İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Yasaklar baskılar işten çıkarmalar sizin. Mücadele birlik dayanışma bizim! İrademe dokunma. Kayyuma geçit yok!

 

Gaziantep İli Başpınar Sanayi’deki 3 fabrikada patronların  yüzde 30’luk sefalet  zammına  karşı yaklaşık iki bin işçi greve ve direnişe başladı.  Gaziantep Valiliği  15 gün süreyle ildeki  her türlü etkinlik ve eylemi yasakladı. İşçiler  patronların  sefalet ücreti dayatmasına  karşı direnişlerine  devam ederken birçok kentte işçilerle dayanışma açıklamaları yapıldı.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Gaziantep’te direnen Başpınar işçileriyle dayanışmak ve Van Büyükşehir Belediyesine atanan kayyıma tepki göstermek için Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. “Yasaklar baskılar işten çıkarmalar sizin. Mücadele birlik dayanışma bizim” ve  “İrademe dokunma. Kayyuma geçit yok” pankartı açarak açıklama yaptı.
Basın açıklaması metnini İzmir Barosu Genel Sekreteri Avukat Zöhre Dalkıran okudu.
Açıklamanın tam metni şöyle:

 

“En bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
Asırda onlar yendi, onlar yenildi.
Çok söz edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.”

 

Gaziantep Başpınar Organize Sanayi Bölgesinde çalışan işçilerin yüzde 30’luk sefalet zammını kabul etmeyerek taleplerini dile getirmek istemesi üzerine valiliğin teyakkuza geçerek ildeki tüm gösteri, toplantı ve eylemleri 15 gün süre ile yasaklaması egemenlerin işçi sınıfının en ufak hak ve özgürlük arayışına dahi tahammülü olmadığını bir kez daha göstermiştir

İşçiler anayasa, uluslararası hukuk ve yerel kanunlarca korunan haklarını kullanmak istemektedir.

İşçilerin hak taleplerini şehirde adeta sıkıyönetim ilan ederek sönümlendirmek isteyenler anayasaya, kanunlara, en temel demokratik değerlere aykırı bir uygulama içerisindedirler.

2911 S.K. toplantıların kamu düzenini ciddi şekilde bozma riskinin varlığı durumunda yasaklanabileceğini hüküm altına almıştır. Endişelenmeyin, haklarını arayanlar işçilerdir; yani kamunun en önemli bileşenlerinden birisidir ve zam oranını kabul etmediklerini söylemeleri kamu düzenini bozmayacaktır. Aynı şekilde Anayasanın 34. Maddesi toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin ancak açık ve yakın bir tehlike durumunda yasaklanabileceğini belirtmektedir. İşçilerin birleşmesi, sözünü söylemesi, taleplerini dile getirmesi nasıl, ne tür bir açık ve yakın bir tehlike yaratmaktadır?

Korkmayın. İşçiden, emekçiden korkmayın. Onlar sömürüyü ortadan kaldırarak herkese insanlığını geri kazandıracak bir sınıftır. İşçilerin sendikalaşmasından, birleşmesinden, sözünü söylemesinden, hak ve özgürlüklerini savunmasından korkmayın. Onlar bu ülkeyi yaşanabilir bir yer haline getirecek yegane sınıftır. Korkmayın. İşçilerin sınıfsız, sömürüsüz, insanca bir dünya yaratma ideasından korkmayın. Savaşsız, sınırsız, adil, herkesten yeteneğine göre herkese ihtiyacı kadar bir yaşamdan korkmayın. Bu yaşamı kuracak biricik sınıftan bu kadar korkmayın.

 

Egemenler ekonomik taleplerle başlayan işçi eylemlerinin siyasi bir yöne evrilmesi endişesi taşıyor olabilir. Ancak insanlar evlerine, çocuklarına ekmek götürmek istemektedir. Bu temelde yürüttükleri mücadele de meşru, haklı ve hukuka uygundur. Hukuku çiğneyenler ise emekçileri sefalet ücretlerine mahkum etmek isteyenlerdir. Hukuku çiğneyenler işçi eylemlerinde, asgari ücret toplantılarında patronlarla birlikte hareket edenlerdir.

Ülkedeki hukuksuzluklar bununla sınırlı değil ne yazık ki. Bir kez daha en demokratik haklardan olan seçme seçilme hakkı gasp edilmiş, İçişleri Bakanlığı, Van Büyükşehir Belediye Başkanı Abdullah Zeydan’ı görevden uzaklaştırılarak yerine Van Valisi Ozan Balcı’yı kayyum olarak atamıştır. Kararının tebliğinden sonra belediye binasının etrafında iradelerine sahip çıkan vatandaşlara müdahale edilmiş aralarında gazetecilerinde bulunduğu 127 kişi gözaltına alınmıştır.

Biliyoruz ki, kayyum politikası ülkede demokrasiden, barıştan, emekten yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır. Kimsenin kendini halkın iradesi ve yargının yerine koyma hakkı yoktur. Bu durum rejimin temel bir özelliği haline gelse de demokrasiye yapılan darbeleri kabul etmedik, etmeyeceğiz.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak Gaziantep Valiliğinin hukuka aykırı yasaklamalarını sona erdirmesini, işçilerin söz söyleme özgürlüğü önündeki tüm engellerin kaldırılmasını talep ediyoruz. Bununla birlikte bir kez daha çağrıda bulunuyoruz; halk iradesine vurulan kayyım darbesinden derhal vazgeçilmelidir. Hukuk dışı yollarla baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmelidir. Gözaltılar derhal serbest bırakılmalı Seçilmiş Belediye Başkanları görevine iade edilmelidir.

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Unutmayacağız! Affetmeyeceğiz!

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, 6 Şubat 2023  depreminde yitirdiklerimizi Bayraklı ilçesinde bulunan Deprem Anıtı önünde andı.  “Unutmayacağız! Affetmeyeceğiz!”  pankartı açan emek ve demokrasi güçleri adına, basın açıklaması yapıldı ve depremde yitirdiklerimiz için anıta karanfiller bırakıldı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli Basın Emekçilerimiz, Değerli Arkadaşlar,

6 Şubat 2023 Kahramanmaraş Depremleri ve 20 Şubat 2023 Hatay Depremlerinin üzerinden iki yıl geçti.

2. yılında bir kez daha hayatını kaybeden yurttaşlarımızı sevgi ve özlemle anıyoruz. Yakınlarını, ailelerini, sevdiklerini kaybeden tüm yurttaşlarımıza ise sabır diliyoruz.

6 Şubat depremi 11 ilimizi etkileyen ve asrın felaketi olarak değerlendirebileceğimiz çok yönlü bir yıkımı ortaya çıkarmıştır.

Resmi açıklamalara göre 53 bin 537 kişinin hayatını kaybettiği depremlerde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının açıklamalarına göre 39 bin 441 bina deprem anında yıkılmış, yıkılan binalarla birlikte 271 bin 892 bina ise aldıkları hasarlar nedeniyle kullanılamaz hale gelmiştir. Depremde yaşanan kayıplara ve yıkımlara ilişkin tüm veriler aradan geçen iki yılın sonunda hala açıklanmış değildir.

6 Şubat depremleri başta deprem olmak üzere yaşanan onca doğa kaynaklı afetten hiçbir ders alınamadığını hem merkezi idarenin hem de yerel yönetimlerin depreme hazırlıklı olmak adına yapılması gereken hiçbir çalışmayı yapmadıklarını en acı şekilde gözler önüne sermiştir.

Çöken binaların altında kalıp kurtarılmayı bekleyen vatandaşlarımız devletin ilgili kurumlarının koordine olamaması, arama kurtarma çalışmalarının sağlıklı yürütülememesi nedeniyle göz göre göre can vermiştir. Hayatta kalmayı başaranlarsa tek kelimeyle kaderleriyle baş başa bırakılmıştır.

Doğal afet durumlarında devletin hızlı ve aktif müdahalede bulunabilmesi için kurulmuş olan Afet ve Acil Durum Yönetim Başkanlığı’nın (AFAD) hemen hiçbir ciddi hazırlığının olmadığı ortaya çıkmıştır.

Depremden etkilenen kentlerde ilk iki gün hiçbir alanda organize bir çalışma yürütülmemiş, kriz merkezi kurulmamış, arama-kurtarma çalışmalarına başlanmamıştır.

Yerel yönetimlerin, madencilerin, kolluk kuvvetlerinin, arama- kurtarma konusunda uzman STK gönüllülerinin ve vatandaşlarımızın iyi niyetli çabalarına karşın, özellikle ilk 72 saatte etkin ve koordineli müdahale konusunda kamu otoritesinin eksikliği, arama-kurtarma ekiplerin sayıca yetersizliği, yanı sıra gerekli donanıma sahip yetişmiş eleman, iş makinesi, vinç ve jeneratör vb. ekipman ve teknolojik donanım eksikliği yetersizliği enkaz altında kalan insanlarımıza çok geç ulaşılmasına ve ölümlerin inanılmaz boyutlarda artmasına neden olmuştur.

