ABD emperyalizmi ve siyonist İsrail İran’a saldırdı. Kahrolsun haksız gerici emperyalist savaşlar.

İsrail, İran’ın nükleer programını hedef alan ‘önleyici, hassas ve birleşik’ bir saldırı başlattığını duyurdu. İran’ın farklı bölgelerindeki nükleer tesisler de dahil olmak üzere onlarca askeri hedefi vuran İsrail, saldırı kapsamında 2 kritik yetkiliyi ve 6 nükleer bilimciyi öldürdü. İsrail Başbakanı Netanyahu, “İran’a operasyon gerektiği kadar sürecek. İran’ın nükleer zenginleştirme programının kalbine saldırdık. Natanz Nükleer tesisindeki bilim insanlarını hedef aldık. İran’ın farklı bölgelerindeki nükleer tesisleri ve onlarca askeri hedefi vurduk, ilk aşama tamamlandı” dedi.

Molla rejimi lideri Ali Hamaney İsrail’in saldırılarına sert karşılık vereceklerini açıkladı. İran Genelkurmay Başkanlığı da Genelkurmay Başkanı Tümgeneral Muhammed Bakıri’nin de hayatını kaybettiği İsrail’in saldırılarına ilişkin açıklama yayımlayarak, Genelkurmay Başkanı Muhammed Bakıri ve Devrim Muhafızları Ordusu Komutanı Hüseyin Selami , Tümgeneral Gulam Ali Reşid, bilim insanları, aralarında kadınlar ve çocukların da olduğu sivillerin hayatını kaybettiği belirtilen açıklamada, “Kudüs’ü işgal eden terör rejimi artık tüm kırmızı çizgileri aşmışken, bu suça verilecek cevabın sınırı kalmamıştır” ifadelerine yer verildi.

İran, İsrail’in saldırılarının ardından ABD ile nükleer müzakereleri durdurduğunu açıkladı. Önceki süreçte,  ABD’nin İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetlerini tamamen durdurması ısrarı nedeniyle bir süre gerçekleştirilemeyen görüşmelerin 15 Haziran’da Umman’da yeniden başlayacağı bildirilmişti.İran devlet televizyonunun haberine göre, İran, 15 Haziran’da Umman’ın başkentinde yapılması planlanan ABD ile dolaylı nükleer görüşmelere katılmayacak.

İsrail Başbakanı Netanyahu, saldırı sonrası yaptığı açıklamada, “İran’a operasyon gerektiği kadar sürecek. İran’ın nükleer zenginleştirme programının kalbine saldırdık. Natanz Nükleer tesisindeki bilim insanlarını hedef aldık” dedi.

Öte yandan, İran Genelkurmay Sözcüsü, “Misilleme yapacağız, İsrail ve ABD ağır bedel ödeyecek” dedi. ABD Başkanı Donald Trump ise saldırıyı önceden bildiklerini kaydederek, İran’ın misilleme yapması durumunda İsrail’i koruyacaklarını dile getirdi.

Başta ABD emperyalizmi olmak üzere, Batılı emperyalist devletler, İran’a saldıran Siyonist İsrail devletinin arkasında koruyucusu ve kollayıcısıdır. Filistin’de  ellibeşbinin üzerinde Filistinliyi öldüren, Gaze’yi yakıp yıkan, hastaneleri, yerleşim yerlerini vuran katil İsrail, İran’a saldırısında da  batılı emperyalist  devletlerin  desteği ile saldırılarını gerçekleştirmektedir. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Ortadoğu’yu şekillendirme ve dizayn etme politikalarında sıra İran’a gelmiştir. Uzun süredir, emperyalizmin tehdit ettiği İran’a yönelik  saldırıların amacı İran’ı teslim alma ve İran’ın nükleer tesislerini yok etme, atom bombası yapma kapasitesini önlemeye yöneliktir.

Ortadoğu’yu  emperyalist çıkarları doğrultusunda dizayn etme ve yeni bir düzenleme yapma arzusunda olan emperyalizm karşısında bölge halkları başta ABD emperyalizmi olmak üzere emperyalizme ve İsrail siyonizmine karşı  barışı savunacak.  Emperyalist gerici savaşa karşı dünya halkları mücadelesi önem taşımaktadır. Ortadoğu halklarının emperyalizm ve işbirlikçi faşist gerici rejimlerinden kurtulması halkların mücadele gücündedir.

AKP-MHP Siyasi iktidarı,  İsrail ile tüm  ilişkileri derhal  kesilmeli, Socar adlı şirketin İsraile Türkiye üzerinden petrol akıtılması derhal durdurulmalıdır. İsrail’le tüm askeri-ekonomik-ticari ilişkilerin sona erdirilmesini istiyoruz. ABD üsleri kapatılmalı ve Nato’dan çıkılmalıdır

Kahrolsun emperyalizm!

Kahrolsun gerici, haksız, emperyalist savaşlar!

 

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Kahrolsun emperyalizm.Filistine özgürlük!

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde emperyalizmin ve İsrail siyonizminin Gazze’deki ellibinin üzerindeki Filistin’linin katledilmesini, soykırım suçlarını; insani yardım gemisi Madleen’in ve gemideki  yardım malzemelerinin gasp edilmesini; aktivistlerin tutuklanmasını lanetledi.  Eylemde Katil ABD işbirlikçi AKP”, ” Katil İsrail Gazze’den defol”, ” Hamaseti bırak ticareti kes”,  ” Nehirlerden denize özgür Filistin”,  ” Faşizme ölüm halka hürriyet” sloganları atıldı.

Açıklamayı İzmir Baro Başkanı Sefa Yılmaz okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,

Tüm dünyanın gözü önünde bir soykırım, bir insanlık suçu işleniyor. Filistin halkı faşist/emperyalist İsrail devleti tarafından yürütülen topyekûn bir imha savaşı ile karşı karşıya. Kadın, çocuk, yaşlı, hasta, sivil demeden insanlar en acımasız şekilde katlediliyor, şehirler bir film sahnesini andırır şekilde yerle bir ediliyor, hayatta kalabilen Filistinlilerin çadırlarına, sığındıkları kamplara dahi bomba yağdırılmaya devam ediliyor. Tüm dünyanın gözleri önünde neredeyse iki yıla yaklaşan bir süredir savaş suçu işleniyor. Dünyanın en büyük ve sözümona en demokratik, en barışçıl devletleri ise bu soykırıma, bu insanlık düşmanı suça karşı çıkmak ve durdurmak bir yana bu barbarlığa desteklerini esirgemekten bir an bile vazgeçmiyor. Emperyalistler her ne kadar kendi aralarında birbirlerini yeseler de söz konusu barbarlık olduğunda bir anda birleşiyor. Dünya emperyalist güçleri barbarlık, vahşet, sömürü, soykırım konusunda birleşiyor ancak dünyanın emekçi halkları, ilericileri, devrimcileri, vicdan ve erdem sahibi insanları da birleşiyor. Eşyanın tabiatı gereği aynılar aynı yere, ayrılar ayrı yere ayrılıyor.

Bunun en somut örneği de geçtiğimiz gün insani yardım taşımak için Gazze’ye hareket eden Madleen Gemisi’dir. Gemi dünyanın dört bir yanından gönüllü aktivistleri, gazetecileri, sağlıkçıları ve taşıdığı insani yardım malzemeleri ile aslında bu karanlığı yırtmaya çalışan bir iradenin sembolüdür. Gemi Gazze’ye insani yardım götürmek için yola çıkmış, uluslararası sularda İsrail devleti tarafından durdurulmuş, gemideki 12 aktivistten 4’ü sınırdışı edilirken 8’i halen gözaltında tutulmaya devam edilmektedir.

Madleen gemisinin uluslararası sularda İsrail güçleri tarafından durdurulması sadece hukukun değil, insanlık vicdanının da yok sayılmasıdır.

Madleen gemisinin durdurulması denizlerdeki seyir serbestisini değil, emperyalist gücün pervasızlığını da göstermektedir. Yaşananlar egemenlerin kuralsızlığını ve insanlığın ortak mirası olan denizleri dahi kendi çıkarları için bir sömürü alanına çevirme cüretini açıkça ortaya koymaktadır. Uluslararası deniz hukuku, tüm gemilerin uluslararası sularda barışçıl amaçlarla seyir serbestisi hakkını güvence altına almaktadır. Madleen gemisi, insani yardım taşıyan sivil bir gemi olarak bu hakkın korunması gereken bir örnektir ve bu hakka yapılan müdahale, uluslararası hukukun temel bir ilkesinin ihlalidir.

