhafazakâr iktidarlara karşı dünyada
kadınlar direniyor. Siyonist İsrail Devleti, Filistin’de soykırımı sürdürürken AKP, İsrail’i
kınama açıklamaları yaparak askeri, diplomatik, ticari tüm ilişkiler ile iki yüzlü politikalarını
sürdürüyor. Türkiye’de ve dünyada kadınların bedeni üzerinde kurulmaya çalışılan tahakküm
her geçen gün artıyor. Sadece Orta doğu ülkelerinde değil faşist iktidarların kazandığı Fransa,
Macaristan, Almanya gibi ülkelerde de ilk kadın ve LGBT+İ haklarına saldırıyor. Kadın
bedeni üzerinden yürüttükleri kadın kazanımlarına dönük saldırılar arttıkça kadınların
mücadeleleri de artıyor. Filistin’de işgale karşı direnen kadınların, İran’da örtünme yasasına
karşı bedenini direnişin simgesi yapan Ahou Daryaei’nin, ABD’de 7 bölgede kürtaj hakkını
kazanan kadınların, Afganistan’da, Hindistan yaşamını savunan, Fransa’da faşist iktidara karşı
sokakları kuşatan kadınlar direnişi ile birleşiyor direnişimiz.

Erkek-devlet şiddeti hayatlarımıza ve haklarımıza saldırırken irademize de saldırıyor.
Halkları düşmanlaştıran, kutuplaştırıcı, ayrımcı politikalarla, militarist söylemlerle, seçme
seçilme hakkını gasp edenlere, kadınların iradesini yok sayanlara karşı Hakkarili, Esenyurtlu,
Batmanlı, Mardinli, Halfetili, Dersimli, Ovacıklı kadınlarla yan yanayız. Kayyum politikalarının
2019 yılından bugüne kadar en çok kadınların kazanımlarına saldırdığını biliyoruz. Kadın
merkezlerini kapatan, kadınların regli izni gibi taleplerini içeren toplu sözleşmeleri fesheden
kayyumlara karşı Hizbullah’a karşı ülkenin en yüksek oyunu alan Batman Belediyesi Eşbaşkanı
Gülistan Sönük’ün iradesi ile kayyuma karşı direnen kadınların isyanını buradan selamlıyoruz.

Şimşek programı olarak bilinen, Orta Vadeli Program ile yoksullaştırma politikaları ile kadınlar
her gün daha da yoksullaşıyor. Selçuk’ta bir barakada yaşları 1 ile 5 yaşında değişen 5 çocuk,
devrilen sobanın gazından etkilenerek hayatını kaybetti. AKP Grup Başkavekili Özlem Zengin
“Aileyi 18 kez ziyaret ettik, her şeyi paraya bağlıyorsunuz, annesi çocukları vermedi” dedi.
Kamusal kreşler açmayan, kadınların doğum kontrol yöntemlerine erişimini engelleyen,
bizleri açlık sınırının altında yaşamaya mecbur bırakan iktidarınızın sorumsuzluğunu
kadınların “anneliğini” suçlayarak örtbas edemezsiniz. Bu ülkede 172 bin çocuk her gün
yatağa aç girerken, her dört çocuktan biri okula aç gidiyor. 2025 bütçe görüşmelerinde
Diyanet’e ayrılan bütçe 130 milyar olurken her kadına günlük olarak ayrılan bütçe sadece 38
kuruş oldu. Şirketlerin vergi borçları bir gece yarısı silinirken kadınların %30,8’i kayıt dışı
çalıştırılıyor. Kapitalizm yoksul ülkelerde kadınların yeniden üretim alanında 15 yaş üstü kız
çocuklarından ve kadınlardan elde ettiği kar yıllık 10.8 trilyon dolar. Ucuz iş gücü yaratmak
için “3 yetmez 5 çocuk” diyen iktidarınız, kadınları aile içine hapsederek bakım emeği yükü
altında yaşamaya mecbur bırakıyor. Şimşek programı ile uygulanan tasarruf tedbirleri
kamusal haklarımızı gasp ederken, belediyelere zaten belirli bir kesimin yararlanabildiği
kreşleri kapatma talimatı veriyor. Dolmayan pazar arabasının, pişmeyen yemeğin sorumlusu
kadınlar olarak görülüyor ve erkek şiddeti hayatımızı kuşatıyor. İşten çıkarmaya, güvencesizesnek çalışmaya karşı emeğine sahip çıkan Lezita, Polonez işçileri polis şiddetine karşı emeği
için, hakkı olanı almak için mücadeleden vazgeçmiyor. Tasarruf tedbirleri ile kırıntısı kalan
kamusal haklarımızı sizin sarayınızın itibarına teslim etmeyeceğiz. Yoksullaştırma
politikalarınıza karşı bizim olanı alacağız!

Ne giyeceğimizi, nasıl doğuracağımızı, nasıl yaşayacağımızı, erkeğe biat ve itaat etmemizi
dayatarak bize sınır çizenlere, nefret söylemini yaygınlaştıran aile politikalarınıza, LGBTİ+’lara
savaş açanlara karşı mücadelemiz en güvenli yer! İstanbul Sözleşmesi’nin fesih kararının geri
çekilmesi için, 6284 Sayılı Yasa’nın etkin uygulanması için, çocuklara yönelik şiddeti önlemeye
yönelik Lanzarote Sözleşmesi’nin gereğinin yerine getirilmesi için mücadelemiz en güvenli
yer! Çalışma yaşamında şiddet ve tacizin önlenmesine yönelik ILO’nun 190 Sayılı
Sözleşmesi’ne taraf olunsun ve sözleşme yürürlüğe girsin.İşsizliğe, yoksulluğa, güvencesizliğe,
KHK’lerle gasp edilen çalışma hakkımıza karşı mücadelemiz en güvenli yer! Savaşa karşı barışı
savunmak için, Çocukların güvenliğini bahane ederek meclisten geçirdikleri hayvanları
öldürme yasasına karşı, yağmacı-talancı çeteler ile doğayı talan edenlere karşı mücadelemiz
en güvenli yer! Hayatımızı gericilikle kuşatmaya çalışanlara karşı eşit, özgür, laik bir yaşamı
yeniden kurmak için birleştiriyoruz ellerimizi. Mücadelemizle 9.Yargı paketinden çıkarılan
soyadı hakkımızı kazandığımız gibi 6284’ü de uygulatacağız.

