14 Mart Tıp Bayramı haftası kapsamında İzmir Sağlık Platformu Kemeraltı girişinde açıklama yaptı; Toplum sağlığı ve sağlık emekçilerinin hakları için susmadık susmayacağız!

İzmir Sağlık Platformu, Kemeraltı girişinde 14 Mart Tıp Bayramı Haftası kapsamında, “Toplum Sağlığı ve Sağlık Emekçilerinin Hakları İçin Susmadık! Susmayacağız!”   basın açıklaması yaptı.  Açıklamaya, İzmir Sağlık Platformu bileşenleri, İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Demokratik Kitle Örgütü temsilcileri ve  üyeleri de katıldı.

Salgının  1. Yılında gerçekleştirilen basın açıklaması öncesinde salgında  hayatını kaybeden sağlık emekçileri için 1 dakikalık saygı duruşunda bulunuldu.

Açıklaması İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Lütfi Çamlı tarafından yapıldı.

Açıklama şöyle;

“TOPLUM SAĞLIĞI VE SAĞLIK EMEKCİLERİNİN HAKLARI İÇİN
SUSMADIK! SUSMAYACAĞIZ!

PANDEMIDE KAYBETTİĞİMİZ SAĞLIK EMEKÇİLERİNİ SAYGI VE ÖZLEMLE ANIYOR, TOPLUMSAL SAĞLIK İÇIN DEMOKRASI VE ADALET İSTİYORUZ!

Ülkemizde siyasal iktidarın, demokrasiden gittikçe uzaklaşan politikalarının, yol açtığı haksızlık, eşitsizlik, adaletsizlik ve sağlıksızlık, küresel salgın ile birlikte daha da derinleşti. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile birlikte, piyasaya teslim edilen sağlık alanında, var olan sorunlar çığ gibi büyüdü.Çin’in Wuhan eyaletinde ortaya çıkan ve kısa sürede tüm dünyaya yayılan Sars-CoV-2 virüs enfeksiyonu için11 Mart 2020 tarihinde Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) küresel salgın ilan etmiştir. COVID-19 pandemisinde bugüne kadar yaklaşık 120 milyon kişi hastalanmış, 2.6 milyondan fazla kişi ise ölmüştür. Virüsün ülkemize daha geç gelmesinin yarattığı iyimser hava, rakamlar üzerinde oynama ve gerçek verilerin toplumla paylaşılmaması ve gerekli önlemlerin zamanında alınmaması ile bir süre sonra iyimser turkuaz tablo, kara tabloya dönüşmüştür. Pandemi ülkemizde ve dünyada eşitsizlikleri gözler önüne sermiş ve artırmış, en fazla yoksul, işçi, işsiz, dar gelirli kesim hastalanmış veya ölmüştür. Bugüne kadar ülkemizde 2.8 milyon kişi hastalanmış, ölüm sayısı ise resmi rakamlara göre 30 bine yaklaşmıştır.

Küresel salgın neoliberal – özelleştirmeci sağlık politikalarının sonucu olarak artmış, birçok ülkede sağlık sistemi iflas etmiş ve koruyucu ve toplumsal sağlık hizmetlerinden uzaklaşma sonucu salgın önlenemez duruma gelmiştir. Pek çok ülkeyi çaresizliğe mahkûm eden bu salgın, kamucul sağlık anlayışının ve kamu sağlık kurumlarının yaşamsal önemini bir kez daha hatırlatmıştır. Epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için sosyal ve ekonomik tedbirler ile toplum hareketliğinin kısıtlanması sağlanmamış, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test yapılmamış, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonunda sorunlar yaşanmış, vaka sayılarının düşük gösterilmesi ile bulaş zinciri Sağlık Bakanlığı eliyle büyütülmüştür. Ne yazık ki siyaset ve ekonomi insan yaşamının ve bilimin önüne geçmiştir. Oysaki başka bir sağlık sistemi, başka bir dünya mümkündür.

Küresel salgının ancak ortak akılla çözülebileceği bilinmesine rağmen sürece iktidarın ‘’her şeyi ben bilirim, ben yaparım’’ mantığı hakim olmuştur. Meslek ve emek örgütlerini sürece dahil etmemesi, bilgi paylaşmaması ve şeffaf olmaması en büyük eksiklik olmuştur.

Sağlık emek ve meslek örgütlerinin, yerel yönetimlerin, toplumun katılımı sağlanmadan küresel salgın ile mücadelenin başarılı bir şekilde yürütülemeyeceğini, salgının ilk gününden itibaren can kayıplarını artıracağını söyleyip, hakikatin peşine düştüğümüz için meslek örgütlerimiz hedef gösterildi. Tüm baskılara, gözdağı ve kriminalize etme çabalarına rağmen şeffaflık taleplerimizden vazgeçmedik. Bununla birlikte ktidarın unuttuğu önemli bir nokta vardı ki; “Gerçeklerin er ya da geç, ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır” . Yaşadığımız süreç haklı olduğumuzu ortaya çıkardı. Böylesi bir küresel sağlık sorunundan yapay ve gerçek dışı başarı hikayeleri çıkarmak hayali, toplumuza çok pahalıya mal olmuştur.

Salgının sahada karşılanmamasındaki ısrar sonucu, 2. ve 3. basamak hastanelerde  hasta yoğunluğu artmış, servisler ve yoğun bakımlarda yatak sıkıntısı yaşanması üzerine boş alanlar yataklı servis veya yoğun bakımlaradöndürülmüştür.Tüm dünyada olduğu gibi ilk günden itibaren COVID-19 salgınının ilk karşılayıcıları, doğaldır ki sağlık çalışanlarıdır. Bu nedenledir ki birçok ülkede sağlık çalışanlarının toplumun diğer kesimlerine göre 4-5 kat daha fazla COVID-19 ile hastalandığı, hatta 10 kattan fazla hastalanma riski taşıdıkları saptanmıştır.Tüm yükü sağlık çalışanlarına yükleyen ve süreci yalnızca hastanelerde karşılayan strateji(sizlik), etkisizleştirilen birinci basamak sağlık sistemi ile salgını yönetmedeki beceriksizlik sonucunda onbinlerce yurttaşımızı kaybettik. Sağlık çalışanları, özverili çalışmalarına karşılık, salgının başlangıcından itibaren Sağlık Bakanlığı tarafından yeterince korunamamaları, ve yine iktidarın salgını yönetmedeki başarısızlıkları sonucunda Türkiye’de 150.000’den fazla sağlık çalışanının hastalıktan etkilendiği, şimdilik 385 sağlık çalışanının yaşamını kaybettiği bilinmektedir. Haksızlıkların, eşitsizlik ve adaletsizliğin derinleştiği bu dönemde insanlarımızı kaybederken, sağlık emekçileri yaşatma çabasını canlarıyla ödedi. Siyasal iktidar ise duyarlılığını, salgını değil algıyı yöneterek, vatandaşa kısıtlama getirirken, ‘’lebaleb’’ parti kongreleriyle gösterdi. Ağır çalışma koşulları sağlık çalışanlarında tükenmişlik sendromu yaratmıştır. Binlerce yıldır bu topraklarda şifa dağıtan sağlık çalışanları olarak önlenebilir nedenlerle yaşamını yitiren tüm meslektaşlarımızın ve yurttaşların acısını yüreğimizde hissederek bu 14 Marta çok büyük üzüntü ve öfke ile girmekteyiz.

AKP hükümetleri döneminde, özlük haklarımızda önemli kayıplar yaşanmıştır. Bugün, kamudakiler de dahil olmak üzere sağlık emekçileri iş, gelir, gelecek güvencesinden yoksun hale getirilmişlerdir. Küresel salgın sürecinde sağlık emekçilerine “Hakkınız ödenmez” diyenler, o hakkı ölümlerle, hastalıkla, bizleri tükenmişlikle baş başa bırakarak ödettiler. Sağlık emekçilerine iş güvencelerini ellerinden alan sözleşmeler, uzun çalışma saatleri, izin, emeklilik ve istifa hakkının kullanılamadığı koşullar dayatıldı.

Sağlıkta performans sistemi, sağlık emekçiliğinin ve sağlığın ruhuna aykırıdır. Uygulanan performansa dayalı ücretlendirme; bir yandan sağlık çalışanları  arasındaki ücret dengesizliğini artırırken, bundan daha da önemlisi, gün geçtikçe, sağlık çalışanlarının mesleklerine yabancılaşmasına ve mesleki  değerlerde aşınmaya neden olmuştur. Tüm bu olumsuzluklar; aynı zamanda toplumun sağlık ve yaşam hakkını da olumsuz olarak etkilemektedir.  Sağlıkta performans sistemi en kısa zamanda kaldırılmalıdır. Hekim ve sağlık çalışanlarının emeği ve alın terinin karşılığı olan, emekliliğe yansıyacak yeni bir maaş ve ödeme sistemine geçilmelidir. Herkese hak ettikleri yıpranma payları verilmelidir.

Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) ve birçok uluslararası örgüt, COVID-19 hastalığının meslek hastalığı olarak kabul edilmesi yönünde açıklama yapmıştır. Sağlık çalışanı olan ya da sağlık hizmetlerinde çalışanların COVID-19 tanısı almaları durumunda, hastalığın yapılan işle yakın bağı gözetilerek meslek hastalığı bildirimi yapılması ve COVID-19 hastalığının illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı kabul edilmesi yönündeki mücadelemiz sürecektir. Yasal düzenlemelerle, COVID-19’a yakalanmış olan sağlık çalışanları doğrudan meslek hastalığına yakalanmış sayılmalıdırlar.

Pandemi döneminde şeffaf olmayan Sağlık Bakanlığı, aşı sürecinde de başarısız olmuş, süreci şeffaflıkla yönetememiş, toplumu tek aşıya mahkûm bırakmıştır. Hala ülkemizde kaç doz aşı alındığı, toplamda ne kadar alınacağı, aşıların ne zaman geleceği, başka bir firmadan aşı alınıp alınmayacağı, aşı firmalarına ne kadar ödeme yapılacağı gibi sorularımıza ne yazık ki bugüne kadar Sağlık Bakanlığı yanıt vermemiştir. Günlük aşı doz uygulaması çok yetersiz olup, bu gidişle ancak 2 yıla yakın bir sürede toplumun aşılaması yapılabilecektir. Aşılamanın eşitsizliklerden uzak, etik ilkeler ışığında, adil koşullarda yapılması esas olmalıdır.

Dünyada ve ülkemizde varyant virüs artışı hızla devam etmektedir. Son açıklanan haritada ülkemizin yarısından fazlası çok yüksek risk ve yüksek riskli iken ve yeni tedbirler alınması gerekirken kontrolsüzbir normalleşmeye gidilmiştir. Bunun sonuçları ne yazık ki hepimize tüm toplum olarak yeni bir pandemi artışı olarak yansıyacak, bu durum ise yeni hastalanma ve ölüm oranlarını da beraberinde getirecektir.

