İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri. İhanet Yasasına hayır! Ormanlarımızı, topraklarımızı suyumuzu ve zeytinliklerimizi koruyacağız!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, TBMM’ye sunulan Maden yasa tasarısına karşı  Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi  önünde açıklama yaptı. Açıklamaya Karabağlar Belediye Başkanı Helin Kınay da  katıldı. TBMM’ye sunulan yeni yasa teklifi  zeytinlikleri hedef alıyor. Maden kanunu düzenleme teklifine göre belirli zeytinlik alanlarda madencilik faaliyetleri gerçekleşebilecek. Yasa tasarısı ile Zeytincilik Kanunu’nun 20. Maddesinin işlevsiz duruma getiriliyor. Madde 20’ye göre “Zeytinlik sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç zeytinliklerin vegatatif ve generatif gelişmesine mani olacak kimyevi atık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilemez.” Yani zeytinliklerin çevresinde maden ocağı açılamaz, işletilemez.

Yapılan açıklamada, bu tasarının sadece hukuki bir düzenleme değil, aynı zamanda doğrudan bir talan planı olduğu vurgulandı. Tasarının, zeytinlikler, meralar, hayvancılık alanları ve doğal yaşamı yok edecek biçimde hazırlandığı belirtilerek, ülkenin yer altı ve yerüstü varlıklarını birkaç şirkete teslim etmeyi hedeflediği ifade edildi. Kanun teklifiyle; madenler, Cumhurbaşkanlığına bağlı atanmış bir kurulun kararlarıyla yönetilecek, TBMM’nin denetim yetkisi fiilen ortadan kaldırılmış, yargı denetimi etkisizleştirilmiş, tüm izin süreçleri tek merkezli bir sisteme devredilecek.  Katılımcılar “Zeytin yaşatır madenler öldürür”, ” Gün gelecek devran dönecek  AKP halka hesap verecek”,  “AKP yasanı al başına çal”,  “Havama, suyuma toprağıma dokunma”, “İnsana hayvana yer yüzüne özgürlük” sloganlarını attı.

Basın Açıklamasını İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Seha Yüksel okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Bu Topraklar Satılık Değil, Bu Talan Düzeni Kabul Edilemez!
13 Haziran 2025 tarihinde TBMM’ye sunulan yasa teklifi, sadece hukuki bir düzenleme değil; doğrudan doğruya bir talan planıdır. Bu teklif, ülkenin yer altı ve yer üstü varlıklarını birkaç şirkete teslim eden, halkı, yerel yönetimleri ve doğayı yok sayan, sermayeye sınırsız imtiyazlar tanıyan bir yağma rejiminin yasal kılıfıdır.
Kanun teklifiyle birlikte:
Madenler, artık halkın değil, Cumhurbaşkanlığına bağlı atanmış bir kurulun kararlarıyla yönetilecektir. TBMM’nin denetim yetkisi fiilen ortadan kaldırılmış, yargı denetimi etkisizleştirilmiş, tüm izin süreçleri tek merkezli bir sisteme devredilmiştir.

Zeytinlikler, meralar, ormanlar şirketlere açılmakta; tarım, hayvancılık ve doğa yok sayılmaktadır.

Stratejik madenler ve nadir toprak elementleri özel şirketler aracılığıyla yabancı sermayeye devredilebilecektir.  Bu, sadece ekonomik değil, ulusal güvenliğimizi de tehdit eden bir durumdur.

0Belediyelerin planlama ve ruhsat yetkileri gaspedilmiş, yerel halkın söz hakkı yok edilmiştir.

Yargı kararları etkisizleştirilmiş, geçici madde adı altında şirketlere kalıcı ayrıcalıklar tanınmıştır.

Kamu kaynakları, ekosistemler ve yaşam alanlarımız şirketlerin kârı için pazarlık konusu haline getirilmiştir.

Bu yasa geçerse,madencilik adı altında ormanlar kesilecek, sular kuruyacak, köylü yerinden edilecek, zeytinlikler dozerlerle yok edilecek, ülkenin değerli madenleri sermayeye peşkeş çekilecektir.
Bu bir kaynak yönetimi değil, bir yağma ekonomisidir.
Bu bir enerji politikası değil, bir sömürü düzenidir.
Bu bir yasa değil, bir tahakküm ve talan rejiminin kodlarıdır.
Bizler, Emek ve Demokrasi Güçleri olarak açıkça ifade ediyoruz:
Bu yasa halkın değil, şirketlerin çıkarını savunmaktadır.
Bu yasa doğayı değil, sermayeyi korumaktadır.
Bu yasa hukuk değil, iktidar güdümlü yağmadır.
Tüm yurttaşları, meslek örgütlerini, çevre hareketlerini ve yerel yönetimleri bu talan yasasına karşı durmaya çağırıyoruz.
Doğamıza, suyumuza, toprağımıza sahip çıkmak için susmayacağız.
Toprak biziz, maden biziz, gelecek biziz!
Talanı durduracağız. Yaşamı savunacağız!”

Emperyalist ve Siyonist Saldırganlığa Karşı İran Halkının Yanındayız!

Emperyalist ve Siyonist Saldırganlığa Karşı İran Halkının Yanındayız!

Ortadoğu, emperyalist ve siyonist saldırganlığın yeni bir safhasına sürüklenmektedir. İsrail’in İran’a yönelik yaklaşık on gündür sürdürdüğü saldırılara, ABD dün gece doğrudan katılmış ve böylece savaşın bölgesel boyuttan küresel krize dönüşeceği açıkça ilan edilmiştir.

Bu saldırılar, İran’ın nükleer programı bahanesiyle meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Ancak gerçek ortadadır: Emperyalizm, enerji kaynaklarını, direnen halkları ve bölgeyi teslim almak istemektedir.

Bugün İran hedef alınmıştır. Daha önce Irak, Suriye ve Lübnan hedef alınmıştı. Yarın başka bir ülke, hatta belki de Türkiye hedef haline gelecektir. Emperyalizmin işleyişi budur: Böl-yönet, yık-yap, sat-soy!

ABD’nin İncirlik Üssü’nde nükleer bombaları bulunduğu herkesin malumudur. İsrail ise bölgedeki tek nükleer silah sahibi devlettir. Buna rağmen hesap veren değil, cezalandıran pozisyonundadır.

Gazze’de 55 bin sivili katleden İsrail, şimdi ABD ile birlikte İran’ı hedef alarak açık bir savaş suçu işlemektedir.

Türkiye Bu Savaşta Tarafsız Değildir! Türkiye, NATO üyesi olarak ve topraklarında bulunan askeri üslerle bu savaşın bir parçasıdır. İncirlik Üssü, ABD’nin denetiminde, emperyalist operasyonların merkez üslerinden biridir. Kürecik Radar Üssü, NATO kalkanı adı altında İsrail’i koruyan, İran’a dönük saldırıların stratejik ayağıdır.