Doğal afetlerde dayanışma faaliyetlerinde bulunması gereken Kızılay ise, ilk günlerde afet illerine gitmemiş, sonrasında kamuoyuna da yansıdığı üzere yardım kuruluşlarına çadır, gıda malzemesi ve su satmıştır. Soğuk kış günlerinde depremzedelerin barınma, ısınma, giyecek, yiyecek başta olmak üzere en temel insani ihtiyaçları ancak deprem illerine ilk ulaşan gönüllü demokratik kitle örgütlerinin oluşturduğu dayanışma çalışmaları ile karşılanabilmiştir.

Deprem bölgesindeki telekomünikasyon şebekesinde yaşanan büyük yıkım, haberleşmenin önemli ölçüde kesilmesine yol açarken, depremin üzerinden günler geçtikten sonra bile pek çok yerleşimde mobil iletişim ve internet bağlantısı kurulamamıştır.

Depremin yol açtığı iletişim kesintileri, kişi ve kurumların birbirleriyle bağlantı kuramamasının ötesinde, arama-kurtarma çalışmalarını engellemiş, enkazlardan gelen yardım isteklerinin duyulamadığı için karşılanamamasına ve can kayıplarının artmasına yol açmıştır.

Değerli Arkadaşlar,

Geçtiğimiz bu iki yıl içerisinde Birliğimiz ve bağlı Odalarımız depremin yarattığı yıkımın sonuçlarını ortadan kaldırabilmek ve daha da önemlisi bir daha benzer acılar yaşanmaması için büyük çaba harcamaktadır.

Ancak bizler bu 2 yıla dönüp baktığımızda üzülerek görüyoruz ki ilk gün hangi sorunlarla boğuşuyorsak bugün de hala aynı soruları çözmeye çalışmaktayız.

Depremi önleyici tedbirler almayan siyasi iktidar, depremden sonra uyguladığı kararlar ile yıkımın boyutunu daha da büyüterek yurttaşlarımızı bir kez daha karanlığın içinde bırakmıştır. Deprem bölgesinde insanlarımız eğitim, sağlık, barınma, beslenme ve sağlıklı su hakkı gibi pek çok hak ve kamusal hizmetten hala mahrum kalmaktadır.

Vatandaşlarımızın bir kısmı insani gereksinimlerin yeterince dikkate alınmadığı geçici barınma alanlarında, bir kısmı hasarlı evlerinin önüne kurdukları çadırlarda, barakalarda ağır kış koşullarında yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır.

Yalnızca depremle yıkılan 11 ilimiz değil, bizler, koca bir ülke olarak hala enkaz altındayız.

Üstelik bu enkazın altında yalnızca insanlarımız, şehirlerimiz değil, devletin tüm mekanizmaları kurum ve kuruluşları da kalmıştır.

Siyasi iktidar ise, sürecin sorumluluğunu üstlenmek yerine, depremin büyüklüğünü ve yıkıcılığını gerekçe göstererek, sistemin eksikliklerini gizlemeye çalışmaya, suçu ısrarla başkasına atmaya devam etmektedir.

Çok açıktır ki afeti bir felakete dönüştüren bu anlayış ve politikalar sürdürüldüğü sürece bir deprem ülkesi olan ülkemizde buna benzer daha pek çok acıyla burun buruna olacağız.

Bu sorunlara yönelik herhangi bir çözüm üretilmemiş olması, depremden etkilenen yurttaşların yaşamlarına verilen değerin bir göstergesidir.

Kamuoyunca bilinen bir geçekliktir; deprem sonrası yurttaşlarımız kendi kaderlerine terk edilmiştir. O dönem gösterilen dayanışma ve bireysel çabalarla hayatta kalma mücadelesi bugün de bin bir güçlükle sürdürülen bir yaşam mücadelesine dönüşmüş durumda.

Gerek deprem öncesi alınmayan tedbirler gerek deprem sonrası yapılmayan müdahaleler açıkça gösteriyor ki afeti bir felakete dönüştüren siyasi iktidarın uyguladığı rantçı, piyasacı politikalardır.

Bu politikalar sermayenin kar hırsını insan yaşamının önünde tutmaktadır.

Bu politikalar memleketi bir şantiyeye dönüştürerek yalnızca yandaşlarını kalkındırmaya yöneliktir. Bilim ve tekniği dikkate almadan, ilgili kurumların fikirlerine başvurmadan insan yaşamını, doğayı, tarihimizi sömüren politikalardır.

Oysa TMMOB olarak bizler her fırsatta dile getirmeye çalıştık; depremin ardından mesele yalnızca şehirleri fiziki olarak kurmak değil, sosyal ve kültürel dokusunun korunarak, halkın yaşam kalitesini artıracak, dayanıklı ve güvenli alanlar oluşturulması öncelenmelidir.

Eğer TMMOB’nin raporları ve önerileri dikkate alınsaydı, mühendislik, mimarlık ve plancılık hizmetleri bir prosedür haline getirilmeseydi, kentleşme ve barınma politikaları kamucu bir anlayışla oluşturulsaydı, TMMOB ve bağlı Odaları yapı tasarım, üretim ve denetim süreçlerinden dışlanmasaydı yaşadığımız acıların boyutu bu düzeyde olmazdı.

Depreme dayanıklı yerleşim alanları ve yapılar tasarlamanın, üretmenin, deprem hasarı ve can kayıplarının azaltılmasının bilinen tek yolu mühendis, mimar ve şehir plancılığı hizmetlerinin eksiksiz bir şekilde uygulanmasıdır.

Ranta, sermayenin sınırsız kar hırsına teslim olmadan bilimin ve tekniğin yol göstericiliğinde barınma ve kentleşme politikalarını kamucu bir anlayışla hayata geçirmektir. İnsandan, yaşamdan, çevreden kültürel ve tarihsel mirastan yana tercih yapmaktır.

Değerli Arkadaşlar,

Başta 11 ilimizi ve ülkemizin tümünü etkileyen bu büyük yıkımın, kurumlar arası eşgüdüm ve iletişim yoksunluğu sonucunda bir felakete dönüşen bu afetin ikinci yıldönümünde de ilk günden beri söylediklerimizi yineliyoruz: TMMOB ve bağlı Odaları, bilimi ve tekniği halkımızın yararına kullanma sorumluluğunu kararlılıkla sürdürecektir.

Bizler, 70 yıllık tarihimizin her döneminde bu bilinç ve sorumlulukla hareket ettik. Bu yüzden 11 ilimizi etkileyen Kahramanmaraş depreminin hemen ardında da gerek meslek odalarımızla gerek il koordinasyon kurullarımızın ve meslektaşlarımızın çabalarıyla sorunların tespiti ve çözümü için hiç durmadan çalıştık.

Birliğimiz, deprem anından itibaren depremden etkilenen tüm illerde acil durum dayanışma kampanyalarında ve sahada araştırma, inceleme, tespit ve değerlendirme çalışmaları yürütmüştür.

İlk andan itibaren kurduğumuz Afet Koordinasyon Merkezi’nde dayanışma gönüllülerimiz ve mesleki yeterliliğe sahip üyelerimiz eşgüdümlü olarak çalışmalarını sürdürmüşlerdir.

Birliğimiz depremin hemen ardından İKK’ larımız ve üyelerimizden aldığımız bilgiler ile yayımlanan durum tespit raporları ve mevcut durum raporları ile bölgede yürütülen tüm çalışmaları, tespitleri ve eksiklikleri kamuoyu ile paylaşmıştır.

Bölgede yaptığımız çalışmalar ve ardında meslektaşlarımızın durum tespiti ve çözüm önerilerini sunduğu 8. Ay ve 1.yıl raporlarını hazırlayıp kamuoyuyla paylaştık.

Bu yıl ise Kahramanmaraş depreminin 2. Yıl raporunu kamuoyuyla paylaşarak görüş ve tespitlerimizi ilettik.

Buradan bu vesileyle bir kere daha söylemek zorundayız;

Afetlerin bundan sonra felakete dönüşmesini istemiyorsak; bütünlüklü bir plan, program, bu programı uygulayacak bir devlet yapılanması ve güçlü bir siyasi irade şarttır.

Benzer felaketleri bir daha yaşamamak için derhal adım atılmalıdır. Yapı denetimi sistemi TMMOB ve bağlı Odalar, üniversiteler ve ilgili kesimlerin katılımıyla kamusal bir anlayışla yeniden düzenlenmelidir. Yapılaşmadan kaynaklanan risklerin bertaraf edilmesi için çağdaş bir “risk yönetim” sistemi oluşturulmalıdır.

Güvenli yapılaşmanın sağlanması ve tüm bu süreçlerin sağlıklı işletilebilmesi için meslek odalarının sürece etkin katılımını sağlayacak yeni bir planlama, tasarım, üretim ve denetim süreci modeli benimsenmelidir.

Depremlerde can kayıplarının önlenmesi için izlenmesi gereken tek yol, mühendislik ve mimarlık hizmetlerinin bilimsel-teknik doğruların ışığında kamucu bir yaklaşımla uygulanmasıdır.

Ülkemiz, yurttaşlarımız bu büyük acıları hak etmiyor!

Ülkemizin yıllar içinde enkaz altında kalmaması için, bilimin, tekniğin ve doğanın sesine kulak verilmelidir.”