Buradan Sağlık Bakanlığına çağrımızı yineliyoruz. Bugün yapılması gereken kamusal ve toplumcu bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların, esnafın yaşamlarının ve sağlıklarını olumsuz etkilenmesini engelleyecek kararlar ve destekler alınmasıdır. Toplumsal hareketliliğe ve iller arası geçişlere, illere göre varyant virüs analizi yapılıp yeterli test ile uygun izolasyon önlemleri alınarak epidemiyoloji bilimi ışığında düzenleme getirilmeli,aşı doz ve hız oranı arttırılarak toplumsal bağışıklık hızla sağlanmalıdır.

Tıp eğitimi başta olmak üzere eğitimi niteliksizleştirenlere; yanlış politikalar sonucunda toplum sağlığını bozanlara, bir avuç yandaşı zenginleştirirken, derinleşen ekonomik krizin bedelini sağlık çalışanlarına ve topluma ödetenlere; demokrasinin en temel değeri olan ifade özgürlüğünü, hukukun üstünlüğünü yok sayan anlayışa karşı mücadele etmeye devam edeceğiz. Toplumsal sorunlar da dahil hastalıklara neden olan bütün etkenlerle mücadele ederken, dün olduğu gibi bugün de hakikatin ve bilimin ışığında, korkmadan, hekimlik değerlerinin bize yüklediği sorumlulukla Toplumsal Sağlık için Demokrasi ve Adaleti savunmaya devam edeceğiz.

14 Mart’ta Taleplerimiz:

  • COVID-19 meslek hastalığıdır, önerdiğimiz yasa tasarısı kabul edilsin.
  • Toplumsal sağlık için güçlü ve etkin birinci basamak sağlık örgütlenmesi sağlansın.
  • Şiddetsiz bir sağlık ortamında çalışabilmek için yeni ve etkili  bir “Sağlıkta Şiddet Yasası” çıkarılsın.
  • Emekliliğimize de yansıyacak temel ücret ile ekonomik ve özlük haklarımız iyileştirilsin. Her anlamda kapsam dışı bırakılanserbest çalışan hekimlerinde özlük hakları ve emekliliğe yönelik iyileştirmelerden yararlanması sağlansın
  • Özgür ve bilimsel çalışma ortamı için meslek örgütleri üzerindeki baskılara son verilsin.
  • Liyakatsiz atamalar, tip sözleşme dayatmaları, tıp eğitimini niteliksizleştiren, altyapısı uygun olmayan tıp ve diş fakültelerinin açılması durdurulsun.

Sağlık emek meslek örgütleri, olarak 14 Mart Tıp Haftası’nda sağlık ortamının tüm olumsuzluklarına rağmen sayısız eylem ve etkinliklerle “Yitirdiklerimiz gönlümüzde, taleplerimiz dilimizde” diyeceğiz.

Toplum Sağlığı ve Sağlık Emekçilerinin Hakları için susmadık! Susmayacağız! 

Söyleyecek Sözümüz, Gerçekleştirecek Örgütlü Gücümüz var!                                                   

Bir kez daha pandemide kaybettiğimiz sağlık emekçilerini saygı ve özlemle anıyor; hekimlik değerlerinden aldığımız güçle Toplumsal Sağlık İçin Demokrasi ve Adalet talep ediyoruz.

İZMİR TABİP ODASI

İZMİR DİŞ HEKİMLERİ ODASI

GENEL SAĞLIK İŞ SENDİKASI İZMİR ŞUBESİ

SAĞLIK VE SOSYAL HİZMET EMEKCİLERİ SENDİKASI İZMİR ŞUBESİ

BİRİNCİ BASAMAK SAĞLIK ÇALIŞANLARI BİRLİK VE DAYANIŞMA SENDİKASI 2 NOLU ŞUBE

TÜRKİYE SAĞLIK İŞCİLERİ SENDİKASI İZMİR ŞUBESİ

SOSYAL HİZMET UZMANLARI DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ

İZMİR AİLE HEKİMLERİ DERNEĞİ

TÜRK PSİKOLOGLAR DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ

TÜRKİYE PSİKİATRİ DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ

İZMİR AİLE SAĞLIĞI ÇALIŞANLARI DERNEĞİ

TÜM RADYOLOJİ TEKNİSYENLERİ VE TEKNİKERLERİ DERNEĞİ İZMİR ŞUBESİ”

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nde İzmirli Kadınlar pandemiye ve faşizme rağmen ‘Güvenceli İş, Şiddetsiz Yaşam ve Örgütlü Mücadele’ için sokağa çıktı, taleplerini haykırdı, yürüyüş yaptı..

İzmir Kadın Platformu,  8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde, Alsancak ÖSYM önünde  “Güvenceli İş Şiddetsiz Yaşam ve Eşitlik İçin Aşağı bakmayacağız” pankartı arkasında  toplanarak,  Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne kadar yürüdü. Yürüyüş boyunca kadınlar, “Kadın cinayetleri politiktir”, “Kadın  yaşam özgürlük”, “Jin jiyan azadi”, İstanbul Sözleşmesi yaşatır”, “Dünyayı yerinden oynatacağız”, “kadınlar yüürüyor mücadele sürüyor” sloganlarını attı. Kadınlar Türkan Saylan Kültür merkezi önünde açıklama yaptı ve dans performansı sergiledi.

İzmir Kadın Platformu’nun açıklaması şöyle,

“Dünya kadınlarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin adıdır 8 Mart. Yakılarak katledilmiş 129 tekstil işçisine adanmış, devrimlere kapı aralayan Petersburg’lu kadın işçilerin 8 Mart 1917’deki grev ve direnişlerinin tarihselliğiyle şekillenmiştir. Kadınların ezilmesinin, emeğiyle ve bedeniyle sömürülmesinin, tümüyle eşitsiz koşullara mahkum edilmesinin tüm deneyim ve görünümlerine karşı gücümüzü birleştirdiğimiz gündür 8 Mart.

8 Mart, sorunların yalnızca suretlerine karşı değil aynı zamanda, esasına karşı da mücadelenin günüdür.

İşte bu yüzden, dünyanın ve ülkemizin her yerinde olduğu gibi İzmir’de de bizi güvencesizliğe, şiddete ve eşitsizliğe mahkum eden erkek egemen bu düzene karşı “böyle gitmez” demek için buradayız.

YAŞASIN 8 MART YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI

Dünyayı etkisi altına alan ve hala devam eden COVİT-19 salgınının üzerinden tam bir yıl geçti. Halk sağlığının hiçe sayıldığı, şiddet – eşitsizlik- baskı- işsizlik – yoksullukla karşı karşıya kaldığımız bir yıl yaşadık.

Pandemi  önlemleri adı altında patronlar için teşvik, vergi indirimleri, istisnalar uygulanırken, kadınların talepleri görmezden gelindi. Kısa çalışma, ücretsiz izin uygulaması, evden çalışma ve hatta işten atmada ilk akla gelen biz kadınlar olduk.  Pandeminin  ekonomik olarak en çok vurduğu sektörlerde çalışan milyonlarca kadın daha şimdiden işsizler ordusuna katılmış durumda. İşini kaybetmeme kaygısı ve bunu kullanan patronlar, kadın işçiler üzerindeki baskıyı da sömürüyü de alabildiğine artırdı.

İşten çıkarma yasağının istisnası olan ve “ahlak kurallarına” uymama anlamına gelen “Kod29” ile işten çıkartma yaygınlaştı. Kod 29, aynı zamanda “ahlaksızlık, namussuzluk” ile suçlanma korkusu nedeniyle kadınları kötü çalışma koşullarına mahkum etmenin sopasına dönüştü.

KOD 29  KALDIRILSIN

KADINLAR İŞE ÇOCUKLAR KREŞE

Kayıt dışı sektörlerde çalışan kadınlar, özellikle göçmen kadınlar, kural dışı ve vahşi çalışma koşulları karşısında hayatlarını sürdürme olanaklarından yoksun bırakıldı. Dönüşümlü çalışma, evden çalışma adı altında esnek ve kuralsız çalışma yaygınlaştı. Artan güvencesizlik nedeniyle insanca çalışma koşullarından tümüyle uzaklaşıldığı bu süreçte, yoksul emekçi kadınlar daha fazla sömürüye, mobinge, şiddete açık hale geldi.

İnsanlar banka, ekmek, makarna kuyrukları oluştururken, yazlık-kışlık saraylara, yeni taşıtlara, sarayın mutfağına 710 milyon lira para ayıranların aynı gemideyiz laflarına karnımız tok. Pandemiyi de  krizi de biz yaratmadık, yükünü de biz çekmeyeceğiz. Eşit işe eşit ücret, güvenceli iş güvenceli gelecek istiyoruz. Bize ucuz işçilik, kölelik, geleceksizlik dayatan erkek egemen sömürü düzeninizi kabul etmiyoruz.

EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET,  KRİZİN YÜKÜ PATRONLARA

Tam bir yıllık pandemi sürecinde en çok ezilenlerden, hakları gasp edilenlerden biri de ne yazık ki kadınlar oldu. “Evde Kal!” çağrısıyla çalışan kadınların birçoğu mesailerine evden devam ettiler. Ancak bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdi. Kadın aynı anda hem işini yaptı, hem de her gün ev içi yaşamı yeniden be yeniden üretmek ve bakım emeğini üstlenmek zorunda kaldı.

Kendisiyle beraber tüm aile bireylerinin de evde kalmasıyla bakım emeği yükü oldukça arttı. Cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı olarak da yükün hepsini sırtlamak durumunda kaldı. Kadınların üzerlerine yüklenen görevlerden birini bile yapamaması önce ev içinde şiddete sonra da tüm toplum tarafından linçe uğramasına sebep oldu. Annelik, kadınlık gibi “sözde” görevlerini yerine getirmediği için beceriksiz olarak sıfatlandırıldı, aşağılandı.  Bu, kadınların beceriksizliği değil,  bu, pandemiyi doğru yönetemeyen, toplumsal cinsiyet eşitliğini var edemeyen sistemin ve siyasal iktidarın beceriksizliğidir.

Karantina ile birlikte okul, etüt merkezi, kreş vb. yerler kapanmak zorunda kaldı. Çalışan anne için çocuğunu bırakacak kurum sıkıntısı oldu.

HER KADINA IŞ HER İŞYERINE KREŞ

Sağlık emekçisi kadınlar ise yoğun çalışma koşullarından sonra ev içi bakım emeği, annelik gibi görevlerden dolayı insani yaşam standartlarından uzaklaştılar. Bu görevleri aksattıkları zaman şiddete maruz kaldılar. İş yerlerinde covid-19 tehlikesinde, evde ise erkek şiddetine uğradılar.