AKP iktidarı ise, sahte arabuluculuk ve hamasi nutuklarla gerçekleri gizleyemez. Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı açıklamada ABD’nin saldırısı kınanmamış, yalnızca “endişe” ifade edilmiştir. Bu açıklama değil, teslimiyetçi duruştur. Bu tavır değil, hamasettir, işbirlikçiliktir.

Bu gidişatın durdurulması, ancak emperyalizme ve siyonizme karşı açık, kararlı ve birleşik bir halk mücadelesiyle mümkündür. Bizler, bu toprakların onurlu halklarını, emekçilerini, gençlerini ve yurtseverlerini aşağıdaki talepler etrafında örgütlü mücadelesiyle gerçekleşeceğini bir kez daha söylüyoruz.

ABD üslerine el konulsun!

* İncirlik ve Kürecik kapatılsın!

*Türkiye NATO’dan çıksın, bağımsızlık politikası izlensin!

*ABD Ortadoğu’dan  defol!

*Emperyalist ve siyonist saldırganlığa karşı İran halkıyla dayanışma büyütülmelidir!

*Gerçek Barış, Emperyalizme Direnişle Mümkündür!

*Barış, işgalcilerle değil, direnen halkların iradesiyle kurulabilir.

*Bağımsızlık, işbirlikçilerle değil, halkın örgütlü gücü ve mücadelesiyle sağlanabilir.

*Gelecek, ABD’nin değil, Ortadoğu halklarının ellerindedir!

Emperyalizme karşı birleşelim, NATO’dan çıkalım, Bölge halklarının kardeşliğini savunalım!

ABD Ortadoğu’dan defol!

Yaşasın Bağımsız Demokratik Türkiye!

Yaşasın Ortadoğu halklarının direnişi!

İzmir emekliler Platformu: Unutma 16 milyonsun, çoksun, güçlüsün, birleş, örgütlen, sesini yükselt, gücünü göster!

İzmir’de Emekliler Platformu Kuruldu: “Birleş, Örgütlen, Sesini Yükselt!”

İzmir’de emekli örgütleri güçlerini birleştirerek İzmir Emekliler Platformunu kurdu. Bağımsız Emekliler, Birleşik Emekliler Sendikası, Emekliler Sendikası, Emekli ve Emekçiler Derneği, Emekli Meclisleri Sendikası ve Tüm Emekliler Sendikası’nın ortaklaşa oluşturduğu platform, ilk eylemini Bornova Metro çıkışında gerçekleştirdi.

Basın açıklamasını Birleşik Emekliler Sendikası yöneticisi Yeter Koç okudu. Koç, emeklilerin yıllarca çalışarak ülkeye hizmet ettiğini ancak bugün açlık sınırının altında yaşamaya zorlandığını vurguladı. Açlığa yoksulluğa, sefalete teslim olmayacaklarını  belirten Koç, Emeklilerin taleplerinin görmezden gelinmesine tepki gösterdi. Sadaka değil toplu sözleşme hakkı istedi ve  insanca yaşam için örgütlü mücadele çağrısı yaptı.

Basın açıklamasında emekliler, taleplerini çeşitli sloganlarla dile getirdi. Eylem boyunca “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Birleşe birleşe kazanacağız”, “Saraya değil emekliye bütçe”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Hak verilmez alınır, zafer sokakta kazanılır”, “Sefalete teslim olmayacağız” sloganları atıldı.

Emekliler Platformu,  mücadelelerini büyüterek sürdüreceklerini belirterek herkesi’ İzmir Emekliler Platformu’  çatısı altında birleşmeye çağırdı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

 

Zeytinliklerimize, ormanlarımıza ,meralarımıza, yaşam alanlarımıza sahip çıkıyoruz. Talan yasasına HAYIR!

ZEYTİNLİKLERİMİZE, ORMANLARIMIZA, MERALARIMIZA, YAŞAM ALANLARIMIZA SAHİP ÇIKIYORUZ!

Tekelci kapitalizmin itici gücü “en kısa sürede en yüksek kâr” hedefidir. Şimdi bu hırsın ürünü, doğayı ve yaşam alanlarımızı topyekûn sermayeye teslim etmek için Meclis’te!

AKP ve MHP eliyle sunulan ve 19 Haziran’da komisyondan geçen yasa teklifi; doğayı, tarımı, gıdayı, ormanları, zeytinlikleri, meraları ve halkın yaşam hakkını tehdit ediyor.

Ne yapmak istiyorlar?

Zeytinlikleri maden sahası ilan ederek yüzbinlerce ağacı kesmek, meraları ve ormanları şirketlere tahsis ederek halkın müşterek yaşam alanlarını yok etmek istiyorlar.

ÇED (Çevresel Etki Değerlendirmesi) süreçlerini devre dışı bırakarak kamu denetimini ortadan kaldırmak, “Stratejik maden” bahanesiyle acele kamulaştırma yoluyla köylünün tapulu arazisini gasp etmek, tüm doğa varlıklarını Cumhurbaşkanlığı ve MAPEG (Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü) eliyle şirketlere sınırsızca peşkeş çekmek istiyorlar.

Ne Kaybedeceğiz?

Muğla’da 400 bin dönüm arazi, termik santrallere kömür sağlamak için yok edilecek. Binlerce köylü geçim kaynaklarını, tarım alanlarını ve yaşam alanlarını kaybedecek. Su kaynakları, ekosistemler ve biyolojik çeşitlilik sonsuza kadar tahrip edilecek. “Üstün kamu yararı” adı altında şirket kârı, halkın yaşamının önüne geçirilecek.

BU BİR YASA DEĞİL, TALAN VE YIKIM PROJESİDİR!

* Tarımı, gıda güvenliğini ve yerel üretimi hiçe sayıyor.

* İklim krizini derinleştiriyor, ekolojik yıkımı kurumsallaştırıyor.

* Köylüyü, üreticiyi, halkı yaşam alanlarından sürüyor.

* Anayasa’yı, çevre yasalarını ve uluslararası sözleşmeleri ihlal ediyor.

BİZ BU YASAYI KABUL ETMİYORUZ!

Zeytin bu topraklarda tarihtir, direniştir, berekettir, barıştır! Ormanlar, meralar, dereler müşterek geleceğimizdir. Bugün susarsak, yarın ne zeytin kalacak, ne su…Ne orman kalacak, ne yaşam alanları

“Süper izin” yasasına HAYIR!

Zeytinim  Dokunma!  Toprağımızı vermiyoruz!

Talan yasasına HAYIR!

Genel-İş İzmir Şubeleri: Tutuklamalar Siyasi, Hukuk Sindirme Aracı Olamaz

 

Genel-İş Sendikası İzmir Şubeleri, tutuklanan sendika yöneticileri için Alsancak’ta basın açıklaması yaptı. Açıklamada, tutuklamaların siyasi olduğu belirtilerek, “Hukuk, baskı ve sindirme aracı olarak kullanılamaz” denildi.