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İzmir Kadın Platformu: Unutmak affetmek yok. Güvenli kentler, güvenli hayatlar için susmuyoruz!

İzmir Kadın Platformu  6 Şubat 2023 depreminin ikinci yılında  Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde toplanarak,  “Unutmak, affetmek yok! Güvenli kentler, güvenli hayatlar için susmuyoruz! pankartı açtı ve  Alsancak Garına yürüdü. Yürüyüş sırasında kadınlar “Yaşasın kadın dayanışması”, “Deprem değil bu bir katliam”, “Konteynır değil güvenli yaşam”, “unutmuyoruz, affetmiyoruz, helalleşmiyoruz”, “Ranta değil kadınlara bütçe” sloganlarını attı. Kadınlar Alsancak Gar Meydanında basın açıklaması yaptı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri;

6 Şubat 2023 tarihinde 11 ilde etkisini gösteren ve iktidar eliyle bir katliama dönüştürülen depremin üzerinden tam 2 yıl geçmesine rağmen başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere bölge halkı sağlıklı bir yaşama kavuşmadı. Bir doğa olayını felakete dönüştüren sorumlular da hala hesap vermedi. Hala kaybolmuş yakınlarını arayanlar, hala çadır ve konteynırlarda yaşayanlar, teslim edilmemiş konutlar, yenisi yapılmamış okul, hastane ve kamu binaları, bile isteye uzatılan adalet arayışları… Deprem yıkıntıları arsında ranta alan açmada sınır tanımayan AKP iktidarı…

Türkiye’nin 11 ilinde etkili olan 6 Şubat depremleri, ardında on binlerce can kaybı ve yıkılmış kentler bıraktı. Resmi rakamlara göre 53 bin 725 insanın hayatını kaybettiği, 107 bin 213 insanın yaralandığı, 14 milyon insanı etkileyen depremlerde 850 bin bina yıkıldı, yüz binlercesi hasar aldı.

Defalarca kez çıkarılan imar afları ile bu felaketin sorumlusu olanlar meclise sundukları kanun teklifleriyle yeni imar afları çıkarma peşinde! Rezerv alan adı altında halkın elinde kalan az sayıda konuta, tarım alanlarına, zeytinliklere göz dikmiş durumdalar. Depremde ortadan kaybolanlar, başta Hatay olmak üzere deprem illerinde halkın karşısına; evlerini terk etmezlerse elektrik ve sularını kesme tehdidiyle çıkıyor. Yıkılan binalarla ilgili soruşturma ve dava süreçleri hala devam ediyor. Depremde yakınlarını kaybeden ailelerin adalet arayışı bile isteye uzatılıyor. Tıpkı kadın cinayetlerinde olduğu gibi deprem davalarında da beraat ve iyi hal indirimleri uygulanıyor.

Deprem bölgesindeki bütün illerde barınma, beslenme, sağlık, eğitim ve güvenlik ihtiyaçları hala giderilebilmiş değil. Yıkılan 680 bin konut, 170 bin işyeri yerine yapılan sadece 75 bin konut teslim edildi. 2024 yılında yapımı tamamlandığı iddia edilen konutların ise ne zaman teslim edileceği belirsiz. Kurası çekilen konutların bir kısmı henüz oturulacak şekilde tamamlanmadığı gibi altyapı hizmetleri de eksik, maliyeti bilinmeyen boş senetlere imza attırılıyor insanlara. Kurada ismi çıkanlar konteynırlardan kapı dışarı edilirken, kira yardımları ise geçtiğimiz yıl nisan ayında kesildi. İşsizlik ve yoksulluk had safhada…

Bütün bunlardan yine en çok etkilenen kadın ve çocuklar. Kadınlar depremin ikinci yılında da artan bakım emeği yükü ile karşı karşıya. Barınma alanlarındaki tüm işler kadınların üzerine yıkılmış durumda. Kadınlar bir yandan yoksullukla, diğer yandan çadır ve konteynırlarda artan bakım yükleriyle birlikte yaşam savaşı veriyor.

Başta Malatya ve Hatay olmak üzere kadınlar ve kız çocukları için barınma alanları, sokaklar ve olmayan caddeler güvenli değil. Konteynır kentler ve çadır alanlarının çoğunda güvenlik görevlileri yok, çoğu yerde sokak lambaları bile yanmıyor. Her gün aynı karanlık sokaktan evine ulaşma çabası, deprem travmasının üzerine yeni travmalar yaratıyor. Şiddet gören kadınların başvurabileceği danışma merkezleri, acil durumlarda sığınabileceği güvenli alanlar yok. Kadınlar şiddet failleriyle baş başa bırakılmış durumda. Konteynır bölgeleri ya da çadır kentlerin çoğunda kreş ve oyun alanları yok, var olanlar ise yetersiz. Kadınlar ya işsizlik ya da güvencesizlikle karşı karşıya… Ve yoksulluk bakım yükünü daha da artırmış durumda.

Kadınların mücadelesiyle okul öncesi öğrenciler için kazanılan bir öğün ücretsiz yemek hakkının “deprem maliyetleri” gerekçesi ile sadece bölgede uygulanacağını söyleyen iktidar, tasarruf tedbirleri kapsamında deprem bölgesinde de uygulamayı kaldırmış durumda. Bölgede yıkılan okulların yerine yarısı bile yapılmış değil. Okul ve personel ihtiyacı giderilemediği, beslenme sorunu çözülmediği için okul çağındaki çocuklar, eğitimden kopuyor. Ve hızla çocuk işçiliği artıyor.

6 Şubat ve sonrasında yaşananlarla “güçlü Türkiye” söylemlerinin neye rağmen olduğu gerçeğini yüzümüze çarpan bir tablo var karşımızda!

Biz kadınlar bu tabloyu değiştirmek üzere de deprem bölgesindeki kız kardeşlerimizin eşit, güvenli, insanca yaşam ve çalışma koşulları talebini bir kez daha yükseltiyoruz.

Ne etki ajanlığı yasalarınız, ne baskı, gözaltı ve tutuklamalarınız bu sesi yükseltmemize engel olamayacak.

Geçim derdi ve çocuk bakım yükü yüzünden doktora bile gidemeyen Malatya’dan Sedef’in sesi olmaya devam edeceğiz.

6 metre kare tenekeden bir odada 4 kişilik bir ailenin bütün yükünü sırtlayan Sema’nın aile ile uyumlu iş yaşamı adı altında aylık 10 bin TL’ye çalıştırılmasına göz yummayacağız.

Evlerinin başlarına yıkılması yetmezmiş gibi acele kamulaştırmayla zeytinliklerine el konulan Dikmeceli kadınların mücadelesine güç vereceğiz.

Ne OVP ile sermayeye köle, ne de aile yılı masalınızla aileye kul olmayacağız. Karanlık sokaklarınız, şiddet dolu yuvalarınızı kabul etmiyoruz.

Biz kadınlar güvenli bir yaşam ve güvenli kentler istiyoruz. Yitirdiğimiz binlerce canın hesabını sorana dek ne unutacak ne de affedeceğiz.

Taleplerimizi hep birlikte her yerde haykırmaya devam ediyoruz.

Deprem bölgesinde kadınların hızla ulaşabileceği yerlere kadın danışma merkezleri, şiddete karşı koruma ve önleme merkezleri, sığınma evleri kurulsun.

Esnek çalışma uygulamalarına son verilerek, kadınlara güvenceli iş olanakları yaratılsın.

Kadın hastalıklarıyla ilgili ücretsiz ve kapsamlı taramalar yapılsın.

Ücretsiz psikolojik destek noktaları derhal hayata geçirilsin.

Eğitim hakkı elinden alınan çocuklara, gençlere parasız, nitelikli eğitim sağlansın.

Bütün eğitim kademelerinde ücretsiz servis, bir öğün ücretsiz yemek sağlansın, yıkılan okul ve hastane binalarının yerine derhal yenileri yapılsın.

Deprem bölgesindeki tüm üniversiteli kadınlara kyk bursu verilsin.

Barınma alanları içine veya yakınlarına ücretsiz kreşler açılsın.

Elektrik kesintilerinin son bulması, yangınların önüne geçilmesi için etkili çalışma başlatılsın.

Şehir içinde yaşanan ulaşım sorunu acilen iyileştirilsin.

Zeytinliklere, arazilere, tarlalara istimlak adı altında el koyma yasaları kaldırılsın.

İmar affı yasa teklifi geri çekilsin.

Yaşasın kadın dayanışması yaşasın eşit, özgür, şiddetsiz, insanca yaşam mücadelemiz.

İZMİR KADIN PLATFORMU”

6 Şubat 2023 unutmadık. 6 Şubat Depreminin Üzerinden 2 Yıl Geçti! Ne Acımız Dindi Ne De Öfkemiz!

Kesk-Eğitim-Sen 2 No’lu Şube oturma eyleminin 317. haftasında, emek  demokrasi  güçlerinin temsilcilerinin de katılımıyla, üzerinden iki yıl geçen 6 Şubat depreminde  yitirdiklerimizi andı. Depremin sonuçlarını;  insanların  konut, eğitim, ulaşım, temiz su, beslenme  vb. temel ihtiyaçlarının karşılanmadığı  koşullarda    depremin ilk gününden itibaren  sürdürülen dayanışmayı büyütmeye, acılarımızı paylaşmaya, yaraları hep birlikte sarmaya  devam edeceğimiz açıklandı.