Gazze’deki halkın içinde bulunduğu felaket, kapitalist sistemin yarattığı eşitsizliğin ve emperyalist politikaların doğrudan sonucudur. Uluslararası insancıl hukuk, zor durumdaki halklara insani yardımın engellenemezliğini emretmektedir. Ancak İsrail rejimi bu ilkeyi hiçe sayarak, Gazze’yi bir açık hava hapishanesine çevirme politikasını sürdürmektedir. Gazze’deki insani durum göz önüne alındığında, İsrail’in ablukayı bahane ederek insani yardım girişimlerini engellemesi, sivil halkın yaşam hakkını ve sağlığını doğrudan tehdit etmektedir.

Uluslararası hukukun çiğnenmesinin yanı sıra gemideki aktivistlerin kişisel özgürlük ve güvenlik haklarının ihlali de söz konusudur. Bu kişilerin gözaltı koşulları, avukatlarıyla görüşme ve adil yargılanma hakları uluslararası denetim altında olmalıdır. Ayrıca aktivistlerin bu insani yardım eylemi aynı zamanda bir protesto ve farkındalık yaratma çabası olup, bu barışçıl eylemin engellenmesi, ifade ve toplanma özgürlüklerinin kısıtlanması anlamına gelmektedir.

Madleen gemisinin Aşdod Limanı’na zorla çekilmesi ve aktivistlerin sınırdışı edilmeleri bu hukuk tanımaz zorbalığın bir parçasıdır.

Değerli halkımız,

Filistin meselesi ülkemiz özelinde Türkiye halkının her dönemde yakından ilgilendiği, uğruna mücadele ettiği, hatta 70’li yılların başında Türkiyeli devrimcilerin İsrail’le çatışarak hayatlarını bu uğurda kaybettikleri bir süreci kapsamaktadır. Filistin halkının haklı davasının yanında olmak, İsrail uçaklarının saldırısında hayatını kaybeden Türkiyeli devrimci Bora Gözen’de cisimleşmiş bir iradeyle açıklanabilir. Filistin halkının haklı davasının yanında olmak emperyalizme gerçekten ve tutarlı bir şekilde karşı durmakla açıklanabilir. Filistin’in yanında olmak her yurttaşın kendi hükümetini İsrail ile ekonomik ilişki kurmamak konusunda zorlaması ile kendini gösterebilir. Filistin halkının yanında olmak dini duyguları istismar temelinde hamaset yaparken öz itibariyle emperyalizme karşı çıkmayarak değil her yönüyle anti-emperyalist olmakla samimi görünebilir. Ülkemizin özellikle devrimci-sosyalistleri bu noktada tam bir örnektir.

Dolayısıyla politik tüm argümanlardan bağımsız bir şekilde sorumluluk ve vicdan sahibi yurttaşlar olarak hem hükümet hem de uluslararası topluma sesleniyoruz: Hamasi sloganlar veya kınamalar yerine İsrail’e karşı somut adımlar atın. İsrail’le ticareti durdurun. İsrail’e silah sağlanmasına engel olun. Madleen Gemisi’ndeki aktivistlerin yanında olun ve sınırdışı edilmeleri değil; serbest bırakılmaları için gerekli tüm diplomatik girişimlerde bulunun. İsrail’e savaş sanayiinde kullanılmak üzere çelik taşıyan ve Mersin Limanı’na yanaşan VELA gemisinin bu yükü İsrail’e götürmesine engel olun. İsrail’in savaş suçlarını tüm dünyaya haykırın, tüm uluslararası platformlarda bu durumu mahkum edin. İsrail’e geri adım attıracak, bu vahşeti sona erdirecek tüm uluslararası hukuk yaptırımlarının uygulanabilmesi için gerekli girişimleri gerçekleştirin. Hiçbir hukuk, kural, kaide, vicdan ve insani değer taşımayan İsrail politikalarını artık durdurun. Tüm dünyanın gözü önünde bir ülke ve bir halkın yok edilmesine engel olun.

Filistin sorununun işçi ve emekçilerin uluslararası dayanışma ve mücadelesi ile başarıya ulaşacağına olan inancımızla bir kez daha haykırıyoruz:

Kahrolsun emperyalizm!

Filistin’e özgürlük!”

İzmir’de “Maadleen’e özgürlük Soykırım gemisi Vela’ya ambargo, Nehirden denize özgür Filistin” eylemi

 

İsrail siyonizminin  613 gündür,  Gazze’de ellibin Filistinliyi katlettiği,   saldırılarını sürdürdüğü koşullarda  Filistin halkıyla dayanışmak için Madleen gemisi ile Gazze’ye yardım götürenlerin, gözaltına alınması İzmir’de  protesto edildi. Filistin Özgürlük Platformu, siyasi parti ve kurumlar, sosyalist dergi çevreleri yaptıkları açıklamalarda İsrail’le tüm askeri-ekonomik-ticari ilişkilerin sona erdirilmesi ve İsrail’e tam ambargo uygulanması  ve siyonist rejimin savaş suçlarının tanınması, harekete geçilmesi çağrısı yapıldı.

Önce, Filistin’e Özgürlük Platformu Kıbrıs Şehitleri Caddesinde bulunan  ÖSYM binası önünde “Madleene özgürlük İsrail ile ticareti kes” pankartı açarak basın açıklaması yaptı. Daha sonra siyasi parti ve kurumlar da  ÖSYM binası önünde toplanarak “Madleen’e özgürlük, soykırım gemisi Vela’ya ambargo. Ablukayı değil direnişi büyüteceğiz” ve “Nehirden denize özgür Filistin” pankartları açarak Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne yürüdü ve basın açıklaması yaptı. Yürüyüş boyunca “Katil ABD Ortadoğu’dan defol”, “Katil ABD işbirlikçi İsrail”, “ Nehirden denize özgür Filistin”, “Katil ABD işbirlikçi AKP”, “Emperyalistler işbirlikçiler 6.filoyu unutmayın”, “Emperyalizm yenilecek direnen halklar kazanacak”, “Yaşasın Filistin halk kurtuluş cephesi”, “Denizlerin yolunda Filisti’nin yanında” sloganları atıldı.

Filistin Özgürlük platformu adına yapılan açıklamada;

“Hepimizin bildiği gibi çeşitli ülkelerden 12 aktivist Madleen isimli tekneyle, İsrail’in katliamcı ablukasını delmek için, ölümü göze alarak Gazze’ye doğru ilerlemeye çalıştı. Aralarında Greta Thunberg’in de olduğu aktivistler hedefe iyice yaklaştıklarında İsrail deniz kuvvetleri tekneye saldırdı.”

“Bu nedenle iktidara da bir uyarımız var: Korsan devlet İsrail ABD emperyalizminin sınırsız desteği ve himayesinde gerçekleştirdiği bu vahşi saldırıların yanında, son 98 gündür Gazze’ye gıda ve ilaç gibi temel ihtiyaçların girişini tamamen engelleyerek 2 milyondan fazla Filistinliyi Gazze’yi terk etmeye zorluyor. Şimdiki ablukanın amacı Gazze’de soykırımı tamamlamak. Bu yüzden sadece hamasi konuşmalar yetmez. Somut adımlar atılmak zorunda. Dün İstanbul’da Filistin Eylem Komitesi’nin İsrail’e çelik taşıdığını tespit ettiğimiz Vela gemisini protesto eylemindeydik. İktidar geminin İsrail’e hiçbir şey taşımadığını ilan etti.

“Ama İsrail’le ticaretin arttığına dair veriler var. Tüm bu konularda tam bir şeffalık istiyoruz. Socar adlı şirketin İsrail’e Türkiye üzerinden petrol akıtmasının durdurulmasını istiyoruz. İsrail’le tüm askeri-ekonomik-ticari ilişkilerin sona erdirilmesini istiyoruz. İsrail’e tam ambargo uygulanması” istendi.