 

Diyarbakır Valiliği’nin yasaklamaya gücünün yeteceğini sandığı tüm dünyada kadınların
direnişinin sloganı olan “Jin,Jiyan,Azadi” sloganı ile kuşandık öfkemizi. Katledilen, hikayesi
yarım bırakılan tüm kadınların kanat çırpışında mücadelemiz.

Emeğimiz, bedenimiz, kimliğimiz için kocaya, patrona, diktatöre hayatlarımızdaki tek
adamlara karşı yaşamlarımızı savunmak için, evlerden, işyerlerinden, kampüslerden çıkıp en
güvendiğimiz yerdeyiz! Birbirimizin elini sıkıca tutuyor, sokaklardan, meydanlardan
haykırıyoruz. Ben, sen, o birbirimizin çaresiyiz. Hayatlarımızdan ve haklarımızdan
vazgeçmiyoruz.
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMAMIZ
YAŞASIN MÜCADELEMİZ
JİN JİYAN AZADİ”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Kayyum darbedir.Halkın iradesi gasp edilemez!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  Türkan saylan Kültür Merkezi önünde, Dersim ve Ovacık  Belediye Başkanlıklarına kayyum atanmasını protesto etti.  “Kayyum darbedir  halkın iradesi gasp edilemez”, “İrademe dokunma.. Kayyuma geçit yok” pankartları  arkasında toplanan  emek ve demokrasi güçleri,  “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kayyumlar gidecek biz kalacağız”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”,  ” Hükümet istifa”,  ” Kayyum darbedir darbeye hayır”,  “Baskılar bizi yıldıramaz”,  “Diren Dersim İzmir seninle”, “Susma sustukça sıra sana gelecek”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”,   “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Susma sustukça sıra sana gelecek”   sloganları atıldı.

Yapılan açıklamada, kayyım atamalarına derhal son verilmesi, halkın seçilmiş temsilcileri görevlerine iade edilmesi, Türkiye’nin her köşesinde demokrasi, barış ve adalet sağlanması istendi.

Açıklamayı  İzmir  Eğitim-Sen 1 No’lu Şube Başkanı nafiz Ceylan   okudu. Açıklamanın tam metni şöyle;

“Kayyum Darbesine Karşı Demokrasi ve Halk İradesi Kazanacak!

Bugün burada, halkın iradesine yapılan sistematik müdahalelere, belediyelere atanan kayyım uygulamalarına ve demokrasiye vurulan darbeye karşı sesimizi yükseltmek için toplandık.

Ovacık ve Tunceli belediyeleri, halkın sandıkta kullandığı irade doğrultusunda seçilmiş başkanlar tarafından yönetilmesi gerekirken, bir kez daha antidemokratik kayyım uygulamalarıyla karşı karşıya kalmıştır. Halkın iradesine rağmen atanan kayyımlar, demokratik siyaseti ve yerel yönetim hakkını gasp etmektedir. Bu, sadece bölge halkına değil, Türkiye’de demokrasiyi savunan herkese yapılmış bir saldırıdır.

Kayyım politikaları, yerel yönetimlerde halkın söz, yetki ve karar hakkını yok saymakta; katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir belediyecilik anlayışını ortadan kaldırmaktadır. Demokratik değerleri savunan bizler, halkın iradesinin hiçe sayılmasını kabul etmiyoruz! Seçilmişlerin yerine atanmışların geçirilmesi, hukuk ve demokrasi ilkeleriyle bağdaşmadığı gibi, toplumsal barışa da zarar vermektedir.

Bizler İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak bir kez daha vurguluyoruz:
• Kayyım uygulamaları derhal sona erdirilmelidir!
• Halkın seçilmiş temsilcileri görevlerine iade edilmelidir!
• Türkiye’nin her köşesinde demokrasi, barış ve adalet sağlanmalıdır!

Buradan iktidara ve tüm yetkililere sesleniyoruz: Halkın iradesine müdahale ederek hiçbir meşruiyet kazanamazsınız! Demokrasi, sadece sandıkta değil, her alanda halkın iradesine saygı duymayı gerektirir.

Tüm Türkiye halklarını bu hukuksuzluğa ve adaletsizliğe karşı mücadeleye davet ediyoruz. Demokrasi ve halk iradesi için susmayacağız, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz!

Kayyımlara hayır! Halk iradesi kazanacak!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri
22 Kasım 2024”

İLHAN KAMACI

                                                                             İLHAN KAMACI (01.06.1952-04.10.2024)

Aksaray doğumlu olan arkadaşımız, dostumuz Antalya Lisesi’ni bitirdikten sonra Ege Üniversitesi  Fen Fakültesi Jeoloji Bölümüne kayıt yaptırdı. 1973-1977 döneminde  Jeoloji Mühendisliği’nde okudu ve mezun oldu. Öğrencilik döneminde demokratik anti-emperyalist gençlik mücadelesinin aktif bir militanıydı. Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’nde çalıştı. Aynı zamanda Fen Fakültesi Öğrenci Derneği’nin Başkanlarındandı. Öğrenci gençliğin demokratik özerk üniversite mücadelesinde ve yurtların faşistleştirilmesine  karşı mücadele etti.