Açıklamayı,  Eğitim Sen İzmir 2 No’lu Şube Kadın Sekreteri Cansu Başer okudu. 

Açıklamanın tam metni şöyle:
“6 Şubat Depreminin Üzerinden 2 Yıl Geçti!
Ne Acımız Dindi Ne De Öfkemiz!
İki yıl önce, 6 Şubat 2023’te hepimizin yüreğine kordan bir ateş düştü.
Gecenin zifiri karanlığında, saatler 04.17’yi gösterirken sadece Kahramanmaraş, Hatay,
Adıyaman, Malatya, Adana, Osmaniye, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Elâzığ ve Diyarbakır değil,
hepimiz derin bir acıyla sarsıldık, yıkıldık.
2 yıldır yüreğimize saplanan onlarca kara saplı bıçakla yaşıyoruz.
Aradan iki yıl geçse de ne yasımız bitti. Ne acımız dindi ne de öfkemiz.
Öfkeliyiz. Çünkü 6 Şubat 2023’te doğal bir afetin göz göre göre büyük bir felakete dönüşmesine
tanık olduk. On binlerce yurttaşımızın hayatına mal olan, kentlerimizi yerle bir eden bu felaket göz
göre göre geldi.
Öfkeliyiz. Çünkü ülkeyi yönetenlerin akla, bilime, mantığa, uyarılara kulaklarını tıkamasını
on binlerce yurttaş canları ile ödedi.
1999 Marmara depreminin ardından dönemin Cumhurbaşkanı “Altımız çürüktür, ama yine de bu
altın üstünde yaşamaya mecburuz. Bu depremden çok şey öğrendik.” Demişti.
24 yıl sonra gerçekleşen 6 Şubat depremi ise üstümüzün, yani mevcut devlet
organizasyonunun, altımızdan çok daha çürük olduğunu göstermiştir.
En son daha 2 hafta önce, 36’sı çocuk 78 yurttaşımızın hayatını kaybettiği Kartalkaya Grand Otel
faciasında bir kez daha gördük. Bu ülkenin üzerine adım adım kâr ve rant hırsını baş tacı eden,
insan hayatını yok sayan bir yönetim anlayışı çöreklenmiştir. Bu yönetim anlayışı insanı, doğayı,
tarihsel ve kültürel değerlerimizi sermaye kesimlerinin çıkarlarına teslim eden bir anlayıştır.
Dolayısıyla iki yıl önce yaşadığımız yıkımın sebebi ne tek başına depremdir. Ne de binalardır.
Bu büyük yıkımda elbette ki kâr hırsıyla başı dönen, yaşadığı her karışı ranta çevirmeye çalışan
müteahhitlerin payı büyük bir sorumluluğu vardır.
Ancak asıl sorumlu bu kar hırsını besleyenler, büyütenlerdir. İmar afları gibi garabetlere imza
atarak suç işleyenlerdir.
Denetim yapmaktan, etkili yaptırımlar uygulamaktan, süreçleri kurallara uygun yürütmekten aciz
bir hukuk sistemi inşa edenlerdir.
İnsan hayatını yok sayan bu sistemi her gün yeniden üretenlerdir.
Aradan yüz yıl da geçse yaşadığımız acıları, bu acıları bizlere reva görenleri
unutmayacağız.
• Depremin ilk iki günü boyunca ortalıkta görünmeyenleri de kendi sorumluluklarının üzerini
örtmek için başlattıkları algı operasyonunu da unutmadık.
• Yakınlarımızdan haber almak için çırpınırken devreye konulan bant daraltmalarını, internet
kesintilerini unutmadık.
• Depremin yaşandığı illerde daha 24 saat geçmeden OHAL ilan edenleri, çaresizlikle kıvranan,
derdine derman arayan depremzedeleri “kimse kalkanları kaldırmayacağımızı zannetmesin”
tehdidiyle susturmak isteyenleri unutmadık.
• KESK olarak yüzlerce gönüllümüzle deprem bölgesine gitmeye çalışırken önümüze konulan
engelleri, sadece bizim değil, muhalefet partilerinin, Demokratik Kitle Örgütlerinin, Sivil
Toplum Kuruluşlarının yardımlarının depremzedelere ulaştırılmasına engel olanları
unutmadık.
• Kızılay’ın çadır satmasından, yardımları zimmetine geçiren yetkililere kadar uzanan rezaletler
zincirini unutmadık.
Evet, aradan 2 yıl geçti. Ama yaşanan yıkımın etkisi büyük ölçüde sürüyor.
Verilen sözler tutulmadığı için yaşanan sorunlar, acılar devam ediyor.
Mevcut iktidar bugüne kadar depremzedelerin sorunlarını çözmek adına bütçeden 2 Trilyon TL’ye
yakın kaynak ayırdığını açıkladı. Buna ek olarak Milli Dayanışma adı altında bir paket çıkardı.
Halktan alınan KDV, ÖTV. Motorlu Taşıtlar Vergisi gibi vergiler fahiş oranda artırıldı.
Ama bu kaynakların nereye, kime gitti belli değil.
Aradan geçen iki yıla rağmen deprem bölgesinde hala tek bir çivinin çakılmadığı, molozların dahi
kaldırılmadığı yerler var.
Binlerce insan hala çadırlarda yaşamaya devam ediyor.
Yüz binlercesi 21 metre karelik teneke konteynerlerde, konteyner kente dönüşmüş
şehirlerde kaderin terk edilmiş durumda.
Barınma, sağlıklı beslenme ve eğitim sorunları başta olmak üzere, en temel ihtiyaçların
karşılanmasında yaşanan sorunlar sürüyor.
2 Nisan 2023’de deprem bölgesini ziyaret eden Cumhurbaşkanı “Bir yıl içinde 319 bin konut yapıp
depremzede vatandaşlarımıza teslim edeceğiz” demişti. Aradan iki yıl geçti. Şimdi de kalkmış “201
bin 431 bağımsız birimi hak sahiplerine teslim etmenin bahtiyarlığını yaşadık” diyerek
depremzedelerle dalga geçiyor.
İşsizlik, kayıt dışı çalışma, sömürü diz boyu.
Buna rağmen en temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz hale gelen, yerinde dönüşüm için başvuran
depremzedeye hibe adı altında 750 Bin TL kredi vermeyi teklif ediyorlar.
Rezerv yapı alanları ile adeta oynuyorlar. Rezerv alanı ilan edilen bölgeler ertesi gün değiştiriliyor,
kaldırılıyor.
Kısacası aradan geçen iki yıla rağmen;
• Milyonlarca depremzede hala başını sokacak bir çatı istiyor.
• Temiz su, sağlıklı beslenme, nitelikli bir eğitim istiyor.
• Yoksulluk ve çaresizlik kıskacındaki milyonlar “zorunlu kamulaştırma” adı altında topraklarına
çökülmesine itiraz ediyor.
• Tarım arazilerine, yüzlerce yıllık zeytinliklere binalar dikmek isteyenlere karşı mücadele
ediyor. Devletin en azından depremden etkilenen evlerinin yapı denetim masraflarını
karşılamasını bekliyor.
Yani aradan geçen iki yıla rağmen, milyonlar anayasasında sosyal hukuk devleti yazan bir
ülkenin yurttaşları olarak en temel haklarını istiyor.
Son söz olarak buradan depremzedeler başta olmak üzere tüm halkımıza sesleniyoruz.
Depremlerin, sellerin, doğa olaylarının binlercemizi yaşamdan koparan birer felakete
dönüştürüldüğü,
Bizim payımıza her seferinde acıların, yıkımların düştüğü, ekmeğimizin her geçen gün
küçüldüğü,
Haklarımızın, özgürlüklerimizin ortadan kaldırıldığı bu bozuk düzende sağlam çark olmaz.
İnsana, emeğe, doğaya düşman bu bozuk düzene, bu köhne sisteme karşı emek ve
demokrasi mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.
Kaybettiğimiz tüm vatandaşlarımızı bir kez daha sevgiyle, saygıyla anıyoruz.
Depremzede kardeşlerimizle 6 Şubat depreminin ilk gününden itibaren başlattığımız
dayanışmamızı büyütmeye, acılarımızı paylaşmaya, yaralarımızı hep birlikte sarmaya
devam edeceğiz.”

Demokratik Alevi Dernekleri İzmir Şubesi, İzmir Dersim Kültür Ve Dayanışma Derneği:  Suriye’de katliam var. Soykırım var ölüm var Durdurun!

