İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi ile Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği, İnsan Hakları Haftası kapsamında Konak Eski Sümerbank önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. “İnsan haklarıyla insandır” pankartının açıldığı açıklamada, Türkiye’de ve dünyada derinleşen hak ihlallerine, savaş politikalarına, cezasızlığa ve baskı rejimine dikkat çekildi.
Basın açıklamasını İHD İzmir Şube Eşbaşkanı Zilan Gümüş okudu. Açıklamada, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 77. yılında, bildirgede güvence altına alınan temel hak ve özgürlüklerin sistematik biçimde ihlal edildiği vurgulandı. OHAL rejiminin fiili olarak kalıcı hale getirildiği, işkence ve kötü muamele iddialarının arttığı, ifade, örgütlenme ve gösteri özgürlüğünün engellendiği ifade edildi. Kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik ayrımcı politikalar, mültecilere dönük nefret dili, kayyım uygulamaları, cezaevlerindeki tecrit ve hasta mahpusların durumu da açıklamada öne çıkan başlıklar arasında yer aldı.
Zilan Gümüş, “Hapishanelerde bulunan yaklaşık 4.000’i aşkın ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası hükümlüsünün bir gün salıverilme ihtimalinin, yani umut hakkının olmaması insan onuruna aykırı bir durumdur. İmralı Hapishanesi başta olmak üzere hapishaneler de uygulanan izolasyon, tecrit uygulamaları çözülemeyen kronik bir soruna dönüşmüştür. Kamuoyu tarafından ‘kuyu tipi hapishaneler’ olarak adlandırılan Yüksek Güvenlikli, S ve Y Tipi hapishaneler derhal kapatılmalıdır” dedi.
Kürt meselesinin demokratik ve barışçıl çözümüne vurgu yapılan açıklamada, çatışmalı sürecin sona erdirilmesi, barışın toplumsallaştırılması ve insan haklarının güvence altına alınması çağrısı yapıldı. Açıklamanın ardından kitle, yaşamını yitirenler anısına denize karanfil bıraktı.
Etkinlikler, insan hakları savunucusu Hüsnü Öndül’ün ölüm yıldönümü dolayısıyla Fransız Kültür Merkezi’nde düzenlenen söyleşiyle devam etti. Söyleşi, Öndül için hazırlanan sinevizyon gösterimi ve özgürlük ve demokrasi mücadelesinde yaşamını yitirenler için yapılan saygı duruşu ile başladı. Etkinlikte yapılan konuşmalarda Öndül’ün hem insan hakları mücadelesindeki yeri hem de yaşamına yön veren tanıklıklar ele alındı. Söyleşide Günseli Kaya, Akın Birdal, Necla Şengül ve Çoşkun Üsterci söz aldı.
Günseli Kaya, konuşmasında Hüsnü Öndül’ün yaşam öyküsünü ve insan hakları mücadelesinin hangi koşullarda şekillendiğini ayrıntılarıyla anlattı. Öndül’ün 13 Eylül 1953’te Samsun’un Havza ilçesine bağlı Girem köyünde doğduğunu belirten Kaya, ailesinin yaşayan ilk erkek çocuğu olması nedeniyle babasının adını aldığını aktardı. Yedi yaşındayken babasını, kısa bir süre sonra da ablalarından birini kaybeden Öndül’ün çok küçük yaşta ağır sorumluluklar üstlenmek zorunda kaldığını söyledi.
Ailesinin toprak sahibi olmasına rağmen, babasının erken ölümü ve çocukların küçük yaşta olması nedeniyle zamanla bu toprakların elden çıkarıldığını ifade eden Kaya, Hüsnü Öndül’ün ilkokulu Girem Köyü’nde, ortaokul ve liseyi Havza’da tamamladığını belirtti. Babasını ilkokul birinci sınıfta kaybetmesi nedeniyle erken yaşta olgunlaşmak zorunda kaldığını vurgulayan Kaya, 14 yaşındayken diyabet hastası olan erkek kardeşini tedavi ettirmek için Ankara’ya gelişini, Öndül’ün yaşamındaki önemli dönüm noktalarından biri olarak anlattı.
Okul yaşamında çalışkan bir öğrenci olduğunu, futbola büyük ilgi duyduğunu ve üniversite yıllarında futbol takımında da oynadığını aktaran Kaya, üniversite sınavında yüksek puan almasına rağmen dönemin koşulları nedeniyle Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolduğunu ve 1977 yılında mezun olduğunu söyledi. Kaya, Hüsnü Öndül’ün 1971 yılı sonlarında sosyalizme ilgi duymaya başladığını; Nikolay Ostrovski’nin “Ve Çeliğe Su Verildi” kitabının düşünsel dünyasında özel bir yer tuttuğunu ifade etti.