Genel-İş İzmir 8 No’lu Şube Başkanı Deniz Şahin Gümüştekin ve 3 No’lu Kadın Komisyonu üyesi Mine Bilir’in tutuklanmasına tepkiler sürüyor. Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde bir araya gelen Genel-İş İzmir Şubeleri, tutuklamaları protesto etti.

Basın açıklamasına çok sayıda sendika üyesi işçi ve  kitle örgütü temsilcisi katılırken, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Deniz, Mine yalnız değildir” ve “Sendikal mücadele yargılanamaz” sloganları atıldı.

Açıklamayı Disk Genel Merkez Daire Başkanı Ali Haydar Kara okudu.

Açıklamanın tam  metni şöyle:

“Adalet ve Demokrasi Talebi Yargılanamaz!

Temel Anayasal Hakların Kullanılması Demokratik Tepkidir, Suç Değildir!

İzmir’de, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuksuz yargılanmasına yönelik bir basın açıklamasında, İzmir 8 No’lu Şube Başkanımız Deniz Şahin Gümüştekin ve Şube Kadın Komisyonu üyesi Mine Bilir “Cumhurbaşkanına hakaret” suçlamasıyla tutuklanmıştır.

Bu tutuklama sadece iki sendika yöneticisine değil, doğrudan sendikal hak ve özgürlüklere, ifade özgürlüğüne ve emek demokrasi mücadelesine yönelmiş açık bir gözdağıdır. Bu hukuksuz uygulama, ülkeyi yönetenlerin kendilerinden farklı düşünenleri bastırma ve örgütlü mücadeleyi sindirme çabalarının yeni bir örneğidir.

Genel-İş, Emek ve Demokrasi Mücadelesinin Adıdır

Genel-İş Sendikası, tarihi boyunca yalnızca ekmek ve ücret için değil; adalet, eşitlik, özgürlük ve demokrasi için mücadele etmiştir. 19 Mart sonrası artan baskılar, yargının siyasallaşması ve toplumsal muhalefetin hedef haline getirilmesi karşısında sendikamız demokrasi için sesini yükseltmeye devam etmiştir.

Bugün yaşananlar, bu direngen duruşun cezalandırılmasıdır. Arkadaşlarımızın talebi yalnızca adalet ve demokrasi olmuştur. İfade ettikleri düşünceler Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin tanıdığı ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmelidir. Ancak siyasi iktidar, bu temel hakları dahi yok saymakta; muhalif olanı, örgütlü olanı cezalandırmak istemektedir.

Bu Tutuklama Hukuki Değil, Siyasidir!

Sendikamız, konuyu bütün normların üstünde olması gereken Anayasamızda yer alan ve 24 ve 25. maddelerinde düzenlenen düşünce kanaat hürriyeti ile düşünce ve kanaat açıklama hürriyeti bakımından ele almaktadır. Bu tutuklama sözünü ettiğimiz bu temel hürriyetlerin ihlali anlamına gelmektedir. Yerleşik yargı kararlarında siyasi kişiliklere yapılan eleştirilerin çok sert nitelikte olsa bile hakaret olarak değerlendirilemeyeceği ifade edilmektedir. Anayasa ve uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan demokratik ve çoğulcu bir siyasal düzenin temeli olan düşünce ve ifade özgürlüğü artık kullanılamaz hale getirilmiştir.

Üstelik tutuklama için gereken hiçbir koşul bulunmamaktadır:

Ortada kaçma şüphesi yoktur, ama 12 yaşındaki kız çocuğuna tek başına bakmakla yükümlü olan Mine Bilir tutuklanmıştır. Bir çocuğun annesinden ayrı büyümesi, en temel insan hakkının ihlalidir. Bugün siyasi nedenlerle tutuklanan arkadaşlarımız, aynı zamanda annedir, evlattır, kardeştir ve toplumun vicdanıdır. Siyasi fikirleri, hak talepleri ya da barışçıl eylemleri nedeniyle özgürlüğünden mahrum bırakılan arkadaşlarımız, sadece kendileri değil, çocuklarıyla birlikte cezalandırılmaktadır. Kadınlar, çocukları için daha adil ve özgür bir gelecek inşa etme arzusuyla seslerini yükseltirken buna şiddetle ve cezayla karşılık verilmesi geleceğimizin de cezalandırılması anlamını taşır.

Hukuk, bir sindirme aracı değil, adaletin güvencesi olmalıdır. Delil karartma ihtimali ve kaçma şüphesi yokken Deniz Şahin Gümüştekin tutuklanmıştır. Biz biliyoruz: Bu bir tesadüf değildir, bu bir politikanın ürünüdür.

Bu olsa olsa Şube Başkanımızın kadın olması ve bir kadın olarak itiraz etmesiyle ilgilidir.

Kadınların iş yerinde, alanlarda, hak mücadelelerinde aktif olmaları, emekten yana, eşit ve özgür bir toplum için mücadeleleri bastırılmaya çalışılıyor. Bu bir yargı kararı değil, bu bir siyasi mesajdır. “Kadınlar susmalı, geri durmalı, boyun eğmeli” diyen zihniyetin yargı eliyle verdiği bir gözdağıdır.

Anayasal bir hak olan toplantı ve gösteri yürüyüşleri kapsamında hakkını kullanan, düşünce ve kanaat açıklama özgürlüğünü kullanan Şube Başkanımız ve temsilcimizin tutuklanmasını kabul etmiyoruz.

Susturamayacaksınız!

Bu hukuksuzluk, yalnızca Genel-İş’e değil; tüm emekçilere, sendikalara, demokratik kamuoyuna verilmek istenen bir gözdağıdır. Ama bilinmelidir ki; bu baskılara boyun eğmeyeceğiz.

Genel-İş Sendikası olarak hukuka aykırı bir biçimde tutuklanan yöneticilerimizin yanındayız. Bu hukuksuzluklar sendikal hak ve özgürlüklere yönelik müdahaledir.

Çağrımızdır!

Bu karanlık düzeni, birlikte dayanışmayla aşacağız.

Demokrasiyi, adaleti ve özgürlüğü savunmak, hepimizin görevidir.

Tüm kamuoyunu, demokrasiye, hukuka ve sendikal haklara

sahip çıkmaya çağırıyoruz.”

Deniz Poyraz, Katledilişinin 4. Yılında İzmir’de Anıldı: “Adalet Yerini Bulana Dek Susmayacağız”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl binasına yönelik 17 Haziran 2021 tarihinde düzenlenen silahlı saldırıda katledilen Deniz Poyraz, hayatını yitirişinin dördüncü yıl dönümünde İzmir’de anıldı.

Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde bir araya gelen yurttaşlar,  kurum ve siyasi parti temsilcileri “Deniz’e verdiğimiz söz; adalet, eşitlik, barış” yazılı pankart açtı. Katılımcılar, “Cezasızlığa karşı hakikat”, “Hesap sorulmayan her suç yarınkine davetiye”,  “Bu ülkede adalet yerini bulana dek susmayacağız” yazılı dövizler taşıdı. Deniz Poyraz’ın fotoğraflarının da yer aldığı açıklamada, “Jin, jiyan, azadî”, “Deniz Poyraz ölümsüzdür” ve “Şehid namirin” sloganları sık sık atıldı.