2020 yılında 300’den fazla kadın cinayeti işlendi. 2021 yılının geçirdiğimiz bu 2 ayı da kadın cinayetleriyle, erkek şiddetiyle geçti. Her kadın cinayeti de “kadın cinayeti değil” denilerek, intihar, kaza olduğu öne sürülerek gerçekler örtbas etmeye çalışıyor. Biz biliyoruz ki öldürülen her kadının sorumlusu erkek egemen sistem, onun yürütücüsü devlet ve iktidarın yanlış politikalarıdır.

KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR

Adalet ve yargı sistemi de kadın katillerini, tecavüz faillerini etkin ve objektif soruşturmuyor  ama diğer yandan, ölmemek için kendini savunmak zorunda kalan Melek İpek, Nimet Akgün gibi kadınları da müebbet hapis cezaları ile yargılıyor. Geçtiğimiz yılın başından beri haber alamadığımız Gülistan Doku’nun akıbeti için de hala ellerini taşın altına koymuş değiller. Adaletin yalnızca, hukuk kitaplarında, yasa kitapçıklarında basılı, tabelalarda asılı kaldığı bir ülkede yaşıyoruz.

Bir yandan her gün, lgbti+lara yönelik nefret söylemlerine, nefret suçlarına tanık oluyoruz. Heteroseksist erkek egemen zihniyet, kadınlara ve lgbti+lara yönelik psikolojik, fiziksel vb türlü şiddetine devam ediyor; ayrımcı, ötekileştirici, homofobik ve transfobik söylemler ve davranışları ile lgbti+ bireylerin yaşamlarını zindana çeviriyor.

SUSMA HAYKIR, EŞCİNSELLER VARDIR

Tüm bunların karşısında Türkiye’de kadınlar 2020 yılını bir mücadele yılına çevirdiler. Kadın cinayeti haberleri arka arkaya gelirken, iktidar, koruyucu yasaları uygulamadığı gibi üstüne kadınların tek yasal dayanağı olan İstanbul Sözleşmesini iptal etmeye çalıştı.  Kadınlar bulundukları her alanda “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” sloganını haykırarak iktidarın İstanbul Sözleşmesi’ne yaptığı saldırıyı püskürttü. 2014’ten bu yana yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi kadınları her türlü şiddete karşı korumayı, kadına karşı şiddeti ve hane içi şiddeti önlemeyi amaçlayan, Türkiye dahil 40’ın üzerinde devlet tarafından imzalanmış bir uluslararası sözleşme. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hali hazırda İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı ve tarafıyken, kanımızı donduran sayısız kadın cinayetlerine tanık olduk. İstanbul Sözleşmesini uygulamaktan aciz bu iktidar, şimdi kadınların elindeki tek dayanak olan İstanbul Sözleşmesi’ni tartışılabilir hale getirmeye çalışıyor ve kadınları şiddetten korumak için yeni anayasa yapacağını ilan ediyor. Biz kadınlar, geleceğimizi  iktidarın vaatlerine bırakamayız.  İstanbul Sözleşmesi tartışılamaz! Sözleşme koşulsuz şartsız uygulansın!

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’NDEN VAZGEÇMİYORUZ

Erkek devlet şiddeti kadını, siyasi yaşamın her alanından uzaklaştırmaya, eve kapatıp iradelerini yok saymaya devam ediyor. Oysa bilmiyorlar ki her şiddet yeni bir mücadele doğurur ve bu zihniyet karşısında kadınlar bu mücadeleden daha da güçlenerek çıkar. Cinsiyet eşitlikçi mücadele sonucunda kazanılan eşit temsiliyet, kadınların partilerde, meslek ve kitle örgütlerinde özellikle de yerel siyasette yer almalarını sağlayan en önemli mekanizmalar iken yerel yönetimlerdeki eş başkanlık “suç” sayılıyor.

Belediyelere atanan kayyumların, öncelikle kadın kazanımlarına saldırması ile Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyumların ilk icraatının lgbt+ların çalışma kulübünü kapatması arasında zihniyet farkı bulunmuyor. Kayyumlar tarafından kadın kazanımları gasp ediliyor çoğu kadın derneği, kayyumlar eliyle kahvehanelere çevriliyor. “Alo şiddet” hatları, kadın konuk evleri kapatılıyor,”Aile ve Toplum Hizmetleri Müdürlükleri”ne erkekler atanıyor. AKP’li Özlem Zengin, “Türkiye’de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum” derken her gün yeni bir çıplak arama veya gözaltında taciz haberi geliyor.

Sırf kadın mücadelesi yürüttükleri için, ev baskınlarında köpekli işkenceye, kötü muameleye, göz altında tacize ve çıplak aramaya maruz bırakılan kadın arkadaşlarımızı sindirebileceklerini, özgürleşme sevdalarından vazgeçirebileceklerini sanıyorlar.

KADIN YAŞAM ÖZGÜRLÜK – JİN JİYAN AZADİ

Biz İzmir’li  kadınlar  tüm bu baskılara rağmen #AşağıBakmayacağız, kazanılmış haklarımızı korumaya ve insanca yaşam için mücadele etmeye devam edeceğiz. Her yıl olduğu gibi bu yılda tüm kadınları haklarımızı savunmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.

Taleplerimiz:

  •  Her kadına güvenceli iş sağlansın!
  • Eşit işe eşit ücret sağlansın!
  • İşyerinde şiddeti, ayrımcılığı ve mobbingi önleyen düzenlemeler yapılsın!
  • Kod 29 ile damgalanmaya hayır, işten çıkarmalar yasaklansın, kod 29 kaldırılsın !
  • Kadın istihdamında tek seçenekmiş gibi sunulan esnek-güvencesiz-kayıt dışı ve taşeron çalıştırmaya, kiralık işçilik uygulamasına son verilsin!
  • İşyerinde şiddeti, ayrımcılığı ve mobbingi önleyen düzenlemeler yapılsın!
  • KHK’ler iptal edilerek haksız hukuksuz yere işten çıkarılan tüm emekçiler görevlerine iade edilsin!
  • Kadınlar için daha fazla yoksulluk, şiddet, göç ve ayrımcılık anlamına gelen savaş politikaları son bulsun.
  • İstanbul Sözleşmesi’nin iptali şiddetin önünü açmaktır: Sözleşme uygulansın!
  • İyi hal indirimi kaldırılsın!
  • Kadına yönelik her türlü şiddeti önleyen ve kadınları koruyan yasal düzenlemeler acilen yapılsın!
  • Göçmen kadınlar ve çocuklar için nefret dilinden uzak insanca bir yaşam ortamı sağlansın
  • Yeterli sayıda ve kadınların yönetiminde olan, kamu tarafından finanse edilen kadın sığınma evi açılsın!
  • Kadınların korunmasının önündeki tüm bürokratik ve fiili engeller kaldırılsın!
  • Bütçede, eğitimde ve her türlü yasa ve uygulamada toplumsal cinsiyet eşitliği esas alınsın!
  • 7/24 açık, ana dilde hizmet veren kreşler açılsın, kadın veya erkek olduğuna bakılmaksızın en az 50 çalışanın bulunduğu iş yerlerinde gündüz bakım evi ve kreşler açılsın!”

 

 

İzmir Kadınlar Birlikte Güçlü hareketi, Karşıyaka Çarşı girişinde bir araya geldi. Baskıya, şiddete, çıplak aramaya, ötekileştirmeye, işsizliğe ve iktidarın yalanlarına hayır dedi.. Dans performansı sergiledi.

Kadınlar Birlikte Güçlü İzmir hareketi 6 Mart Cuma akşamı, Karşıyaka Çarşısı girişinde, kadınlara yönelik her türlü baskıya HAYIR demek üzere bir araya geldi.

Fransızca “au debut” şarkısının ezgisiyle yapılacak olan dans performansı öncesinde  kadınlar,  yaptıkları açıklama ile talep ve görüşlerini açıkladılar.

EKONOMİK KRİZ YOK,  ÇIPLAK ARAMA YOK, TALİMATLA HAMİLE KALIYORLAR , KADIN CİNAYETLERİ AZALDI YALANLARINA;  İŞSİZLİĞE,  AÇLIĞA, KADIN CİNAYETLERİNE,  EZİYETE, İŞKENCEYE,  ÖTEKİLEŞTİRMEYE  TAHAMMÜL ETMEK İSTEMİYORUZ.

“ Ekonomik kriz yok, çıplak arama yok, kadınlar talimatla hamile kalıyorlar, kadın cinayetleri azaldı” yalanları gibi “İstanbul Sözlesmesi uygulanıyor”, “Kadın cinayetleri %21 azaldı” yalanlarını da ifşa etmek için toplandıkları” belirtildi. 2021 Yılının ikinci ayında,en az 48 kadının erkekler tarafından katletledildiği, kadın cinayetlerinin çoğunun “şüpheli ölüm” olarak yansıtıldığı ve kadınların artık bu cinayetlere tahammül etmek istemedikleri vurgulandı. Yargılama sisteminde cinayeti işleyen erkeklere cesaret veren kararların erkek egemen sistemin erkek yargısına işaret ettiği belirtilen konuşmada LGBTİ+ bireyleri ötekileştiren, suçlu gören, gösteren-ilan eden egemen söylem kınandı.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ UYGULANMALIDIR.

Siyasi iktidarın erkek egemen, kadın düşmanı,  homofobik,  ötekileştirici  politikalarının açıkça can aldığı belirtilen açıklamada cinsiyetçi, homofobik cinayetlerin engellenmesi, etkin soruşturulması için İSTANBUL SÖZLEŞMESİ’nin taşıdığı öneme işaret edildi. Kadınların haklarından da yaşamlarından da vaz geçmeyeceği, eşitlik mücadelesini, her koşulda ve durumda sürdürmeye kararlı olduğu; göz altına almalar, tutuklamalar ve haksız yargılamaların kadınları sindiremeyeceği vurgulandı.

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİNDEKİ YASAKLAMA VE ÖTEKİLEŞTİRİCİ NEFRET SÖYLEMLERİ TERK EDİLMELİDİR.

İstanbul Sözleşmesi’nin  4. Madde kapsamında her türlü ayrımcılığa karşı politikalar üretmekle yükümlüyken Boğaziçi Universitesi’nde LGBTİ+ ve Kadın Çalışma kulüpleri kapatıldığı, ötekileştirici nefret söylemleri kullanıldığı, bundan vaz geçilmesi gerektiği belirtildi.

İŞSİZLİK ARTTI, KADINLARIN ÇALIŞMA ORANI DÜŞTÜ, İNTİHARLAR ARTTI, MÜCADELE EDEN HERKES TERÖRİST OLARAK SUÇLANIYOR.

Kadın işsizlik oranı 37,7’ye yükselmiş, geleceğinden ümitsiz kadınların oranı yüzde 171 artmış durumda iken ekonomik kriz varlığının, kadınların üretimde yer alma oranının düştüğünün reddedildiği gibi,  işsizlik-geleceksizlik kaynaklı intiharların görmezlikten gelindiği; mücadele eden herkesin “terörist” olarak damgalanarak , kitlelerde korku yaratmaya çalışıldığına dikkat çekildi.