1978 yılında askere giden Hüsnü Öndül’ün, 13 ay boyunca İskenderun-Arsuz’da görev yaptığını ve askerlik sonrası avukatlığa başladığını belirten Kaya, bu dönemin Türkiye’de cezaevlerinin devrimcilerle dolu olduğu bir dönem olduğunu hatırlattı. Öndül’ün, işkence gören, idamla ya da ağır cezalarla yargılanan ve kamuoyunda “terörist” olarak yaftalanan devrimcilerin avukatlığını üstlenmeye bilinçli bir tercihle karar verdiğini vurguladı. “Ben onu 1981 yılında Mamak Askeri Cezaevi’nde tutukluyken avukatım olarak tanıdım” diyen Kaya, bu ilişkinin aynı zamanda bir mücadele yoldaşlığına dönüştüğünü ifade etti.
Hüsnü Öndül’ün koyu bir Fenerbahçe taraftarı olduğunu, İHOP (İnsan Hakları ortak Platformu) ofisinin kapısının arkasında asılı bir Fenerbahçe atkısının bulunduğunu aktaran Kaya, insan hakları çalışmaları arasında futbol sohbetlerinin de önemli bir yer tuttuğunu anlattı.
Neşet Ertaş’a duyduğu büyük sevgiyi de hatırlatan Kaya, Hüsnü Öndül’ün son yolculuğuna sevdiği türküler eşliğinde uğurlandığını ifade etti. Vefalı, mütevazı, kadınlara saygılı, hayvanları koruyan ve güvercinleri beslemesiyle bilinen bir insan olduğunu dile getiren Kaya, bu özelliklerin onun insan hakları anlayışının gündelik hayattaki karşılığı olduğunu vurguladı. 1988 yılında Toplumsal Kurtuluş dergisinde yayımlanan bir yazı nedeniyle tutuklandığını hatırlatan Kaya, Hüsnü Öndül’ün Kürt sorununun eşitlik ve kardeşlik temelinde çözümü ve onurlu barış mücadelesinden hiç vazgeçmediğini söyledi
Akın Birdal ise konuşmasında Hüsnü Öndül ile uzun yıllara dayanan mücadele arkadaşlığına değinerek, onun insan hakları hareketi içindeki kurucu ve öğretici rolünü anlattı. Birdal, Öndül’ün özellikle baskı dönemlerinde geri adım atmayan, cezasızlığa ve işkenceye karşı ısrarcı tutumunun insan hakları savunucuları için yol gösterici olduğunu ifade etti. Öndül’ün hem hukukçu hem de mücadele insanı olarak, insan hakları hareketinin toplumsallaşmasında önemli bir emek verdiğini vurguladı.
Necla Şengül de konuşmasında Hüsnü Öndül’ün insan hakları eğitimine verdiği öneme dikkat çekti. İnsan Hakları Akademisi ve İnsan Hakları Okulu çalışmalarında Öndül’ün bilgiye dayalı, sistematik ve eleştirel bir yaklaşımı benimsediğini aktaran Şengül, onun hak savunuculuğunu yalnızca tepki veren bir alan olarak değil, öğrenilen ve öğretilen bir mücadele biçimi olarak ele aldığını söyledi.
Çoşkun Üsterci ise Hüsnü Öndül’ün insan hakları mücadelesindeki yerini hukuk, ilke ve siyasal sorumluluk çerçevesinde değerlendirdi. Öndül’ün hukuku iktidarın bir aracı olarak değil, iktidarı sınırlayan bir mücadele alanı olarak gördüğünü belirten Üsterci, onun cezasızlıkla mücadele, işkence yasağı ve adil yargılanma hakkı konularında ısrarcı bir çizgi izlediğini ifade etti. Üstercin, Hüsnü Öndül’ün farklı toplumsal ve siyasal kesimleri insan onuru ortak paydasında buluşturmaya çalışan bir insan hakları savunucusu olduğunu vurguladı.
Söyleşi, Hüsnü Öndül’ün geride bıraktığı insan hakları mirasının yalnızca geçmişe ait olmadığı; bugün ve gelecek mücadeleler için yol göstermeye devam ettiği vurgusuyla sona erdi.