Basın açıklamasını, DEM Parti İzmir İl Eşbaşkanı Fulya Erdoğan okudu. Erdoğan, açıklamasında Poyraz’ın hedef alınmasının tesadüf olmadığını, saldırının demokratik siyaset alanına yönelik organize bir tehdit olduğunu vurguladı. Faillerin ve azmettiricilerin halen korunuyor olmasına tepki gösteren Erdoğan, “Adalet mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Açıklamanın ardından kitle, Gündoğdu Meydanı’na doğru yürüyüşe geçti ve denize karanfiller bırakarak Deniz Poyraz’ı andı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“BASINA VE KAMUOYUNA

Bugün, 17 Haziran 2021 tarihinde HDP İzmir İl Örgütü binasına yapılan silahlı saldırının ve sevgili yoldaşımız Deniz Poyraz’ın katledilmesinin yıl dönümündeyiz.

Deniz, yalnızca o gün binada bulunan bir HDP çalışanı değildi. O, yıllardır devletin sistematik biçimde kriminalize ettiği bir halkın, kapatılmak istenen bir partinin ve bastırılmak istenen kadın mücadelesinin kararlı bir öznesiydi. Katledilmesi, bireysel değil politik bir eylemdir; bu cinayetle hedef alınan, bir bütün olarak demokratik siyaset, halk iradesi ve eşit yurttaşlık talebidir.

Bu Katliamın Talimatı ve Planı Nerede?

Katil Onur Gencer mahkemede, yıllardır beslendiği nefret ideolojisini açıkça dile getirdi. Sosyal medyada paylaştığı silahlı fotoğraflar, Suriye’ye gidişi, ÖSO güçleri ve ülkü ocaklarıyla olan ilişkileri ortadayken; bu cinayet yalnızca bireysel bir vaka olarak ele alındı. Mahkeme, arkasındaki yapıları ve yönlendirmeleri soruşturmadı, araştırmadı, görmezden geldi.

Bu saldırı planlı, organize ve siyasi bir suikasttı. Sadece tetiği çeken değil, tetiği çektiren de bu suçun ortağıdır. Ancak ne saldırı talimatını verenler ne de organize edenler hakkında etkin bir soruşturma yürütüldü. Tüm uyarılarımıza rağmen, kamu görevlilerinin ihmali ve sorumluluğu incelenmedi. Bu, cezasızlık politikalarının bir parçasıdır.

Cezasızlık, Siyasi Cinayetleri Meşrulaştırır

Bu ülkede Musa Anter’den Hrant Dink’e, Tahir Elçi’den Deniz Poyraz’a kadar birçok aydın, gazeteci, siyasetçi organize yapılar tarafından katledildi. Hiçbiri münferit değil, sistematik saldırıların halkalarıydı. Devletin güvenlik kurumlarının, siyasi iktidarın ve yargının bu olaylara yaklaşımı, “faili belli faili meçhuller” döneminin devam ettiğini göstermektedir.

Siyasi cinayetlerin açığa çıkarılmaması, sorumluların yargı önüne çıkarılmaması, nefret suçlarını cesaretlendirir. Bu cezasızlık politikası, yalnızca bugünü değil, geleceği de tehdit etmektedir.

Bu Nefretin Sahibi Kimdir?

Siyasi iktidar ve ortağı, yıllarca HDP’yi ve onun şahsında Kürt halkını, kadınları, muhalefeti ve özgürlük arayışını sistematik olarak hedef göstermiştir. “Terörle iltisaklı” diliyle meclisin meşru bir parçası olan partimize karşı yürütülen karalama kampanyaları, bu tür saldırılara zemin hazırlamıştır. Deniz Poyraz’ın katili, bu iklimde büyümüş ve cesaret bulmuştur.

Gerçek Adalet İçin Hakikatle Yüzleşilmeli

Bizler, Deniz Poyraz için gerçek adaletin sadece bir mahkûmiyet kararı olmadığını biliyoruz. Gerçek adalet, Deniz’i hedef haline getiren politikaların ifşa edilmesi, nefret diliyle yüzleşilmesi, siyasi sorumluların yargı önüne çıkarılması ve hesap vermesiyle mümkündür.

Bu nedenle bir kez daha yineliyoruz: Hakikat Komisyonları kurulmalı, bu ülkedeki siyasi cinayetler tüm yönleriyle araştırılmalı, arşivler açılmalı, kamu görevlileri ve siyasi aktörler hesap vermelidir. Demokrasi ancak hakikatle yüzleşilerek kurulabilir.

Barış İçin, Adalet İçin, Demokratik Bir Toplum İçin

Bizler, Deniz Poyraz’ın düşlerini yerde bırakmayacağız. Onun adını, bu ülkede barışın, eşitliğin, halkların kardeşliğinin ve kadın özgürlüğünün simgesi yapacağız. Her anma, bir hatırlatma değil, bir mücadele çağrısıdır.

Deniz Poyraz nezdinde tüm siyasal şiddet mağdurlarını anıyor; demokratik siyaseti savunmaya, adaleti inşa etmeye ve halklarımızla birlikte hakikatin izini sürmeye devam edeceğimizi ilan ediyoruz.

Deniz Poyraz ölümsüzdür!
Cezasızlığa karşı hakikat!
Siyasi cinayetlere karşı adalet!
Nefrete karşı eşit yaşam!

DEM PARTİ İZMİR İL ÖRGÜTÜ”

Ortadoğu’da Emperyalist Savaş, Bölgesel Direniş ve Bağımsızlık  ve  Demokrasi Mücadelesi

Ortadoğu yüzyılın başlarından itibaren, emperyalist devletlerin stratejik çıkar çatışmalarının odak noktası olmuştur. Bölgenin enerji kaynakları, jeopolitik konumu ve tarihsel-kültürel zenginliği, büyük güçlerin bölge üzerinde hakimiyet kurma arzularını artırmıştır. 21. yüzyılda ise ABD emperyalizmi ile İsrail arasında kurulan “stratejik ortaklık”, bölgeyi daha da kaosa sürüklemiştir. İsrail’in Filistin’de yürüttüğü soykırım politikaları, İran’a yönelik saldırılar ve diğer bölgesel müdahaleler, bu emperyalist savaş stratejisinin somut örnekleridir.

7 Ekim 2023’ten itibaren hız kazanan İsrail’in çok yönlü savaş saldırıları, sadece Filistin’i değil; Lübnan, Yemen, Suriye ve İran’ı da kapsayan bir kuşatma stratejisinin parçasıdır. Bu savaş, aynı zamanda bölgedeki anti-emperyalist direniş hareketlerinin sistematik biçimde ezilmesini hedeflemektedir.