Konuşma aralarında katılımcı kadınlar:

Bedenimiz bizim……. Tercihimiz bizim……. Hayatımız bizim….. Haklarımız bizim….. Geceler bizim….. Sokaklar bizim….. Üniversiteler bizim….SUSMUYORUZ, KORKMUYORUZ, İTAAT ETMİYORUZ , AŞAĞIYA BAKMIYORUZ! Sloganlarını haykırdılar.

Yapılan konuşmaların ardından “au Debut- Ayağa Kalk” isimli fransızca müzik eşliğinde dans performansı yapan kadınlar, “yaşasın 8 Mart, Yaşasın Kadın Mücadelesi” sloganlarıyla  etkinliği bitirdi.

İzmir’de 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü etkinlikleri başladı. İzmir Kadın Platformu işçi-emekçi kadınlarla buluştu.

İzmir Kadın Platformu, ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ etkinlikleri kapsamında işten atılan işçi, emekçi kadınlarla buluştu. Konak-Eski Sümerbank önünde bir araya gelen kadınlar basın açıklaması yaptı.
Açıklamaya siyasi parti temsilcileri, İzmir Kadın Platformu bileşenleri ve emekçi kadınlar katıldı. Platform adına açıklama “Güvenli iş güvenli gelecek için Mücadele” pankartı arkasında gerçekleştirildi. Açıklama sırasında kadınlar “Korunma ve sığınma talep edenler başta olmak üzere her kadına iş ve sosyal güvenceye sağlasın”, “Kadınlara yönelik suçlarda iyi hal ve tahrik indirimine son”, “Erkek egemenliğine karşı emekçi Kadınlar en öne ” ve “Aşağı bakmayan kadınlara selam olsun” dövizlerini taşıdılar.
Açıklamayı İzmir Kadın Platformu adına İzmir Genel İş 7 No’lu Şubesi İş yeri temsilcisi Berrin Burakçı okudu.
”İzmir Kadın Platformu olarak hepinize hoş geldiniz diyoruz. 8 Mart’a giderken sendika hakkı, iş güvencesi, emeği, onuru için mücadele eden kadınlar olarak buradayız.
İzmir, işçi ve emekçi kadınların mücadele dinamiği olan bir şehir.
Bu bir yılda nasıl ki kadına yönelik şiddet, kadın cinayetlerine, çocuk istismarına, adaletsiz yargı kararlarına, çıplak arama ve gözaltı gibi onurumuza yönelik saldırılara, İstanbul Sözleşmesinin kaldırılmak istenmesine karşı haklarımız ve hayatlarımız için alanlardaysak, sendika hakkı, toplu iş sözleşmesi hakkı, güvenceli iş ve güvenceli gelecek için de alanlardaydık. Sömürülmediğimiz, ucuz iş gücü olarak görülmediğimiz, krizde ilk kapı önüne konulmadığımız eşit ve özgür yarınlar için mücadelemiz de dayanışmamız da sürüyor, sürecek.
Son zamanlarda İzmir önemli mücadelelere sahne oldu. Bir yıl önce SF TRADE TEKSTİL’de sendikalaştıkları için işten atılan 4 kadın işçi fabrika önünde anayasal hakları olan sendikalaşma hakkı için mücadele başlattı. Salgın nedeniyle mücadelelerine ara verseler de haklarında açılan yüksek meblağlı tazminat davaları da, işe iade davaları da sürüyor. Bir yıl önce İzmir Kadın Platformu olarak nasıl ki onların mücadelelerinin yanlarında olduysak bugün de hukuk mücadelelerinin yanlarındayız.”
SF TRADE TEKSTİL ‘de birbuçuk yıl önce işten çıkarılan ve Gaziemir Serbest Bölge girişinde direnişe geçen dört KADIN İŞÇİ de AÇIKLAMAYA KATILDI.
Sf Trade’den çıkarılan direnişçi kadınlardan Nurcan Köksal, “Sendikalaştığımız için işten çıkarılan arkadaşlarım adına da buradayım. Bizler insan onuruna yakışır şekilde bir çalışma istediğiniz için DeriTeks sendikasına üye olduk. Emeğinizin karşılığını almadan yıllarca çalıştık. 4 kadın zorluklara göğüs gererek mücadelenin en önünde yer aldık. Biz anayasal hakkımızı kullandık suç işleyenler ise bizi sendikalaştığımız için işten çıkaran SF Trade’dir. Biz haklarımızı mücadeleyle alacağız, bu mücadele sonunda kazanan işçi sınıfı olacak” dedi. Kadınlar “Sendika hakkı engellenemez”, “Her yer 8 Mart her yer mücadele”, “SF işçisi yalnız değildir”, “Kod 29 kaldırılsın”, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Susmuyoruz korkmuyoruz aşağı bakmıyoruz”, “Yaşamak yaşatmak istiyoruz” sloganları attı.
BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ MESLEK FABRİKASINDAN ÇIKARILAN İŞÇİ KADINLAR SELAMLANDI.
Platform açıklamasını, direnen kadınları selamlayarak sürdürdü. “Büyükşehir Belediyesi Meslek Fabrikası’nda çalışan işçi kadınlar, yıllarca süren emeklerinin karşılığında bir günde “sözleşmeniz bitti” denilerek kapı önüne konudu. Kadın işçilerin işe geri alınmak ve kadrolu istihdam edilmek için verdiği mücadeleye hepimiz tanık olduk. Bu mücadele sonucu Büyükşehir Belediyesi işçilerle yeniden masaya oturmak zorunda kaldı. Buradan onlara ve onurlu mücadelelerine selam olsun…”
HAKSIZ HUKUKSUZ BİÇİMDE KHK ile İHRAÇ EDİLENLERLE DAYANIŞMA SÜRÜYOR.
Yapılan açıklamada “Tek adam rejiminin toplumu sindirmek kamuda kadrolaşmanın yolunu açmak için çeşitli bahanelerle binlerce kamu emekçisini KHK’larla işten attı. İşten atılanların büyük bir kısmı kadın kamu emekçilerinden oluşuyor. Haksız hukuksuz bir biçimde KHK’larla işinden edilenler yaklaşık 3 yıldır mücadelelerini aralıksız sürdürüyor. Aramızda KHK’larla işinden edilen kamu emekçisi kadın arkadaşlarımız da var” denilerek mikrofona temsilen bir kadın arkadaş çağrıldı. “
KHK ile ihraç edilen kamu emekçisi kadın arkadaş “İhracın nedeni dahi bilmiyoruz. 162 haftadır Karşıyaka’da oturma eylemi yapıyoruz. Hakkımızı alana kadar mücadeleye devam edeceğiz, mutlaka kazanacağız ve işimize döneceğiz.” diyen kamu emekçisi kadın arkadaş sözlerini “ Vardık, varız varolacağız.”diyerek tamamladı.
SAĞLIK EMEKÇİLERİ SELAMLIYORUZ.
“Yine salgınla mücadelede en ön saflarda yer alan ve yüzde 70’ini kadınların oluşturduğu sağlık emekçileri, pandemide ödenmeyen mesai ücretleri, taban ücretlerinin yükseltilmesi, eşit işe eşit ücret talebi ve covit 19’un meslek hastalığı sayılması için önemli mücadeleler verdi. Bu mücadeleler sonucu çeşitli kazanımlar elde etti. Buradan onlara da selam olsun. “ sözlerinin ardından mikrofona sağlık emekçilerinden bir temsilci çağrıldı.
SES İzmir Şubesi Yönetim Kurulu üyesi Hülya Ulaşoğlu, ” acil ve güncel talebimiz gebe kalan sağlık çalışanı arkadaşlarımızın nöbetten çıkarılmasıdır. Platformun sözünü ettiği diğer taleplerimiz için mücadelemiz sürmektedir ve sürecek”diye konuştu.
KOD 29’DAN ATILAN İŞÇİLERLE OMUZ OMUZA
“Ekonomik kriz ve salgın yüzünden milyonlarca kadın işinden ekmeğinden oldu.; Ücretsiz zorunlu izin, kısa çalışma ödeneği gibi uygulamalarla açlıkla yüz yüze bırakıldı. Ahlak ve iyi niyet kurallarına uymama anlamına gelen Kod 29’dan işten atılma da pandemide işten atma yasaklarının istisnası haline getirildi. Ve özellikle kadın işçiler üzerinde mobing, baskı ve psikolojik şiddet aracına dönüştürüldü. Kod 29’dan işten atılan arkadaşlarımız aramızda. Kendileri hem kod 29’dan işten atılmaya karşı verdikleri mücadelelerini hem de yaşadıklarını paylaşacaklar bizimle” sözlerinin ardından Kod 29’dan işten atılan Tijda Kılıç mikrofonu aldı ve “Kod 29, erkek egemen zihniyetin, işverene altın tepside sunduğu bir uygulamadır . Bizi fişleyerek hem sosyal hem de iş yaşamından uzaklaştırmaya çalışıyorlar. Bizi, gerçek dışı bu gerekçelerle işimizden edenler, kendileri ahlaksızlık yapıyor. Zafer, biz direnen kadın kadınların olacaktı” dedi.
Platformun açıklaması ‘İzmir Kadın Platformu’nun 8 Mart günü Alsancak ÖSYM önündeki eyleme çağrısıyla son buldu.
Basın açıklaması sonrasında SF Trade işçisi dört kadın arkadaşla, Halkevci kadın arkadaşlar davetimiz üzerine İmece-Der e gelerek dayanışmanın, birlikte çay ve kahve içerek tadını çıkardılar.

Polis ablukasında ‘Kadınlar Birlikte Güçlü’ hareketi Karşıyaka’da gözaltında ve cezaevlerinde yaşatılan çıplak arama uygulamasına karşı açıklama yaptı..

İzmir’de “Kadınlar Birlikte Güçlü” hareketi, gözaltında ve cezaevleri sevki öncesi ve sonrasında yaşatılan çıplak arama uygulamasına karşı Karşıyaka çarşı girişinde basın açıklaması yaptı.

Yapılmak istenen basın açıklaması, KHK lerle ihraçlara karşı, her hafta Çarşamba günleri yapılan KESK eylemi sonrası için planlanmıştı. KESK eyleminden sonra bir araya gelen kadınlara İzmir Güvenlik Şube yetkilileri basın açıklamasına izin vermeyeceklerini belirttiler ve çevik kuvvet kadınları çembere almak istedi. Eylem alanının yakınına çok sayıda çevik kuvvet ve gözaltı aracı da getirilmişti. Kadınlar barışçıl biçimde toplanma ve gösteri hakkının, düşünceyi ifade etmenin bir aracı ve anayasal güvence kadar uluslar arası sözleşmelerle de korunmuş bir hak olduğunu belirterek ısrarcı olunca çevik kuvvet ve Güvenlik şube polislerince abluka altında, gerilimli bir atmosferde açıklamalarına başladılar.

