İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Denizleri andı. Denizlere sözümüz, ülkemizin bağımsızlığı, halkımızın özgürlüğü olmalıdır.

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  Türkan Saylan Kültür Merkezi   önünde “Deniz Yusuf Hüseyin’in yolunda Tam Bağımsız  Türkiye” pankartı açarak ‘Bağımsız Demokratik Türkiye’ mücadelesinde yitirdiğimiz Denizleri andı. Katılımcılar  “Yusuf Hüseyin Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz”, “Faşizme ölüm halka hürriyet”, “Emperyalistler işbirlikçiler 6.filoyu unutmayın, “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, “ABD Ortadoğu’dan defol”, “Nehirlerden denize özgür Filistin”,  “Faşizme karşı omuz omuza”, “İsyan devrim özgürlük”  sloganları atıldı. 

Basın açıklamasını İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz okudu. Basın açıklaması yapıldıktan sonra  katılımcılar Gündoğdu Meydanı’na yürüyerek denize üç fidan adına karanfiller bırakıldı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli halkımız,

İnsanların, toplumların hafızasında yer etmiş ve asla unutulmayacak bazı tarihler vardır. Halkları derinden etkileyen, yaralayan tarih hafızamız ise ne yazık ki çok fazladır. Bunlardan bir tanesi, 6 Mayıs 1972’dir.

Bir kuşak düşünün ki bilincini, canını, tüm hünerini hiçbir kişisel menfaat düşünmeden halkın mutluluğu ve ülkesinin özgürlüğüne versin. Bir kuşak düşünün ki en iyi okullarda okuyan, birkaç yabancı dil bilen, edebiyatla, şiirle, sanatla, sporla, bilimle; kısacası insanlığı ileriye götürecek her şeyle hemhal olan, en temiz, en saf, en dürüst, en kararlı, en devrimci duygularla ülkesinin ve halkının kaderini değiştirmek için yollara düşsün. Bir kuşak düşünün ki düzenin insanı olsalar sorun ve sıkıntı yaşamadan bir ömür sürebilecekken tüm bunları ellerinin tersiyle itip halkı için kavgaya girişsin. Bir kuşak düşünün ki, Denizler, Mahirler, İbrahimler, Sinanlar diye anılsın, bilinsin, bu isimler çocuklarda yaşasın, hiç unutulmasın…

İşte o kuşağın en yiğit evlatlarından Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın idam edilişlerinin yıldönümünde, aradan geçen yarım asırdan fazla süreye rağmen binlerce insan hala sokaklarda onları anıyor, mezarları bir çiçek bahçesinden farksız, ellerde resimlerini taşımaya devam ediyor.

Egemenler, o gencecik insanları asan faşistler bilmiyor ki, aslında halkımız kendisi için savaşan, dövüşen, bedel ödeyen insanları unutmuyor. Sinan Cemgiller Nurhak’ta öldürüldüğünde naaşlarının başında ilk ağıt yakanlar Adıyaman’ın köylü kadınlarıydı. Hala yüzbinlerce insanın ismi Deniz, Ulaş, Mahir… Hala her mitingde, her eylemde resimleri taşınanlar onlar… Asarak, katlederek yok edebileceğini sanan egemenlerin isimlerini ise hatırlayan bile yok.

Denizler bir hukuk faciası ile idam edildiler. Ne ceza hukuku ne de usulü hiçbir şekilde dikkate alınmadan, cezayı eyleme uydurmaya çalışarak Denizleri katlettiler. Verilen kararın ne hukuki bir yanı vardır ne de vicdani… Zaten idamlar halkın gönlünde yok hükmünde olduğundan bugün yine, ellerimizde onların fotoğrafları, dilimizde onların isimleriyle buradayız. İdamlar hiçbir zaman meşru olmadı, hukuki olmadı. Öldürdüler ancak yok edemediler.

Denizlerin cesareti, yurt ve halk sevgisi, kararlılığı, bilinci, inancı bugün hepimize hala yol göstericidir. 25’li yaşlarında üç gencin tüm varlıklarını bağımsızlık ve devrim kavgasına adaması, bu adanmışlığı idam sehpasında son sözleriyle haykırmaları halen en önemli miraslardan bir tanesidir.

Ülkemiz bugün hala emperyalizmin sömürgesi bir durumdadır. Ülkemiz hala yoksulların, işçilerin, köylülerin, emekçilerin ağır sömürü şartları altında yaşamak zorunda bırakıldığı bir coğrafyadır. Ülkemiz hala en ağır baskı dönemlerinden birisini yaşamaktadır. Bağımsızlık, demokrasi, sosyalizm bugün halen ekmek gibi, su gibi en acil ihtiyaçtır. Bu nedenle de Denizler, onların şahsında 68 kuşağının sarıldığı değerler ve verdikleri mücadele bugün halen geçerlidir.

Bizler Denizlerin manevi mirasını devralmak, o mücadele bayrağını yere düşürmemek, ülkemizi bağımsızlığa, halkımızı özgürlüğe kavuşturmak zorundayız. 6 Mayıs’tan 6 Mayıs’a anma törenleri düzenlemekle yetinmeyip onları hayatın her alanında, mücadelenin her zerresinde yaşatmaya devam etmek zorundayız. Halkımız insanca yaşayacak bir düzene kavuşana kadar mücadeleyi büyüterek sürdürmek zorundayız.

Denizlere sözümüz, ülkemizin bağımsızlığı, halkımızın özgürlüğü olmalıdır.

Onların son sözlerinde söylediği gibi; yaşasın halkların kardeşliği, kahrolsun faşizm”.

 

 

88.Yılında Dersim katliamı anıldı..

 

İzmir Dersim  Kültür ve Dayanışma Derneği, İzmir Demokratik Alevi Derneği, Alevi Bektaşi Federasyonu  1937-38  Dersim katliamının  88. yıldönümünde  Karşıyaka Çarşı girişinde basın açıklaması yaptı. Açıklamaya  Dem Parti, Yeşiller Sol Parti, Sosyalist Meclisler Federasyonu, TÖP,  HDK,  Emek Partisi, Pirsultan Abdal Kültür Derneği, DKDER  İmece-Der destek verdi.  Açıklama Kürtçe ve Türkçe olarak okundu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

Basına ve Kamuoyuna

Bugün, Dersim’in fermanı anlamına gelen “4 Mayıs 1937 Tarihli Bakanlar Kurulu Kararı”nın 88. yıldönümüdür. Bu kararnameyle, makro düzeyde planlanan ve adına “Tunceli” denen bir soykırım projesinin startı verilmiş, kadim bir halk kendi yurdunda, kendi tarihsel yaşam alanlarında, tüm insani değerleri ve toplumsal varoluş biçimiyle yok ediliş sürecine konulmuştur.

Halklar, insanlık ağacının birer dalı ve insanlık tarihinin birer bileşkesidir. Bu somut halk gerçekliklerinin tamamı tarihsel yaşam alanları, toplumsal varoluş biçimleri ve haklarıyla var olmuştur. Halklar hiçbir hegomon yapıya hiçbir şekilde borçlu olmadığı gibi, halkların emeği, kanı ve canı üzerinden kendini var eden muktedirler ise, her çağda sayısız insanlık suçunun faili olmuştur.