1978- 1984 yıllarında  Devlet  Su işleri Müdürlüğü’nde  sonraki yıllarda  özel sektörde çalıştı.   Okulu bitirdikten sonra evlendi İki kızı var. İlhan’ın sağlık sorunları vardı. 2000 yılında kalp ameliyatı oldu. 2006 yılında ise beyine giden damarında pıhtı attığı için kısmi felç ve konuşma bozukluğu yaşadı. ilhan dirençli bir yoldaşımızdı,  hastalıkları yenerek yaşama tutundu.  4 Ekim Cuma günü  İlhan’ı kaybettik.   Bağımsızlık, demokrasi ve  sosyalizm mücadelesinde bizlerle yaşayacak..

İlhan’a saygı sevgi ve özlemle

Jeoloji Bölümünden arkadaşları Erol Sun ve Mahir Demirbaş ile birlikte

İzmir Kadın Platformu; Yangın değil yoksulluk öldürdü. 25 Kasım saat 19.00 da Alsancak Gar önünde mücadelemizi birleştirelim..

İzmir Kadın Platformu,  Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde  “Yangın değil yoksulluk öldürdü. Hayatı elinden çalınan çocukların hesabını soracağız” pankartı açarak basın açıklaması yaptı.  Kadınlar, İzmir’in Selçuk ilçesinde hurdacılık yaparak çocuklarına bakmaya çalışan annenin hurda  parasını almak için evden ayrıldığı sırada çıkan yangında yaşamını yitiren beş çocuğu, siyasi iktidarın sermaye yanlısı politikaları ve yoksulluğun öldürdüğünü açıkladı.  AKP-MHP siyasi iktidarının  kadın cinayetleri ve tacizlerinin suç ortağı olduğunu ve siyasi iktidara karşı kadınları 25 Kasım’da mücadeleye çağırdı.  Kadınlar; “AKP elini çocuklardan çek”, “Yangın değil yoksulluk, kaza değil cinayet”, “Sermayeye değil çocuklara bütçe”, “Aileniz batsın çocuklar yaşasın”, “Diyanete değil çocuklara bütçe”, “Kadınlar işe çocuklar kreşe”, “Çocuk cinayetleri politiktir”, “Sermaye elini çocuklardan çek”,  “Korkmuyoruz susmuyoruz itaat etmiyoruz”,  sloganlarını attı.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“YANGIN DEĞİL YOKSULLUK ÖLDÜRDÜ

Bir yaşındaki Aras Bulut, iki yaşındaki Masal Işık, üç yaşındaki Aslan Miraç, dört yaşındaki Funda Peri ve beş yaşındaki Fadime Nefes…

İzmir’in Selçuk ilçesinde hurdacılık yaparak çocuklarına bakmaya çalışan anne Melisa Akcan, hurda parasını almak için yaşadıkları baraka evden ayrıldığı sırada çıkan yangında yaşamını yitirdi.

Daha sorumlu bakanlık ve kurumlardan açıklama yapılmadan “aileye yardım yapıldı. çocukları devlet korumasına vermek istemediler” gibi haberler düştü ortalığa itiraf niteliğinde.

AKP Grup Sözcüsü Özlem Zengin meclis kürsüsünden utanmadan Aile ve Sosyal Hizmet Bakanlığı tarafından ailenin 18 kez ziyaret edildiğini, 110 bin 705 lira, kaymakamlık üzerinden de 9 bin lira civarında, elektrik desteği verildiğini söyleyerek, “Aile tüm bunlara rağmen çocuklarına kendi bakmayı tercih etmiş. Kimsenin çocuğunu zorla alma kastı yok, öyle bir imkan da yok. Annenin de hayat tarzı…” diyerek tıpkı kadın cinayetlerinde olduğu gibi acılı anneyi hedefe koyabildi.

Yetmedi ölümlerin sebebini soranlara, açıklama isteyenlere “Her şeyi paraya bağlıyorsunuz” diye çıkışıp “altında başka sebepler var, onları da arka tarafta size izah edeyim” diyerek sermaye yanlısı politikalarının sonuçlarını gizlemeye, aileyi suçlamaya devam etti.

2021 Aralık-2024 Kasım tarihleri arasında en az 43 çocuk yangınlarda can verdi, onlarca çocuk yaralandı. Her facianın altından yoksulluk ve devletin sorumluluğunu yerine getirmediği gerçeği çıkmışken bu açıklamaları kabul etmiyoruz.

Çocukların ölümünün nedeni apaçık bir biçimde derin yoksullukken, ‘mesele para değil’ diyen, gelin arka tarafta konuşalım diyen Özlem Zengin’e buradan soruyoruz;

‘Sosyal yardım’ alırken hala yiyecek almak için hurdaya çıkmak zorunda kalan annenin çaresizliğine ‘yaşam tarzı’ demeye utanmıyor musunuz?

Madem bakanlıkta dahil, ilgili kurumların takibindeydi bu çocuklar neden öldü?

Yasalar, mevzuat ve uluslararası insan hakları sözleşmeleri, çocukların korunması için gereğinin yapılmasını söylüyor, örneğin Çocuk Koruma Kanunu’nda yer alan ‘Barınma Tedbiri’ maddesini neden uygulamadınız?

18 kere gittiğiniz evde yaşanamayacağını, çocukların ve annenin bu evde olmaması gerektiğini görmediniz mi?

Neden anneye çocuklarıyla beraber sağlıklı bir biçimde kalabilecekleri bir ev sağlamadınız?

Neden kadına güvenceli, gelir getirici bir iş sağlamadınız? Çocuklara ücretsiz bakım hizmeti sağlamadınız?

Verdiğinizi iddia ettiğiniz para, ki bunun da kamuda tasarruf tedbirleri kapsamında kesildiğini öğrendik, yoksulluk sınırının 70 binleri aştığı ülkemizde 5 çocuklu bir ailenin geçimine yeterli mi?

Aile Bakanlığı, Adalet Bakanlığı, kaymakamlık ve belediye dahil onca kurumun bilgisi, takibi, müdahalesi altında, yaşamını yitirdi bu çocuklar.