Bu arada alanda bulunan kadın polisler içerisinde, açıklamaya konu olan çıplak aramada bulunan ikisinin bulunduğu fark edildi ve polis yetkililerinden çıplak arama yapan kadın polislerin alandan çekilmesi istendi; bu talep üzerine gerginlik arttı, basın açıklması yapmak isteyen kadınlar durumu bu anlamda da kınayarak açıklamalarını yaptılar.

Çıplak arama, bedensel ve ruhsal bütünlüğü kırmaya yönelik, kişi mahremiyetini ihlal eden bir işkence biçimidir. Bu uygulama için talimat verenleri, uygulayanları, failleri koruyanları unutmayacağız, kınıyoruz ve kadınların özgürleşme mücadelesinin safındayız.

Açıklama şöyle,

“Erkek egemen sistemin en görünür olduğu durumlar, kadın düşmanı politikalar ve uygulamalarıdır.
Bu kadın düşmanlığını teşhir eden biz kadınlar her zaman iktidarların hedefinde olduk. 8 Mart’a yaklaştığımız şu günlerde kadın bedeni, emeği ve kimliği üzerinde tahakküm kurmak isteyen siyasi iktidarın sesi, Özlem Zengin’de somutlandı. Kadın katliamlarını, kadına yönelik şiddeti önlemek yerine kadınlara, kadın kazanımlarına saldıran bir tutumla karşı karşıyayız yine.

Bir süredir ısrarla dillendirdiğimiz, çıplak arama işkencesi yok sayılıyor. Ama siz ne derseniz, deyin; Çıplak arama vardır. İnsanlık suçudur. İşkencedir. İzmir’de ve Aydın’da gözaltına alınan arkadaşlarımızdan ve sosyal medyadaki teşhirlerden biliyoruz. ‘Kadının beyanı esastır.’ ilkemizden yola çıkarak kadınlara inanıyoruz. Size değil!

Ve yine biliyoruz ki, cinsel şiddette zaman aşımı olmaz. Öyle kolay değil, maruz kalınan şiddeti hemen dillendirmek. İşkence yapanlar, yaptıranlar bilmezler bizde yarattığı travmaları. Cinsel şiddete uğrayan kadın, ne zaman kendini hazır hissederse o zaman açıklar. Teşhir eder. Adalet talep eder. O saatten sonra bizim için aslolan mücadelesine destek vermek ve dayanışma göstermektir.

Sizin o iki yüzlü ahlakınız, saçma sapan kavramalarınız bizi hiç ama hiç bağlamaz.
Dedik ya, bedenimiz üzerinde tahakküm kurmanıza izin vermeyeceğiz! İrademiz dışında bedenimize dokunamazsınız! Dokunduğunuzda ise, bu ne zaman nerede teşhir edeceğimize biz karar veririz. Zamanın da ‘ 3- 5 çocuk doğurun!’ talimatınıza nasıl karşı çıktı isek, kadınların talimatla hamile kalmadığına dair iddianızı da ret ediyoruz. Yasada açık olarak yer almasına rağmen hamile ve lohusa kadınları cezaevlerine koyan sizsiniz! Yüzlerce bebek, çocuk dört duvar arasında gün yüzü görmeden büyüyor. Ve tüm bunların sorumlusu sizsiniz!

Biz tüm bunları dile getirdiğimiz için her türlü baskınız ile karşı karşıyayız! Sizin ‘makbul kadın’ tanımınızı ret eden her kesimden kadına saldırıyorsunuz. Son olarak, kadın düşmanı politika ve uygulamalarınızı Meclis’te teşhir eden Hdp’li kadın vekillerin dokunulmazlıklarını kaldırmak için hamle yaptınız. Hdp Eş Genel Başkanı Pervin Buldan ve her daim omuz başımızda olan İzmir vekili Serpil Kemalbay ve diğer vekillerden elinizi çekin! İrademize dokunmayın! Meclis’teki sesimizi kesemeyeceksiniz. Yaşamın hiçbir alanında kadınları susturamayacaksınız.
Bu vesileyle mesnetsizce hedef gösterilen Hdp li vekil Dilan Dirayet Taşdemir’in yanında olduğumuzu, dayanışma duygularımızı ilettiğimizi belirtmek isteriz.

8 Mart’a yaklaştığımız şu günlerde, tüm kadınları,
Emeğimize, bedenimize, kimliğimize, irademize sahip çıkmaya,
Asla yalnız yürümemeye,
Mücadele ve Dayanışmayı büyütmeye davet ediyoruz!
Yaşasın Kadın Dayanışması
Kadınlar Birlikte Güçlü!”

İzmir Büyükşehir Belediyesinden İzmir Valiliği’nin tavsiyesi ile işten atılan ve Konak Belediye binası önündeki direnişe başlayan işçileri ‘İmece Dostluk’ ziyaret etti..

Güvenlik soruşturması gerekçe gösterilerek Kod-29’dan 16 işçi İzmir Valiliği’nin tavsiyesi ve İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın kararı ile işten atıldı ve Konak Belediyesi eski ilk belediye binası önünde direnişe başlayan işçileri yönetim kurulumuz ziyaret etti. Haksız ve hukuksuz biçimde işten çıkarılan işçiler DİSK Genel-İş 2 ve 3 No’lu şube üyesidir.

Dayanışma ziyaretimizde yönetim kurulu adına konuşan Günseli Kaya, pandemi sürecinde işsizliğin arttığını, hem kamu sektöründe hem de özel sektörde salgının işten çıkarmalar için fırsat yarattığını belirtti. İmece Dostluk Dayanışma Derneği’nin bileşeni olduğu Emek ve demokrasi güçleriyle birlikte, işten çıkarılmaları iş kaza ve cinayetlerini, üretim ve hizmet alanlarındaki işçilerin ekonomik, sosyal haklarına, örgütlenme haklarına dönük ihlalleri izlediğini belirtti. İhlallere, işten çıkarmalara karşı mücadelede her zaman dayanışma içerisinde olacaklarını; mücadelenin hukuksal alanda olduğu kadar kamusal duyarlılık oluşturmaya dönük olarak ta sürdürülmesi gerektiğini, emekçi sınıfların ve demokrasi güçlerinin ortak çaba ve dayanışmasıyla bu haksızlığın giderileceğini umduklarını söyledi. Yönetim Kurulumuz işçi dostlarımıza mücadelelerinde başarılar dileyerek ilk dayanışma ziyaretini sonlandırdı.

İşten çıkarılmalarına karşı çalışma haklarının iadesini ve işe geri dönmeyi talep eden direnişteki işçilerin konuyla ilgili bilgilendirme metni aşağıdadır:

“Bizler, İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı İzenerji ve İzelman Şirketlerinde çalışırken 20 Ekim 2020 tarihinde Valilik tarafından yapılan arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması gerekçe gösterilerek çalıştığımız işlerimizden haksız ve hukuksuz bir şekilde çıkarılan 16 işçiyiz. Yaşamış olduğumuz bu hukuksuz uygulamaya ve mağduriyetimize dair sizleri bilgilendirmek isteriz.

İşten çıkarılmamız, 657 sayılı devlet memurları kanununa atıfla çıkarılan 375 sayılı KHK’nin geçici 35. Maddesi ve 2018/11608 sayılı Bakanlar Kurulu kararlarında belirtilen belediye şirketlerinde işe başlayacak olanlarda “arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yapılmış olmak” kriterine dayanak alınarak gerekçelendirilmiştir. Arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması kamuoyunda gayet haklı biçimde “fişleme” olarak değerlendirilmiş ve iktidarın “beğenmediği” veya “makbul” görmediği hemen hemen herkes için çalışma hakkı, adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi gibi en temel haklara müdahale niteliğinde bir uygulama olmuştur. “Arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması” gerekçe gösterilerek bizlere yaşatılan bu sürecin hukuki hiçbir alt yapısının bulunmadığı ile ilgili emsal mahkeme kararları ve mevzuat değişikliklerine ilişkin belgeler, ayrıca CHP Genel Merkezinin güvenlik soruşturmaları ile ilgili yayınlamış olduğu genelge de yaptığımız görüşmelerde İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer’e ulaştırılmıştır.

Mevcut durumda bahse konu olan “güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması” uygulamalarının hukuki alt yapısının tamamen ortadan kalkmış olduğuna dair Anayasa Mahkemesi kararına ve yine işçi lehine sonuçlanmış yargı kararlarına örnek vermek gerekirse;

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI

117 CHP Milletvekili 2018 yılında 657 sayılı devlet memurları kanununa eklenen güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması şartı arayan maddeyi hukuka aykırı olduğu gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’ne taşımıştır. Anayasa Mahkemesi 2018/73E, 2019/65 Karar sayılı 24.07.2019 tarihli kararı ile ilgili yasanın “arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması yapılmış olmak” bölümünü anayasaya aykırı bulmuş ve iptal etmiştir. Bu haliyle işten çıkarılmaya gerekçe yapılan yasa maddesi iptal edilmiştir ve hali hazırda devlet memurları için uygulanmamaktadır.

DANIŞTAY KARARI

375 sayılı KHK’nın Geçici 24 ve 25. Maddelerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 32. Maddesinin 3. fıkrasının son cümlesinde yer alan “ilgili mercilerden intikal eden arşiv araştırması sonucunda elde edilen bilgilerin değerlendirilmesi tespit komisyonunca yapılır” hükmü hakkında Danıştay 12. Dairesinin 2019/2739 Esas sayılı dosyasında yürütmeyi durdurma kararı verilmiştir. Bu haliyle de arşiv araştırmalarının Valiliklerce kurulan tespit komisyonunca değerlendirilmesi yasadışı hale gelmiştir.

YAYINLANAN CHP GENELGESİ

Tüm bu kararlarla birlikte 696 sayılı KHK sonrası bu nedenle işten çıkarmaların veya taşerondan sürekli işçi kadrosuna geçişlerde işe almama durumunun yoğun yaşandığı dönemde CHP genel merkezi tarafından 2018/403 sayılı genelge ile arşiv araştırması ve güvenlik soruşturmasının “belediye şirketlerinde istihdamının önünde engel oluşturmadığı” belirtilmiş ve bu hukuksuz uygulamalara karşı durulması konusunda ilke karar alınarak CHP’li belediyelere iletilmiştir.

Görüldüğü üzere yürürlüğe girdiği andan itibaren hukukun en temel normlarına (masumiyet karinesi, suçun şahsiliği, adil yargılanma hakkı, çalışma hakkı) aykırılıklar barındıran arşiv araştırması ve güvenlik soruşturması uygulaması hakkında AYM’nin iptal kararı ve Danıştay tarafından dayanak tebliğ hakkında yürütmeyi durdurma kararları mevcut durumdadır.