Dersim soykırımı da bu insanlık suçlarından birini teşkil etmektedir. İttihatçı zihniyet ve hegomonya, kapitalist vahşetin bu topraklarda ki tek tipçi versiyonu ve kadim halklara karşı işlenen insanlık suçlarının failidir. Tek tip iktidar alanı inşa hedefiyle ve Hristiyan halklardan başlayarak bu toprakların birçok kadim halkı trajik biçimlerde tasfiye edilmiştir.

Gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet döneminde tutulan ve Dersim’in tasfiyesini esas alan raporlarda zihniyet ve pratik anlamda bir devamlılık vardır. Buna göre Dersim önce fiziki katliama uğratılacak, bu soykırım göçertme ve asimilasyonla tamamlanacaktır.

Tek tip ulus inşası kapsamında sıra Müslüman Kürt kardeşe gelmiş, hak talepleri ve direnişler ezilmiş, Koçgiri direniş ve kıyımıyla başlayan Dersim’in tasfiye süreci ise kapsamlı hazırlıkların ardından 1937 ve 38 süreçlerinde İç Dersim’in vurulmasıyla sürdürülmüştür.

Uçak filoları, büyük askeri birlikler ve zehirli gazlarla yürütülen bu Dersim Seferlerinde on binlerce insanımız katledilmiş, yerleşim birimlerimiz yakılmış, başta kız çocukları olmak üzere akıbetleri bir daha öğrenilemeyen binlerce çocuğa el konularak götürülmüş, binlerce insanımız yurtlarından koparılarak dilini dahi bilmedikleri uzak diyarlara sürülmüştür.

Dersim Raporları’nda öngörüldüğü üzere, fiziki kıyımın ardından kültürel asimilasyon süreci etkili biçimde devreye konulmuştur. Sekasor örneğinden de bilindiği gibi, Yolumuzun Rehberliğini yürütmekte olan Ocak evlatları katledilerek ve Ocaklar sistemi vurularak halkımız hem toplumsal çözülüşe hem de inanç kimliğinden koparılma sürecine konulmuştur. Yasaklar ve asimilasyonu esas alan politikalar ve eğitim müfredatlarıyla halkımızın tüm birikimlerinin ifadesi anlamına gelen dilimiz de yok oluş sürecine sokulmuştur.

Dersim, 16.yüzyılın başlarından beri kesintisiz ve sistematik biçimde kuşatma ve tecrit altında tutulmuş olup, toplumsal varlığımızı yok etmeye odaklı bu kuşatma ve tecrit günümüze kadar ve halen daha da derinleştirilerek sürdürülmektedir. Öyle ki asimilasyon ve göçertme politikaları tavan yapmış, sistematik bir şiddet sarmalıyla Dersim adeta insansızlaştırılmış durumdadır.

4 Mayıs Bakanlar Kurulu Kararı’nın 88. Yıldönümünde halkımıza çağrıda bulunuyor, bizi insan kılan, insanlık âlemi içinde ki yerimiz ve halk kimliğimiz anlamına gelen, soykırım sarmalında tüketilmek istenen Dersim gerçekliğinde ısrar etmeye, direnişi ve barış mücadelesini yükseltmeye davet ediyoruz.

88. yıldönümünde, “4 Mayıs Roza Şiyaye” vesilesiyle bir kez daha Seyit Rıza, Alişer ve Ana Zarife şahsında tüm mazlumlarımızın huzurunda dara duruyor, saygıyla anıyor ve halkımıza yaşatılan vahşeti insanlığın huzurunda bir kez daha lanetliyoruz. Bu toprakların kadim halklarından biriyiz, saygı ve kabul görmek istiyoruz. Ve dünyada ki benzer örnekleri üzerinden tarihle yüzleşme çağrısında bulunuyor, diyoruz ki:

Seyit Rıza ve idam edilen Dersim ileri gelenlerinin mezar yerleri açıklanmalı, cenazeleri ailelerine teslim edilmeli, Dersim’e nakline engel olunmamalıdır.

Arşivler açılmalı, Dersim ismi iade edilmelidir.

Sürgünler, kayıplar ve el konularak götürülen çocuklarımızın listesi ve akıbetleri açıklanmalıdır.

Toplumsal haklarımız tanınmalı, Anayasal güvenceye kavuşturulmalıdır

Savaş, şiddet ve asimilasyon politikaları terk edilmeli, hak teslimi anlamına gelen “Barış Süreci” samimi ve hızlı bir biçimde işletilerek halklarımızın eşitlikçi, özgürlükçü demokratik birliği için gerekli adımlar atılmalıdır.”

Yaşasın 1 Mayıs! İş ekmek ve özgürlük için alanlara!

1 Mayıs Geliyor..

Fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde, tarlalarda, okullarda hayatı yeniden üretenler; güneşin her doğuşunda yeni bir güne umutla bakanlar 1 Mayıs geliyor.. İşçilerin emekçilerin bayramı 1 Mayıs geliyor. 1 Mayıs İşçilerin, emekçilerin, ezilenlerin taleplerini meydanlara taşıdıkları, sömürüye, baskılara, adaletsizliğe, halkın iradesini hiçe sayan uygulamalara karşı mücadele günüdür.

Kapitalizmin sömürü baskı ve zulmünü yaşayanlar, düşük ücretle uzun sürelerle sosyal güvencesiz çalışanlar, açlıktan yoksulluktan, iş güvenliği ve güvencesinden yoksun çalışanlar, sendikal örgütsüzlükten kurtulmak için güçlerini birleştiren işçiler, hakları için örgütlenen ve  işlerinden atılan işçiler, emekçiler; adaletsiz hukuksuz kararnamelerle işlerinden atılan kamu emekçileri; okullarından atılan akademisyenler, öğretmenler, boyun eğmeyen gezi tutsakları, hak hukuk ve adalet mücadelesi için ayağa kalkan öğrenciler karanlık günler bir gün sona erecek aydınlık günler gelecek..

İşçiler ve emekçiler, çalışma ve yaşama şartlarımızı iyileştirmek için, krizin yükünü işçilerin, emekçilerin sırtına yıkan iktidara karşı duralım. Bu soygun düzenine karşı 1 Mayıs’a alanları dolduralım.

Faşizmin, siyasi iktidarın acımasız, hukuk- kural tanımaz politikalarına, halkın iradesini gasp edilmesine,  göz altılara, tutuklamalara, savaş politikalarına karşı 1 Mayıs’ta alanlara çıkalım. Sömürüye, yoksulluğa, işsizliğe, faşizme ve savaşa  karşı, savaşsız, sömürüsüz bir dünya kurmak için 1 Mayıs’ta alanlara!

Siyasi iktidara artık yeter diyelim!

Mücadele edelim, örgütlenelim! Emek ve Demokrasi Güçlerinin örgütlü ve birleşik mücadelesiyle mutlaka biz kazanacağız.