İsrail devleti, 1967 sonrası ABD desteği ile Ortadoğu’da hegemonik bir güç haline gelmiştir. Enerji hatlarının güvenliği ve anti-emperyalist direniş dinamiklerinin bastırılması görevini üstlenen İsrail, güçlü askeri ve nükleer kapasitesiyle bölgesel statükoyu korumaktadır.

Gazze’de yaşananlar ise bu statükonun insanlık açısından en kara lekelerindendir. İsrail’in 20 aydan uzun süredir yürüttüğü saldırılar, binlerce sivilin hayatına mal olmuş, sağlık ve altyapı sistemlerini çökertmiş ve uluslararası hukukun açık ihlali anlamına gelmiştir. Bu saldırılar, uluslararası ceza mahkemeleri ve BM sözleşmelerine rağmen devam ederek bir soykırım boyutuna ulaşmıştır.

İsrail’in İran’a yönelik doğrudan hava saldırıları ve sabotajları, bölgedeki batı emperyalizminin yayılmacı stratejisinin yeni bir evresidir. Nükleer program bahanesiyle İran’a yapılan saldırılar, aslında bölgedeki İran etkisini sınırlandırmaya dönüktür. İsrail’in nükleer silah kapasitesi göz önüne alındığında, bu tutum  aynı zamanda jeopolitik bir tahakküm ve yayılma çabasıdır.

İran’da  dinci-faşist rejim, halkın özgürlük taleplerini bastıran, bölgesel emperyal-İslamcı politikalar izleyen bir yapıya sahiptir. 47 yılı aşkın süredir iktidarda olan faşist-gerici İslam Cumhuriyeti, baskı, ve şiddet politikalarıyla insan hakları ihlalleri, ekonomik kriz ve toplumsal çöküşü derinleştirmiştir. Son dönemde artan sosyal hareketler ve direnişler, rejimin meşruiyetinin kalmadığını göstermektedir.

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)  yürürlüktedir. İsrail Başbakanı Netanyahu’nun İran halkına yönelik “Ayaklanın” çağrısı yapmıştır. Batı emperyalizmi tarafından   Irak ve Suriye’deki uygulanan senaryo  İran’da da uygulanmak istenmektedir.   İran’daki iki Kürt partisi  yaptıkları açıklama ile  faşist-gerici diktatörlüğün yıkılması çağrısı yapmıştır.  İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) ve Kürdistan Özgürlük Partisi (PAK), rejimin çöküşünün ancak halk ayaklanması ile mümkün olacağını vurgulamaktadır.

İKDP, rejimin politikalarının ülkeyi krizler ve yıkım içinde bıraktığını belirterek, bu sistemin tamamen kaldırılmasını zorunlu görmektedir. PAK ise İran’ın nükleer ve füze programlarının bölgesel güvenliği tehdit ettiğini, ancak bu savaşın esas sorumluluğunun Tahran rejimine ait olduğunu savunmaktadır. Her iki parti de rejimin askeri kapasitesinin zayıflatılmasını desteklemekte, barış ve özgürlük mücadelesini rejim karşı halk ayaklanmalarıyla ilişkilendirmektedir. Halk ayaklanma çağrıları   faşist-gerici  diktatörlüğe olduğu kadar emperyalizme ve siyonizme karşı da mücadeleyi içermelidir.

Batı’nın Çifte Standardı ve Uluslararası Hukukun İflas etmiştir. Batılı devletler, Ukrayna-Rusya savaşında “uluslararası hukuku koruma” söylemlerini dillendirirken, İsrail’in Filistin ve İran’a yönelik saldırılarında aynı hassasiyeti göstermemektedir. İsrail’in saldırıları karşısındaki sessizlik ve pasiflik, bölgedeki emperyalist-siyonist politikaların onaylandığını göstermektedir. İsrail’i desteklemekte ve teşvik etmektedirler.

Batılı emperyalistlerin iki yüzlü politikaları uluslararası hukuk sisteminin etkinliğini sorgulatmakta ve haklı direniş hareketlerinin meşruiyetinin  halkların emperyalizme karşı mücadelesinin önemini göstermektedir.

Ortadoğu halklarının karşı karşıya olduğu yıkım ve zulme karşı çıkışın tek yolu, sınırları aşan birleşik ve devrimci bir direniştir. Bu direniş, sadece anti-emperyalist değil; aynı zamanda anti-siyonist, anti-şovenist ve anti-gerici temeller üzerine kurulmalıdır. Halkların birleşik mücadelesi  savaşa karşı barışı gerçekleştirebilir.

Bölgede kalıcı barış, ancak NATO üslerinin kapatılması,  emperyalist-siyonist ittifakların sona erdirilmesi,  yerel halkların demokratik haklarını kazanması ve bağımsız  demokratik  mücadelesiyle mümkündür.

İsrail’in saldırılarına derhal son verilmelidir.

İran’daki rejimin baskıcı politikalarına karşı halkın demokratik direnişi desteklenmelidir.

Uluslararası toplum, Ortadoğu’da adil bir barış için tarafsız ve etkili arabuluculuk yapmalıdır.

ABD ve NATO üsleri kapatılmalı, bölgedeki emperyalist varlıklar sona erdirilmelidir.

İşçi sınıfı ve halklar arasında kardeşlik ve dayanışmanın gücü  gerçek bir barışı gerçekleştirebilir.

Ortadoğu, emperyalist savaş ve hegemonya mücadelesinin en kanlı sahnesi olmaya devam etmektedir. Ancak halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesi, bu karanlık tabloyu aydınlatma potansiyeline sahiptir. Emperyalist ve siyonist saldırılara karşı yürütülecek birleşik, devrimci ve demokratik bir mücadele; bölgede kalıcı barışın sağlanmasının ve bağımsız, demokratik ülkelerin inşasının yoludur.

İzmir-Karşıyaka’da siyasi partiler ve kurumlar, tüm emekçileri 15-16 Haziran’da barikatları aşan o büyük yürüyüşün izinde, sömürüye, güvencesizliğe, adaletsizliğe, sermaye düzenine karşı örgütlenme ve birlikte mücadeleye çağırdı..

İzmir-Karşıyaka’da siyasi partiler ve kurumlar “15-16 Haziran ışığında işçi sınıfının yolunda devrim için ileri” pankartı açarak, Karşıyaka İzban istasyonu  önünde toplandı  ve   Kemal Paşa Caddesi boyunca yürüyerek, İskele karşısında açıklama yaptı. Katılımcılar, “Yaşasın 15-16 haziran direnişimiz”,  “Hak verilmez alınır zafer sokakta kazanılır”,  “işçilerin Birliği sermayeyi yenecek”, “işçiler açken patronlara huzur yok” sloganlarını attı.

Açıklamanın tam metni şöyle;

“YENİ 15-16 HAZİRANLAR YARATMAK İÇİN MÜCADELEYE!

Emekçi Kardeşler, Halkımız!