Eğitimden sağlığa, barınmadan beslenmeye çocukların her alandaki ihtiyaçları devlet tarafından göz ardı edildiği için can verdi.

Kadınlar olarak “arka tarafta değil” dosdoğru kamuoyuna açık yerde konuşuyoruz;

Sizin sermaye yanlısı politikalarınız yüzünden ölüyor çocuklar. Tasfiye ettiğiniz kamusal hizmetler yüzünden ölüyor. Kamu kreşlerini kapattığınız, sosyal devlet ilkesini sosyal yardıma onu da tarikat ve cemaatlere bağladığınız için ölüyor.

Siyasal çıkarlarınız için palazlandırdığınız tarikat cemaat yurtlarında yanarak ölüyor çocuklar, istismara uğruyor… Geleceksizlik yüzünden intihara sürükleniyor. Uyuşturucu ticaretinin merkezi haline getirdiğiniz ülkemizde çocuklar uyuşturucu bataklığına saplanıyor, taciz tecavüz istismara uğruyor, 13 yaşında çocuklar AİDS kapıyor, ölüyor.

Sermaye ve onun en çürümüş hali çetelere terk ettiğiniz sağlık sistemi içinde yeni doğan yoğun bakım ünitelerinde can veriyor.

Sadece bunlar da değil sermayeye ucuz iş gücü devşirmek için dizayn edilen MESEM’ler aracılığıyla okulda olması gereken çocuklar tezgah başlarında can veriyor. 2023 Eylül – 2024 Ağustos döneminde en az 66 çocuk iş cinayetlerinde öldü. Ucuz işçilikte Avrupa’nın Çin’i konumuna getirdiğiniz ülkemizde 2 milyon çocuk işçi var.

TÜİK verilerine göre 7 milyon çocuk yoksulluk içinde yaşıyor, yani yaklaşık her üç çocuktan biri yoksul doğuyor. Bu çocuklardan 200 bini açlık sınırı altında yaşıyor.

Yani o çok övündüğünüz büyüme rakamları çocukları ve kadınları öldürüyor.

Siz halktan topladığınız vergileri, sermayeye teşvik, vergi indirimi muhafiyeti diye dağıttığınız, yap işlet devlet modelli otoyol, köprü ve hastanelerle peşkeş çektiğiniz, yandaş sermayenin borcunu bir gecede silerken, eğitim ve sağlık başta olmak üzere kamusal hizmetlere para ayırmadığınız için ölüyor.

Sadece 2024 yılında sermayeden 2 trilyon 210 milyar vergi alacağından vazgeçerken, “Kadının Güçlendirilmesi” başlığı altında bir kadına yıllık yaklaşık 139.3 TL günlük 38 kuruş ayırdığınız için ölüyor.

Kadınların taleplerine kulak tıkadığınız, sermayeye yeni işçi kuşakları devşirmek ve iktidarınızın bekası için o çok “kutsadığınız” aile içinde şiddet gördüğü için ölüyor. Şiddeti önlemek, şiddetten korumak yerine vaazlarla şiddetle yaşamaya mahkum bıraktığınız için ölüyor.

Bir yandan aileyi kutsallaştırıp, diğer yandan o çok kutsadığınız aileleri yoksulluğa sürüklediğiniz için, kadını sadece aile içinde tanımladığınız, ne kadar hakkı varsa hedefe koyduğunuz, 6284’ü uygulamadığınız gibi, Çocuk Koruma Kanununu da uygulamadığınız için ölüyor. Ailenin güçlendirilmesi safsatası tel tel dökülüyor. “Kadının yeri evi, görevi annelik, üç beş çocuk doğurun” sözlerinizin iki yüzlülüğü saçılıyor ortalığa acı bir şekilde.

Patronların ihracat rakamları büyüyor, sizin şatafatlı yaşamınız büyüyor, çocuklar, kadınlar, işçi ve emekçiler yoksullaşıyor, yaşam standardı küçülüyor. Artan yoksulluk özellikle kadın ve çocuklara şiddet olarak geri dönüyor.

Eğer kadınların her mahalleye her işyerine 7/24 ücretsiz kreş taleplerine kulak tıkamasaydınız, okullara bir öğün ücretsiz yemek taleplerini “aç çocuk yok” diye cevaplamasaydınız, güvenceli istihdam olanaklarını ortadan kaldırmasaydınız, eşit işe eşit ücret taleplerini görmezden gelmeseydiniz, liseli çocukları Mesem’ler aracılığıyla patronlara ucuz işgücü diye sunmasaydınız, sağlığı piyasaya açmasaydınız bu çocuklar ölmeyecekti. Sorumlu sizsiniz, yaratılan ölüm düzeni.

Ve biz kadınlar ve LGBTİ+lar, kadın ve çocuklara sunduğunuz yoksulluk, şiddet ve ölüm dolu bu yaşamı kabul etmiyoruz.

‘Bizim canımız sizin ölüm düzeninize feda olmayacak’

Yan yana durmaya, birbirimizden güç almaya, taleplerimiz için örgütlenmeye devam edeceğiz.

Buradan bir kez daha bütün kadınlara ve LGBTİ+lara sesleniyoruz;

25 Kasım’a gel mücadele en güvenli yer diyoruz.

Eşit, özgür, şiddetsiz, güvenli bir yaşam talebimizi garanti altına alacak olan tek şey örgütlü mücadeledir. Evde, işte, okulda, bulunduğumuz her yerde taleplerimiz için örgütlenelim, 25 Kasım Pazartesi günü saat 19.00’da Alsancak Gar önünde mücadelemizi birleştirelim.