Siyasi partiler ve  kurumlar  adına yapılan ortak açıklamanın tam metni şöyle:

“Basına ve Kamuoyuna;
Ablukayı Değil, Direnişi Büyütüyoruz!
Filistin halkına karşı siyonist İsrail tarafından uygulanan işgal, abluka ve katliam politikaları;
emperyalizm destekli, planlı ve örgütlü bir soykırım halini almıştır. Gazze başta olmak üzere
tüm Filistin topraklarında siviller, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar sistematik biçimde hedef
alınmakta; hastaneler, okullar, kamplar bombalanmakta; bir halk tümüyle yok edilmeye
çalışılmaktadır.
Bu saldırıların karşısında sessiz kalan her devlet, her kurum ve her hükümet bu suça ortaktır!
Türkiye dahil olmak üzere neredeyse tüm dünya devletleri Filistin soykırımı karşısından
bölgesel ve emperyalist çıkarları doğrultusunda açık destek ya da sessizlikle bu suça ortak
olmaktadır.
Filistin halkının üzerine yağan bombalar yalnızca İsrail’in değil; onunla diplomatik, askeri ve
ekonomik ilişkilerini sürdüren tüm devletlerin suç ortaklığıyla yağmaktadır.
Bizler, tüm dünyada olduğu gibi kendi egemenlerine rağmen Filistin halkının mücadelesine
omuz veren sosyalistler, devrimciler, yurtseverler ve vicdan sahibi insanlar olarak
haykırıyoruz:
Filistin halkı yalnız değildir!
Filistin halkının mücadele yoldaşları olarak AKP’nin ikiyüzlülüğünü de bir kez daha ifşa
ediyoruz. Saray rejimi her yerde Filistin halkı için yalandan destek açıklamaları yaparken,
soykırımcı İsrail ordusuna silah üreten İsrail Askeri Endüstrileri şirketine yüzlerce ton çelik
götüren VELA adlı ölüm gemisinin, Mersin Limanından geçmesine izin vermiştir. İsrail ile
ticari ilişkilerini, ihracatı artarak devam ettirirken, Suriye’de İsrail ile işbirliği içinde rejimi
düşürüp yeni katliamlara ortak olurken Filistin’i sahiplenmek islamcı ikiyüzlülüğün
sıradanlaşmış örnekleridir.
Gazze’ye yönelik ablukanın yıkılması için yola çıkan Madleen Özgürlük Gemisi, halkların
dayanışmasının ve enternasyonalizmin en somut ifadelerinden biridir. Bu gemi yalnızca
insani yardım değil, aynı zamanda Filistin halkına ulaştırılmak istenen uluslararası dayanışma
iradesini taşımaktadır.
Gemide gönüllü aktivistler, sağlıkçılar, gazeteciler ve insani yardım malzemeleriyle birlikte,
dünyanın dört bir yanından yükselen “ablukayı tanımıyoruz” iradesi bulunmaktadır.
Emperyalist ülkelerin İsrail desteğine rağmen dünyada halkların ve emekçilerin Filistin’e
özgürlük haykıran sesi susturulamamıştır.
Bu cesur ve onurlu girişime karşı, soykırımcı, işgalci İsrail güçleri Filistin halkının
yardımına koşanlara bile saldırmakta, engel çıkarmakta, sansür uygulamaktadır. Vela adlı
savaş gemisiyle Gazze açıklarında tehdit estirilirken, emperyalist çıkarları koruyanlar
Madleen’in barış ve direniş taşıyan çağrısını susturmaya çalışmaktadır.
Bizler, Madleen Gemisi’nin taşıdığı iradenin yanındayız!
Ablukayı değil, direnişi büyütüyoruz!
AÇIK ÇAĞRIMIZDIR:
Başta Türkiye Devleti olmak üzere, İsrail’le askeri, ticari ve diplomatik ilişkilerini sürdüren
tüm devletleri açıkça teşhir ediyoruz!
Bu ilişkiler kesilmeden, elçilikler kapatılmadan, tüm anlaşmalar iptal edilmeden yapılan her
açıklama sadece ikiyüzlü bir oyalamadır!
Bu nedenle;
● İsrail ile tüm ilişkiler kesilmeli,
● Siyonist rejimin savaş suçları tanınmalıdır!
Aynı zamanda Filistin halkının gerçek dostları olan dünya emekçilerini, gençliğini,
kadınlarını, işçilerini ve tüm halklarını bu zulme karşı ayağa kalkmaya, sokaklara çıkmaya,
sesini yükseltmeye davet ediyoruz.
Kahrolsun Siyonizm, Yaşasın Filistin Direnişi!
Filistin Halkı Yalnız Değildir!
Yaşasın Enternasyonal Dayanışma!
Kahrolsun Emperyalizm, Yaşasın Halkların Eşitliği!
Katılımcı Kurumlar
Devrimci Kurtuluş Platformu,
Dostluk ve Kültür Derneği,
Emekçi Hareket Partisi,
Ezilenlerin Sosyalist Partisi,
Halkevleri,
İşçi-Sen,
Kaldıraç,
Komünist Köz,
Kızıl Parti,
Odak
Partizan,
Sosyalist Dayanışma Platformu,
Sosyalist Emekçiler Partisi,
Toplumsal Özgürlük Partisi,
Umut-Sen”

 

 

 

Kentte ekolojik yıkıma ve talana karşı dayanışma var direniş var. Haydi izmir geleceğine sahip çık!

 

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, İzmir Tabip Odası, EGEÇEP, İzmir Yaşam Alanları, Konak Belediyesi- Konak Kent Konseyi, Ege Kent Konseyler Birliği’nin  çağrısıyla düzenlenen 5 Haziran Dünya Çevre Günü etkinlikleri kapsamında  yürüyüş ve basın açıklaması  gerçekleştirildi.

İzmir Mimarlık Merkezi önünde toplanan katılımcılar Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne kadar yürüyüş yaptılar. Yürüyüş sırasında sık sık  “Havama, toprağıma, suyuma dokunma!”,  “Biz çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakacağız ya siz”, ”Nükleere inat yaşasın hayat”  sloganları atıldı.

Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde  İzmir Müzisyenler Derneği’nden müzisyenler müzikleriyle etkinliğe eşlik ettiler.  Daha sonra   yapılan ortak basın açıklamasını Ege Kent Konseyleri Birliği ve Konak Kent Konseyi Başkanı Hamit Mumcu okudu. Basın açıklamasında İzmir’de yaşanan çevre sorunlarına bir kez daha dikkat çekildi.

Basın açıklamasının ta metni şöyle:

 “EKOLOJİK YIKIMA KARŞI DİRENİŞ VE DAYANIŞMA DEVAM EDİYOR…

 Bugün “5 Haziran Dünya Çevre Günü” için bir aradayız. 1972 yılında toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansından bu yana, her yıl çevrenin korunması konusunda dünya çapında farkındalık yaratılması ve eylemde bulunulması amacıyla düzenleniyor.

Geçtiğimiz yıllarda, çevre sorunlarının çeşitli yönlerine dikkat çekmek amacıyla “Ekosistem Restorasyonu”, “Tek Bir Dünya” gibi farklı temaların işlendiği Dünya Çevre Günü teması bu yıl “Plastik Kirliliğini Sonlandırmak” olarak belirlendi.

Bu yıl Dünya Çevre Günü, ülkelerin deniz ortamı da dahil olmak üzere plastik kirliliğini sona erdirmek için küresel bir anlaşma sağlama yolunda görüşmelerin devam ettiği bir dönemde gerçekleşiyor. Plastik kirliliğine ilişkin uluslararası yasal bağlayıcılığı olan önlemler geliştirmek üzere Hükümetler arası Müzakere Komitesi 5-14 Ağustos 2025 tarihleri arasında yeniden toplanacak.

Ülkemizde ise “Türkiye Çevre Haftası” bu yıl 29-30 Mayıs tarihlerinde “Plastik Kirliliği ile Mücadele” teması ve “Çevrene İyi Bak” sloganıyla kutlandı.

Bizler; tüketim kültürünün bir parçası olarak bir günlük çevreyi hatırlama etkinlikleri ile kutlamalara dönüşen 5 Haziran Dünya Çevre Gününü; farkındalık yaratma, kentlerimizde, yaşam alanlarımızda çevre sorunlarına, Ekolojik Yıkıma dikkat çekme ve direnme günü olarak görüyoruz. Toplumsal ve çevresel sorumluluğumuz gereği Kutlama yerine “Mücadele” çağrısı yapıyor, “Ekolojik Yıkıma” karşı hep birlikte direniyoruz.

Sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışı nedeniyle, sağlık sorunları ile birlikte çevre sorunları da geçmişten günümüze artarak devam ediyor. Kapitalist düzenin kar hırsına dayanan, tüketimi sürekli kışkırtan yönetim anlayışı doğal varlıklarımızı hızla ortadan kaldırarak doğayı, sağlığı ve yaşamı tehdit ediyor. İnsan eli ile yürütülen tüm faaliyetler, küresel ölçekte felaketler yaratmaya devam ediyor.

Dünya genelinde atık yönetiminin sağlık ve çevre odaklı yapılmaması nedeni ile plastik atıkların havada, denizlerde, tatlı sularda ve toprakta yarattığı kirlilik küresel bir sorun haline geldi. Mikro plastiklerin besin zincirindeki yolculuğu sofralarımıza kadar uzanıyor ve doğal yaşam ile birlikte sağlığımızı tehdit ediyor. Ülkemizde ise atıklarımızı ayrıştırarak toplayamazken, atık ithalatı yapmaya devam ediyoruz.

AB Verilerine göre; 2022 yılında Türkiye 12,4 milyon ton atık ile AB den en çok atık ithal eden ülke oldu. Greenpeace Türkiye’nin verilere göre; AB ülkeleri ve İngiltere’den Türkiye’ye 2023 yılında gönderilen sadece plastik atık miktarı 456 bin 507 tona ulaştı. İthal edilen atıklara ait denetim süreçlerinin nasıl işlediği, atık olarak gelen malzemenin türü, içeriği, hangi yöntemlerle nereye gittiği, nasıl kullanıldığı ile ilgili yeterli ve güvenilir veriye sahip değiliz.

İthal edilen plastik atıkların lisanslı geri dönüşüm tesislerinde geri kazanıldığı ifade edilmekle birlikte, atıkların bir kısmının boş arazilere boşaltıldığı,  açıkta yakıldığı ve bu uygulamalar sonucu, atmosfere zehirli gazların salındığı, ayrıca yanma sonucu oluşan küllerde, küllerin savrulduğu toprakta ve nehir dip çamurlarında organik kirleticilerle birlikte ağır metal birikimleri tespit edildiği bilinmektedir.

Gaziemir’deki nükleer ve tehlikeli atıklarla ilgili yaşanan sürecin uygun yöntemlerle yürütülmediği ve radyoaktif ve tehlikeli atıkların bölgeye dağıtıldığı şüphesi çok güçlüdür.

Aliağa’ya söküm için her türlü tehlikeli içerikten arındırılmış olarak getirilmesi gerekir iken, taşıdıkları radyoaktif maddeler, ağır metal, asbest ve diğer tehlikeli atıklarla getirilen ve yeterli ve gerekli önlemler alınmadan söküm işlemi yapılan gemiler, çevresel süreçlerin sağlıklı yürütülmediğini göstermektedir.

Bugün suyumuz, toprağımız, havamız kirlenmiş durumda. Kentlerimizde hava kirliliği boyutları giderek artıyor. Yeşil alanlarımız yok denecek kadar azaldı. Var olanlar da çarpık kentleşmenin ve sermayenin saldırısı altında. Tarım alanlarımız, meralarımız yapılaşma, sanayi, enerji vb. yatırımlarla amaç dışı kullanılıyor. Ormanlarımız, tarım alanlarımız, meralar, doğal karakteri korunması gereken alanlar mevzuatlar eli ile madencilik, sanayi, enerji, turizm, konutlaşma gibi faaliyetlere açılarak kaybediliyor. Özellikle son yıllarda;  çılgın projeler, faaliyetler, izinler ile ülkemizin hemen her yerinde doğamız ve yaşamımız talan ediliyor. Bütün bunlara ek olarak, Çernobil ve Fukuşima felaketlerini görmezden gelerek Nükleer Santral Macerasına sürükleniyoruz.

Kaz Dağları, Salda, Akkuyu, Sinop, İğneada, Kuzey Ormanları, Trakya, Alakır Vadisi, Alpu Ovası,  Murat Dağı, Munzur Dağı, Madra Dağı, Kışladağ, Çataltepe, Karadeniz, Aydın, Soma, Yatağan, Kazdağları, Artvin Cerrattepe, İliç, Kanal İstanbul, İkizdere, Akbelen Ormanları ve adını buraya sığdıramadığımız daha pek çok yerde yürütülen ekolojik yıkım projeleri, artarak devam ediyor…

Kentimizde de Ekolojik Yıkıma Karşı Direniş ve Dayanışma artarak devam ediyor;

  • Aliağa’da yaşadığımız sanayiye, termik santrale, gemi söküm bölgesine bağlı kirliliğe karşı Direniş ve           Dayanışma devam ediyor.
  •  Bergama’da, Efemçukuru’nda, Turgutlu Çal Dağ’da, Gördes’te Madencilik Projelerinin yarattığı çevresel      yıkıma karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor
  • Kültürpark’ta yeşil alana zarar verecek, gereksiz inşaat planlarına ve amaç dışı kullanıma karşı yıllardır Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Gaziemir’de temizlenmesi için yıllardır mücadele ettiğimiz radyoaktif ve tehlikeli atıkların son zamandaki kontrolsüz, denetimsiz ve şeffaf olmayan temizlik sürecine karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Kentsel dönüşüm süreçlerinde, deprem sonrası gerçekleştirilen sayısız bina yıkımında alınmayan önlemlerle, havaya, toprağa, suya dağılan ve solumak zorunda bırakıldığımız toz ve asbeste karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • İnciraltı’nın Tarım arazisi niteliğini kaldırarak, ranta ve talana açacak olan sözde “Kalkınma Projesine” karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Çeşme’yi ve Yarımadayı “Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişme Projesi“ ile parselleyip doğamızı, sağlığımızı ve yaşamımızı tehdit altında bırakanlara karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Kıyı alanlarımızın, sulak alanlarımızın ranta peşkeş çekilmesine karşı, suyumuzu kirletenlere, canlı yaşamını hiçe sayanlara karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Büyük Menderes ve Gediz havzalarında, vahşi bir şekilde işletilen ve bu havzaları kirlettiği bilirkişi raporlarıyla kesinleşen jeotermal sondaj ve santrallere karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • İmar rantına ve yüksek beton yapılaşmaya dayanan, yeşil alanlarımızı yok eden sağlıksız kentleşmeye karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Depremi afete dönüştüren, yaşamımızı ranta feda eden anlayışa karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Doğal Sit Alanlarımızı, Ormanlarımızı, tarım alanlarımızı, meralarımızı yağmalayan politikalara karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
  • Geleceğimizi tehdit eden nükleer santral macerasına karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.

Bizler Çevre mücadelesinin aynı zamanda bir yaşam mücadelesi, sağlık mücadelesi, hak mücadelesi, emek mücadelesi, adalet mücadelesi, demokrasi mücadelesi olduğunu biliyoruz. Bu mücadele içerisinde bilim, mühendislik ve planlama ışığında kamu ve halkın yararına, kentimizde, ülkemizin her köşesinde varız, var olacağız.

İzmir Halkı, Anayasal hakkını, Sağlıklı bir Kentte yaşama hakkını; yaşam alanlarını, havasını, suyunu, toprağını korumak için mücadele ediyor. Doğadan, sağlıktan ve yaşamdan yana bir mücadeleyi destekliyor.

Bu Kentte Ekolojik Yıkıma Karşı Direniş ve Dayanışma Var diyoruz.

TMMOB İZMİR İL KOORDİNASYON KURULU – İZMİR TABİP ODASI

KONAK BELEDİYESİ-KONAK KENT KONSEYİ -EGE KENT KONSEYLERİ BİRLİĞİ

EGEÇEP  – İZMİR YAŞAM ALANLARI”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Karanlık gider gezi kalır! Gezi 12. yılında!