15-16 Haziran Büyük İşçi Ayaklanmasının-Direnişinin yıldönümü nedeniyle buradayız. Sizlerle paylaşmak istediklerimiz ve sizlere çağrılarımız var!

Yıl 1970 Haziran.

1970’de sermaye adına iktidarda olan AP hükümeti, bütün işkollarında Türk-İş’i yetkili kılmak, DİSK’i ortadan kaldırmak için sendikalar kanunu ve toplu iş sözleşmesi ile grev lokavt kanununda sermaye adına istenen değişiklikleri kapsayan bir düzenleme gerçekleştirdi.

İşçi sınıfı, kimi sendika bürokratlarının engelleme ve direnişi kırma hamlelerine rağmen, bu saldırıya karşı sesini yükseltti.

Gebze’den ve Kartal’dan yürüyenler Kadıköy’e, Eyüp bölgesindeki fabrikalardan isçiler Topkapı’ya, Levent bölgesindeki isçiler de Şişli, Taksim’e doğru yürüdü.16 Haziran’da işçilerin katılımı 150 bini buldu. İki gün süren direnişte üç işçi, bir esnaf hayatını kaybetti, iki yüze yakın kişi yaralandı. yüzlerce işçi gözaltına alındı.16 Haziran akşamı İstanbul ve Kocaeli’nde sıkıyönetim ilan edildi.

15-16 Haziran ayaklanması, direnişi, Türkiye isçim sınıfı tarihinde ilk kez hak gaspına karşı bir sınıf hareketi olarak ortaya çıktı ve ücret dışı haklar için verilen mücadelenin ilk örneğini oluşturdu.

İşte bugün, 15-16 Haziran Büyük İşçi Ayaklanmasının 55. yıl dönümündeyiz.

Değerli Halkımız,

15-16 Haziran Ayaklanması-Direnişi, işçilerin kendi sınıf örgütlerine sahip çıktığı, üretimden gelen gücünü sokağa taşıdığı ve Türkiye sınıf mücadelesinin yönünü değiştirdiği tarihsel bir eşikti.

15-16 Haziran ayaklanması-direnişi büyümekte olan devrimci mücadeleyle işçi sınıfı buluşmasının; neleri başarabileceğinin çok net bir ifadesidir. Yok sayılanların, emekleri gasp edilenlerin birlikte başarabileceklerinin resmidir.

Nasıl Kavel Grevi işçi sınıfına “Grev hakkı, grevle kazanılır” çizgisini miras bıraktıysa , 15-16 Haziran Ayaklanması-Direnişi “Hak verilmez, alınır; zafer sokakta kazanılır” çizgisini miras bırakmıştır.

15-16 Haziran Ayaklanması-Direnişi, işçi sınıfının kendi yasasını yazdığı gündü. İşçiler yürüdüler, barikatları yıktılar, tankların üzerine çıktılar, şehirleri sarstılar.

15-16 Haziran Ayaklanması, Direnişi yalnızca bir anma günü değil;  geçmişten günümüze bir mesaj,  sınıf hareketinin yeniden ayağa kalkması gerektiğinin güçlü bir çağrısıdır.

Halkımız,

Peki bugün görünen tablo nedir?

Aradan geçen yıllar boyunca uygulanan neoliberal politikalarla emeğin hakları birer birer budandı, örgütlü yapıları da etkisizleştirildi. Emekçi sınıfları hedef alan bu saldırılar 23 yıllık AKP iktidarı döneminde had safhaya ulaştı.

Özelleştirme, taşeronlaştırma ve sendikasızlaştırma uygulamalarıyla iş güvencesi azaldı, esnek çalışma biçimleri yaygınlaştı, kayıt dışı istihdam arttı, çalışma koşulları ağırlaştı, ücretler düştü ve buna karşılık emekçilerin hak arama talepleri ise polis şiddetiyle bastırıldı.

Egemen sınıflar , siyasi iktidarlar ; açık biçimde sermayeye büyük kaynak aktardı , sömürüyü katmerleştirdi ,  emek ve emekçi düşmanı, doğa ve çevre, kadın ve çocuk, kısacası halk düşmanı bir politika izledi ve izlemektedir.

Şimşek’in reçeteleri sadece yoksullaşma getirdi. Emekçilerin hanesine yıldırım düşerken, sermayeye teşvik, yağma ve talan kapısı ardına kadar aralandı.

Orta Vadeli Program, yeni ekonomi programı; sermayenin çıkarlarını gözeten, kemer sıkmayı emekçilere dayatmanın, kendilerinin neden olduğu krizin yükünü emekçilerin sırtına yıkmanın programıdır.

Açlık sınırının 19 bin, yoksulluk sınırının 62 bin lira olduğu ülkemizde, Asgari ücret 22 bin 104 liradır. İktidar tarafından patronlar için çıkardığı yasalarla on binlerce işçi işten atıldı. İş cinayetleri arttıkça arttı. Tüm bunlara rağmen, tablonun diğer yüzünde ise sermayenin kârlarına kâr, zenginliklerine zenginlik kattığını görüyoruz.

Emekçilerden kesilen dolaylı, dolaysız vergiler, sömürüden elde edilen muazzam kârlar var. Kaynak yok denirken, yandaş şirketlerin, holdinglerin milyonlarca lira vergi borçları silindi, devlet bankalarından milyonlarca lira kredi akıtıldı.

Emekçi Halkımız,

Tarihten güç alalım;

Bu kuşatma karşısında, işçi sınıfının 15-16 Haziran’daki gibi birleşik, militan ve tabandan örgütlü bir hat kurmaktan başka çıkar yolu yoktur.

Devletin, iktidarın baskılarına, saldırılarına karşı direnmenin tek yolu sokaktır. Sermaye düzenin saldırılarına karşı, kazanılmış haklarımızı korumanın, daha fazla hak almanın tek yolu topyekûn direniştir. Fabrikalarda, mahallelerde, hayatın her alanında örgütlenerek geleceğimizi birlikte kazanabiliriz. Sömürü ve baskıdan kurtuluşumuzu kimse bize vermeyecektir.  İşçi sınıfının kurtuluşu kendi eseri olacaktır!

Fabrikalarda ve hayatın olduğu her yerde sömüren sınıfın karşısına işçi sınıfı olarak çıktığımızda hak ettiğimizi alabilir, sömürüye son verebiliriz.

İşçiler, Emekçiler, Halkımız;

Peki bugün ne yapmalıyız?

-İşçi sınıfına örgütsüzlüğün dayatıldığı bugün de aynı anlayışla hareket etmek zorundayız. Her işyerinde, her fabrikada, her atölyede taban örgütlenmeleri kurmalıyız.

-Uzlaşmacı sendikacılığa karşı ,mücadeleci  sendikal çizgideki sınıfın öz örgütlerini büyütmeliyiz.