İZMİR KADIN PLATFORMU”

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri. Kayyum darbedir halkın iradesi gasp edilemez!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanmasını, Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına  kayyum atanmasını,  kayyum atanan belediye Başkanlıklarına, CHP ve DEM Parti  Meclis  üyelerinin alınmamasını Cumhuriyet Meydanı’nda toplanarak protesto etti.   “Kayyum darbedir  halkın iradesi gasp edilemez”, “İrademe dokunma.. Kayyuma geçit yok” pankartı arkasında toplanan  emek ve demokrasi güçleri,  “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kayyumlar gidecek biz kalacağız”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”,  ” Hükümet istifa”, “Kayyumlardan hesabı gençlik soracak”, ” Kayyum darbedir darbeye hayır”, ” Yaşasın halkların kardeşliği”,  “Baskılar bizi yıldıramaz”,  “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”,    “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Susma sustukça sıra sana gelecek”   sloganları atıldı.  Yapılan açıklamada, kayyım atamalarına derhal son verilmesi, Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’i derhal serbest bırakılması  ve görevine iade edilmesi; Mardin, Batman, Halfeti Belediyelerine yapılan kayyım atamalarını iptal edilmesi, seçilmiş başkanları demokrasiye uygun bir şekilde görevlerine iade edilmesi ve demokrasiyi ayaklar altında çiğnemekten derhal vazgeçilmesi istendi.

Açıklamayı  İzmir Barosu  Genel sekreteri  Zöhre Dalkıran  okudu. Açıklamanın tam metni şöyle;

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız

Ülkemiz her gün demokrasi ve hukuk adına yeni bir utanç kaynağı ile güne uyanıyor. Siyasi iktidar adeta bir gelenek haline getirdiği seçilmiş muhalif belediye başkanlarını görevden alarak yerine kayyum atamak ve zindanlara atmak eylemlerine her gün bir yenisini ekliyor. Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in hiçbir temel hukuk kuralına uymaksızın gözaltına alınıp tutuklanarak cezaevine konulmasının ardından halkın oylarıyla seçilmiş olan belediye başkanının yerine kayyım atandı. Hemen akabinde Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Halfeti Belediyelerinin seçilmiş başkanlarının yerine de kayyım atandı. Kayyım atanan bazı belediye önlerinde bu demokrasi karşıtı uygulamayı protesto eden insanlar ters kelepçe ile işkenceye maruz bırakıldı. Belediye önlerinde toplanan halk ve belediye meclis üyeleri belediyeye sokulmadı, arbedenin ortasında kaldı. Bunlar açıkça ülkede seçme ve seçilme özgürlüğü fiilen ortadan kaldırılmış olduğunu bize gösterdi.

En süslü demokrasi söylemleriyle basında yer alan siyasi iktidar, diğer tarafta demokrasiyi ayaklar altına almaya devam ediyor. Siyasi iktidar dilinden düşürmediği halk kelimesine rağmen her gün yeniden ve her seferinde halkın iradesini daha sert bir şekilde çiğnemekte hiçbir sakınca görmüyor. Üstelik bütün bunları hukuk dışı operasyonlarla, sindirme, yıldırma amaçlı baskınlarla, aramalarla ve tutuklamalarla gerçekleştiriyor. Sandıktan çıkan iradeyi tanımayan ve kendisine muhalif kim varsa bir şekilde susturmak için yargıyı ve kolluğu bir sopa gibi kullanan iktidar, bu ülkeyi tek kelimeyle faşizm karanlığına sürüklemiştir. Konuşmayan, okumayan, yazmayan, oy kullanmayan, kullansa bile sadece kendisini destekleyen, düşünmeyen, sorgulamayan, örgütlenmeyen, hakkını hukukunu aramayan bir toplum yaratma gayreti bu topraklarda o kadar duvara çarpmakta, o kadar başarısız olmaktadır ki, üç büyük ilin belediye başkanlıklarını kaybeden iktidar aslında siyasi erki de kaybettiğinin farkında olduğundan ve bu şartlar altında yönetemez hale geldiğinden dolayı baskı ve zulüm yöntemlerine sarılmaktan başka çare bulamıyor.

Gerek Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanıp yerine kayyım atanması gerekse Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım müdahalesi baştan sona bir hukuk garabetidir. İstanbul’un büyük bir ilçesinin belediye başkanının makamı itibariyle ifadeye davet edilmesi ve bu davete de haliyle icabet etmesi mümkünken büyük bir aceleyle ve kamuoyunu da yıldırmak amacıyla gözaltına alınması için en nazik ifade usulsüzlük olabilir. Tüm bu usulsüz sürecin ardından hiçbir kaçma veya delil karartma şüphesi bulunmazken sayın başkanın tutuklanması bu ülkede belediye başkanı da olsa sıradan bir yurttaş da olsa kimsenin hukuki emniyetinin olmadığını bir kez daha göstermiştir. Başkan Özer’in tutuklanmasının ardından hakkındaki soruşturmaya dair detaylar paylaşıldıkça ülkede hapse girmenin de, terörist ilan edilmenin de, bir insanın yaşamanın bir gecede sebepsiz bir şekilde altüst olmasının da ne kadar kolay olduğu ortaya çıkmıştır. Başkan Özer’in tutuklanmasına dayanak olarak, hakkında terör soruşturması yürütülen bazı kişilerle telefon görüşmesi yapmış olması ve kiracısından gelen kira bedelleri gösterilmektedir. Siyasi bir kişiliğin, üstelik İstanbul gibi bir metropolün büyük bir ilçesinde belediye başkanlığı yapmakta olan bir yurttaşın kendisine telefonla ulaşan herkesin kim olduğunu, hakkındaki soruşturma veya kovuşturmaları bilmesi mümkün müdür? Dünyanın neresinde böyle sübjektif, ne içerdiği belirsiz, temelsiz, dayanaksız, hukuki zemine sahip olmayan bir delil bir belediye başkanının tutuklanıp hapse atılmasını ve yerine kayyım atanmasını sağlayabilir? Siyasiler, sanatçılar, avukatlar, hatta bir kanaat önderi olunmasına da gerek yok, bir şekilde meşhur olmuş internet fenomenleri, futbolcular veya sıradan bir pop müzik şarkıcısının dahi tanıdığı veya tanımadığı yüzlerce kişiden telefon aldığı bir dünyada bu aşamadan sonra hiç kimsenin hukuki güvenliği kalmamıştır. Böylesi bir kriter ülkedeki herkesi terörist yapmaya yetecek niteliksizliğe haiz, bir ibret vesikasıdır. İnsanlar artık bu ülkede kendilerine telefonla ulaşan kişilerin önce GBT’lerini sormak zorundadır. Bu ülke bu hukuksuzlukla kötü bir vodvile dönmüştür.

Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atanmasına karşı tepki gösteren halka karşı siyasi iradenin tavrı, imkanı olsa halka da kayyım atanacağını göstermektedir. Bu ülkede iktidarın istediği tek şey, dilediği gibi yönetmek ve bunun karşılığında hiçbir muhalif sesin olmamasıdır. Ekonomik çöküş, siyaseten yönetememek, halkın geleceğinin kalmaması, hukukun ortadan kaldırılması, hak ve adalet arayışının her seferinde duvara çarpması, sağlık, eğitim gibi temel alanların bir politika olarak yok edilmesi karşılığında ülkenin tarikatlaştırılıp müritleştirilmesi tüm bunların en somut delilidir.

Kayyım atamalarının demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine verdiği hasarı defalarca deneyimledik. Özellikle doğu ve güneydoğudaki belediyelere karşı girişilen kayyım atamaları ve haksız, hukuka aykırı gözaltı ve tutuklamaların demokraside açtığı gedikler kapatılmadan bu eylemlere yenileri eklenmiştir. Sadece iç hukukta değil, uluslararası hukuk alanında da karşılığı olan kayyım atamalarına karşı Avrupa Konseyi bu atamaların Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na aykırı olduğu noktasında Türkiye’yi uyardığı gibi AİHM de kayyım atamalarının demokratik temsil hakkına zarar verdiği yönünde görüş bildirmiştir.

Değerli halkımız,

İktidar ülkeyi yönetememektedir. Yoksulluğu, açlığı, geleceksizliği, eğitimsizliği, çaresizliği halka bir erdem olarak dayatmaya çalışsa da halkın kaynamayan tenceresi, okuyamayan çocuğu, tedavi olamayan annesi-babası bu yarı mistik propagandaları tersyüz etmekte, hayat kendi gerçekliğini yönetenlerin halka fısıldadığı masalların önüne çok sert bir şekilde koymaktadır. Dolayısıyla bu yönetememe sorunu iktidarı hak ve özgürlükleri, demokrasiyi daha da kısıtlamaya itmektedir. Zaman zaman atılan savaş naraları bu yüzdendir. Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi tartışmaları bu yüzdendir. Ülkenin her yanının tarikatlaştırılması, tekkeleştirilmesi bu yüzdendir. Etki ajanlığı yasası adı altında, kendilerini eleştirecek herkesi ajan yaftalamasıyla hapse tıkmak için yasal düzenlemelere girişmeleri bu yüzdendir. Yönetemedikçe halkı baskılamakta, baskıladıkça yönetememektedirler. Bu kısır döngü ancak daha fazla demokrasi, daha fazla ekmek, daha fazla refah, daha fazla özgürlük, daha fazla insan hakkı, daha fazla hukuk ve adalet ile aşılabilir.

Değerli basın mensupları, kıymetli yurttaşlar, ülkemizin aydınlık insanları,

Bu karanlık elbet bir gün dağılacaktır. Ülkemiz gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, güneşli, güzel günlere uyanacaktır. Bu ülke bu karanlıktan dayanışma ile, birlik ile çıkacak, her yeri, her kurumu yangın yerine dönmüş ülkemizi, bu karadumanı elbirliği ile dağıtacaktır. Her yerde demokrasi, insan hakları ve özgürlük diye haykıracağız. Ve inanın bunu elde edeceğiz.

Buradan bir kez daha sesleniyoruz; kayyım atamalarına derhal son verin. Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’i derhal serbest bırakın ve görevine iade edin. Mardin, Batman, Halfeti Belediyelerine yapılan kayyım atamalarını iptal edin, seçilmiş başkanları demokrasiye uygun bir şekilde görevlerine iade edin. Demokrasiyi ayaklar altında çiğnemekten derhal vazgeçin.

Ahmet Özer’e özgürlük!

Kayyım atamalarına hayır!

Yaşasın demokrasi!”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: İrademe dokunma Kayyuma geçit yok!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanlıklarına ve Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması ve yerine kayyum atanmasını Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde protesto etti.   “İrademe dokunma.. Kayyuma geçit yok” pankartı arasında toplanan katılımcılar “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kayyumlar gidecek biz kalacağız”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, ” Yaşasın halkların kardeşliği- Biji Bıratıya gelan”,  “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”,  “Direne direne direnişten zafere”,  “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”  sloganları atıldı.  Yapılan açıklamada, halkın iradesine  saygı gösterilmesi ve kayyum kararlarının derhal geri çekilmesi istendi.  Hukuk dışı yollarla baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmesi, seçilmiş Belediye Başkanları derhal görevine iade edilmesi istendi.

Açıklamayı İzmir Eğitim-Sen 1 No ‘lu  Şube Başkanı Nafiz Ceylan  okudu. Açıklamanın tam metni şöyle;

“BARIŞA SAHİP ÇIKACAĞIZ!

KAYYUM HALK İRADESİNE, EMEĞE, BARIŞA DARBEDİR! ALIŞMAYACAĞIZ!
İRADEMİZE, EMEĞİMİZE BARIŞA SAHİP ÇIKACAĞIZ.

Ülke olarak güne ne yazık ki yine bir kayyum darbesi ile uyandık.