İş ekmek, özgürlük ve barış  için seslerimizi birleştirerek, gürleştirerek haykırmak için, haydi alanlara!
Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Birliği, Mücadelesi, Dayanışması!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşitliği, Kardeşliği!
KHK’ler sonuçları ortadan kaldırılarak iptal edilsin!
Zindanlar boşalsın!
Barış İçin Savaşa ve Faşizme Hayır!
Yaşasın Sosyalizm
Bıji 1 Gulan
Yaşasın 1 Mayıs

 

 

KHK’lar gidecek biz kalacağız eyleminin 327 haftasında: Karanlığa karşı aydınlığı savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz..

 KHK ile ihraç edilen kamu emekçilerinin işlerine geri dönmesi için  Karşıyaka  Çarşı girişinde yapılan oturma eyleminin 327’nci haftasında,  “Oturma eylemimiz 327.haftasında “,   “Çocuklarımız ve torunlarımız için buradayız. Ya siz”, “Ebruya özgürlük” pankartları açıldı.  Mahkeme kararıyla  görevine iade edilen Ebru öğretmenin Emniyet Müdürlüğü güvenlik soruşturması nedeniyle görevine başlatılmamasının   kabul edilemeyeceği  ve mücadeleye devam edileceği belirtilen açıklamaya   İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’de katıldı.  Açıklamayı  Eğitim Sen İzmir 2′ Nolu Şube Kadın Sekreteri Cansu Başer okudu.
Açıklamanın tam metni şöyle:

“327 haftadır hukuksal hiç bir dayanağı olmayan KHK’lere karşı direniyoruz…

327 haftadır bize “ ağacın kökünü yesinler” diyenlere karşı onurlu duruşumuzu sergiliyoruz…

327 haftadır bu meydanda siz dostlarla adalet ve hakikat arayışımızı sürdürüyoruz…

Bizleri insanlığın ortak değerlerini savunmaktan vazgeçirmek istediler, VAZGEÇMEDİK…

Emek ve Barış mücadelesinden uzaklaşacağımızı beklediler, yanıldılar…

Onlar bizi Açlıkla terbiye edeceklerini planladılar, biz DAYANIŞMAYI yaşamımızın tüm alanlarında var ettik. Doğa sevgimizi, kadın özgürlük mücadelemizi, demokrasi ve insan hakları mücadelemizi durduramadılar. Daha çok bilendik. Bizler yaşadığımız bu haksızlık ve hukuksuzluk karşısında mücadeleyi büyütmekten başka çarenin olmadığını biliyoruz.

Bu hukuksuzluğu 8 yıldır yaşıyoruz. Arkadaşlarımızdan bazıları yıllar sonra işlerine geri döndüler. Ancak tüm yaşattıkları karalama ve itibarsızlaştırma karşısında bir özür bile dilemediler.

Bir çok arkadaşımız ise 8 yılı geçmesine rağmen açtıkları davalarını hala sonuçlandırmadılar. Bizim için hukuk işletilmiyor, kendi yasalarına bile uymuyorlar.

Mahkeme kararıyla görevine iade edilen arkadaşlarımıza ise emniyet müdürlükleri eliyle güvenlik soruşturması adı altında yeni bir hukuksuzluk dayatılıyor. Ebru öğretmenimizin de güvenlik  soruşturması gerekçe gösterilip  görevine başlatılmadı.  Yıllardır onlarca yıl emek vererek elde ettiğimiz mesleğimizi yapmamız engelleniyor. Güvenlik soruşturması sopasıyla bizleri yıldıracaklarını, mücadele alanlarından çekebileceklerini düşünenler, görüyorsunuz ki hepimiz buradayız, mücadele etmeye devam edeceğiz.

Toplumdan tecrit etme planlarını bizler boşa çıkardık. Bu yaşadıklarımız karşısında biz mücadele etmeyi ve direnmeyi seçtik. Ancak bu baskılara ve haksızlıklara dayanamayan Bazı arkadaşımızı inşaatlarda çalışırken kaybettik. Yaşadığı travmalar sonucu intihar eden arkadaşlar oldu. Yurt dışına çıkarak sürgünde yaşamak zorunda kalan arkadaşlarımız oldu…

Tüm bu yaşadıklarımızın ve ölümlerin sorumlusu bize hukuksuz KHK’leri dayatan, yaşamlarımıza müdahale eden bu siyasal iktidardır.

Bizler şunu çok iyi biliyoruz ki ; bizi ihraç edenler, işçiye asgari ücretle açlığı dayatanlardır. Emekliyi enflasyona ezdirenlerdir. Bu ülkede işsizler ordusu yaratanlardır. Ülkenin kaynaklarını yandaş bir kaç şirkete aktaranlardır. Anayasal hak olan Sağlık ve eğitim hakkımızı gasledenlerdir. Dağlarımızı madenlerle, akarsularımızı HES’lerle, ormanlarımızı yangınlarla yok ederek, Doğamızı talan edenlerdir. Ortalama olarak günde 5 kadını katledenlerdir. Kadın cinayetleri ile Kadın kırımını yaşatanlardır. Gençleri geleceksizlikle yurt dışına çıkmak zorunda bırakanlardır. Irkçı politikalarla  Kürt’ün, Alevinin yurttaşlık haklarını gasp edenlerdir. Kayyumlarla yurttaşın seçme seçilme hakkını yok sayanlardır. Yani 22 yıldır bu ülkeyi yaşanmaz hale getiren AKP, MHP iktidarıdır.

Tüm bu sorunların çözümü sorunları yaşayan tüm bu kesimlerle birleşik bir mücadele ile haklarımıza ve özgürlüklerimize ulaşacağımızı biliyoruz.

Çocuklarımıza aydınlık bir gelecek bırakma mücadelesini hep beraber yükselteceğiz.

Arkadaşlarımızın yaşadığı hukuksuzluğa karşı 327 haftadır bu alanda birlikte bu oturma eylemlerini gerçekleştiriyoruz. Arkadaşlarımız işlerine geri dönmezse gerekirse bu eylemleri 327 hafta daha sürdürmeye kararlıyız.

Bıkmadan, usanmadan ve her seferinde daha da yüksek sesle haykıracağız.

Savaşa karşı onurlu bir barışı,

Ölüme karşı yaşamı

Tekçiliğe karşı çoğulculuğu

Karanlığa karşı aydınlığı savunduk ve savunmaya da devam edeceğiz.

KESK’li ihraçlar onurumuzdur.

KHK’ler gidecek biz kalacağız!      

Yaşasın örgütlü mücadelemiz, Yaşasın KESK…”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Halkın iradesi gasp edilemez. Darbeye hayır!

 

İzmir Emek  ve Demokrasi Güçleri;  halkın iradesine karşı başlatılan darbeye, Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşlarının gözaltına alınmasına karşı,  İzmir Mimarlık Merkezi önünde  “Halkın iradesi gasp edilemez. Darbeye hayır” pankartı açarak, Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne yürüdü. Yürüyüş boyunca “Halkın iradesi gasp edilemez”, “Faşizme karşı omuz omuza”, ” Hükümet istifa”, “Diktatör Erdoğan”,   “Faşizme ölüm halka hürriyet” “Kahrolsun faşizm yaşasın demokrasi”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Susma sustukça sıra sana gelecek” , “Yaşasın devrim ve sosyalizm”,  “Saraylar yıkılır direnenler kazanır”, “Gözaltılar,  tutuklamalar, baskılar bizi yıldıramaz” sloganları atıldı.