 

Karşıyaka Çarşı girişinde Demokratik Alevi Dernekleri İzmir Şubesi, İzmir Dersim Kültür Ve Dayanışma Derneği  “Suriye’de katliam var. Soykırım var ölüm var Durdurun!” pankartı açarak  basın açıklaması yaptı.  Açıklamanın tam metni şöyle:

“Basına Ve Kamuoyuna
Bilindiği gibi, Ortadoğu emperyalist merkezler ve bölgesel hegomon güçler tarafından başlatılmış ve sürdürülmekte olan üçüncü paylaşım savaşının merkezi durumundadır. Emperyalistlerin ve pay kapma hırsıyla dahil olan bölge devletlerinin çıkarları temelinde yürütülmekte olan bu savaş, her etnisite ve inanç kimliğinden mazlumlara sadece yıkım ve ölüm getirmiştir.
Hak tanımayan, varlığını gasp ve talan üzerinden sürdüren, bunun için insan kanı dökerek doğayı yıkıma uğratmakta tereddüt etmeyen muktedirler her an nice zulüm yaratmaktadırlar. Enerji ve su kaynaklarına el konulması, ticaret yollarının denetlenmesi gibi nedenlerle başlatılıp sürdürülen bu savaşla yıkıma uğratılan coğrafyalardan biri de Suriye olmuştur.
Tüm insanlık için geçerli olduğu gibi, demokratik birlik üzerine inşa edilmiş demokratik bir ülke Suriye halklarının da hakkıdır. Suriye halklarının baskıcı BAAS rejimine itiraz ve demokrasi talebi de en başından beri meşru bir haktı. Fakat Suriye’ye küresel güçler ve bölgesel işbirlikçileri eliyle müdahale edilmiş, dünyanın dört bir yanından devşirilen katil sürüleri Suriye halklarının üzerine salınmış, ülke kan deryasına çevrilmiştir. Böylece hem Suriye halklarının demokratik bir zihniyet ve zemin üzerinden yükseltilmesi mümkün olan ortak mücadelesinin önü kesilmiş, hem de karşılıklı insanlık suçlarıyla halklar biri birlerine düşmanlaştırılarak tahakküme daha açık duruma düşürülmüşlerdir.
HTŞ’ nin yolu açılarak Şam’a oturtulmasının ardından, başta Aleviler olmak üzere Suriye halklarına karşı yeni insanlık suçları işlenmeye başlanmıştır. Suriye halklarını boğazlaştıran, BAAS rejimini devirerek HTŞ’yi yeni iktidar gücü olarak kurgulayan küresel ve bölgesel güçler, biri birleriyle rekabet ve çıkar hesapları nedeniyle bu katliamları görmezden gelmekte ya da onaylamaktadırlar.
BAAS rejiminin Alevilerce kurulup yönetildiği yalanı, en başından beri, Müslüman Kardeşlerin toplumsal taban yaratmayı ve Sünni Müslümanları manipüle etmeyi amaçlayan bir propagandası olmuştur. Bir yalan üzerinden bir algı yaratımı ve yönetimi gerçekleştirilmiştir. BAAS rejiminin temel kadrolarının ezici çoğunluğu, iddiaların aksine Alevi değil Sünni inançlı Suriyelilerden teşkil edilmişti. Hep dışlanan ve tehdit altında olan Aleviler ise, ideolojik ve politik motivasyonunu Alevi düşmanlığı üzerine inşa etmiş bir muhalefet karşısında, güvenlik kaygısı ve seçeneksizlik nedeniyle rejime sadece yakın durmak zorunda kalmıştır.
HTŞ ve diğer Selefi örgütler sayısız insanlık suçu işlemiş yapılardır ve bu suçları işlemeye devam etmektedirler. Nasıl ki rejim içinde ki kimi Sünni inançlı yöneticilerin fiilleri tüm Sünnilere mal edilemezse, rejim içinde ki kimi Alevilerin fiilleri de Alevilere mal edilemez. Militan kadrolarının çoğu Suriyeli olmayan bu örgütler sadece Suriyeli Alevilere ve diğer azınlık halklara değil, seküler bir yaşamdan yana olan Suriyeli Sünni halklara da düşmanlık etmektedirler.
Son yapılan katliam özel olarak planlanmış ve seçilerek yapılmıştır. Dr. Rasha Al-Ali’yi
HTŞ ve Yandaş canilerin katledildiğini biliyoruz.
Humus Üniversitesi Arapça Dili Bölümü’nde öğretmen;
Arap Yazarlar Birliği üyesi, şair Dr. Rasha Al-Ali; bir bilim insanı olduğu için, Alevi olduğu için, kadın olduğu için, şair olduğu için öldürüldü…
Rasha Al-Aii’yi katledenler Kadınları katlettiler, Alevi Toplumunu katlettiler, bilimi ve sanatı katlettiler, şiiri ve edebiyatı katlettiler…
Uluslar arası topluma sesleniyor, HTŞ gibi terör örgütlerinin Suriye halklarının temsilcisi olarak meşrulaştırılmaması, gerek HTŞ’nin, gerekse rejimin işlediği suçların uluslararası bir mahkemede yargılanması ve Suriye halklarının demokratik, çoğulcu bir rejime kavuşması için çaba gösterilmesi çağrısında bulunuyoruz.
Demokratik bir Suriye’nin öncelikle Suriye halkları için bir hak olduğu bilinci ve demokratik bir Suriye’nin gerek bölge barışı gerekse ülkemiz için açık önemi nedeniyle, Türkiye’nin de etki ve olanaklarını demokratik bir Suriye inşası için seferber etmesi gerektiğine inanmaktayız.
Mesele ülkeyi yeniden inşa etmekse ‘kör intikam’ ve ‘mezhepçi temizlik’ ile Suriye yolunu bulamaz. Colani’nin yabancı heyetlere verdiği sözlerin sahada karşılığı yok. Bu şekilde çoğulcu bir sistem kurmak bir yana Suriye’nin dağılmış yakalarını bir araya getiremezler. HTŞ’ye kefil olanların üç maymunu oynaması vaziyeti kurtarmıyor. Sadece Alevilere değil bütün Suriye’ye kötülük ediliyor, ülkenin geleceği karartılıyor…
Demokratik Türkiye için Kürt siyasetiyle başlatılan diyalog sürecine halklarımızın rızalı-ikrarlı birliği ve ortak geleceğimiz için yaşamsal önem atfetmekteyiz. Bu diyalog sürecinin kalıcı barış ve huzurla sonuçlanması aynı zamanda bölgesel barışla ve tüm Kürtlerle barışmakla mümkün olacaktır. Bu nedenle demokratik Suriye bağlamında Rojava ile de barışmak Tüm halklarımızın ve Türkiye’nin de yararına olacağı gibi Suriye barışına dahi ciddi katkı sunacaktır.
Suriye’nin geleceği, halklarımızın, bölgenin ve ülkemizin geleceğiyle sıkı sıkıya bağlı olduğundan barış mücadelesini yükseltmemiz, halkların rızalı-ikrarlı birliğini esas almamız bir zorunluluktur. Suriye’de ki Alevi katliamlarına dur, otoriter rejim inşasına hayır demek için halklarımızı mücadeleye, uluslar arası toplumu da acil müdahaleye davet ediyor, Alevi katliamlarını lanetliyoruz.
Demokratik Alevi Dernekleri İzmir Şubesi
İzmir Dersim Kültür Ve Dayanışma Derneği”

KESK Eğitimsen 2 Nolu Şube: Artık yeter, sömürüye, zulme, baskıya, faşizme son!

Kesk-Eğitim-Sen 2 No’lu Şube  oturma eyleminin  316.  haftasında; Gazetecilere uygulanan baskıyı,  toplumun gerçeklere ulaşmasını engellenmesine,  gazetecilerin  tutuklamasına ve hukuki hiçbir dayanağı olmadan İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ile yönetim kurulu üyelerinin görevlerine son verilmesi için açılan davadan sonra İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Fırat Epözdemir tutuklanmasını , birçok ünlü ismin menajerliğini yapan Ayşe Barım’ın 1 Haziran 2013’te Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm ülkeye yayılan eylemlere ilişkin oyuncuları yönlendirdiği gerekçesiyle tutuklanmasını ve yerel yönetimlere kayyım atanmasını protesto ederek,  KHK hukuksuzluğuna, adaletsizliğe karşı,   eşitlik, özgürlük, demokrasi, hak ve adalet  taleplerini  belirten basın açıklamasını Karşıyaka Çarşı girişinde  yaptı.

Basın açıklamasını Eğitim-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli okudu.  Açıklamanın tamamı şöyle:

 

Direnişimizin 316. Haftasında, KHK hukuksuzluğu ile ihraç edilen, işlerinden uzaklaştırılan arkadaşlarımız için bir aradayız. Emekten, barıştan, demokrasiden yana olduğumuzu haykırmak  ve hukuksuzluklar son bulsun demek için buradayız.

Bizler, devletin ve sermayenin mutlak iktidarına, toplumun ve doğanın talan edilerek nesneleştirilmesine, insanın ve toplumun güvencesiz kılınmasına, piyasanın dokunulmazlık zırhına büründürülmesine, yaşam alanlarımız üzerinde denetim kurulmasına karşı emek ve demokrasi mücadelesini bir arada yürütmeyi esas almaktayız. Sermayeden ve devletten bağımsız sendikacılığı savunmakta, söz-yetki-kararı gerçek sahipleri olan emekçilere, halklarımıza verilmesi mücadelesini yürütmekteyiz. Eşit ve özgür yurttaşlığı anayasanın esası olarak gören, düşünce ve ifade özgürlüğünü, bilimselliği, laikliği vazgeçilmez ilke olarak kabul eden, farklılıklarımızla birlikte yeni bir yaşamı inşa eden bir anlayışı savunmaktayız.