Esenyurt Belediye başkanı Ahmet Özer’in tutuklanıp yerine kayyum atanmasının üzerinden daha beş gün geçmişken bugün de bir kez daha en demokratik haklardan olan seçme seçilme hakkı gasp edilmiştir. Mardin Büyükşehir Belediyesi, Batman Belediyesi ve Halfeti Belediyesi başkanları görevden alınmış ve yerlerine kayyum atanmıştır.

Son beş ayda arka arkaya Hakkâri, Esenyurt Mardin, Batman ve Halfeti halkının iradesini gasp etmeye dönük saldırılar AKP-MHP iktidarının 31 Mart yerel seçimlerini ezici bir şekilde kaybettiği belediyelere kayyum darbesi ile adeta çökmeyi hedeflediğini tüm açıklığı ile ortaya koymaktadır.

Hedef açıktır. Tüm toplum iradesinin gasp edilmesine alıştırılmak, kayyum darbeleri olağan hale getirilmek istenmektedir.

Kayyum halk iradesine darbedir. Kayyum emeğe darbedir. 

Kayyum; yerel yönetim emekçilerini işinden, ekmeğinden eden, toplu sözleşmelerini iptal eden, sürgünü, sendikal ayrımcılığı, angarya çalıştırmayı rutin hale getiren bir emek düşmanlığının adıdır.

Kayyum:  Yolsuzluktur, boşaltılan kasalardır.

Kayyum: Şatafattır. Belediye binalarına eklenen jakuzili odalardır.

Kayyum: Yandaşlara belediyelerde kadro açmak, ihale dağıtmaktır.  Dolayısıyla halkın omuzlarına katmerli borçlar yüklemektir.

Kayyum: İktidarın insan ve doğa karşıtı rantçı belediyecilik anlayışı karşısında olan herkese verilmiş bir gözdağıdır.

Bir kez daha altını çiziyoruz. Demokrasinin varlığının temel koşulu halk iradesine saygı duymaktır, aksi her türlü karar veya müdahale halkın demokratik iradesinin gasp edilmesi anlamına gelmektedir. Seçilmiş milletvekillerinin Anayasa Mahkemesi kararlarına rağmen hala cezaevinde tutulduğu, belediye başkanlarının tutuklandığı yerlerine kayyum atandığı bir ülkede demokrasiden, adaletten, hukuktan bahsetmek mümkün değildir.

Herkes bilmelidir ki yaşanan bu hukuksuzluklara karşı parti, siyasi görüş ayrımı yapmadan ülke genelinde yeterli düzeyde tepki yaratılmaması halinde kayyum darbesi yeni belediyeler ile sürecektir.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak halkın iradesine, demokrasiye, emeğe, barışa darbe niteliğindeki kayyum politikalarını hiçbir dönem kabul etmedik, alışmadık.

Bugün de kayyum darbesini kabul etmiyoruz! Anti demokratik uygulamalarla haklarımızın gasp edilmesine alışmayacağız!

Duymak istemeyen kulaklara, görmek istemeyen gözlere inat bir kez daha çağrıda bulunuyoruz; halk iradesine vurulan bu darbeden derhal vazgeçilmelidir. Hukuk dışı yollarla baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmelidir. Seçilmiş Belediye Başkanları derhal görevine iade edilmelidir. 04.11.2024

 İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”

 

 

 

 

 

 

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Halkın iradesine darbe var. Esenyurt halkının iradesini savunacağız.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması ve yerine kayyum atanmasını Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde protesto etti.   “Halkın iradesine darbe var. Halkın iradesini savunacağız” pankartı arasında toplanan katılımcılar “faşizme karşı omuz omuza”, “Kayyumlar gidecek biz kalacağız”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, ” Faşizme ölüm halka hürriyet”, “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, “Kahrolsun faşist diktatörlük”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”  sloganları atıldı.  Yapılan açıklamada, halkın iradesine  saygı gösterilmesi ve kayyum kararlarının derhal geri çekilmesi istendi. Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’in  hukukla bağdaşmayacak  şekilde gözaltına alınması,  evinin aranması, tutuklanması ve  Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanmasına  derhal son verilmesi, Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’i derhal serbest bırakılması ve görevine iade edilmesi ve demokrasiyi ayaklar altında çiğnemekten derhal vazgeçilmesi istendi.

Açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz yaptı. Açıklamanın tam metni şöyle;

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız

Ülkemiz her gün demokrasi ve hukuk adına yeni bir utanç kaynağı ile güne uyanıyor. Siyasi iktidar adeta bir gelenek haline getirdiği seçilmiş muhalif belediye başkanlarını görevden almak, yerine kayyum atamak ve hatta zindanlara atmak eylemlerine bir yenisini dün ekledi ve Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’i önce hiçbir temel hukuk kuralına uymaksızın gözaltına aldı, ardından tutuklayarak cezaevine koydu. Ve tabii ki bu eylemlerini kaçınılmaz olarak halkın oylarıyla seçilmiş bir belediye başkanının yerine kayyum atayarak tamamladı.

Siyasi iktidar dilinde en süslü demokrasi söylemleriyle demokrasiyi ayaklar altına almaya devam ediyor. Siyasi iktidar dilinden düşürmediği halk kelimesine rağmen halkın iradesini her gün yeniden ve yeniden çiğnemekte hiçbir sakınca görmüyor. Üstelik bütün bunları hukuk dışı operasyonlarla, sindirme, yıldırma amaçlı baskınlarla, aramalarla ve tutuklamalarla gerçekleştiriyor. Sandıktan çıkan iradeyi tanımayan ve kendisine muhalif ne unsur varsa bir şekilde susturmak için yargıyı ve kolluğu bir sopa gibi kullanan iktidar, bu ülkeyi tek kelimeyle faşizm karanlığına sürüklemiştir. Konuşmayan, okumayan, yazmayan, oy kullanmayan, kullansa bile sadece kendisini destekleyen, düşünmeyen, sorgulamayan, örgütlenmeyen, hakkını hukukunu aramayan bir toplum yaratma gayreti bu topraklarda o kadar duvara çarpmakta, o kadar başarısız olmaktadır ki, üç büyük ilin belediye başkanlıklarını kaybeden iktidar aslında siyasi erki de kaybettiğinin farkında olduğundan ve bu şartlar altında yönetemez hale geldiğinden dolayı baskı ve zulüm yöntemlerine sarılmaktan başka çare bulamamaktadır.