Türkan Saylan Kültür  Merkezi önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz okudu.  Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,
Bugün Türkiye için kara günlerden bir tanesini daha yaşıyoruz. Demokratik yollarla iktidarda kalamayacağını anlayan tek adam rejimi, tüm rakiplerini siyasi kumpaslarla siyaset sahasından silmeye çalışıyor. Daha dün akşam saatlerinde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun diploması siyasi sebeplerle bir günde iptal edilirken ve bu meselenin hukuksuzluğu dahi henüz tartışılamamışken, bugün sabah saatlerinde evine yüzlerce polisle yapılan operasyon ile İmamoğlu gözaltına alınmış durumdadır.
İktidar kendisine muhalif olan kim olursa olsun nefes dahi almasına izin vermemektedir. Tüm gücü ile siyasi rakiplerini silme gayreti içerisinde olan iktidar, bu konuda hukuki veya hukuk dışı tüm yöntemleri de kullanmaktan çekinmemektedir. Nasıl olsa iktidara ne hesap sorabilen bir kurum bırakılmıştır ne de bağımsız bir yargı mevcuttur. Ülke tamamen totaliter bir rejimle yönetilmektedir.

Değerli halkımız,

Bugün yaşanan olay İmamoğlu özelinde değerlendirilmemelidir. İmamoğlu sadece bir örnektedir. İktidara alternatif olabilecek, hatta iktidara karşı seçim kazanabilen bir kişinin varlığı bir demokrasi yarışı değil faşizm baskısının artırılması ile sonuçlanmıştır. Şunu artık herkesin bilmesi gerekmektedir: Türkiye hukukun üstünlüğünün, demokrasinin, insan haklarının değil baskının, zorbalığın, faşizmin egemen olduğu bir ülke haline gelmiştir. Ülkede sadece İmamoğlu değil, artık hiç kimsenin can ve mal güvenliği yoktur. Tutuklanmak, gözaltına alınmak, uydurma davalarla senelerce hapis yatmak, malvarlıklarına atanan kayyımlar eliyle her şeyinizin elinizden alınması, sürülmek, işsiz bırakılmak, bir siyasi cinayetin kurbanı olmak… Tüm bunlar ne yazık ki bu ülkenin sıradan olayları haline getirilmek istenmekte, halkın da bu sıradanlığı kanıksaması beklenmektedir.

Ülkenin hukuki güvenceden, haktan, adaletten yoksun, demokrasinin kırıntısının dahi bırakılmadığı bir yer haline getirilmesi ise bir avuç mutlu azınlığın iktidarını korumak istemesi nedeniyledir. Bu mutlu azınlık ülkede kendisi gibi düşünmeyen, yaşamayan hiç kimseye nefes dahi aldırmayarak iktidar koltuğuna olanca güçleriyle yapışmış durumdadır. Ülke ekonomik olarak çok büyük bir buhrandan geçerken, insanlar akşam evlerine, çocuklarına ne götüreceklerini düşünürken, halk açlıkla, sefaletle sınanırken, ülkenin en yetişmiş insanları yurtdışında yaşamak için sıraya girmiş beklerken, geleceksizlik, belirsizlik, işsizlik, ağır vergi yükü altında halk inim inim inlerken bu temel emek-sermaye çelişkisinin siyasi bir yön kazanmaması için siyasi iktidar, koltuğunu baskı, zor ve faşizme başvurarak korumaktan başka çare görememektedir.

Ülkede ne hukuk, ne demokrasi, ne ekonomi, ne toplum barışı kalmıştır. Bunun sorumluları servet içinde yaşarken sömürülen ve yoksullukla mücadele eden milyonlardan istenen tek şey ise sesini hiç çıkarmadan önlerine konulan insanlık dışı koşulları kabul ederek nefes alıp vermeye devam etmeleridir. Ne alternatif bir ses, ne farklı bir siyasi görüş ne de aleyhe siyasi bir söylem veya oluşuma tahammülü olmayan bu zihniyet, kolluğu ve yargıyı adeta bir sopa gibi kullanarak kendisine dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışmaktadır.
35 yıllık diploması bir cümle ile iptal edilen İmamoğlu’nun yaşadığı hukuksuzluk daha tartışılamadan, bir mafya babasının evine baskın yapılırcasına, 16 milyon İstanbullunun oylarıyla seçilmiş, davet üzerine her halde ifade vermeye gelebilecek bir belediye başkanı, evinin önüne yığılan yüzlerce polis eşliğinde şafak operasyonu ile gözaltına alınmıştır. İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı adayı olması nedeniyle gerçekleşen bu operasyon, tüm siyasi rakiplerini hukuk dışı yollarla saf dışı bırakmak gibi yollarla iktidarda kalmayı amaçlayanlarca tertip edilmiştir. Yaşadığımız durumu artık ne hukuk dışı gibi ifadeler izah edebilmektedir ne de ayıplamak yetmektedir. Yaşanan aleni bir şekilde faşizmdir. Ve faşizm kınanarak, ayıplanarak, korkularak üstesinden gelinecek bir yönetim biçimi değildir.

Değerli halkımız,
Artık korku duvarının aşılması gerekmektedir. Korkmayın! Demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü, iş ve aş taleplerinizi en demokratik yöntemlerle haykırın! Birleşin! Korkmayın ve birleşin! Bugün Ekrem İmamoğlu’nun başına gelen şey, aslında tüm ülkeye bir gözdağıdır, tüm ülkenin üzerine bir korku bulutu salmak amaçlıdır. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir totaliter rejim, kendi kendine demokratikleşmemiştir. Faşizmin tek çaresi, birleşmiş bir halkın demokratik yöntemlerle yürüttüğü mücadeledir.
Biz bu demokrasi ve özgürlük mücadelesini kazanacağız. İnsanlık tarihi her zaman daha iyinin, daha ilerinin zaferleriyle adım atmaktadır. Bu en temel bilimsel doğruya sıkı sıkıya sarılmak, gücümüzü, birliğimizi, haklılığımızı  en demokratik yöntemlerle dile getirerek bu karanlığı dağıtmak zorundayız.

Kahrolsun faşizm!
Yaşasın demokrasi!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Suriye’de Alevi katliamı var durdurun!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Ortadoğu’da emperyalizmin müdahalelerine,  Suriye’nin Lazkiye, Tartus ve Humus bölgelerinde, HTŞ rejiminin ve onun denetiminde hareket eden cihatçı çetelerin Alevilere yönelik katliamlarına karşı   Türkan Saylan Kültür merkezi önünde basın açıklaması yaptı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“SURİYE’DE REJİMİN SİVİLLERE YÖNELİK KATLİAMLARINI KINIYORUZ!

