Filistin’in   İşgali ve Soykırımı. Günün  İnsanlık Sınavı. Gazze İşgali Sonlanmalı, Filistin Devleti Tanınmalı ve Özgür Olmalıdır.

On binlerce insan öldü. Çocuklar hala açlıktan ölüyor, hastaneler ekipman yokluğundan, ilaçsızlıktan çaresiz. Gazze’de her gün tanık olduğumuz şey sadece bir savaş değil, sistematik bir yıkım, soykırım ve insanlığın dibe vuruşudur. “Demokrasi ve insan haklarını savunuyoruz” diyen batılı hükümetlerin İsrail’in yürüttüğü operasyonları görmezden gelmesi,  silah ve diplomasi desteğiyle bu savaşı beslemesi, çağımızın en büyük ikiyüzlülüğüdür. Tekelci kapitalizmin gerçek yüzü budur.  İsrail hükümetinin “kendini savunma” söylemi bu uygulamaların barbarlığını, Hitler faşizminden farksız uygulamalarını gizleyemez.

Gazze’de gerçekler; bombardımanlar, yerleşim yerlerinin, hastanelerin yıkımı, bebeklerin, çocukların, kadınların, erkeklerin katledilmesidir. Bugün, 2 Ekim 2025 itibarıyla Gazze Şeridi’nde İsrail’in saldırılarında toplam ölü sayısı 66.225’e ulaşmıştır. Son 24 saatte 77 kişi hayatını kaybetmiştir. Gazze’de açlıktan ölümlerin sayısı her geçen gün artmaktadır. Gazze Şeridi’nde açlık nedeniyle ölenlerin sayısı 455’e yükselmiştir. Bu ölümler, İsrail’in uyguladığı ablukaya, soykırıma bağlı olarak gıda, su, ilaç ve hijyen malzemelerine erişimin neredeyse imkânsız hale gelmesi sonucu meydana gelmiştir.

Gazze’deki Sağlık Bakanlığı, enkaz altında hâlâ binlerce kişinin cansız bedeninin bulunduğunu ve ölü sayısının artmaya devam ettiğini bildirmektedir

Her gün ekranlara pompalanan yalanların ardında çıplak bir hakikat var: abluka, bombardıman, yerleşimci genişleme ve açlığın savaş silahı hâline getirilmesi. Açlıktan ölen bir çocuk ne zaman “tehdit” oluşturur? Bu sorunun cevabını verebilecek bir vicdan kaldı mı? Binlerce ailenin topraklarından sürülmesi, sağlık kurumlarının hedef alınması ve temel gıda maddelerinin engellenmesi askerî bir operasyonun ötesinde, planlı bir imha ve soykırımı gösteriyor..

Siyonist İsrail devleti Gazze’deki soykırımının açlıkla terbiye biçiminde devam etmesine karşı ayağa kalkan dünya halklarının vicdanına karşı tahammülsüzlüğünü sürdürüyor. Onlarca ülkeden yüzlerce aydın, sanatçı, hekim, yazar ve daha birçok meslekten ve yaştan insanın halkların vicdanı adına insani yardım yüklü onlarca gemiyle Gazze’ye yelken açmalarına duyduğu öfkeyle hareket etmeye devam etti. Gece saatlerinde uluslararası sularda seyreden filoyu askeri gemilerle kuşattı. Yasa kural tanımadan gemilere giren silahlı İsrail askerleri gönüllüleri alıkoyarak gemileri kaçırdı.

Dünya halkları sokaklarda, meydanlarda, grevde. Öte yandan dünyanın dört bir yanında halklar sokağa çıkarak İsrail soykırımının durdurulması ve Sumud Filosu’na yönelik saldırının sonlandırılmasını istedi. İtalya’da işçi sendikaları, İsrail’in Küresel Sumud Filosu’na müdahalesini protesto etmek için 3 Ekim Cuma genel greve gitme kararı aldı. Sumud Filosu, sendikaların kararına “Sistematik adaletsizliğe karşı dik durmak işte budur” diyerek uluslararası dayanışma destek verdi umudunu, moralini besledi.

İsrail şu ana kadar filonun 44 gemisinden 21’ini durdurdu. Filonun internet sitesine göre 19 geminin de durdurulduğu varsayılıyor. Dört gemiyse yoluna devam ediyor ve Gazze’ye varmalarına az kaldı. Bunlardan biri en önde olan Mikeno. Durdurulan gemilerdeki onlarca aktivist gözaltında.. Son bilgilere göre 34 Türk aktivist de alıkonulanlar arasında. Alıkonulan gönüllülerden bazıları bu korsanlığa karşı “özgür kalıncaya kadar” açlık grevine başladı. O aktivistlerden Yunanistanlı Takis Politis, bazı aktivistlerle birlikte ‘özgür kalana dek’ açlık grevine başladığını duyurdu. Eylemciler “İnsanlığın bugün tek görevi soykırımı durdurmak.” dedi.