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer hakkında gözaltı kararı çıktığından beri süreci takip ediyoruz. Süreç baştan sona bir hukuk garabetidir. İstanbul’un büyük bir ilçesinin belediye başkanının makamı itibariyle ifadeye davet edilmesi ve bu davete de haliyle icabet etmesi mümkünken büyük bir aceleyle ve kamuoyunu da yıldırmak amacıyla gözaltına alınması için en nazik ifade usulsüzlük olabilir. Tüm bu usulsüz sürecin ardından hiçbir kaçma veya delil karartma şüphesi bulunmazken sayın başkanın tutuklanması bu ülkede belediye başkanı da olsa sıradan bir yurttaş da olsa kimsenin hukuki emniyetinin olmadığını bir kez daha göstermiştir. Soruşturma dosyasına getirilen kısıtlılık kararı nedeniyle uzun sayılabilecek bir süre boyunca Sn. Başkanın müdafilerinin dahi dosya hakkında bilgi alamayışı sürecin nasıl ilerlediğinin bir başka göstergesidir. Başkan Özerin tutuklanmasının ardından hakkındaki soruşturmaya dair detaylar paylaşıldıkça ülkede hapse girmenin de, terörist ilan edilmenin de, bir insanın yaşamanın bir gecede sebepsiz bir şekilde altüst olmasının da ne kadar kolay olduğu ortaya çıkmıştır. Başkan Özerin tutuklanmasına dayanak olarak, hakkında terör soruşturması yürütülen bazı kişilerle telefon görüşmesi yapmış olması gösterilmektedir. Siyasi bir kişiliğin, üstelik İstanbul gibi bir metropolün büyük bir ilçesinde belediye başkanlığı yapmakta olan bir yurttaşın kendisine telefonla ulaşan herkesin kim olduğunu, hakkındaki soruşturma veya kovuşturmaları bilmesi mümkün müdür? Dünyanın neresinde böyle sübjektif, ne içerdiği belirsiz, temelsiz, dayanaksız, hukuki zemine sahip olmayan bir delil bir belediye başkanının tutuklanıp hapse atılmasını ve yerine kayyum atanmasını sağlayabilir? Siyasiler, sanatçılar, avukatlar, hatta bir kanaat önderi olunmasına da gerek yok, bir şekilde meşhur olmuş internet fenomenleri, futbolcular veya sıradan bir pop müzik şarkıcısının dahi tanıdığı veya tanımadığı yüzlerce kişiden telefon aldığı bir dünyada bu aşamadan sonra hiç kimsenin hukuki güvenliği kalmamıştır. Böylesi bir kriter ülkedeki herkesi terörist yapmaya yetecek niteliksizliği haiz, bir ibret vesikasıdır. İnsanlar artık bu ülkede kendilerine telefonla ulaşan kişilerin önce GBT’lerini sormak zorundadır. Bu ülke bu hukuksuzlukla kötü bir vodvile dönmüştür.

Kayyım atamalarının demokrasiye, insan hak ve özgürlüklerine verdiği hasarı defalarca deneyimledik. Özellikle doğu ve güneydoğudaki belediyelere karşı girişilen kayyım atamaları ve haksız, hukuka aykırı gözaltı ve tutuklamaların demokraside açtığı gedikler kapatılmadan bu eylemlere bir yenisi İstanbul’da eklenmiştir. İktidar yönetememektedir. Yoksulluğu, açlığı, geleceksizliği, eğitimsizliği, çaresizliği halka bir erdem olarak dayatmaya çalışsa da halkın kaynamayan tenceresi, okuyamayan çocuğu, tedavi olamayan annesi-babası bu yarı mistik propagandaları tersyüz etmekte, hayat kendi gerçekliğini yönetenlerin halka fısıldadığı masalların önüne çok sert bir şekilde getirmektedir. Dolayısıyla bu yönetememe sorunu iktidarı hak ve özgürlükleri, demokrasiyi daha da kısıtlamaya itmektedir. Zaman zaman atılan savaş naraları bu yüzdendir. Anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesi tartışmaları bu yüzdendir. Ülkenin her yanının tarikatlaştırılması, tekkeleştirilmesi bu yüzdendir. Etki ajanlığı yasası adı altında, kendilerini eleştirecek herkesi ajan yaftalamasıyla hapse tıkmak için yasal düzenlemelere girişmeleri bu yüzdendir. Yönetemedikçe halkı baskılamakta, baskıladıkça yönetememektedirler. Bu kısır döngü ancak daha fazla demokrasi, daha fazla ekmek, daha fazla refah, daha fazla özgürlük, daha fazla insan hakkı, daha fazla hukuk ve adalet ile aşılabilir.

Değerli basın mensupları, kıymetli yurttaşlar, ülkemizin aydınlık insanları,

Bu karanlık elbet bir gün dağılacaktır. Ülkemiz gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan, güneşli, güzel günlere uyanacaktır. Bu ülke bu karanlıktan dayanışma ile, birlik ile çıkacak, her yeri, her kurumu yangın yerine dönmüş ülkemiz bu kara dumanı elbirliği ile dağıtacaktır. Her yerde demokrasi, insan hakları ve özgürlük diye haykıracağız. Ve inanın bunu elde edeceğiz.

Buradan bir kez daha sesleniyoruz; kayyım atamalarına derhal son verin. Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr. Ahmet Özer’i derhal serbest bırakın ve görevine iade edin. Demokrasiyi ayaklar altında çiğnemekten derhal vazgeçin.

Ahmet Özer’e özgürlük!”