Ortadoğu, emperyalist müdahalelerin, otoriter rejimlerin ve gerici savaş politikalarının halkları esir aldığı bir coğrafya hâline getirilmek istenmektedir. Bugün Suriye’de yaşanan vahşet, bu politikaların en somut örneklerinden biridir. Etnik ve mezhepsel ayrışmaları derinleştiren, halkları birbirine düşmanlaştıran bu kanlı politikaları reddediyoruz!

SURİYE’DE ALEVİLERE YÖNELİK KATLİAMLAR: İNSANLIĞA KARŞI SUÇTUR!

Suriye’nin Lazkiye, Tartus ve Humus bölgelerinde, HTŞ rejiminin ve onun denetiminde hareket eden cihatçı çetelerin Alevi nüfusa yönelik saldırıları sonucunda yüzlerce sivil katledilmiştir. Bu katliamlar, yalnızca bir mezhebi değil, emekçilerin, halkların ve azınlıkların ortak yaşamını hedef alan bilinçli bir savaş politikasıdır!

Bugün bölgede yürütülen mezhepçi şiddet ve zorbalık, sermayenin Ortadoğu’daki emek düşmanı rejimlerinin en önemli aracı hâline gelmiştir. Kadınların, çocukların ve emekçilerin hunharca katledildiği bu saldırılar karşısında susmak, bu zulme ortak olmaktır!

SAVAŞ POLİTİKALARINA KARŞI EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ VE DAYANIŞMASI ŞARTTIR!

Bugün Ortadoğu’da süregelen savaş politikaları, yalnızca bir halkı ya da bir inancı değil, bölgedeki halkları ve demokratik mücadeleyi hedef almaktadır.

Emperyalist müdahaleler ve bölgesel otoriter rejimlerin baskıları, cihatçı grupların doğmasına ve güçlenmesine zemin hazırlamaktadır!

Bu gruplar, sendikal hakları ve halkların demokratik kazanımlarını yok etmeye çalışmaktadır!

Suriye’de Alevilere, Hristiyanlara ve diğer azınlıklara yönelik saldırılar, yalnızca bir mezhep ya da inanca değil, halkların ortak geleceğine yöneltilmiş bir tehdittir!

Yeni rejimin göreve gelir gelmez kamu emekçilerini ihraç etmeye başlaması, kabul edilemez bir baskı politikasıdır! Türkiye’de KHK ihraçları ile benzer şekilde yürütülen bu tasfiye girişimleri, yalnızca emekçileri değil, halkın demokratik haklarını ve sosyal adaleti de hedef almaktadır. Emekçilere yönelik bu hukuksuz ihraçlara karşı, tüm emekçilerin ortak mücadelesi ve dayanışması şarttır!

ULUSLARARASI KAMUOYUNA ÇAĞRI: DEMOKRASİ VE İNSAN HAKLARI İÇİN ORTAK MÜCADELE!

Emek ve Demokrasi güçleri olarak uluslararası sendikal hareketi, demokratik kitle örgütlerini ve tüm emek ve barış güçlerini, Ortadoğu’da yaşanan bu insanlık suçlarına karşı harekete geçmeye çağırıyoruz!

HTŞ rejiminin baskı politikaları ve etnik temizlik uygulamaları teşhir edilmelidir!

Ortadoğu’da laik, demokratik ve emekçilerin haklarını temel alan bir düzenin inşası için uluslararası dayanışma büyütülmelidir!

Suriye’deki kamu emekçilerine yönelik hukuksuz ihraçlara karşı uluslararası kamuoyu ve sendikal hareketler ortak tavır almalıdır!

Başta Birleşmiş Milletler ve uluslararası insan hakları örgütleri olmak üzere, tüm dünya emekçilerini ve halklarını, Suriye’de ve Ortadoğu genelinde yaşanan bu vahşete karşı ses çıkarmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz!

Katliamların ve zulmün kanıksandığı bir dünyada insanlığımızı yitiririz. Bizler, emek ve demokrasi mücadelesi verenler olarak, bu zulme karşı susmayacak, halkların barış, eşitlik ve özgürlük mücadelesini büyütmeye devam edeceğiz!

Yaşasın halkların kardeşliği!

Yaşasın emekçilerin dayanışması!

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, kadınlar sokağa çıktı. Aile yılı sizin mücadele bizimdir. Yoksulluğa güvencesizliğe şiddete hayır..

 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde, İzmir Kadın Platformu’nun (İKP) çağrısıyla Konak Eski Sümerbank önünde  “Aile yılı sizin mücadele bizimdir”, “Yoksulluğa güvencesizliğe şiddete hayır” yazılı pankartları  açan kadınlar  Cumhuriyet Meydanı’nda yürüdü. Kadınlar,  “Cinsel Ulusal Sınıfsal Sömürüye Son”,  “Kader Değil Bu Bir Cinayet!”,  “Kadınlar Sokağa Özgürleşmeye”,  “İnsanca Bir Yaşam İstiyoruz”, “Şiddetiniz Batsın Kadınlar Yaşasın”,  “Savaşa Değil Halka Bütçe”, “Asla Yalnız Yürümeyeceksin”, “Kurtuluş Yok Tek Başına”, “ Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”,  “Akp Gidecek Biz Kalacağız”,  “Kadınlar Artık Susmayacaklar”,  “Kadın Cinayetleri Politiktir”, “Kadın Yaşam Özgürlük”, “ Jin Jiyan Azadi” sloganlarını attı. Yürüyüşe Ege Serbest Bölgede bulunan, sendikalaştıkları için işten atılan ve direnişe başlayan DIGEL Tekstil işçileri de katıldı.

İzmir kadın Platformu adına  Cumhuriyet Meydanı’nda okunan basın açıklamasının  tam metni şöyle:

“AİLE YILI SİZİN MÜCADELE BİZİMDİR

1900’lerden günümüze kadınların başta “eşit işe eşit ücret” talebi olmak üzere eşit, özgür, onurlu bir yaşam mücadelesine atfen ilan edilen 8 Mart’ın tarihi bizlere ışık tutmaya devam ediyor. Bu yıl 8 Mart’ta İzmirli kadınlar olarak bu tarihten aldığımız güçle, yoksulluğa, güvencesiz çalışmaya, şiddete karşı eşit, özgür, insanca bir yaşam için alanlardayız.

AKP iktidarı, 2024 yılında açıklanan orta vadeli program ve 12. kalkınma planında yer alan esnek ve güvencesiz çalışmayı yaygınlaştırma planlarının bir parçası, gerici iktidarının tahkimi için 2025 yılını “Aile yılı” ilan etti. Plana göre aile ile iş yaşamının uyumlulaştırılması adı altında kadınlara esnek, güvencesiz, düşük ücretlerle çalışma dayatılırken, “ailenin güçlendirilmesi” vurgusuyla cinsiyet eşitsizliğini derinleştirecek politikalar bir bir hayata geçirilerek kadınlar aileye, aile içinde de erkeğe daha bağımlı hale getirilmek isteniyor. Sermayenin ucuz emek ihtiyacı için boşanma oranlarının artması, doğum oranlarının düşmesi bahane edilerek Nüfus Politikaları ve Aile Enstitüsü kuruluyor. Evlilikler daha çok borçlandırarak teşvik ediliyor, boşanmalara arabulucu uygulamaları tekrar tekrar gündeme getiriliyor, nafaka hakkı yeniden tartışmaya açılıyor. Genel ahlak’ kavramıyla ortaya attıkları yasa tasarıları ile Türk Ceza Kanunu’nda yapılmak istenen değişikliklerle toplumsal yaşamı dini referanslarla inşa etmeye; kadınların ve LGBTİ+’ların yaşamlarını biyolojik cinsiyete sıkıştırmaya, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesini engellemeye, kamusal alandaki var oluşumuzu kısıtlamaya çalışıyorlar.