KOD-29 ve BELEDİYENİN TUTUMU

Tüm bunların yanında hukuki olmayan bu işten çıkarılma sürecimiz ile ilgili olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından bizlere bir hukuksuzluk silsilesi yaşatılmıştır. İşten çıkarılmamıza 4857 Sayılı İş Kanunu’nun işverene iş sözleşmesinin “haklı fesih” hakkı tanıyan ve “ahlak ve iyi niyet kurallarına uymayan haller” olarak anılan düzenlemeleri içeren 25/II maddesi (KOD-29) dayanak edilmiştir. Oysa ki, çalışmış olduğumuz süre zarfında işten çıkartılan 16 arkadaşımızın iş yerlerinde yaşamış olduğu hiçbir olumsuz durum söz konusu değildir. Haklarımızda tutulmuş tek bir tutanak dahi yoktur. Pandemi dönemi boyunca işverenlerin işçi çıkarmak için sığındıkları bu maddeye dayanak teşkil edecek hiçbir gerekçe olmadığı halde iş akitlerimizin bu madde ile fesih edilmesi yaşanan hukuksuzluğun boyutunu katmerlendirmiştir.

İktidarın bizi hukuksuz bir şekilde fişleyerek çalışma hakkımızı elimizden almak istemesi bir yana, belediyenin bu hukuksuzluğa teslim olması ve yaşadığımız mağduriyeti arttırması kabul edilemez bir durumdur. Üstelik Büyükşehir Belediyesi avukatları KOD-29 suçlamasını savunamadıkları için bizzat CHP Milletvekilleri tarafından müracaat edilerek elde edilen mahkeme kararlarına rağmen güvenlik soruşturmasının “hukukiliğini” savunmaya çalışmak gibi bir yanlışa da düşmüştür.

EMSAL TEŞKİL EDEN DURUMLAR

2018 Nisan ayından itibaren Belediyelerde taşerondan sürekli işçi kadrosuna geçişlerin yaşandığı süreçte CHP’li Ataşehir ve Beşiktaş belediyelerinde benzer durumda olan işçiler direnişleri sonucunda Belediyeler tarafından işlerine iade edilmişlerdir. Yine CHP’li Kartal, Beylikdüzü ve Eskişehir/Odunpazarı Belediyelerinde aynı gerekçe ile işten çıkarılan işçiler yapılan görüşmeler neticesinde işlerine iade edilmiştir. Son olarak geçtiğimiz ay Aydın/Germencik Belediyesi’nde yine aynı gerekçe ile işten çıkarılan işçiler yapılan görüşmeler neticesinde belediye tarafından işlerine geri alınmışlardır.

TALEPLERİMİZ

Belediye şirketlerinde çalacak kişilerde aranacak olan şartlar yasalarla ve yönetmeliklerle belirlenmiştir. Her birimiz bu şartları taşıdığımız için, adli sicil kayıtlarımızı tebliğ ederek iş başı yapmış işçileriz. Hakkımızda tamamen sübjektif değerlendirmeler ve hiçbir somut delile dayanmayan gerekçelerle yapılmış olan güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının hiçbir hukuki dayanağı bulunmamaktadır. Ülkemizde muhalif olan herkesin iktidar tarafından hedef gösterildiği bugünlerde, Anayasaya aykırı bu fişleme hukuksuzluğuna boyun eğilmemelidir.

Gelinen aşamada hukuksuzluğa dayanak olan yasa ve yönetmeliğin hükümsüz kaldığı, birçok lehe yargı kararının bulunduğu bu durumda; bizlerin iş akitlerinin sonlandırılması hukuka aykırı olduğu gibi çok ciddi mağduriyetlere de sebep olmuştur. İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden beklentimiz bu hukuksuz dayatmaya direnmesiydi. Ancak gelinen aşamada talebimiz; bu yanlıştan dönülmesi, iktidarın hukuksuz dayatmalarına boyun eğilmemesi, yargı kararlarının belirleyici kabul edilmesi, işçilerine sahip çıkarak her birimizi işlerimize iade etmesidir.

Bizler; fişlenmeyi, çalışma hakkımızın gasp edilmesini ve bu hukuksuzluğu kabul etmediğimiz için “İŞİMİZE GERİ DÖNECEĞİZ” talepli direnişimizi başlattık. Sizleri de yaşadığımız bu haksız ve hukuksuz duruma karşı başlattığımız direnişimizde yanımızda olmaya davet ediyoruz.
20.10.2020 Tarihinde
İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden
Atılan İşçiler”

BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MÜCADELESİ, AKADEMİNİN DEMOKRATİK, ÖZERK, BİLİMSEL ÜNİVERSİTE TALEP VE ÖZLEMİNİN ISRARLI İFADESİDİR..

AKP Milletvekili adayı Prof.Dr. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör olarak atanmasının üzerinden bir ayı aşkın süre geçti. Bu süre içerisinde öğrenciler, akademisyenler, üniversitenin idari ve teknik kadroları siyasi iktidarın bu atamasını kabul etmedi. Öğrenciler ve öğretim üyeleri üniversite bahçesinde, kayyım olarak tanımladıkları bu atamaya karşı demokratik tepkilerini, yasal olarak ve T.C Devletinin Anayasası ve altına imza atarak iç hukuk hükümlerinin üzerinde kabul ve taahhüt ettiği, güvence altına aldığı barışçıl toplantı ve gösteri hakkını kullanarak yaptılar. Öğrencilerin rektör atanmasına gösterdikleri tepki,haklı ve meşru bir tepkiydi. Haklı ve meşruydu çünkü siyasi iktidar tarafından rektör atanması akademinin özgürlüğüne aykırıdır ayrıca da Boğaziçi Üniversitesi tarihinde teamül, rektörün demokratik yöntemle seçim sonucu belirlenmesi olmuştur. Demokratik- özerk üniversitelerde, tepeden inme böyle bir atama yapılamaz.

Siyasi iktidar, üniversitelerden ve toplumun farklı kesimlerinden yükselen seslere, muhalif düşüncelere tahammülsüzdür. AKP-MHP faşist iktidar bloku işçilerin grevlerini yasaklamakta, sendikalaşmaya yönelik işten çıkarılmalara karşı hak talepli yürüyüşlerini, gösterilerini engellemektedir. Aynı zihniyet, kendisine ve politikalarına biat etmeyen, akademinin bilimsel, özerk ve demokratik olmasını savunan üniversitelerdeki akademisyenleri ve öğrenci gençlik kitlelerini zor kullanarak susturmaya çalışmaktadır. Demokratik barışçıl tepkileri karşısında, öğrenci gençliği “terörist” olarak yaftalamakta, suçlu gibi göstermekte, kamuoyunda yanlış bir algı oluşturmaya çalışmaktadır. Bir aydır süregelen gözaltına almalar, uygulanan şiddet ve devlet zor politikaları gözlerden gizlenememektedir. Bu uygulamalar yasal ve meşru olamaz. Kayyım Rektör Melih Bulu’nun rektör atanmasından sonra tüm üniversitelere yayılan dayanışma açıklamalarına, toplantılarına ve gösterilerine yapılan polis saldırıları demokratik ülkelerde görülebilir karakterde değildir.

Siyasi iktidar, hangi kesimden gelirse gelsin, kendisine ve siyasal iktidarın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel politikalarına muhalif olanlara yönelik yalan ve kirli propaganda yöntemlerini kullanmaktadır. Kendi basın ve medya kanalları aracılığıyla kamuoyunu manipüle etmeye ve muhalifleri etkisizleştirmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken, muhaliflerini iç düşman gibi gösterme, toplumda kutuplaşma yaratma, düşmanlık oluşturucu terörist, Fetöcü, PYD’li, din düşmanı, sapkınlar vb. suçlamalarla etkisizleştirmeye ve ötekileştirmeye çalışmaktadır.

Boğaziçi Üniversitesinde de, ötekileştirici, ayrıştırıcı, nefret duygusunu kışkırtan yalan ve kirli kara propaganda yapıyorlar. Üniversitenin LGBT+İ topluluğu siyasi iktidar tarafından nefret ve düşmanlaştırıcı bir dille hedefe konulmakta, sapkın olarak nitelendirilmektedir ki bu çok tehlikeli bir hattır.

Yine B.Ü Güzel Sanatlar Kulübünün Üniversite bahçesinde açtığı sergideki, Kabe-Şahmeran illüstrasyonunu öne çıkarıp, topluma “Kabe’nin resmi ayaklar altında” yalanını, kışkırtıcı bir dil kullanarak ısrarla tekrarlamaktadır. Böylelikle, haklı demokratik taleplerle toplanan ve kendilerini ifade etmeye, dertlerini kamuoyuna anlatmaya çalışan gençler, din- iman düşmanı olarak lanse edilmekte, haksız konuma düşürülmeye çalışılmakta, dışlanmaya ve düşmanlaştırılmaya çalışılmaktadır. Bu alenen iç savaş kışkırtıcılığının zeminini hazırlamaktır ve çok tehlikeli bir politikadır.

Nasıl ki 1978 lerde, sol muhalefeti ezmek için Nato’cu gladyo taktikleriyle “Komünistler camiye bomba attı”, “Din elden gidiyor” yalanlarıyla halkı galeyana getirip “Dinimize hakaret ediliyor” iddialarıyla cinayetler, katliamlara yol açmışlarsa şimdi de bu politikayla B.Ü Öğrencilerine ve onlarla dayanışma içindeki gençlik kesimlerine, emek ve demokrasi güçlerine karşı kara propaganda yapılmaktadır. Barışçıl, demokratik hak eylemleri şiddet kullanılarak etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır.

AKP-MHP faşist iktidar blokunun, üniversiteleri, muhalif tüm toplumsal kesimleri zapturapt altına alma politikasına karşı çıkılması, emekten, demokrasiden yana bütün toplumsal kesimlerin görevidir. Üniversitelerin akademik birikimini ve görece özerkliğini ortadan kaldırarak kendine bağlama çabası karşısında tüm üniversitelerin, öğrencilerin direnişi ve eylemleri meşru ve haklıdır.

Üniversitelerdeki çok sesliliğin ortadan kaldırılması ve üniversitelerin ideolojik, kültürel hegemonya altına alınmasına karşı çıkan üniversite gençliğini baskılarla yıldıramayacaksınız! Çocuklarımızın yanındayız. Özerk, demokratik, bilimsel üniversite özleminde olan bütün üniversitelerin öğrenci ve öğretim üyelerine, ülkemizin demokrasi güçlerine selam olsun..

KADINLAR DEMOKRATİK HAKLARINDAN VE YAŞAMLARINDAN VAZGEÇMİYOR..