 

Gezi direnişinin 12. yılında İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  Alsancak’ta Türkan Saylan Kültür merkezi önünde gerçekleştirdiği  basın açıklamasıyla, Gezi direnişinde yitirdiğimiz  devrimcileri  ve  31 Mayıs  1971 yılında  Nurhak dağlarında katledilen, 68’in devrimci  önderleri Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’yı andı.  Gezi direnişi  tutsaklarına özgürlük  istendi.. Etkinlikte, “Karanlık gider gezi kalır! Gezi 12. yılında !” pankartı açıldı. Açıklama sırasında “Faşizme karşı omuz omuza”,  “Gezide düşene döğüşene bin selam”, “her yer Taksim her yer direniş”, “Karanlık gider gezi kalır”, “Direne direne direnişten zafere” sloganları atıldı.

 

Basın açıklamasını İzmir Barosu Başkanı  Sefa Yılmaz okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli arkadaşlar, değerli basın mensupları,

Ülkemiz çok ağır bir siyasi ve ekonomik krizden geçmektedir. Halkımız gün geçtikçe yoksullaşmakta, geleceğinin ne olacağını bilemediği bir ortamda açlık ve sefalet şartlarında yaşamaktadır. Asgari ücret asıl ücret haline gelmiş, ülkenin emeğiyle geçinen tüm kesimleri yarınlarının ne olacağı telaşı içerisinde yaşam kavgası vermektedir. Gençler işsiz, hayatları belirsiz bir şekilde yaşamaya çalışmaktadır. İşçiler, adına iş kazası denilen cinayetlerin kurbanı olarak ekmek parası uğruna canlarından olmaktadır. Buna karşılık toplumda mutlu bir azınlık zenginleştikçe zenginleşmekte, patronların kâr hırsı yaşamın da, emeğin de, insanlığın da önüne geçmektedir.

Bu ekonomik eşitsizlik ve adaletsizlik şartları politik olarak da yaşamda karşılığını bulmaktadır. Ülkemiz dört bir yanı demir parmaklıklarla çevrili  cezaevi haline gelmiştir. Neredeyse ilçe büyüklüğünde dev cezaevleri inşa etmekle övünen iktidar , bu cezaevlerinin kapasiteleri tutuklu ve hükümlüleri barındırmaya yetmemesine rağmen  özgürlükten, demokrasiden bahsedebilmektedir. Ağzını açan, en ufak muhalif bir söylemde bulunan, en demokratik taleplerini en barışçıl şekilde dile getiren kim olursa olsun soruşturma ve tutuklanma tehdidi ile karşı karşıyadır. Yargı, siyasallaşarak iktidarın kontrolü altına alınmış, hukuki değil politik kararlar ülkede yargı güvenilirliğini neredeyse ortadan kaldırmıştır. Bu durum çok büyük bir kaos ve telafisi mümkün olmayacak sonuçlar yaratacaktır. Yurttaşın en temel hak ve özgürlüklerinin hukuki güvence altında olduğunun güveniyle yaşaması, ancak ve ancak tükenmiş ve yönetememe krizi içinde bulundukları politik iktidarlarını hukuka yaslayan egemenlerin hukuku bir araç olarak kullanmaktan vazgeçmesi ile mümkün olabilecektir. Hukukun herkes için eşit ve tarafsız şekilde uygulanıyor olduğu inancının yerleşmediği toplumlarda ne sağlıklı bir iletişim ne gelişim ne de toplumsal barış mümkün değildir. Her muhalifi halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmekle suçlayıp cezaevine atanlar, hukuki eşitlik ve bağımsızlığı ortadan kaldırarak toplumsal barışı da aslında ortadan kaldırdıklarının farkına varmak zorundadırlar.

Değerli arkadaşlar,

İçinde bulunduğumuz şartlar ne yazık ki böyledir. Ancak , Gezi Direnişi bu karanlığın dağıtılması, ülkemizin aydınlık, özgür, demokratik bir hukuk ülkesi haline gelebileceği umudunun diri tutulması anlamında bizim en önemli rehberlerimizden birisidir. 12 yıl önce bu ülkenin insanları bugünküne benzer şartlar altında yaşamalarını ve buna hiçbir ses çıkartmamalarını dayatanlara en güzel, en demokratik, en barışçıl yanıtı sokaklarda vermişlerdir. Gezi bize ,birlik olmanın gücünü ve değerini, kardeşliği, bir amaç uğruna mücadele vermenin kutsallığını tekrar hatırlatmıştır. Gezi bize ,demokrasinin, insan hak ve özgürlüklerinin, barışın önemini kavratmıştır. Gezi bize ,birleşmiş bir halkın yenilmeyeceğini bir kez daha göstermiştir. Gezi bize ,kadınların, çocukların,  işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin,doğanın, hayvanların, dışlanan, düşmanlaştırılan tüm kesimlerin bir arada, uyum ve barış içinde yaşayabileceğini, paylaşım ve eşitlik üzerine bir yaşam kurabileceğini canlı bir şekilde kanıtlamıştır. Her dilden, dinden, milletten, inançtan, görüşten insanın ortak davasının demokrasi, insan hakları ve özgürlük olduğunda bir arada mücadelenin önemini ve değerini kanıtladığı gibi bunun mümkün olduğunu da ortaya koymuştur.

Gezi aylar süren ve milyonlarca insanın katıldığı Türkiye tarihinin en önemli toplumsal direnişlerinden biri olmasının yanı sıra bıraktığı iz ve miras itibariyle de sarılmak, sahiplenilmek gerektiren bir siyasal/sosyal olgudur. Bugün yaşadığımız karanlığın dağıtılıp aydınlığa kavuşmamızda aydınlanmacılık, ilericilik, devrimcilik gibi en temel hasletlere sahip olmamız ve bu temelde birleşmemiz gerektiğini gösteren Gezi, aslında insanlığın her zaman daha ileriyi ve iyiyi aradığının da bir işareti olarak yol göstericidir.

Gezi, bir halkın birlikte düşünüp davrandığında her türlü fedakarlığın, hatta canını bile ortaya koymanın bir resmi olmuştur. Gezi Direnişi’nde yaşamını yitiren insanlarımız ülkenin en temiz, en aydınlık, en onurlu insanlarındandır. O yiğit insanlarımızı, ülkesi ve halkı için canlarını feda eden o güzel evlatlarımızı unutmamız mümkün değildir. Onlar halkımızın mücadelesinin her alanında; tıpkı Denizler, Mahirler, İbolar, Sinanlar gibi yaşamaya devam edeceklerdir. Bu ülke ,Ali İsmail’in ismini hiçbir zaman unutmayacaktır. Bu ülkede Berkin denildiğinde yüreklerdeki sızı ve öfke hiçbir zaman dinmeyecektir. Bu ülke, evlatlarını asla unutmayacak, onların uğruna hayatlarını feda ettiği demokrasi ve özgürlük mücadelesi başarıya ulaşana kadar mücadele bilincini diri tutmaya devam edecektir. Onlar artık bu ülkenin kalbi, ruhu, bilinci olarak ölümsüzleşmiştir.

Değerli arkadaşlar,

Geçtiğimiz Mart ayında ülke çapında başlayan protestolar bu ülkenin demokrasiden ve özgürlükten vazgeçmediğini bir kez daha göstermiştir. Ve Gezi’den bu yana geçen süreç, halkımızın korku duvarını yıktığını da kanıtlamıştır. Faşizm ve faşizmin uyguladığı hiçbir yöntem halkın özgürlük mücadelesini geri durduramamıştır.

31 Mayıs tarihi yine bize 1971 yılında  aynı zamanda, bu ülkenin en parlak, en aydınlık, en cesur, en yurtsever gençlerinin; Sinan Cemgil, Alparslan Özdoğan ve Kadir Manga’nın Adıyaman’ın Nurhak Dağları’nda  Denizler, Mahirler, İbolar gibi 12 Mart cuntasınca katledildikleri gündür.

 31 Mayıs’ta Nurhak Dağlarında katledilen Sinanlar da, Gezi’de katledilen canlarımız da bu ülkeyi canları pahasına sevmiş, halk için canlarını ortaya koymakta hiçbir beis görmemiş yurtseverlerdir. Ve aralarında yarım asırlık süre olmasına rağmen bu kuşakları birbirine bağlayan şey, faşizmden korkmamaları, teslim olmamaları, biat etmemeleridir. Devrimciler aralarında asırlık bir kuşak farkı dahi olsa bu benzerliklere sahiptir.