OVP ve 12 Kalkınma planıyla işçi ve emekçilerin en çok da kadınların ne kadar hakları varsa hedefe konuyor. Kamuda tasarruf adı altında sosyal bir devletin yapması gereken tüm kamusal hizmetler özelleştirilirken, kutsal aile adı altında bakım emeği hane içine,  hanede de daha çok kadının üzerine yıkılıyor. Kısmi, uzaktan, saatlik, mevsimlik adı altında dayatılan esnek çalışma modelleriyle kadınlar sosyal güvenceden yoksun, düşük ücretli, kıdem tazminatı ve emeklilik güvencesi olmayan işlere mahkum ediliyor.

Bu durum TÜİK’in “istatistiklerle kadın” 2024 verilerine de yansıdı.  Verilere göre kadınlar iş bulmakta zorlanıyor, bulduğu işte erkeğe göre daha az kazanıyor, eğitim durumları yükselen kadınların kazancı aynı oranda eğitim durumunda olan erkeklerin kazancına oranla düşüyor. Çocuklu kadınlar iş bulamazken, esnek ve güvencesiz çalışmaya daha fazla itiliyor. Bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini, kadın yoksulluğunu daha da derinleştirerek hane içinde kadına yönelen şiddeti de tırmandırıyor.

Buna rağmen işçi ve emekçi kadınlar sendikal hakları, yaşanılabilir bir ücret ve insanca çalışma koşulları için bütün baskılara, grev yasaklarına rağmen grev ve direnişlerle hakları için mücadele ediyor. İzmir’de Temel Conta, Sunel, OTP, TTL Tütün işçileri, güvenceli iş, yoksulluk sınırı üzerinde ücretler, insanca çalışma koşulları için grevdeler. Digel işçileri sendikal haklarından vazgeçmiyor işten atılanlar direnişlerini sürdürüyor. Belediye işçileri, sağlık, eğitim, büro emekçileri performans sistemine karşı yoksulluk sınırı üzerinde ücretlere karşı iş bırakma eylemleriyle alanları dolduruyor. Bu direnişler de gösteriyor ki bize dayatılan bu koşullara mahkum değiliz. Grev ve direnişlerimizle işyerlerinden sokaklara mücadeleyi büyütecek, güvenceli iş, insanca yaşama yetecek ücretler, sendikal örgütlüğün önündeki tüm engellerin kaldırılması, baskı ve yasakların son bulması için mücadeleyi sürdüreceğiz. İşyerlerinde şiddete karşı İLO 190’ın uygulanması için sesimizi daha çok yükseltecek, eşit işe eşit ücret hakkımızı kazanacağız.

Faşist iktidarların hepsinde olduğu gibi AKP iktidarı da öfke ve hoşnutsuzluğu bastırmak için şiddet ve baskı politikalarını artırıyor. Kadın hareketinden yol arkadaşlarımız, gazeteciler, LGBTİ+ aktivistleri, sendikacılar, siyasi parti üyeleri ve yöneticilerinden oluşan binlerce kişi gözaltına alınıp tutuklanırken; kadın katilleri cezasızlık politikalarıyla ödüllendiriliyor. Sadece 2024 yılında 394 kadın cinayeti yaşanırken, 259 kadın ölümü “şüpheli” olarak kayıtlara geçti, kadınların ölümleri intihar süsü verilerek kapatılırken, failler hakkında etkin soruşturma başlatılmadı. Üstelik bu kadınların yarısından fazlası evlerinde, kendi eşleri babaları, boşanmak istedikleri erkekler tarafından öldürüldü. Her bir kadın cinayetinin arkasında “kutsal aile” anlayışının olduğunu biliyoruz. Aile adı altında sürdürdüğünüz kadın düşmanı politikalarınızdaki iki yüzlülüğü her yerde teşhir edeceğiz. Ne baskılarınıza boyun egeceğiz ne de şiddetinize yol vereceğiz. Şiddetsiz bir dünya yaratana dek, kadına yönelik şiddet ve cinayetlere karşı caydırıcı cezaların uygulanması, 6284’ün etkin uygulanması, sığınmaevlerinin sayısının artırılması için mücadele etmeye devam edeceğiz. Her yerde erkek-devlet şiddetine karşı direnişin ve özgürlüğün sesini yükselteceğiz!

Kadınlara durmadan “çocuk doğurun” diyen AKP iktidarı çocukları korumaya gelince ortadan kayboluyor. Narin Güran,  Sıla Bebek ve Yenidoğan Çetesinde gördüğümüz gibi çocukların iradeleri, bedenleri ve varlıkları yok sayılıyor. Çocukların eğitimi, sağlığı, hakları için bütçe ayırmayanlar, sermayeye kaynak aktarıyor, cemaat ve tarikatlarla işbirliği protokolü imzalıyor. İktidar eğitimi sermayenin ihtiyaçlarına göre şekillendirirken bir yandan da laik eğitim rafa kaldırılarak eğitim dinselleştiriliyor. Çalışırken okumak zorunda kalan MESEM’Li, liseli, üniversiteli gençler iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor.  Bütün bu saldırıların ideolojik bir saldırı olduğunu görüyoruz ve bir kez daha yineliyoruz; Çocukların öldürülmediği, yalnız kalmadığı, yoksullaştırılmadığı bir dünya ve yaşam için hep birlikte mücadele edeceğiz!