Türkiye’ de demokrasiden söz etmek mümkün değil . Emek, barış ve demokrasiden yana emekçilerin arzusu olan demokratik eşitlikçi bir anlayıştan giderek uzaklaşıldığı görülmektedir. Bu tekçi ve otokratik rejimin kendini inşa etme süreci, ülkedeki tüm kesimleri kapsayan, herkesin yaşamına müdahale etmeyi kendinde hak gören bir biçimde şekillenmektedir.

İktidarın toplumsal muhalefeti bastırma ve sindirme aracı haline getirdiği yargı eliyle, sendikal faaliyetlere, basın emekçilerine, emek ve meslek örgütlerine yönelik saldırıları devam ediyor. Basın emekçilerine ve kurumlara uygulanan baskı gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Gazetecilere uygulanan baskı, halkın haber alma hakkına yapılan bir saldırıdır. Toplumun gerçeklere ulaşmasını engellemektir. Diğer taraftan neredeyse her gün bir gazetecinin tutuklama haberi ile uyanır olduk. Her hafta gazetecilere davalar açıldığına şahit olduk. İletişim çağında basına sansür uygulanması, gazetecilere görevini yaptığı için soruşturma açılması kabul edilemez!

Hukuki hiçbir dayanağı olmadan İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu ile yönetim kurulu üyelerinin görevlerine son verilmesi için açılan davadan sonra İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesi Av. Fırat Epözdemir tutuklandı. İstanbul Barosu’na yönelik hukuki dayanaklardan yoksun bu saldırılar tüm emek-meslek örgütlerine, odalara, sendikalara ve demokratik kitle örgütlerine bir gözdağı verme amacı taşımaktadır. KESK olarak İstanbul Barosu’nun bu hukuksuzluğa karşı mücadelesinin sonuna kadar yanındayız.

Birçok ünlü ismin menajerliğini yapan Ayşe Barım 1 Haziran 2013’te Taksim Gezi Parkı’nda başlayan ve tüm ülkeye yayılan eylemlere ilişkin oyuncuları yönlendirdiği gerekçesiyle tutuklandı . Gezi Parkı direnişine destek oldukları sebebiyle birçok ünlü ismin ifadelerine başvuruluyor. Öncelikle, 1 Haziran 2013’te başlayan Gezi direnişinde hak ve özgürlüklerinin tek tek ellerinden alınmasına karşı milyonların demokrasi, eşitlik, özgürlük ve adalet talebiyle bir araya geldiğini hatırlatıyor ve hiçbir iktidarın terör, darbe, dış güçlerin oyunu iddialarıyla Gezi direnişini lekelemeye gücünün yetmeyeceğini ifade ediyoruz! Demokratik değerlerin hiçe sayıldığı, adaletin esamesinin artık okunmadığı, faşizmin yaygınlaştığı bir ülkede yaşamak istemeyen muhalif bütün kesimlere yönelik sürdürülen korku, sindirme ve baskı politikalarına son verilmeli; gözaltılar, tutuklamalar serbest bırakılmalıdır!

Halk iradesine yapılan darbe süreci devam ediyor. Tüm demokratik hakları birer birer ortadan kaldıran siyasal iktidar, seçimde kazanamadığı yerlere ya kayyum atıyor yada rakiplerini yargı eliyle cezalandırmaya devam ediyor!Hakkari, Mardin, Batman, Dersim, Esenyurt, Akdeniz, Halfeti, Beşiktaş, Bahçesaray ve bugün de Siirt. Sandıkla kazanamadıkları seçimlerin sonuçlarını tanımayacaklarını bu antidemokratik uygulamalarıyla her defasında açık açık ilan ediyorlar. Hedef açıktır. Toplum iradesinin gasp edilmesine alıştırılmak, kayyum darbeleri olağan hale getirilmek istenmektedir. KESK olarak bu hukuksuzluklara alışmayacağımızı bir kez daha vurguluyoruz. Hukuk dışı yollarla baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmeli, seçilmiş Belediye Başkanları derhal görevine iade edilmelidir.

Adeta fetvalar ile yönetiliyoruz da diyebiliriz; Bir gecede çıkarılan KHK’larla yaratılan anti-demokratik tavır toplumun farklılıklarının ve taleplerinin görmezden gelinerek kendi anlayışlarına göre yeniden inşa çabasından başka bir şey değildir. Türkiye’de KHK lar sonrası yaşananlar yalnızca işlerinden alıkonulan tecrite uğrayan kamu emekçilerini ve yakınlarını etkilememiştir aynı zamanda korku iklimi yaratılarak toplumun muhalif kesimi tarafından tecrübe edilen bu kanunsuzluklar geniş perspektiften bakıldığında büyük bir mağdurlar toplamı yaratmaktadır. Bu koşullarda hak, hukuk, vicdan ve adalet arayışına girmek ancak ve ancak demokrasiden yana olan güçlerin ortak mücadelesiyle mümkün olacaktır.

Artık yeter, “ korkuya, sömürüye, baskıya, faşizme geçit yok” diyen milyonların sesi olmaya; barış içinde, eşit, özgür, insanca yaşanabilecek bir ülke ve dünya için mücadeleyi sürdürmeye, halkın, emeğin haklarını savunmaya devam edeceğiz!

Er ya da geç biz kazanacağız!  Birleşe, birleşe kazanacağız!  Birlikte kazanacağız!  Yaşasın Örgütlü Mücadelemiz!  Yaşasın KESK!” 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Kartalkaya Katliamının Sorumlusu Sermaye Düzenidir. Birleşelim Hesap Soralım

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde “Kartalkaya Katliamının Sorumlusu Sermaye Düzenidir. Birleşelim Hesap Soralım” pankartı  açarak,  Bolu Kartalkaya’da yaşanan ve 78 kişinin hayatını kaybettiği otel yangınına ilişkin  açıklama yaptı.   Açıklamayı KESK İzmir Şubeler Platformu Dönem Sözcüsü Deniz Çetin okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“SORUMLULAR HESAP VERMİYOR,  İHMAL VE DENETİMSİZLİK ÖLDÜRÜYOR!

21 Ocak gecesi Bolu Kartalkaya Kayak Merkezi’nde bulunan bir tesiste çıkan yangında açıklandığı kadarıyla şu ana kadar 36’sı çocuk toplam 78 yurttaşımız yaşamını yitirmiş çok sayıda yurttaşımız da yaralanmıştır. İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak bu elim olayda hayatını kaybedenlerin ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyor, yaralılara acil şifalar diliyoruz.

Öncelikle ahşap malzemeden yapılı yanıcı madde ile döşenmiş, yangın merdiveninin olup olmadığının bile tartışmalı halde olduğu, en son ne zaman, kim tarafından denetlendiği belli olmayan bir yapıda göz göre göre yaşananların facia kader değil, katliam olduğunu belirtiyor; maden ocaklarında, yurtlarda, orman yangınlarında, işçi cinayetlerinde ve depremlerin sonucunda sayısız defa tanık olduğumuz üzere ilk iş olarak yayın yasağı getirilmesinin ve devletin tüm yetkililerin sorumluluktan kaçmaya çalışmasının gerçeklerin üzerini kapatmaya yönelik olduğunun altını çiziyoruz.

Yaşanan can kayıplarının sorumlularının başta siyasal iktidarın rant ve talana dayalı neoliberal politikaları ile cezasızlık ve kuralsızlık politikası olduğu ortadayken, devlet kurumlarının, organlarının nasıl da işlevsizleştirildiği, nitelikten uzaklaştırıldığı, kamu hizmetlerinin piyasaya açılmasının nasıl ölümcül sonuçlar doğurduğunu yangın sonrasında en acı haliyle görüyoruz. Bu tür felaketler ne bir kaderdir ne de bir tesadüf. Bunlar, kâr hırsıyla hareket eden sermaye sınıfının ve onu denetlemekten bilerek kaçınan siyasal iktidarın yarattığı yapısal bir sorun, kapitalist sistemin kanlı yüzüdür.

Öyle ki; kamuoyuna ihmallere ilişkin bilgi vermekle görevli resmi makamlar, iktidar partisinin kabine toplantısı bitmeden bir açıklama dahi yapamamış, İçişleri Bakanlığı ancak akşam saatlerinde yangının söndürüldüğünü ve kimlik tespitinin sürdüğünü açıklamıştır. Bu noktada gerçek sorumluların denetim görevini yapmayan kurum ve kuruluşlar ile yurttaşların can güvenliğini hiçe sayan, kar hırsıyla güvenlik tedbirlerini almaktan imtina eden sermaye sahipleri olduğu, devleti şirket gibi yönetmekle övünenlerin, devletin denetim görevini şirketlere devredenlerin, ne kadar sorumluluktan kaçmaya çalışsalar da bu ihmaller zincirinin ana halkasını oluşturduğu bir kez daha açığa çıkmıştır.