Bu direniş ve dayanışma yalnızca sembolik değil somut etkiler yaratıyor. Liman işçilerinin silah sevkiyatlarını engellemesi, sendikaların aldığı kararlar, örgütlü toplumun seferberliği baskı yaratıyor. Kamuoyu baskısı ve uluslararası dayanışma, hükümetlerin politikalarını sorgulatabiliyor; ticari ilişkiler, silah satışları ve diplomatik destekler üzerine etkide bulunabiliyor. Ancak bu yeterli değil; uluslararası hukuk, bağımsız soruşturmalar ve yaptırımlar bir an önce devreye sokulmalı. Netanyahu ve şürekası Naziler gibi Uluslararası mahkemelerde Soykırım ve İnsanlığa Karşı Suçlar kapsamında  yargılanmalıdır.

Batı’nın sözde “medeniyetleri” basit adımlarla katkı sağlayabilir: Filistin’i devlet olarak tanımak ve iki devletli çözümü desteklemek; göçmenlerin kabulünü kolaylaştırmak; rehinelerin serbest bırakılmasını talep etmek; savaş suçlarını kınamak ve bağımsız soruşturmalar açmak; siyasi ve ekonomik baskıyla ablukayı sona erdirmeye zorlamak. Bu adımlar, sadece insani bir gereklilik değil, bölgede kalıcı barışın ön koşullarıdır.

Ne var ki tekelci kapitalistlerin çıkarları insan hayatının da halkların bağımsızlık, özgürlük ve hatta varlığının önüne geçiyor. Silah üretimi, askeri endüstrinin karları ve jeopolitik hesaplar, Filistin halkının varlığının ve hayatının önüne geçiyor. ABD, Almanya ve diğer Batılı hükümetlerin sessizliği veya açık desteği, bu savaşın gerçek sponsorlarını ortaya çıkarıyor.

Trump hâlâ başkan olarak İsrail’e verdiği desteği sürdürüyor. Gazze’ye yönelik abluka ve bombardımanlar konusunda açık bir taraf olarak, Filistin halkının temel haklarını hiçe sayıyor. ABD bütçesinden sağlanan silah ve mali yardımlar, İsrail’in Gazze operasyonlarını doğrudan besliyor. Uluslararası yardım kuruluşlarına yönelik müdahaleler, açlık ve sağlık krizini daha da derinleştiriyor.

Trump yönetimi, İsrail’in işgal ve yerleşim politikalarını hukuksuz olarak kınamak yerine, “güvenlik hakkı” söylemiyle meşrulaştırıyor. Sözde “barış planları” ise, Filistin halkının taleplerini yok sayıyor, Gazze’yi ve Batı Şeria’yı kalıcı olarak denetim altında tutmayı amaçlıyor. ABD medyasını yönlendirme çabaları, sivil kayıpların göz ardı edilmesini ve İsrail propagandasının küresel kabulünü kolaylaştırıyor. Bu politikalar, sadece Trump’ın ilk dönem mirası olarak bugün de hâlihazırda yürürlükte olan bir uygulama olarak Filistin halkının yaşamını doğrudan etkiliyor. Trump’ın politikaları Netanyahu şürekasının politikalarını desteklemek ve Gazze’ye çökmek, işgal etmek  ve tekelci burjuvazinin ‘turizm cennetine’ dönüştürmektir.

Türkiye gibi ülkeler de bu emperyalist politikaların dışında değil. Yeni sömürge ülkemiz, emperyalizme karşı dik bir duruş sergileyemiyor. Tekelci kapitalistlerin  ve oların führerlerinin politikalarının işbirlikçileri olarak sözde “Yerli-milli” söylemlerle donatılmış hükümetler emperyalist pazarlıklar ve bağımlı siyasi, ekonomik ilişkiler nedeniyle somut, gerçek bir bağımsız politika izleyemiyor. Halkların çıkarı yerine devletlerin iktidar ve meşruiyet kaygıları öne çıkıyor. Oysa gerçek meşruiyet halktan alınır dış güçlerin onayıyla değil. Ne Boeing ve diğer ticari anlaşmalar ne savaş uçağı pazarlıkları bu gerçeği değiştirebilir.

Bugün yapılması gereken açıktır. Sessizlik suçtur. Halkların varlık ve yaşam hakkına, insan hakları ihlallerine, çocukların ölümüne, sağlık çalışanlarının hedef alınmasına karşı sesimizi yükseltmeliyiz. Protestolar, hukuki girişimler, insani yardım seferberliği önem taşımaktadır. Coğrafyamızdaki işçi sınıfı ve emekçiler, müslümanlar genel grev ve genel direnişlerle emperyalist saldırı  ve soykırıma karşı ayağa kalkmalıdır. Filistin halkının kurtuluşu, ne Hamas’ın gericiliğiyle ne Netanyahu’nun işgalciliği arasına sıkıştırılabilir. Gerçek barış, işgalin kaldırılması, halkların kendi kaderini tayin hakkının tanınması, adaletin tesis edilmesi ve emperyalist müdahalelerin ve İsrail siyonizminin politikalarının son bulması ile mümkündür.

Gazze için sessiz kalmayalım, bugün herkes insanlık sınavındadır. SUMUD Filosu yoluna devam edebilmeli, Gazze’ye ulaşmalıdır. İşgal, savaş ve soykırım durmalı Faşist soykırımcı Netanyahu ve şürekası yargılanmalıdır.

 

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.