-Bugün işçi sınıfı, kendine dayatılan sefalete karşı dört bir yanda eylemdedir. Temel Contadan DYO’ ya, Reckitt  Benckiser’ dan Beşiktaş Belediyesi işçilerine kadar işçi sınıfı çoban ateşleri yakmaktadır. Tüpraş işçileri önlerine konan barikatları yarıp geçmiştir. Bu direnişleri, bu direnişlerle dayanışmayı büyütmeliyiz.

-15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi sırasında “Yolumuz işçi sınıfının yoludur” diyerek işçi sınıfının direnişine kendi dinamizmi ile katılıp büyüten öğrenci gençlik bugün de kendi talepleriyle sokaklardadır. Bu direnişler büyütülmeli, bunlarla dayanışma içinde olmalıyız.

Bugün tüm tutuklamalar, saldırılar, yasaklara karşı “insanca, onurlu bir yaşam” mücadelesi veren herkes, gelişen ve süren işçi direnişlerine kendini katmalıdır.

Şunu unutmamak gerekir ;  düzeni değiştirecek olan ne seçimlerdir, ne yasalar, ne de vaatlerdir. Ancak örgütlü işçi sınıfı, bu düzeni değiştirebilir.

Tüm emekçileri, 15-16 Haziran’da barikatları aşan o büyük yürüyüşün izinde, sömürüye, güvencesizliğe, adaletsizliğe, sermaye düzenine karşı örgütlenme ve birlikte mücadeleye çağırıyor

İmzacı Kurumlar:

Birleşik Emekliler Sendikası

DKDER-EHP-ESP-İŞÇİ-SEN-KALDIRAÇ-KÖZ-ODAK-PARTIZAN-SODAP-SMF

SÖZ VE EYLEM-TÖP”

 

 

 

 

 

 

 

 

ABD emperyalizmi ve siyonist İsrail İran’a saldırdı. Kahrolsun haksız gerici emperyalist savaşlar.

İsrail, İran’ın nükleer programını hedef alan ‘önleyici, hassas ve birleşik’ bir saldırı başlattığını duyurdu. İran’ın farklı bölgelerindeki nükleer tesisler de dahil olmak üzere onlarca askeri hedefi vuran İsrail, saldırı kapsamında 2 kritik yetkiliyi ve 6 nükleer bilimciyi öldürdü. İsrail Başbakanı Netanyahu, “İran’a operasyon gerektiği kadar sürecek. İran’ın nükleer zenginleştirme programının kalbine saldırdık. Natanz Nükleer tesisindeki bilim insanlarını hedef aldık. İran’ın farklı bölgelerindeki nükleer tesisleri ve onlarca askeri hedefi vurduk, ilk aşama tamamlandı” dedi.

Molla rejimi lideri Ali Hamaney İsrail’in saldırılarına sert karşılık vereceklerini açıkladı. İran Genelkurmay Başkanlığı da Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri’nin de hayatını kaybettiği İsrail’in saldırılarına ilişkin açıklama yayımlayarak, Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami , Tümgeneral Gulam Ali Reşid, bilim insanları, aralarında kadınlar ve çocukların da olduğu sivillerin hayatını kaybettiği belirtilen açıklamada, “Kudüs’ü işgal eden terör rejimi artık tüm kırmızı çizgileri aşmışken, bu suça verilecek cevabın sınırı kalmamıştır” ifadelerine yer verildi.

İran, İsrail’in saldırılarının ardından ABD ile nükleer müzakereleri durdurduğunu açıkladı. Önceki süreçte,  ABD’nin İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurması ısrarı nedeniyle bir süre gerçekleştirilemeyen görüşmelerin 15 Haziran’da Umman’da yeniden başlayacağı bildirilmişti.İran devlet televizyonunun haberine göre, İran, 15 Haziran’da Umman’ın başkentinde yapılması planlanan ABD ile dolaylı nükleer görüşmelere katılmayacak.

İsrail Başbakanı Netanyahu, saldırı sonrası yaptığı açıklamada, “İran’a operasyon gerektiği kadar sürecek. İran’ın nükleer zenginleştirme programının kalbine saldırdık. Natanz Nükleer tesisindeki bilim insanlarını hedef aldık” dedi.

Öte yandan, İran Genelkurmay Sözcüsü, “Misilleme yapacağız, İsrail ve ABD ağır bedel ödeyecek” dedi. ABD Başkanı Donald Trump ise saldırıyı önceden bildiklerini kaydederek, İran’ın misilleme yapması durumunda İsrail’i koruyacaklarını dile getirdi.

Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, Batılı emperyalist devletler, İran’a saldıran Siyonist İsrail devletinin arkasında koruyucusu ve kollayıcısıdır. Filistin’de  ellibeşbinin üzerinde Filistinliyi öldüren, Gaze’yi yakıp yıkan, hastaneleri, yerleşim yerlerini vuran katil İsrail, İran’a saldırısında da  batılı emperyalist  devletlerin  desteği ile saldırılarını gerçekleştirmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Ortadoğu’yu şekillendirme ve dizayn etme politikalarında sıra İran’a gelmiştir. Uzun süredir, emperyalizmin tehdit ettiği İran’a yönelik  saldırıların amacı İran’ı teslim alma ve İran’ın nükleer tesislerini yok etme, atom bombası yapma kapasitesini önlemeye yöneliktir.

Ortadoğu’yu  emperyalist çıkarları doğrultusunda dizayn etme ve yeni bir düzenleme yapma arzusunda olan emperyalizm karşısında bölge halkları başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalizme ve İsrail siyonizmine karşı  barışı savunacak.  Emperyalist gerici savaşa karşı dünya halkları mücadelesi önem taşımaktadır. Ortadoğu halklarının emperyalizm ve işbirlikçi faşist gerici rejimlerinden kurtulması halkların mücadele gücündedir.

AKP-MHP Siyasi iktidarı,  İsrail ile tüm  ilişkileri derhal  kesilmeli, Socar adlı şirketin İsraile Türkiye üzerinden petrol akıtılması derhal durdurulmalıdır. İsrail’le tüm askeri-ekonomik-ticari ilişkilerin sona erdirilmesini istiyoruz. ABD üsleri kapatılmalı ve Nato’dan çıkılmalıdır

Kahrolsun emperyalizm!

Kahrolsun gerici, haksız, emperyalist savaşlar!

 

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Kahrolsun emperyalizm.Filistine özgürlük!

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde emperyalizmin ve İsrail siyonizminin Gazze’deki ellibinin üzerindeki Filistin’linin katledilmesini, soykırım suçlarını; insani yardım gemisi Madleen’in ve gemideki  yardım malzemelerinin gasp edilmesini; aktivistlerin tutuklanmasını lanetledi.  Eylemde Katil ABD işbirlikçi AKP”, ” Katil İsrail Gazze’den defol”, ” Hamaseti bırak ticareti kes”,  ” Nehirlerden denize özgür Filistin”,  ” Faşizme ölüm halka hürriyet” sloganları atıldı.