Yangın güvenliğine ilişkin tüm sistemlerin  düzenli bakımlarının ve periyodik kontrollerin yapılmasının görev ve sorumluluğu otel sahibinde olduğu kadar, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndadır.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, İş Sağlığı ve Güvenliği Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan Acil Durum Planı Hazırlama Rehberindeotellerde risk değerlendirmesi yapılarak acil durum planı hazırlanması zorunlu olduğu ve müşteri, ziyaretçi ve başka işyerlerinden çalışmak üzere işyerine gelen çalışanlar gibi işyerinde bulunan diğer kişilerin acil durumlar konusunda bilgilendirilmesi gerektiği belirtilmektedir. Bu hususun uygun şekilde yerine getirilmediği veya hiç yapılmadığı aşikardır.

Çünkü çalışanları hariç 237 kişinin konakladığı Grand Kartal Hotel’in otel kapasitesinin 161 oda 350 yataklı ve 26 yaşında olduğu bilinmektedir. Binaların Yangından Korunması Hakkında Yönetmeliğe göre otel “mevcut bina” sınıfındadır ve mevzuata göre söz konusu 350 yataklı mevcut bina sınıfındaki otel için yangın çıktığında yayılımı engelleyen ve söndüren Otomatik Yağmurlama (Sprinkler) sistemi zorunluluğu bulunmaktadır. Otelin internet sitesindeki fotoğraflarda en geç 2008 yılında yapılması gereken otomatik yağmurlama sisteminin yapılmadığı görülmektedir. Bu sistemin yapılmaması nedeniyle yangın hızlıca yayılmış ve can kayıpları yaşanmıştır.

TMMOB uzun yıllardır uzman mühendisler tarafından çizilmesi gereken projelerin yönetmeliğe uygun olup olmadığının; uygulamanın da projeye göre yapılıp yapılmadığının disiplinli bir şekilde denetlenmesi gerektiğini ve yapılmış olan sistemlerin periyodik olarak kamusal düzlemde denetlenmesi gerekliliğini ifade etmesine rağmen bugün yaşadığımız bu acı tablo gösteriyor ki, Mühendis odalarının denetleme yetkisini bertaraf edenler, kulağını bilimin ve tekniğin gerçeklerine kapatıp, sermayenin ihtiyaçlarına cevap vermekten başka bir şey yapmamıştır.

Bu gibi trajedilerden ders çıkarılması, yeni faciaların önlenmesi açısından hayati önem taşımaktadır. Kamu kurumları, işletmeler ve denetim mekanizmaları bütünlüklü bir şekilde insan hayatını koruma sorumluluğunu üstlenmelidir. Bu sorumluluğun yerine getirilmesi, yalnızca yasal değil, ahlaki bir zorunluluktur. Kamusal denetimin şeffaf bir şekilde yürütülmesi ve tüm süreçlerin kamuoyuyla paylaşılması, yaşam hakkı ve güvenin yeniden tesis edilmesi açısından hayati önemdedir.

Güvenli bir yaşam hakkı, her bir yurttaşın en temel hakkıdır. Bu hak, sorumluluk sahibi tüm kurumlar tarafından korunmalıdır.

Yaşam hakkının öncelikli olduğu, kamusal güvenliğin esas alındığı bir düzeni hep birlikte inşa edebiliriz. Bugün mücadele etmek, gelecekte benzer acıların yaşanmasını önlemenin en önemli yoludur.

Yaşanan felaket, yalnızca bir tesiste değil, bu düzenin her bir köşesinde süregelen çürümüşlüğün bir ürünüdür. Bu çürümüşlüğü değiştirmek, örgütlü mücadeleyle mümkündür.

Benzer faciaların yaşanmaması için çağrımızdır:

• Kamu denetim mekanizmalarının güçlendirilmeli,

• İşletmelerde güvenlik standartları arttırılmalı,

• Acil durum önlemleri düzenli olarak denetlenmeli ve uygulamaya konulmalı,

• Güvenlik tedbirlerine ilişkin farkındalık çalışmaları arttırılmalıdır.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak tekrardan hayatını kaybedenlerin ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyor, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Tüm ülkemizi yasa boğan bu acı olayın takipçisi olacağımızı, tüm sorumlular yargı önünde gerekli cezayı alana kadar mücadelemizi sürdürmeye devam edeceğimizi kamuoyu ile paylaşıyoruz!”

 

 

izmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!

 İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’i, ölümünün 18.yılında Türkan saylan Kültür Merkezi önünde andı.  Anmaya Karabağlar Belediye Başkanı Helin İnan Kıray ve Konak Belediye Başkanı Nilüfer Mutlu Çınar da katıldı. Emek ve Demokrasi Güçleri adına basın açıklaması metnini İzmir Barosu Genel Sekreteri Zöhre Dalkıran okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli basın emekçileri, değerli halkımız,

Arkadaşımız, kardeşimiz Hrant Dink’in aramızdan kopartılışının yıldönümünde yine demokrasi, insan hakları, özgürlük ve adalet talepleri ile bir araya gelmiş bulunuyoruz.

Kardeşlikten başka bir şey istemeyen, yazdıklarıyla, söyledikleriyle her zaman barışı öne çıkaran Hrant Dink, göz göre göre gelen bir cinayetin kurbanı oldu. Birçok siyasi cinayette olduğu gibi Dink suikastında da birtakım güç odakları Dink’i önce hedef tahtasına koydular, yalnızlaştırdılar, düşmanlaştırdılar ve ardından da faşist bir tetikçiye tetiği çektirerek Hrant’ımızı katlettiler. Bu göstere göstere gerçekleştirilen bir siyasi cinayetti. Cinayetin ardından ‘yakalanan’ katile düzülen methiyeler, cinayeti meşrulaştırmaya çalışan propaganda ve hatta cani ile sanki bir pop yıldızıymışçasına birlikte fotoğraf çektiren, sırtını sıvazlayan, onu cesaretlendirici sözler söyleyen polislerin varlığı ve tavrı bile bu cinayetin sorumlusunun sadece 17 yaşındaki cahil ve faşist bir tetikçi olmadığını gün gibi ortaya koymuştur.

Dink suikastının öfkeli bir gencin gidip bir insanı vurmasından çok öte olduğu hem yukarıda bahsettiğimiz hususlar hem de cinayetin siyasi yönünün aradan geçen onca yıla rağmen hiç araştırılmaması, soruşturulmaması; bunu yapmak isteyenlerin de çeşitli şekillerde engellenmesi ile bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Gerçekten de ne cinayet emrini verenler, ne onların bağlı olduğu güç odakları ne de aylarca hedef gösterilmiş bir gazeteciyi korumayan devletin sorumluluğu ne tartışılmış ne de adalet huzuruna çıkarılmıştır. Yakın tarihimizdeki devrimci, sosyalist, muhalif birçok aydın insanımızın katillerinin bulunmaması, tetiği çekenler bulunsa bile bunun arkasındaki örgütlü güç ve siyasi kuvvetin asla tespit edilip cezalandırılmaması, Dink cinayetinin de diğer siyasi cinayetlerle birlikte ele alınması gerekliliğini ortaya koymaktadır.

Musa Anterlerden Uğur Mumculara, Turan Dursunlardan Hrant Dink’e kadar düzene muhalif insanlarımızın katledilmesi bu coğrafyanın kaderi olmamalıdır. Bu coğrafya insanın, emeğin, doğanın, çocukların, kadınların özgürleşmesi ve hak ettiği yerde yaşaması için canını veren insanlar sayesinde halen bir ülke niteliğine sahiptir. Bu ülkeyi ülke yapan, onu ilerletmek, geliştirmek, özgürleştirmek için ömrünü cezaevlerinde veya idam sehpalarında feda eden insanların ürettikleri, bıraktıkları mirastır. Bu ülkeyi sevmekten vazgeçmememizi sağlayan şey milyonlarca yoksulun, ezilenin, dışlanan kesimlerin, emekçilerin yarattığı değerdir. Ve Hrant Dink, bu ülkenin demokratik değerlerinin bir toplamı ve bu toplamın sokak ortasında yüzükoyun yere serilmesine rağmen bir türlü yok edilememesidir.

Değerli basın mensupları, değerli halkımız,

Barış, kardeşlik, eşitlik, demokrasi, özgürlük gibi değerler bir gün herkesin ortak değeri haline gelecektir. 17 yaşındaki birine tetik çektirenlerin cezasızlık üzerine kurulu hükümranlığı bir gün elbet son bulacaktır. Ve bu son buluş, sihirli bir değnek vasıtasıyla olmayacaktır.

Değerli halkımız,

Bu ülkede politik cinayetler egemen sınıfların çıkarlarına çomak sokulmadan aydınlatılamayacaktır. Hiçbir siyasi cinayet kamuoyunun vicdanı rahat bir şekilde yargılanmamış, cezalandırılmamıştır. Kameraların gözü önünde katledilen Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Tahir Elçi’nin dosyasında tüm sanıklara beraat kararı verilmiş, dava bin türlü usulsüzlükler ile alelacele kapatılmıştır. Örnekleri çoğaltmak mümkündür. O yüzden toplumsal tepki ve baskı olmaksızın ne siyasi cinayetler önlenebilir ne de işlenen cinayetler aydınlatılabilir. Bunu sağlamak da toplumun demokratik tepkisini birleşerek ve en güçlü ve kararlı şekilde ortaya koymasıyla mümkün olabilir.