Kadınlar en çok yakınlarındaki erkekler tarafından aile kurumunda öldürülürken, Aile Bakanlığı Bütçesinde ailenin korunması ve güçlendirilmesi için ayrılan pay, kadının güçlenmesine ayrılan payın neredeyse 3 katı.  Kadın cinayetleri çığ gibi çoğalırken, ‘Kadının güçlendirilmesi’ için ayrılan pay 5.9 milyar yani her bir kadın için günlük 38 kuruş ayrılıyor. Aynı bakanlık diyanete 8 ayda 38 milyon lira ayrılıyor.  Kadının güçlendirilmesi için ayırdığı bütçeyi yıldan yıla azaltan AKP iktidarı, kadınları koruyan mekanizmaları hedefe koyuyor. Muhalefeti sindirmek için demokrasiye darbe anlamına gelen irade gaspıyla onlarca belediyeye atanan kayyumlar aracılığıyla da kadınların kazanımları ortadan kaldırılıyor. Ne İrademizden ne de haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz. Ülkede demokrasi bölgede barış sesini yükseltmeye devam edeceğiz.  Kadınlar ifade ve örgütlenme özgürlüğü alanında da çok büyük sorunlar yaşıyor. Kendi öz örgütleri, devlet denetimine sürekli tabi tutulurken, yapılan basın açıklamaları ya da sokak gösterileri sürekli engelleniyor ve bu nedenle kadınlar devlet şiddetine maruz kalıyor. Bugün cezaevlerinde sadece düşünceleri nedeniyle bulunan çok sayıda kadın siyasetçi, gazeteci, insan hakları savunucusu bulunmakta. Cezaevlerinde çok sayıda hasta kadın mahpus tedavi hakkına erişim sağlayamıyor. Yine cezaevlerinde ve gözaltı merkezlerinde bulunan adli ve siyasi kadınlara yoğun bir baskı yöntemi uygulanmakta, arama adı altında “Çıplak arama” işkencesi uygulanıyor, koğuşlarına giren görevliler tarafından tacize maruz kalıyorlar.

Emperyalist güçler ve otoriter rejimlerin bugün yürüttüğü güç ve çıkar savaşları başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyayı kana buluyor. Bir yandan sağ otoriter rejimler güç kazanırken diğer yandan silah sanayine ayrılan devasa bütçelerle emekçiler daha da yoksullaştırılıyor. Gazze’de, Rojava’da, Afganistan’da, İran’da ve Suriye’de kadınlar bu savaşların sonucu olarak öldürülüyor, sürgün ediliyor, özel savaş politikalarına maruz bırakılıyor. Savaşın kadın bedenini ganimet haline getirdiğini, savaşın kadınları yoksullaştırdığını ve savaşın tüm demokratik hakları yok ettiğini biliyoruz.

Erkek egemen iktidarların savaş ve şiddet politikalarına karşı direnen kadınların barış, özgürlük ve yaşam hakkı için verdiği mücadele, bizim mücadelemizdir! Türk, Kürt, Ezidi, Afgan, Arap kadınların direnişi bizim direnişimizdir! Bu mücadele demokratik toplum mücadelesidir. Biz kadınlar, ortak mücadele mirasımızdan aldığımız inanç ve umutla savaş ve şiddet politikalarına karşı mücadele ediyor, özgür yaşam iddiamızı büyütüyoruz.

Bugün sahip olduğumuz pek çok hak, yüz yıl önce kadınların mücadeleyle kazandıkları haklar. Bu tarihi sorumlulukla, birbirlerine göbekten bağlı tüm bu sorunlara karşı örgütlü ve birleşik mücadeleyi yükselteceğiz. Şiddet ve sömürü düzenine karşı eşit, özgür, birlikte bir yaşam için, savaşa karşı barış için, haklarımız ve hayatlarımız için ‘Aile yılı’ dedikleri yılı, kadınların mücadele yılı yapacağız, yaşasın kadın dayanışması.

İzmir Kadın Platformu”

 

ÇETİN AKYIL

                                                                              ÇETİN AKYIL (01.01.1962-21.02.2025)

Şair dostumuzu, yoldaşımızı yitirdik. Ailesine, dostlarına ve yoldaşlarına baş sağlığı dileriz. 22 Şubat Cumartesi günü Nazilli’de öğleyin Yenibahar Cami’sinden uğurlanacak..

ŞİMDİ YANMA ZAMANI

Kavga saatindesin ey şair gönlüm

Güneşe giden yoldasın

Söküksün ipsiz iğnesiz

Ötedeki derdindesin

Hüzündesin

Yokluğundasın insanın

Ateşinde yalnızlığın

Ey çocukluğunu cebinde taşıyan şair

Şimdi yanma zamanı

Şimdi yanma zamanı

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri:Gözaltılarla, kayyumlarla, baskılarla toplumu susturamazsınız! Gözaltılar derhal serbest bırakılsın!

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  düzene muhalif  siyasi partilerin yönetici ve üyelerinin, BİRTEK-SEN Genel Başkan’ı Mehmet Türkmen’in, gazetecilerin , sanatçıların yurttaşların  aralarında bulunduğu ülke genelinde  yapılan gözaltılara ve tutuklamalara tepki göstermek için Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yaptı. Basın açıklamasını TMMOB İzmir İKK Sekreteri Aykut Akdemir okudu.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“Artık neredeyse her yeni güne siyasi parti yöneticileri ve üyeleri, gazeteciler, sanatçılar, sendika başkanları, sendika yöneticilerinin gözaltına alınma ya da tutuklanmaları haberleriyle uyanıyoruz. Geçtiğimiz gün gece yarısı DEM PARTI, EMEP, SYKP, ESP, YESIL SOLPARTÌ, DBP yönetici ve üyeleri, gazeteciler, sanatçılar ve üyelerimizin de aralarında bulunduğu 52 kişi gözaltına alındı.

Her gün toplumsal muhalefeti kriminalize etmeye çalışan siyasal iktidar, bir yandan sindirme aracı haline getirdiği yargı eliyle, sendika üye ve yöneticilerine, siyasetçilere, kayyumlarla halkın iradesini gasp ederken diğer yandan toplumsal muhalefeti bastırma ve gazetecilere, sanatçılara, kısaca adalet mücadelesi veren bütün kesimlere karşı baskılarına hız kesmeden devam ediyor.

Sadece son bir hafta içerisinde;
*İstanbul’da CHP Belediyelerine yapılan operasyonlarda sadece ‘kent uzlaşısı’ nın adayları
olarak seçilen belediye meclis üyeleri ve başkan yardımcıları dahil olmak üzere 10 kişi tutuklandı.
*Aynı gün Van Büyükşehir Belediyesi Eş Başkan’ı Abdullah Zeydan’a 3 yıl 9 ay hapis cezası
verildi.
*3 gün önce Van Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum atandı.
*Antep OSB isçilerinin direnişi Antep Valiliğinin 15 günlük eylem yasağıyla engellenmeye çalışıldı.
*Geçtiğimiz gün BIRTEK-SEN Genel Başkan’ı Mehmet Türkmen Antep OSB işçi direnişlerinin bir parçası olduğu için tutuklandı.
*Aynı gün Tatvan Belediyesi Eş Başkanı Mümin Erol gözaltına alınıp, ifade işlemini ardından serbest bırakıldı.
*Ardından Van’da gözaltına alınan 20 kişi tutuklandı.
*Gezi Eylemleri gerekçesiyle tutuklanan Ayşe Barım tahliye edilmesine rağmen yapılan itirazla tutukluluğuna devam kararı verildi.
*Geçtiğimiz günde 52 kişi gözaltına alındı.

İzmir emek ve demokrasi güçleri olarak hukukun ve adaletin son kırıntılarının dahi ortadan kaldırıldığı bu baskıları kınıyoruz.

Her yeni gün yeni bir hukuksuzluğa alışmayacağız!

Gözaltılarla, kayyumlarla, baskılarla toplumu susturamazsınız!