Kadınlar Birlikte Güçlü hareketi Karşıyaka Çarşı girişinde, İstanbul Sözleşmesine sahip çıkarak, kadına yönelik şiddete, cinayete, taciz ve tecavüzlere karşı basın açıklaması yaptı. İzmir Emniyet Müdürlüğü Güvenlik Şube ve Çevik Kuvvet kadınları çembere alarak açıklamaya izin vermeyeceklerini belirtti. Kadınlar açıklamalarını yapacaklarını ve temel hak ve özgürlüklerinden vazgeçmeyeceklerini belirterek, açıklamaya geçtiler. Açıklamada kadınlar sık sık, “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz”, “Kadınlar birlikte, birlikte güçlü güçlü”, “Vardık, varız, var olacağız” ve “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”, “Jin jiyan Azadi” sloganlarını attı. Polis ablukasının dışında kalan yurttaşlar eyleme alkış ve sloganlarla destek verdi.

Açıklamaya HDP İzmir Milletvekil Serpil Kemalbay da katıldı ve açıklama yapıldıktan sonra bir konuşma yaptı.
Açıklamayı Kanun Hükmünde kararname ile öğretmenlikten ihraç edilen Ebru Dinçel yaptı. Açıklama şöyle:

“Türkiye’deki rejimin ırkçı-tekçi-gerici ve eril bir sistem olduğu artık herkesin kabulü haline gelmiştir.
Bu sistemin ivedilikle karşı durduğu ve oldukça rahatsız olduğu bir kesim var ki, o kesim toplumun yarısını oluşturan kadınları kapsamaktadır. Kadınsan baskı, şiddet, soruşturma-kovuşturma, ayrımcılık, gözden düşürme, marjinalleştirme ve terörize etme iki dudak arasına kalmıştır.

Kadınlar, “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” dedikçe, irade beyanlarını açıkça dile getirdikçe karşılarına çıkarılan yasaların sopaları oluyor. Bu sopalar ceza kesme, soruşturma açma, gözaltına alma hapse tıkma ile gözdağına dönüşürken diğer yandan örgütlü kimlikleri-kurumları kapatılarak, yasaklı ilan edilerek terörize ediliyorlar. Hiç bir şey bulamasalar bile yurtdışı yasağı ve ev hapsiyle göz hapsine alınıyorlar. Amaçladıkları kadınların hareket etmesini, akmasını engellemek, makbul kadın haline getirmek. Makbul kadın olmayacağız!

Ayşeler, Leylalar, Gültanlar, Sebahatlar, Figenler, Ayseller ve diğer niceleri siyasette kadının söz söyleme, eylem ve örgütlenme hakkı için boyun eğmedikleri ve hakikati savundukları için cezalandırılmışlardır.
Kadınlar olarak buna sessiz kalmıyoruz.

Kadın aktivistler derhal serbest bırakılsın! Kadın Mücadelesi Engellenemez!
Boğaziçi üniversitesine atanan kayyım rektöre karşı ayağa kalkan, demokratik üniversitelerde okumayı talep eden gençlerin ,yaratılan homofobik söylemlerle sosyal medya üzerinde lince varan bir duruma düşürülmesini kınıyoruz. Cinsel yönelimleri nedeniyle aşağılanan, ayrımcılığa ve nefret söylemlerine maruz bırakılan lgbti+ lar insanlığın varoluşundan beri hayatın her alanında vardır, var olmaya da devam edecektir. Eril zihniyetteki egemenler de herkes de bunu kabul etmek zorundadır.

Bizler her türlü ayrımcılığın karşısında durarak dünyanın tüm renklerine sahip çıkıyoruz. Yaşamın tüm renkleriyle anlam kazandığının bilincindeyiz. Gökkuşağının tüm çocuklarına selam olsun, yanınızdayız, biraradayız.
Gökkuşağını değil homofobiyi yasakla!

Lgbti+ hakları insan haklarıdır!

Boğaziçi’nde başlayıp yayılan direniş İzmir sokaklarını da sardı. Baskılara ve polis şiddetine karşı direnişi kadınlar olarak ta büyüttük. Günlerdir onlarca arkadaşımız İstanbulda, İzmir’de ve Ankara’da gözaltına alındı, polis şiddetine maruz kaldı. Başta İstanbul’da gözaltına alındığında cinsel şiddete uğrayan Kadınların Kurtuluşu üyesi Başak Yeşilot ve dün İzmir’de bayılana kadar işkence uygulanan Özgür Genç Kadın üyesi İrem Çelikbaş devletin kadın düşmanlığını bir kere daha gösterdi. Başak v İrem’e yapılan saldırıları teşhir ediyor ve hesap sorma kararlılığımızı yineliyoruz. Onlar erkek egemenliğinden güç alırken biz kadın özgürlük mücadelemizin haklılığından güçleniyoruz ve mücadelemizi büyütüyoruz.

Yine kadınların bin bir emekle, bedeller ödeyerek, mücadeleyle elde ettiği kazanımlara göz dikmiş olan erkek akılla var olanlar şunu iyi bilsinler ki; emek bizim söz bizimse karar da bizimdir. Hayatlarımız sizin iki dudağınızın arasına sığmayacak kadar değerli. Haklarımıza da hayatlarımıza da kazanımlarımıza da sahip çıkıyoruz.
İstanbul sözleşmesini size yedirmeyeceğiz ve siz uygulayacaksınız. Dönüp dolaşıp İstanbul Sözleşmesine dadanmanızın nedenlerini çok iyi biliyoruz. Lgbti+ lara ve kadınların yaşamına yaklaşımınız bunun aynası. Bir tek kardeşimizi dahi kaybetmeye tahammülüz kalmadı. Peşinizdeyiz,
gözümüz üzerinizde!

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır, Uygula!

21. yüzyıl kadın özgürlük çağı olarak, bir kadın yüzyılı olarak gelişmeye örgütlenmeye ve yaşamı özgürleştirmeye doğru ilerliyor. Bizler de bu enerjinin aktif parçacıkları olarak umutla, inançla, dirençle, kararlılıkla dayanışmayla mücadelemize devam edeceğiz. Birlikteliğimizi daha da büyüteceğiz. Vardık varız varolacağız!”

Açıklamanın ardından HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay, “eylem yapmak isteyen kadınların, polis tarafından abluka altına alınmasının anayasaya ve insan haklarına aykırı olduğunu ifade etti.

Kemalbay İzmir Emek ve Demokrasi Güçlerinin açıklamasına katılmak isteyen gençlerin gözaltına alınmasına ve zor kullanılmasına karşı çıkarak; “Burada hak ihlali yapanlar Saraydan ondan sonra İçişleri Bakanlığı’ndan Valilikten emir alarak bizi kuşatan Emniyet Güçleridir. Orada açık bir şekilde hiçbir uyarı yapılmadan demokratik haklarını kullanan kitleye saldırılmıştır ve kitleye yıldırmak için şiddet uygulanmıştır. Emniyet güçleri bu hukuksuz uyulamadan vazgeçmelidir. Bu suçu işlemek için teşvik ediliyor olabilirsiniz ama yakında bu ülkede demokrasi inşa ettiğinizde işlediğiniz suçlardan dolayı mutlaka hukuk önünde yargılanacaksınız” dedi.

“Bu ülke tek adam rejimi ile yönetilmek istemiyor. Hilkat garibesi anayasa ile yönetilmek isteniyor. Bütün halklar barış içinde eşit koşullarda yaşamak istiyor. Kadınlar özgür olmak istiyor ve bu eril sisteme başkaldırıyorlar. Çünkü kadınların emeği kimliği bedeni her gün şiddet ve sömürü altında. yok sayılıyorlar” diye konuştu..

Sinan Suner’in Mücadelesine, Yaşamına Saygıyla.. Unutmadık, Unutmayacağız!

41 Yıl öncesi..
Ankara’da sıkıyönetim koşulları hüküm sürüyor.

Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’nin faaliyetleri durdurulmuş; Yurtsever Devrimci Gençlik sıkıyönetime, faşizme, baskı ve sömürü düzenine karşı her koşulda mücadele ediyor.

Günlerden 30 Ocak Çarşamba, soğuk bir Ankara gecesi. ODTÜ Elektrik-Elektronik öğrencisi Sinan Suner faşist kurşunlara hedef oluyor, sokak soKak arabada gezdiriliyor, karakola götürülüyor ve olaydan saatler sonra götürüldüğü Hastane’de kan kaybı nedeniyle kurtarılamıyor ve adı “ÖLÜMSÜZLER” arasında yerini alıyor.

SİNAN SUNER’İN MÜCADELESİNE, YAŞAMINA SAYGIYLA.
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ!

İsteğimiz üzerine, SİNAN SUNER’in semtte birlikte mücadele ettiği bir yoldaşının bizimle paylaştığı anlatımıyla;