Türkiye’nin tüm emekçileri, işçileri,

Hrant’ı düştüğü yerden kaldırın. Kanını silin. Omuzlarından tutup kaldırın onu. Ne onu, ne de diğer Hrantları bir daha yere düşürmeyin. Bu ülkeyi canilerin, katillerin, faşistlerin at koşturduğu bir yer olmaktan çıkarın. İnsanların sokak ortalarında infaz edildiği, ekmek almaya giden çocukların katledildiği bir ülke yerine Berkin’le Hrant’ın el ele çocuk parkına gidebildiği bir ülke yaratın. Yaratın, çünkü bundan başka hiçbir çaremiz yok. Savaşmaktan, düşmanlıktan, vahşetten para kazanan, beslenen karanlık güçlerden kurtulmadıkça bu ülkenin çocuklarına gün yüzü ne yazık ki yok.

Bu duygu ve düşünceler ışığında bir kez daha haykırıyoruz:

Faşizme inat, kardeşimsin Hrant!”

Türkiye Mimar Mühendis Odaları Birliği (TMMOB):Gezi Davası tutuklamalarından 1000 gün sonra inatla ve ısrarla bir kez daha haykırıyoruz; Halkın vicdanını derinden yaralayan bu kararların hiçbir hükmü yoktur. Bu siyasi zorbalıktan derhal vazgeçin ve arkadaşlarımızı derhal serbest bırakın.

TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu,  Gezi Davası tutuklamalarının 1000. gününde sokağa çıktı. TMMOB nin merkezi olarak hazırlanan basın açıklaması metnini, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde TMMOB Şehir Plancıları Odası İzmir Şube Sekreteri Ayşegül Yarış okudu. İzmir Emek Demokrasi Güçleri,  Konak Belediye Başkanı Nilüfer Mutluçınar ve Karabağlar Belediye Başkanı Helin İnan Kınay  da etkinliğe katıldı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Ülkemizin Aydınlık Geleceğini, Mesleklerimizi, Arkadaşlarımızı ve Gezi’yi Savunmaktan Vazgeçmeyeceğiz!

Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Arkadaşlar,

Tam 1000 gün oldu. Arkadaşlarımız, dostlarımız, meslektaşlarımız bizden alınalı 1000 gün oldu. 1000 gündür bizler arkadaşlarımıza kavuşacağımız günü bekliyoruz. Bitmeyen bir adalet utancına şahitlik ediyoruz.

Aralarında Şehir Plancıları Odası Onur Kurulu üyesi Tayfun Kahraman, Mimarlar Odası Avukatı Can Atalay’ın da bulunduğu arkadaşlarımız 1000 gündür cezaevinde tutuluyor.

Uydurma delillerle, kurgulanmış bir iddianameyle yürütülen yargı süreci, siyasal iktidarın hukuk ve adalet anlayışının çarpıklığının en somut göstergesi olarak tarihe geçmiştir.

Bizler çok iyi biliyoruz ki arkadaşlarımız bir suç işledikleri için değil, siyasi iktidarın hesaplaşmaktan, yüzleşmekten korktuğu gerçeklerden kaçmanın bir aracı olarak tutsak edilmiştir. Arkadaşlarımız mesleklerini halkın faydasını gözeterek yerine getirdikleri için tutsak edilmiştir.

Gezi Direnişi beşli çetelere verilen ihalelerin, derelerimizi, ormanlarımızı, kıyılarımızı sermayeye satanların karşısında; emeğin, emekçilerin, gençlerin, emeklilerin, kadınların yani tüm halk kesimlerinin sesi olmuştur.

Gezi Direnişi ve bu direnişin parçası olmuş herkes, tarih karşısında ve toplum vicdanında tertemiz ve lekesizdir. Siyasi iktidarın asıl cezalandırmak istediği Gezi Direnişi olduğu kadar, parkına, şehrine, doğasına, tarihine sahip çıkan mühendis, mimar ve şehir plancılarıdır. Mesleki bilgisini halktan yanan kullanan kamucu mühendis, mimar, şehir plancılarının mücadelesidir; TMMOB ve bağlı odalarının onurlu mücadele geleneğidir.

Buradan bir kez daha iktidara sesleniyoruz: hukuku ve yargı organlarını siyasal çıkarlarınız doğrultusunda kullanmaktan vazgeçin. Doğamıza, tarihimize, yaşamımıza sahip çıkmak suç değildir. Mesleki sorumluluğumuz gereği bilimin ve tekniğin yol göstericiliğinde toplumu aydınlatmak suç değildir.

Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Arkadaşlar,

Siyasi iktidarın tüm bu saldırı politikalarının altında üzerini örtmek istediği büyük bir toplumsal dram ve başarısızlık tablosu yatmaktadır.

 İçerisinden geçtikleri her krizi ücretleri aşağı çekerek, emekçilerin haklarını törpüleyerek, sendikasızlaştırarak, çalışma yaşamını güvencesizleştirerek, toplumu her açıdan baskı ve zor altına alarak atlatmayı deniyor.

Arkadaşlarımızın, 1000 gündür tutuklu olmasının sebebi de bizleri, tüm halk kesimlerini sindirmek istemeleridir.

Bizler bu ülkenin aydınlık yarınları için direnen, emeğine, haklarına ve Gezi’ye sahip çıkan milyonlar olarak, bütün bu yıldırma politikalarına karşı mücadele etmeye devam edeceğiz.

Çünkü Gezi’ye baktığımızda; bilim ve tekniğin ışığında, tüm canlıların yaşam hakkına saygılı, eşit, onurlu, barış içerisinde yaşayacağımız, adil bir ülke umudunun ne kadar diri olduğunu görüyoruz. Geleceğimizi, çocuklarımızın yarınlarını görüyoruz.

Biliyoruz ki Gezi teslim alınamaz. Gezi Direnişi’nin sesleri, bugün hala ülkemizin sokaklarında yarınları, emekten, eşitlikten ve adaletten yana kurabilmenin umuduyla yankılanmaktadır.

Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Arkadaşlar,

TMMOB ve bağlı odaların en temel amacı, bilimi ve tekniği halkın yararına kullanarak kamusal alanları savunmaktır. Siyasi iktidarın TMMOB’yi cezalandırmak istemesinin asıl nedeni TMMOB ve bağlı odalarının toplumcu çizgisidir.

Mesleklerimizin gereği halka ait olanı korumak, kamu yararını savunmak biz mühendis, mimar ve şehir plancılarının temel görevidir. Bu görev doğrultusunda, İstanbul kentinin en önemli kamusal alanlarından biri olan Gezi Parkı’nı korumak, Gezi Parkı park olarak kalsın diye mücadele etmek mesleğimizin en önemli toplumsal sorumluluğudur.

İşte bu yüzden bilinmelidir ki hiçbir dava ve hiçbir karar, Gezi’nin , demokratik kamuoyu ve yasalar önündeki meşruiyetini gölgeleyemez ve hiçbir güç bizlerin emekten, halkımızdan, ülkemizden, mesleğimiz ve bilimsel teknik doğrulardan yana duruşumuzu engelleyemez.

TMMOB, arkadaşlarımızın yanında olmaya, doğru bildiklerini söylemeye, halkımızdan, ülkemizden yana kamu yararını savunma mücadelesini sürdürecektir.

 

TMMOB”

İzmir Kadın Platformu: Av.Dilek Ekmekçi yalnız değildir.Mücadelesi mücadelemizdir.

İzmir Kadın Platformu,  Konak PTT önünde buluşarak tutuklu bulunan Av. Dilek Ekmekçi’ye dayanışma kartları gönderdi ve açıklama yaptı.

Açıklamanın tam metni;

“Avukat Dilek Ekmekçi, 1 Eylül 2024’te ofisinde gözaltına alındıktan sonra sosyal medya paylaşımları gerekçe gösterilerek tutuklandı. “silahlı terör örgütüne üye olmak” suçlarından yargılanan ve 22 Ekinde tahliye edilen avukat Dilek Ekmekçi, “kamu görevlisine hakaret” ve “iftira” suçlamasıyla yeniden tutuklandı.; Dilek Ekmekçi, adalet isteği nedeniyle 18 Kasım’dan beri cezaevinde “açlık grevi”ne başladı. Kadınların talebi üzerine 28 Aralıkta açlık grevine son verdi.

Avukat Dilek Ekmekçi, devlet yurtlarında kalan kız çocuklarının fuhuş ve uyuşturucu bağlantılı çeteler tarafından istismara maruz bırakıldığı iddiaları başta olmak üzere toplumsal vicdanı yaralayan birçok konudaki itirazları ile tanınıyor. Bu nedenle haftalardır tutuklu. Av. Dilek Ekmekçi’nin bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz.

Dayanışma için Türkiye’nin çeşitli kentlerinden yazdığımız mektup ve kartlarımızı yolluyoruz.

Dilek Ekmekçi yalnız değildir, mücadelesi mücadelemizde.

Yaşasın Kadın Dayanışması!”