Kayyumlarda ısrar edenler, emekçilerin, Sendikaların ve halkın sesini kesmeye çalışanlar bilsin ki:
Biz susmayacağız, mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz!
Gözaltılar derhal serbest bırakılsın!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

 

Eğitim-Sen: Akademi Biat etmez! KHKlar Gidecek, Biz Döneceğiz! Yaşasın Özgür, Özerk ve Bilimsel Üniversite!

Eğitim-Sen 3 ve 2 No’ lu Şube Karşıyaka Çarşı girişinde oturma eyleminin 319. haftasında, haksızlık ve hukuksuzluğa karşı, KHK ile ihraç edilen barış akademisyenleri ve kamu emekçilerinin işlerine dönmesini , Katip Çelebi Üniversitesi’nde hızını kesmeden süren akademisyen kıyımına ve araştırma görevlileri üzerindeki  baskısının  kaldırılmasına ve tüm emekçilerin güvencesiz çalışma koşullarına son verilmesini  istedi.

Basın açıklamasını Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Üniversiteler Şube Sekreteri Efem Bilgiç okudu.

“Basına ve Kamuoyuna,

İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi’nde akademisyen kıyımı hız kesmeden devam etmektedir. 2024 yılında bir araştırma görevlisi, maruz kaldığı mobbing nedeniyle istifa etmiş; 5 ay önce ise ODTÜ’den ÖYP kapsamında gelen bir başka araştırma görevlisi, “hizmetine gerek duyulmadığı” ve “görevi talep etmediği” gibi keyfi gerekçelerle işten çıkarılmıştı. Son olarak, 13 Şubat 2025 tarihinde, sendikamız üyesi ve Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Felsefe Bölümü’nde ÖYP kadrosunda araştırma görevlisi olarak görev yapan Bulut Yavuz hocamızın, “azami süre içinde doktorasını tamamlayamama” gerekçesiyle üniversiteyle ilişiği kesilmiştir.

Doktora eğitimine Dokuz Eylül Üniversitesi’nde devam eden Bulut Yavuz hocamız, “azami süre içinde çalışmalarını tamamlama” kriterine uygun olarak tezini hazırlamış ve savunma öncesinde Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne teslim etmiştir. 17 Ocak 2025 tarihinde, tezini teslim ettiğine dair belgeyi ve YÖK’ün, tez teslim sürecinden sonraki aşamaların azami süre kapsamında değerlendirilmeyeceğine ilişkin yazısını İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi yönetimine sunmuştur. Ancak, tüm bu somut belgelere rağmen, hocamızın tezini tamamladığı gerçeği göz ardı edilmiş ve işine son verildiği kendisine bildirilmiştir. Oysa hocamız, Dokuz Eylül Üniversitesi’nden tez savunma tarihi için yanıt beklemektedir. Kendi kontrolü dışında gelişen bu durum nedeniyle işten çıkarılması adil değildir ve kabul edilemez!

Bilim emekçileri üzerinde “Ben yaptım oldu” mantığını pervasızca uygulayan İKÇÜ yönetimi, bu keyfi ve hukuksuz tutumundan en ufak bir rahatsızlık dahi duymamaktadır. Bu kararın arkasındaki gerekçenin keyfilik, hoyratlık ve liyakatsizlik olduğunun farkındayız. Zira, Üniversite yönetimi, uzun süredir eğitim ve bilim emekçilerinin sorunlarına çözüm bulmak bir yana, sorunun kendisi haline gelmiştir.

Tek sorunu güvencesizlikle sınırlı olmayan araştırma görevlileri; angarya iş yükü, görev tanımlarının belirsizliği ve maruz kaldıkları mobbing gibi pek çok sorunla mücadele etmek zorunda kalmaktadırlar. İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi (İKÇÜ) yönetimi, yıllarını akademiye adamış eğitim ve bilim emekçilerinin iş barışını hiçe sayarak baskı düzeni oluşturma konusunda başat bir rol oynamaktadır. Nitekim, İKÇÜ yönetimi, Bulut Yavuz hocamızın işini sonlandırmadan önce, yalnızca bir yıl içinde kendisine dört farklı disiplin soruşturması açmıştır. Açılan ilk soruşturma, idari ve hukuki açıdan vahim hatalar içerdiğinden sendikamızın verdiği hukuki destek sonucu söz konusu ceza iptal edilmiştir. Ancak bu süreçle birlikte hocamıza yönelik sistematik bir bezdiri süreci başlatılmıştır. Üniversite yöneticileri, asli görevlerini bir kenara bırakarak sosyal medya üzerinden adeta bir “hafiyelik” faaliyetine girişmiş ve hocamızın yalnızca bir retweetini gerekçe göstererek yeni bir soruşturma daha açmıştır. Diğer soruşturmalarda ise “dekana hakaret”, “tehdit” ve “şantaj” gibi gerçeklikten uzak, temelsiz ve absürt iddialar ileri sürülmüştür.

Tüm bu akıl almaz soruşturmalar özgür ve demokratik üniversitelerin yerini baskı, ceza ve mobbingin temel alan anlayışın egemen olduğunun en bariz göstergeleridir. Biliyoruz ki bu süreçte yalnızca Bulut Yavuz değil, söz söyleyen tüm eğitim ve bilim emekçileri susturulmak ve cezalandırılmak istenmektedir. Ancak, bu cezaları verenler de yasalar karşısında sorumludur. Hukuk ve adalet herkes için gereklidir; bugün keyfi uygulamalara göz yumanlar, yarın kendilerinin de adalete ihtiyaç duyabileceğini unutmamalıdır. Bilimle uğraşması gereken ve öğrencileriyle birlikte olması gereken genç akademisyenler, temelsiz iddialarla açılan soruşturmalara verilen savunmalarla, mahkemelerle zamanlarını harcamak zorunda kalmaktadırlar. Araştırma görevlilerinin haklarını korumak ve geliştirmek için Eğitim Sen’liler olarak tüm gücümüzle hareket edeceğimizin bilinmesini istiyoruz.

Haksızlık ve hukuksuzluğa karşı, KHK ile ihraç edilen barış akademisyenleri ve kamu emekçilerinin işlerine dönmesi için 319. haftada bir kez daha buradayız. Bu son tasfiyeler, akademiyi susturma çabalarının ve KHK zulmünün sistematik bir şekilde devam ettiğinin göstergesidir. Ancak biliyoruz ki, dayanışma ve kararlılıkla yürüttüğümüz ortak mücadelemiz sayesinde hocalarımız ve KHK mağduru kamu emekçileri işlerine geri dönecektir. Her türlü baskıya karşı omuz omuza mücadele etmeye devam edeceğiz. KHK’larla haksız ve hukuksuz şekilde ihraç edilen kamu emekçileri işlerine iade edilene kadar; Araştırma görevlileri üzerindeki azami süre baskısı kaldırılana; ve tüm emekçilerin güvencesiz çalışma koşullarına son verilene kadar SUSMUYORUZ, KORKMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ!

YAŞASIN ÖZGÜR, ÖZERK VE BİLİMSEL ÜNİVERSİTE!

ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ KIYIMINA SON!

İzmir 3 No’lu Üniversiteler Şubesi”