Değerli arkadaşlar,

Bu ülkenin aydınlık yurttaşları , faşizme karşı mücadeleyi hiçbir zaman bırakmayacaklardır. Bu ülkenin yurtseverleri ülkelerini sömürge olmaktan kurtarmakta bir adım bile geri atmayacaklardır. 70’lerden Gezi’ye bu bilinç hiçbir zaman yok olmadığı gibi bu bilinç geleceğe de taşınacaktır. Ülkemiz bir gün mutlaka özgür, demokratik, insanların refah içinde yaşadığı bir ülke  haline gelecektir.

Bizlerin bundan yana kuşkumuz yoktur. Tüm bu duygu ve düşünceler ışığında Türkiye tarihine Gezi’yi armağan eden tüm yurttaşlarımızı ve halen siyasi mahpus olarak cezaevlerinde olan dostlarımızı selamlar, Gezi Direnişi’nde yitirdiğimiz ve  aynı zamanda yıl dönümü olması sebebiyle Nurhak Dağlarında katledilen yiğit devrimcileri saygı ve minnetle anıyoruz.

Kahrolsun faşizm!

Yaşasın özgürlük, yaşasın demokrasi, yaşasın Gezi Direnişi!”

Alparslan, Kadir ve Sinan’ı andık. Emperyalizme, siyonizme ve faşizme karşı mücadele çağrısı yapıldı..

31 Mayıs 1971’de Nurhak’ta katledilen devrimci hareketin önderlerinden Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan, Buca’da A. Özdoğan’ın mezarı başında anıldı.  Eski Buca Mezarlığı’ndaki anmaya Ailesi adına Caner Canlı,  Ege 78’liler Derneği, İmece Dostluk Dayanışma Derneği, Dostluk kültür Derneği, Emek Partisi İzmir İl Örgütü,  Üç Fidan Dayanışma Derneği, İzmir 68’liler platformu  katıldı.   Anmada  “Faşizme ölüm halka hürriyet” ,  “Yaşasın devrim ve sosyalizm”, sloganları atıldı.

Anma etkinliğinin  kolaylaştırıcı ve yönlendiriciliği  İmece-Der Başkanı  Günseli Kaya  yaptı. Günseli Kaya “Yolun düşerse kıyıya birgün/Ve maviliklerini enginin/Seyre dalarsan/Dalgalara gögüs germiş olanları hatırla !/Selamla!/Çünkü onlar fırtınayla savaştılar eşit olmayan savaşta/ Ve dipsizliğinde enginin/Yitip gitmeden sana /Liman gösterdiler uzakta .” diyerek katılımcıları Alpaslan Özdoğan’ın şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirenler için bir  dakikalık saygı duruşuna çağırdı..

 

Anmada  Alparslan Özdoğan’ın ailesi adına Caner Canlı,  Ege 78’liler Derneği’nden Temur Taşdemir  konuştu. Temur taşdemir, “Nurhak ve Nurhak’ı anmak demek emperyalizme ve faşizme karşı mücadele demektir. Nurhak ve Nurhak’ı anmak demek, demokratik, eşitlikçi ve özgür bir Türkiye için mücadele etmek demektir.”, “..Devrimci dayanışmayı örmek demektir” diye konuştu  Emek Partisi İzmir Emek Gençliği adına  yapılan konuşmada   “Bizlere onlardan kalan en büyük şey kararlılıkları, iradeleri ve davalarına bağlılıkları oldu”  ve   “Onları katlederek mücadeleyi sonlandıracaklarını sananlara cevabı mücadele ettiğimiz her alanda göstermeye devam ediyoruz” dedi .

Alpaslan Özdoğan’ın  mücadele arkadaşları  A. Tuncer Sümer ve Cengiz Baltacı’ nın ortak mesajını Günseli Kaya okudu.. “Filistin’de İsrail siyonizmine ve onun baş destekçisi ABD emperyalizmine karşı mücadele eden mermi sıkan bir kuşaktan geliyoruz. Bugün İsrail siyonizmi Filistin’de 40 bine yakın insanı kadınları çocukları bebeleri öldürdü. Gazze ve Refahta yerleşim yerlerini hastaneleri, çadır kampları yok etti. ABD emperyalizminin tüm işbirlikçisi siyasi iktidarlar halkları aldatmak için açıklamalar yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar ve ikiyüzlü bir politika izliyorlar. Biz devrimciler, dün olduğu gibi bugünde ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalizme (tekelci kapitalizme) ve siyonizme karşı mücadelemizi yükseltmeliyiz. Ülkemiz NATO’dan çıkmalı ve bütün ABD üsleri kapatılmalıdır. ABD ve tüm emperyalistler Ortadoğu’dan defolmalıdır. ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine karşı mücadele bayrağını yükseltmeliyiz..”

Taylan özgür’ün ablası Hale Özgür Kıyıcı da anmaya katıldı ve bir anısını anlattı. Halit Çelenklerin evinde Gülay  Özdeş ve  Alparslan olduğu bir zamanda Taylan’ın annesi Necla hanım, gençlere dönerek “Çocuklar yüreğimiz ağzımızda yaşıyoruz başınıza bir şey gelecek çok kaygılıyız. Lütfen birşey yapmayın” dediğinde Alp gülümseyerek döner ve “Artık yola çıktık dönüşü yok” dediğini belirterek onlara duyduğu sevgi ve saygıyı özlemi ifade etti.  68’liler Platformu temsilcisi de söz alarak 68’de sömürü zulüm ve baskıyı yaşadık,  mücadele ettik ve direndik ancak bugün de yaşadığımız zulüm, baskı ve sömürü politikaları daha yoğun olarak sürüyor dedi.

 

Nurhak’ta yitirdiklerimizi anma etkinliği sonrası  faşistler tarafından  1 Nisan 1977 de öldürülen  Lastik-İş sendikası üyesi işçi Avni Ece mezarı başında anıldı.

 

Ardından 1993-95 Dönemi TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şahap Tunar’ın mezarı  ziyaret edildi ve karanfil bırakıldı.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Soma’da 301 işçinin kaybı cinayettir, ihmaldir, kasıttır, kapitalizmin kanlı bir örneğidir.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Manisa’nın Soma ilçesinde, 13 Mayıs 2014 tarihinde  maden faciasında hayatını kaybeden 301 maden işçisi için Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması düzenledi. “301 Soma. Unutmadık, unutmayacağız” pankartı açılan açıklamada “Soma’nın katili sermaye düzeni”, “Soma’nın hesabını emekçiler soracak”, “AKP’ye kul sermayeye köle olmayacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza” ve “Katillerden hesabı emekçiler soracak” , sloganları atıldı.
Emek ve Demokrasi Güçleri adına  açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz  okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,

Soma Katliamı bu ülkede azami kâr hırsının nelere mal olabileceğini gösteren en önemli örneklerden birisidir. 301 madenci, göz göre göre, öngörülebilir ve önlenebilir bir patlamada hayatını kaybetti. Ne ocaklara düşen ateş küllendi ne de adalet sağlanabildi.

Soma’da yaşanan sadece insanların eşini, babasını, kardeşini, oğlunu kaybetmesi değildi. Soma, en yakınlarını toprağa vermiş acılı insanların sokak ortasında yerlerde tekmelenmesiydi. Soma canı yanan ve tepki gösteren insanların market köşelerinde tokatlanmasıydı. Soma, her adalet istendiğinde patronların korunup kollanması, asıl sorumluların asla hesap vermemiş olmasıydı.

Soma, Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’ın, “Meydana gelen kazada en çok biz mağdur olduk. Bütün yatırımlarımızı güvenlik önlemlerine harcadık” diyebilmesiydi.

Soma, iş güvenliğinden sorumlu olan vardiya amirleri ve şirket patronu apar topar tahliye edilirken, gece gündüz Somalı işçi ailelerinin yanında mücadele eden Av. Selçuk Kozağaçlı’ nın,  Av. Can Atalay’ın tutuklanmasıydı.

Soma, yargılanan 28 kamu görevlisinden 16’sına 5 ay hapis, diğerlerine beraatti.