Açıklamayı İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,

Tüm dünyanın gözü önünde bir soykırım, bir insanlık suçu işleniyor. Filistin halkı faşist/emperyalist İsrail devleti tarafından yürütülen topyekûn bir imha savaşı ile karşı karşıya. Kadın, çocuk, yaşlı, hasta, sivil demeden insanlar en acımasız şekilde katlediliyor, şehirler bir film sahnesini andırır şekilde yerle bir ediliyor, hayatta kalabilen Filistinlilerin çadırlarına, sığındıkları kamplara dahi bomba yağdırılmaya devam ediliyor. Tüm dünyanın gözleri önünde neredeyse iki yıla yaklaşan bir süredir savaş suçu işleniyor. Dünyanın en büyük ve sözümona en demokratik, en barışçıl devletleri ise bu soykırıma, bu insanlık düşmanı suça karşı çıkmak ve durdurmak bir yana bu barbarlığa desteklerini esirgemekten bir an bile vazgeçmiyor. Emperyalistler her ne kadar kendi aralarında birbirlerini yeseler de söz konusu barbarlık olduğunda bir anda birleşiyor. Dünya emperyalist güçleri barbarlık, vahşet, sömürü, soykırım konusunda birleşiyor ancak dünyanın emekçi halkları, ilericileri, devrimcileri, vicdan ve erdem sahibi insanları da birleşiyor. Eşyanın tabiatı gereği aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere ayrılıyor.

Bunun en somut örneği de geçtiğimiz gün insani yardım taşımak için Gazze’ye hareket eden Madleen Gemisi’dir. Gemi dünyanın dört bir yanından gönüllü aktivistleri, gazetecileri, sağlıkçıları ve taşıdığı insani yardım malzemeleri ile aslında bu karanlığı yırtmaya çalışan bir iradenin sembolüdür. Gemi Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkmış, uluslararası sularda İsrail devleti tarafından durdurulmuş, gemideki 12 aktivistten 4’ü sınırdışı edilirken 8’i halen gözaltında tutulmaya devam edilmektedir.

Madleen gemisinin uluslararası sularda İsrail güçleri tarafından durdurulması sadece hukukun değil, insanlık vicdanının da yok sayılmasıdır.

Madleen gemisinin durdurulması denizlerdeki seyir serbestisini değil, emperyalist gücün pervasızlığını da göstermektedir. Yaşananlar egemenlerin kuralsızlığını ve insanlığın ortak mirası olan denizleri dahi kendi çıkarları için bir sömürü alanına çevirme cüretini açıkça ortaya koymaktadır. Uluslararası deniz hukuku, tüm gemilerin uluslararası sularda barışçıl amaçlarla seyir serbestisi hakkını güvence altına almaktadır. Madleen gemisi, insani yardım taşıyan sivil bir gemi olarak bu hakkın korunması gereken bir örnektir ve bu hakka yapılan müdahale, uluslararası hukukun temel bir ilkesinin ihlalidir.

Gazze’deki halkın içinde bulunduğu felaket, kapitalist sistemin yarattığı eşitsizliğin ve emperyalist politikaların doğrudan sonucudur. Uluslararası insancıl hukuk, zor durumdaki halklara insani yardımın engellenemezliğini emretmektedir. Ancak İsrail rejimi bu ilkeyi hiçe sayarak, Gazze’yi bir açık hava hapishanesine çevirme politikasını sürdürmektedir. Gazze’deki insani durum göz önüne alındığında, İsrail’in ablukayı bahane ederek insani yardım girişimlerini engellemesi, sivil halkın yaşam hakkını ve sağlığını doğrudan tehdit etmektedir.

Uluslararası hukukun çiğnenmesinin yanı sıra gemideki aktivistlerin kişisel özgürlük ve güvenlik haklarının ihlali de söz konusudur. Bu kişilerin gözaltı koşulları, avukatlarıyla görüşme ve adil yargılanma hakları uluslararası denetim altında olmalıdır. Ayrıca aktivistlerin bu insani yardım eylemi aynı zamanda bir protesto ve farkındalık yaratma çabası olup, bu barışçıl eylemin engellenmesi, ifade ve toplanma özgürlüklerinin kısıtlanması anlamına gelmektedir.

Madleen gemisinin Aşdod Limanı’na zorla çekilmesi ve aktivistlerin sınırdışı edilmeleri bu hukuk tanımaz zorbalığın bir parçasıdır.

Değerli halkımız,

Filistin meselesi ülkemiz özelinde Türkiye halkının her dönemde yakından ilgilendiği, uğruna mücadele ettiği, hatta 70’li yılların başında Türkiyeli devrimcilerin İsrail’le çatışarak hayatlarını bu uğurda kaybettikleri bir süreci kapsamaktadır. Filistin halkının haklı davasının yanında olmak, İsrail uçaklarının saldırısında hayatını kaybeden Türkiyeli devrimci Bora Gözen’de cisimleşmiş bir iradeyle açıklanabilir. Filistin halkının haklı davasının yanında olmak emperyalizme gerçekten ve tutarlı bir şekilde karşı durmakla açıklanabilir. Filistin’in yanında olmak her yurttaşın kendi hükümetini İsrail ile ekonomik ilişki kurmamak konusunda zorlaması ile kendini gösterebilir. Filistin halkının yanında olmak dini duyguları istismar temelinde hamaset yaparken öz itibariyle emperyalizme karşı çıkmayarak değil her yönüyle anti-emperyalist olmakla samimi görünebilir. Ülkemizin özellikle devrimci-sosyalistleri bu noktada tam bir örnektir.

Dolayısıyla politik tüm argümanlardan bağımsız bir şekilde sorumluluk ve vicdan sahibi yurttaşlar olarak hem hükümet hem de uluslararası topluma sesleniyoruz: Hamasi sloganlar veya kınamalar yerine İsrail’e karşı somut adımlar atın. İsrail’le ticareti durdurun. İsrail’e silah sağlanmasına engel olun. Madleen Gemisi’ndeki aktivistlerin yanında olun ve sınırdışı edilmeleri değil; serbest bırakılmaları için gerekli tüm diplomatik girişimlerde bulunun. İsrail’e savaş sanayiinde kullanılmak üzere çelik taşıyan ve Mersin Limanı’na yanaşan VELA gemisinin bu yükü İsrail’e götürmesine engel olun. İsrail’in savaş suçlarını tüm dünyaya haykırın, tüm uluslararası platformlarda bu durumu mahkum edin. İsrail’e geri adım attıracak, bu vahşeti sona erdirecek tüm uluslararası hukuk yaptırımlarının uygulanabilmesi için gerekli girişimleri gerçekleştirin. Hiçbir hukuk, kural, kaide, vicdan ve insani değer taşımayan İsrail politikalarını artık durdurun. Tüm dünyanın gözü önünde bir ülke ve bir halkın yok edilmesine engel olun.

Filistin sorununun işçi ve emekçilerin uluslararası dayanışma ve mücadelesi ile başarıya ulaşacağına olan inancımızla bir kez daha haykırıyoruz:

Kahrolsun emperyalizm!

Filistin’e özgürlük!”