Soma, bir türlü gerçekleşmeyen adalet, dinmeyen bir isyan çığlığı, zenginlerin iktidarının somut bir örneğiydi.

Değerli halkımız,

Soma, paranın insan canına tercih edildiği, 301 madencinin şahsında tüm toplumun ve adalet duygusunun göçük altında kaldığı, dünya tarihindeki en trajik olaylardan birisidir.

Cinayettir, ihmaldir, kasttır, kapitalizmin kanlı bir örneğidir.

Soma bir kaza değil; göz göre göre gelen, öngörülebilir ve önlenebilir bir iş cinayetidir.

İşçi sağlığı ve işçi güvenliği, hiçbir koşulda ekonomik çıkarların, kâr hırsının ve denetimsizliğin gölgesinde bırakılmamalıdır. Soma’da yitirilen 301 işçinin ardından, benzer koşullarda çalıştırılan binlerce emekçi için hukuk, denetim ve insan yaşamına verilen değerin gerçek anlamda hayata geçirilmesi artık ertelenemez bir zorunluluktur.

Her yıl yaşanan ve adına kaza denilen iş cinayetlerinin bir türlü bitmek bilmemesi bunu göstermektedir.

İşçilerin ne iş güvenliği, ne geçim kaygısı egemenlerin umrundadır. Egemenler işçileri sefalet şartlarında yaşatmak, işyerlerinde ölüme terk edip adına ‘fıtrat’ diyerek kendilerini kurtarmaktayken işçilerin böylesi bir ölüm-kalım dayatmasına karşı demokratik ve örgütlü tepkisini göstermesi ve şartları değiştirmek için mücadele etmesi gerekmektedir.

Başta işçi sendikaları olmak üzere emeğiyle geçinen herkes madenlerde, inşaatlarda, fabrikalarda yaşanan ve bu azami kâr hırsı şartlarında yaşanmaya devam edecek olan güvensiz, tedbirsiz çalıştırılma şartlarının değiştirilmesi için, en başta da adına iş kazası denilen ucube durumda ölmemek için çaba göstermelidir.

Hayatlarımız birilerinin para kazanma hırsına artık feda edilmemelidir.

Bu dünyada gördüğünüz, kullandığınız her şey emeğin, emekçilerin ürünüdür. Emekçilerin yarattığı değerin karşılığı ölüm, kader, fıtratla izah edilemeyeceği gibi bunu kabul etmeleri de beklenemez.

Bizler madenlerde, fabrikalarda alın teriyle çalışan ve yaşayan işçilerin, 301 madencinin, geride bıraktıkları ailelerinin yanında olmaya devam edeceğiz.

Soma’yı, Soma’nın avukatlarını, unutmayacağız, unutturmayacağız.”

 

 

İzmir Devrimci Demokrasi Güçleri: İşçi Erol Eğrek’in ölümünden sorumlu olanlar ve buna yol açanların yargılanmasının takipçisi olacağız.

 

Tazminatını istediği için Çalık Holding güvenliği tarafından ağır şekilde dövülerek öldürülen işçi Erol Eğrek’in katillerinden hesap sorulması  için  İzmir’de siyasi partiler, dergi çevreleri, kitle örgütleri ve KESK   ÖSYM  binası önünde “İşçi katili Çalık Holding hesap verecek” pankartı  arkasında toplanarak   Türkan Saylan Kültür merkezi önüne yürüdü.   Katılımcılar “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiç birimiz”,  “AKP’den hesabı emekçiler soracak”, “Katil Çalık hesap verecek” sloganlarını attı.

 

Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yapıldı. Açıklamayı  katılımcı kurumlar adına Emek Partisi İzmir  il Başkanı Elif Çuhadar okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“BASINA VE KAMUOYUNA

Değerli halkımız

Yaklaşık 10 yıldır tazminatını alamadığı için İstanbul’da Çalık Holding binası önünde defalarca eylem yapan işçi Erol Eğrek; koruma dedikleri çetelerce holding kapısında saldırıya uğrayıp, ağır şekilde dövülerek kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirdi.

Çalık Holding enerjiden madene, finanstan medyaya birçok alanda AKP döneminde Türkiye’nin en zengin gruplarından biri haline geldi. Kendi finansal ve faaliyet raporlarına göre kamu kaynaklarından yapılan yatırım teşvikleriyle, 2015 yılından beri aktarılan kaynağın dolar cinsinden büyüklüğü 95.68 milyon doları bulurken bugünkü parasal değeri ise yaklaşık 3.78 milyar TL. Yani Eğrek’in  “hakkım” diyerek talep ettiği ödenmeyen tazminatın tam 540 katı, Çalık Holdinge kamu kaynaklarından aktarıldı. Holdingin şirketleri ise son üç yılda verilen bu teşvikler nedeniyle kurumlar vergisinden de kurtuldu. Erol Eğrek, hakkını aradığı Çalık Holding kapısı önünde öldürüldü. Holding, Erol Eğrek’in ölümünün ardından yaptığı açıklamada işçiye borcu olmadığını savundu. Eğrek’in “tüm haklarını alarak ayrıldığını” öne sürdü. Ancak Eğrek’in 10 yıl boyunca yaptığı başvurular, eylemler ve yargı süreçleri bu iddiayı yalanlamaktadır.

AKP ve MHP iktidarının emeği yok sayan, her fırsatta sermayenin yanında saf tutan ve tüm gücüyle sermayeden yana patronları koruyan işçinin emeğini ve canını hiçe sayan AKP iktidarıyla yakın ilişkiler içinde olan ve bunun nimetlerinden yararlanan Çalık Holding gibi niceleri.

Yarın Soma katliamının 11. Yıl dönümü Soma maden faciası görünmez bir kaza değildi. Kamu madenciliğinin yok edilmesi, iş güvenliği anlayışının görmezden gelinmesinin bir sonucudur. Basit bir ihmal değil madencilik bilgi ve birikiminin yok sayılmasının, bilimin yerine keyfiliğin, emeğe ve emekçiye saygı yerine kar hırsının bedelidir.. Çünkü kapitalizm daha fazla kar dışında hiçbir zaman başka bir şeyi önemsemez, işçi sağlığı ve güvenliğini de. Soma’daki 301 işçinin katili de sermaye, iktidar ve sendikal bürokrasinin kendisidir.

Emeğinin hakkını almak için mücadele eden bir işçiydi Erol Eğrek’de. Alacakları için yasal yollarla mücadele etti, hizmet tespit ve alacak davalarını kazandı. Bu koca koca holdingin sahiplerine, yıllarca sömürdüğü işçilerin hakkını vermek zor geldi. Sermayenin çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeyen Saray iktidarının yarattığı düzen, bu cinayetin baş sorumlusudur. Çünkü hep korundular pervasızlıkları da bu güvenden.

Siyanür sızıntılarına rağmen maden çalıştırdılar, Erzincan İliç’te 9 işçinin ölümüne yol açan iş cinayetinin ortağıydılar, Offshore şirketlerle yurt dışına bu ülkenin parasını kaçırma iddiaları da soruşturulmadı. Hatta 209 milyon vergi borcu silinirken. İşçi alacaklarını ödemediği için mahkemenin haciz kararını bir günde kaldırtma gücünü yoksa nereden bulacaktı. Bu ülkenin topraklarını, doğasını, işçisini sömüren ama doğru dürüst vergi bile vermeyen bu açgözlü şirketler, bu ülkeye karşı suç işlemektedir.

Çalık Holding’in zehirlediği, sömürdüğü, üzerine düşen vergisini ödemediği ve hatta canını bile aldığı Türkiye işçi sınıfına karşı işlediği bütün suçların hesabı sorulacak. Bizler, ülkenin tüm kaynaklarını patronlara ve sermayeye peşkeş çeken, holdinglerin yılmaz savunucusu Saray rejiminin bu saltanatına son vereceğiz.

Ülkede daha fazla iş cinayeti, yoğun emek sömürüsü, uzun çalışma saatleri sendikasızlaştırma, güvencesiz ve esnek çalışmanın yaygınlaşmasına karşı tüm  saldırılar ancak işçi sınıfının ve  halkın örgütlü gücü ile durdurabilir.

Sözlerimizi Erol Eğrek’in birçok yerde olduğu gibi sosyal medyada da sesini duyurmaya çalışırken söylediği şu sözlerle bitirelim: ‘Haklarımı vermedikleri gibi bir de üste çıkıyorlar. Allah gözlerini doyursun, karınları doymayanların. Elbet hesap verirler bir gün.'”

Erol Eğrek’in ölümünden sorumlu olanlar ve buna yol açanların yargılanmasının takipçisi olacağız.

KATILIMCI KURUMLAR

Bağımsız Devrimci Sınıf Platformu, Bolşevik Leninist, Dem Parti, Devrimci Hareket, Emekçi Hareket Partisi, Emek Partisi, Ezilenlerin Sosyalist Partisi, Halkların Demokratik Kongresi,  İmece-Der, İşçi Emekçi Birliği Bileşenleri; (DKDER, İşçi-Sen, Kaldıraç, Komünist Köz),  KESK, Kızıl Parti, Odak Dergisi, Partizan, Sosyalist Dayanışma Platformu, Sosyalist Demokrasi Platformu, Sosyalist Emekçiler Partisi, Sosyalist Meclisler Federasyonu, Sosyalist Mücadele İnisiyatifi, Sol Parti, Toplumsal Özgürlük Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Tüm Emekliler Sendikası Bornova şb., Yeşil Sol Parti”

 

 

.

 

Ankara Gar katliamında hayatını kaybeden 104 kişi katliamın 115.ayında İzmir’de anıldı

 

Ankara’da 10 Ekim 2015 tarihinde Gar meydanında yapılmak istenen ‘Barış Mitingi’ ne  IŞİD’in saldırısında hayatını kaybeden 104  kişi,  10 Ekim Barış Derneği’nin çağrısı üzerine  Emek ve Demokrasi Güçleri’nin katılımıyla,  yitirdiğimiz canların fotoğraflarının yer aldığı pankart açılarak,  katliamın  115’nci  ayında İzmir-Alsancak Barış Anıtı’nda anıldı.

Anmada 10 Ekim Barış Derneği Eş Başkanı İshak Kocabıyık, “Bizi ölümle terbiye etmek ve sindirmek isteyenler ne yazık ki Madımak katillerini, domuz bağcıları serbest bıraktı. Unutulmasın diye bu mücadeleyi yürütüyoruz. Unutursak katliamla bize hatırlatırlar. 10’uncu yılda her zamankinden daha fazla yan yana durmaya ihtiyacımız var. Katliamlar ve onların arkasındaki failler aydınlatılsın. Bu yürüyüşümüzü barış oluncaya kadar devam ettirmeye kararlıyız.  Kaybettiğimiz arkadaşlarım şahsında bizi yalnız bırakmayan Sırrı Süreyya’yı anmak istiyorum” dedi.
Emek Partisi İzmir İl Başkanı Elif Çuhadar, 104 kişinin can yitimine yol açan katliamın sorumluları planlayıcıları , katliamı yapanların açığa çıkarılması cezalandırılması devrimci demokrasi güçlerinin partilerin sendikaların ortak mücadelesiyle mümkün olduğunu söyledi.
DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın, “Bu ülkede insanlar eşit ve adil bir düzen içinde yaşasın istiyoruz. Sırrı Süreyya Önder bu uğurda hayatını feda etti.  kaybettiklerimizi unutmadan, kötü bir rejimi değiştirme konusunda sonuna kadar mücadele etmemiz lazım.” dedi.
Anmaya katılanlar, Alsancak’ta bulunan Mimarlık Merkezi’ne yürüyüyerek,  Gar Katliamı’nda yaşamını yitirenlerinin fotoğraflarının bulunduğu sergiyi ziyaret etti.   Sergi’nin açılış konuşmasını  İHD Onursal Başkanı Akın Birdal yaptı. Birdal  “Bizim coğrafyamızda barışın adı, insanların kendi tercihleri ile yaşaması, eşit ve toplumcu bir yaşamın kurulması, Kürt sorunun demokratik ve barışçıl çözümüdür” dedi. Türkiye’de yaşanan toplu katliamlarla yüzleşilmemesinin insanlığa karşı suçları sistematik hale getirdiğini söyleyen Birdal, “101 yıllık çürümüş duvarın üzerine sıva yaparak, yapılanların üzerini örtmeye çalışıyorlar.  Devlet Gar Katliamı’nda ailelere verilen tazminatları geri istiyor. Hem katliamı kendisi yapıyor hem de tazminatları istiyor” dedi.
Birdal’ın konuşmasının ardından yönetmenliğini Mustafa Ünlü’ nün yaptığı “Ah!” filminin gösterimi yapıldı.

8 Mayıs Faşizme ve Savaşa Karşı Mücadele

 

8 Mayıs, Faşizmin Askeri Yenilgisinin 80. Yılı.

Bugünkü Mücadele Görevimiz

8 Mayıs 1945, Nazi Almanyası’nın kayıtsız şartsız teslim olduğu ve faşizmin askeri olarak yenilgiye uğratıldığı gündür. Bu tarih, başta Sovyet halkları olmak üzere dünya halklarının dişe diş mücadelesiyle kazanılmış destansı bir zaferdir. Kızıl Ordu’nun Stalingrad’dan Berlin’e uzanan yürüyüşü, faşizmi tarihin karanlık sayfalarına gömmüştür. Avrupa’da, Balkanlar’da, Asya’da komünist partilerin partizanları ve direnişçiler bu zaferin öznesi olmuştur.

Ancak bu zafer, faşizmin tüm biçimleriyle tarihten silinmesini sağlamadı. Emperyalist sistem, savaş sonrası dönemde Asya, Afrika ve Latin Amerika’da faşizmi güncelledi ve yeni biçimlerini devreye soktu. Sömürgeciliğin yerini “yeni sömürgecilik” aldı; askeri darbeler, işkenceler, gladyo tipi kontrgerilla yapılanmaları, mafyatik rejimler gündeme geldi. Faşizm artık yalnızca siyah ya da kahverengi üniformalarla değil medya tekelleri, uluslararası sermaye akışları, ikili ya da gizli anlaşmalar, ırkçı, milliyetçi-mukaddesatçı söylemler gibi ideolojik argümanlar ve güvenlik devleti uygulamalarıyla örgütleniyor.

Bugün de dünya halkları farklı kılıklara bürünmüş faşist ve emperyalist saldırılarla yüz yüze. Ukrayna-Rusya savaşı, Filistin’de süren soykırım, Ortadoğu’da emperyalist yayılma politikaları, Güney Asya’da Hindistan-Pakistan gerilimi dahil tümü emperyalist rekabetin halklara ödettiği kanlı faturalardır.

Türkiye, siyasal bağımsızlığı olan ama ekonomik, askeri ve diplomatik olarak emperyalist merkezlere bağımlı yeni sömürge bir ülke konumundadır. Faşist baskı rejimi düşünce ve ifade özgürlüğünü yok etmekte, muhalefeti yargı kıskacına alarak, var olan ve yürürlükteki yasaları da uygulamayıp yok sayarak susturmaya çalışmakta, toplumu ekonomik krizle ezerek “iş, aş” dışında bir şey düşünemez hale getirmekte ve dış politikada savaş kışkırtıcılığı yapmakta, yayılma politikasının araçlarını kullanmaktadır.

Bu tablo, sadece iç siyaset meselesi değil, aynı zamanda emperyalist sistemin Türkiye’ye dayattığı bir yönetim modelinin yansımasıdır.

Bugünün görevi açıktır: Faşizme ve emperyalizme karşı birleşik, devrimci, demokratik bir mücadele hattı örmek. Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, halkların kardeşliği eşitlik temelinde onurlu birliktelikleri ve özgürlüğü için emperyalist bağımlılığa, manipülatif oyunlara,  savaş politikalarına ve faşist baskıya karşı örgütlü bir direniş geliştirmelidir.

8 Mayıs, faşizme karşı sadece geçmişin zaferi değil, bugünün mücadele çağrısıdır. Faşizme karşı direnen, can veren milyonların mirasıdır. Bugün özgürlük, demokrasi, barış ve halkların özgür geleceği için mücadele  görevi omuzlarımızdadır.

Faşizm değil özgürlük; Savaş değil barış!

Yaşasın halkların eşitliği ve kardeşliği !

Emperyalizme ve faşizme karşı birleşik mücadeleye!