“Sinan’ı semt mücadelesinden tanıdım. Yukarı Ayrancı-Dikmen Deresi bizim bölgemizdi.Bir avuç arkadaşla birlikte hem Y.Ayrancı’ da hem de Dikmen Deresindeki gecekondu bölgesinde çok etkin çalışmalar yürütüyorduk. Semtteki asıl çalışma alanımız Dikmen Deresindeki gecekondulardı.
Bizim semtteki çalışmalarımızda lider-önder konumundaki arkadaşımız Sinan Suner’di.Hepimiz ona ve tabii ki birbirimize mücadele içinde sonuna kadar güvenir ve yapabileceğimiz her şeyi sonuna kadar yapmaya çalışırdık.
Sinan, semtteki çalışmalarda yaptığı katkıyla, gece kondulardaki örgütleme çalışmalarındaki sıcak ilişkileriyle oradaki gecekondu halkının da çok sevdiğİ ve güvendiği önder bir arkadaşımızdı. Sinan, önce İzmir İktisadi İlimler Akademisi’nde bir yıl okuduktan sonra İzmir’i bırakıp ODTÜ’ye gelmiş ve eğitimine ODTÜ de devam ediyordu. Ailesi ile birlikte semtimizde (Aşağı Ayrancı) tarafında oturuyordu.
YukarıAyrancı Hoşdere Caddesi 3. Durakta okuldan arkadaşlarımla birlikte de ben oturuyordum. Asıl mücadele alanım okulum Yükseliş idi; ama sahip olduğumuz anlayışa açısından, bulunduğumuz her yer mücadele alanı olarak gördüğümüzden, mümkün olabildiğince, bulunduğum her yerde mücadeleye katkı vermeye çalışıyordum. Bunun sonucunda Okulumda, semtimde ve işyerimdeki mücadeleye elimden geldiğince katkı koyup katılıyordum.
Sinan da hem okulu ODTÜ’de ama ağırlıklı olarak semtimizde mücadele ediyor ve mücadele içinde semtimizde doğal önder olarak öne çıkıyordu. Dikmen Deresindeki gecekonduların örgütlenmesine aktif olarak katılmış ve bölgedeki mücadelenin yükselmesinde etkin bir rol oynamıştı.
Semtte mücadele eden arkadaşlar olarak birbirimize güvenimiz tamdı. Oldukça açık, net, demokratik bir ortam içinde mücadeleyi yükseltmeye çalışıyorduk.Sinan, bu mücadele içinde öne çıkmış, semt komitesinde hepimizin ortak iradesiyle semt sorumlumuz olarak seçilmişti.
Hem bizim bölgemizde hem de bağlı olduğumuz Öveçler’deki mücadelenin yükselmesiyle birlikte son sene yapılan semt komitesi seçiminde aday olmamıştı. Biz oradakiler, Sinan’ın aday olup, sorumluluğu sürdürmesi gerektiğini söylediğimizde Öveçler YDGD den katılan arkadaş, Sinan’ın bölgede başka görev ve sorumluluklar aldığını, bu nedenle bu göreve aday olamayacağını, bir başka kişinin aday olup seçilmesi gerektiğini söyledi ve biz bunun üzerine bir başka arkadaşımızı seçmiştik. Böylece hepimiz durumu anlamış ve Sinan’ın üstlendiği bu yeni görevleri için sevinmiştik. Bundan sonra da Sinan , bölgede yapılan tüm çalışmalarda yer aldı ve doğal olarak önderlik etti.
Ben de, okulumda çok sert bir mücadele olduğu için öncelikle okulda, sonra da arta kalan zamanlarımda semt mücadelesine katılıyordum. Semtte okuldaki kadar olmasa da yapılan yazılama-afişleme ve gecekondu bölgesinde ev ziyaretlerine katılıyordum. Katılamadığım zamanlarda semtteki arkadaşlar anlayışla karşılıyorlardı.
O dönemde Ankara’da uzun süren bir ‘Sıkıyönetim’ vardı. Bizler şartlara çabuk uyum sağlayıp Sıkıyönetim şartlarında da mücadeleyi yükseltmiş ve egemenlere korku salmıştık. Semt bölgemiz Meclisin arka duvarlarından başlayıp Çankaya’ya kadar uzanıyordu. Yukarı Ayrancı-Hoşdere Caddesi çok sık yazılama –afişleme yaptığımız bir bölgeydi ve hepimiz bölgede oturduğumuz için bölgeyi iyi tanıyor ve gözaltına alınmadan çalışmalarımızı sürdürüyorduk.
30 Ocak 1980 akşam üzeri okuldan eve dönmüştüm. O akşam oturduğumuz dairenin kira kontratını yenilemek zorundaydık ve ev sahibimiz bizi evine çağırmıştı. Evde yaşayan diğer arkadaşlarımla beraber ev sahibimizin Meclis Duvarının başladığı yerde bulunan (Aşağı Ayrancı tarafı) evine gittik. Ev sahibimizin evine vardığımızda, aynı sokakta bizim arkadaşları gördüm. Diğer ev arkadaşlarımdan ayrılarak bizimkilerin yanına gittim, konuştuk. O akşam yazılama yapacaklarını ve az sonra başlayacaklarını söylediler. Ben de kira kontratı yenilemeye geldiğimi ve bu nedenle bu akşam o akşamki yazılamaya katılamayacağımı söyledim. Onlar da “tamam sorun değil biz hallederiz” dediler. Akşam saat 20.00-21.00 sıralarıydı.
Biz de ev arkadaşlarımla birlikte ev sahibimizin evine gidip kontratı yeniledik ve evimize geri geldik. Bu evde 3-4 senedir oturduğumuz için hem ev sahibimiz hem de apartmandakiler tarafından seviliyorduk. Evde kalan dört kişi hem okuyup hem çalıştığımız için ortama-çevreye uyum sağlamıştık, ortamdakiler de bizlere. Evimiz. Y.Ayrancı 3. Duraktaki en büyük apartmandı. Zemin katında PTT ve çiçekçi dükkanı vardı. Önce Çiçekçi ile yakın arkadaş olmuş ve sonraları da evde kalan arkadaşlardan biri Çiçekçi dükkanına ortak olmuştu.
Bina tam iki yolun birleştiği bir köşede idi. Binanın yan tarafından Aşağı Ayrancı’ya inen merdivenlerden oluşan bir sokak vardı ve bu sokak çok kullanılan bir sokaktı, PTT nin yan köşesindeydi. Bu merdivenli sokaktan devam edildiğinde iki sokak ötede bir Jandarma Karakolu vardı ve bu yoldan devam edildiğinde Kuğulu Park’ın yakınına kadar çıkılıyordu. Oturduğumuz evin önü, geniş bir meydanı andıran üç-dört ara yolun kesiştiği ve Hoşdere Caddesi’nin en geniş olduğu bir konumdaydı. Evin hemen yanından sağa aşağıya giden yol Jandarma Karakolu’na giden bir yoldu ( ve Erdal Eren olayında Jandarmalar bu yoldan gelip buradan kitleye saldırmışlardı.) Bu yolun hemen hemen tam karşısında bulunan ve Hoşdere Caddesi’ni dik kesen başka bir yol da Dikmen’e doğru giderdi ve Dikmen Polis Karakolu da buraya yakındı. Bu yolun hemen yanında tali yol gibi duran yeni yapılmakta olan inşaatların olduğu toprağımsı bir yol vardı (ki ERDALEREN BURADA YAKALANDI).
Semtteki mücadele arkadaşlarım, Hoşdere Caddesi’ne bakan Meclis duvarından başlayarak Hoşdere Caddesi boyunca yazılama yaparak bizim oturduğumuz, yukarıda anlattığım binaya kadar gelmişler. Sinan sorumlu olarak serbest ve önden gidiyormuş. Ön ve arkada gözcü olmak üzere, bir arkadaş da yazılama yapıyormuş. Bizim apartmanın PTT köşesinden Aşağı Ayrancı yönüne inen merdivenli sokağın köşesindeki duvarına yazıyı yazmaya başlamışlar. Bu sırada Sinan, hemen merdivenli yolun öbür tarafında, Hoşdere Caddesi üzerinde bakkalın olduğu köşede imiş. Hoşdere Caddesi’nde, bakkalın tam karşısına düşen apartmanın önünde MHP milletvekilinin evini korumakla görevli polis memuru Sinan’ı görmüş ve ateş açmış. Bu arada Sinan da bir el ateş ederek karşılık vermiş ama silahı tutukluk yaptığı için başka mermi sıkamamış.. Büyük ihtimalle ilk açılan ateşle bacağından yaralanan Sinan oraya düşmüş. Onun oradan hareket edemediğini gören faşist polis memuru yanına gelip bacaklarına birkaç el daha ateş etmiş. İlk silah patladığında yazıyı yazan arkadaş silah sesini duyar duymaz orayı terk edip kaçmış.
Ben de evdeyken silah seslerini duyduğumda ”eyvah, bunlar bizimkiler” deyip hemen daireden çıkıp apartman kapısına indim. Dışarıya baktığımda bakkalın önünde duran iki kişiyi gördüm. Yol ıssız ve sakindi.(gece 23.00-24.00 sıraları) Tehlikeli olabileceğini düşünüp orada fazla kalmadan içeri girdim ama daha sonra dayanamayıp giyinerek sessizce dışarıya çıkıp merdivenli sokaktan geçerek Sinan’ın evinin önüne geldim. Oraya vardığımda yazıyı yazan arkadaşla buluştum (kimin daha önce gelip beklediğini şu an hatırlamıyorum). Bu arkadaş; Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümünde okuyordu ve ailesi bir apartmanda kapıcıydı. Ona ne olduğunu sorduğumda olayı anlattı. Karşı taraftan Sinan’a doğru ateş edildiğini ve silah sesini duyunca kendisinin hemen oradan uzaklaşıp kaçtığını söyledi.” Sanırım Sinan da kaçtı” dedi ve biz ikimiz uzun bir süre orada bekledik ama Sinan gelmedi.
Sinan’ın annesi çok iyi bir insandı ama babası üveydi ve bizimkileri pek sevmezdi. Bu nedenle Sinanların evine gidip Sinan’ı soramadık, babasından çekindik. Ayrıca epeyce bekledikten sonra “ Sinan eve gelmiştir ve fark edilmesin diye ışığı açmamıştır ve yatmıştır” diye düşündük, daha sonra da evlerimize dağıldık.
Ertesi gün sabah işime gittim. Memur olarak çalışıyordum. Okulum öğleden sonra olduğu için öğle yemeğinden sonra okula gittim. Sınıfımız 5. katta olmasına rağmen o gün laboratuar dersi olduğu için zemin katta ki laboratuvara gittim. İçeriye girdiğimde, aynı sınıfta olan iki ev arkadaşım beni görünce şaşırdılar.” Niye geldin, burda ne arıyorsun-Sinan’ı duymadın mı?” dediler. Bir ley duymadığımı, bilmediğimi söyleyince, onun vurulduğunu ve öldüğünü söylediler. Şok geçirdim ve oradan ayrılıp bizim devrimci öğrencilerin toplandığı Albayrak Kıraathanesi’ne gittim ve orada olanları arkadaşlarımdan öğrendim.
Sinan, bakkalın önünde bacağından vurulmuş yatıyormuş. Polisler o yaralıyken bir polis otosuna bindirip götürmüşler” ve gece boyunca yarasına müdahale edilmemiş. Sabaha karşı Hacettepe Hastanesi’ne getirdiklerinde “ben bilmiyorum” diye sayıklıyormuş ama kurtarmak için çok geçmiş. Kan kaybından kurtarılamayıp ölmüş Sinan Yoldaşım.
Bunu duyunca ne yapacağımı bilemedim. Üzülmek bir yana kendime çok kızdım, kendimi suçladım. Eğer o gece Sinan’ın evine gidip zili, çalsaydık belki Sinan’ın annesi onu arayıp bulacak ve Sinan ölmeyecekti. Bu acı hala içimde çok taze ve kanayarak duruyor.
Daha sonra Sinan’ın Ankara’daki mücadele arkadaşları olarak Sinan’ın kanının yerde kalmaması için iki gün sonra öldürüldüğü yerde bizim binanın önünde korsan bir “Anma Gösterisi” düzenledik. Kararlı-öfkeli-mücadeleci büyük bir kalabalık ile militan arkadaşları olarak Sinan’ı vurulduğu yerde andık.
Ancak anma gösterisi bitip kitle dağılırken gösteriyi durdurmak için gelen askerlerden birisinin (kendi arkadaşlarının açtığı ateş sonucu seken bir tüfek mermisinin isabet etmesi sonucu-ki göstericiler de tüfek yok) vurulması üzerine askerin öldüğü yerin tam karşısındaki inşaatların yakınında yakalanan ERDAL EREN’in üzerine askeri öldürme suçu atıldı. Düzmece bir mahkemeyle kanıtlar araştırılmadan, soruşturma ve istenen araştırmalar yapılmadan, tanıklar dinlenmeden Erdal Eren idama mahkum edildi.
Ben de o eylemdeydim. Yöreyi de iyi biliyorum, Erdal Eren’in yakalandığı yer ile askerin vurulduğu yer oldukça uzak ve karşı tarafta. Erdal Eren’de tabanca var ve havaya ateş ettiğini kimseyi vurmadığını söylüyor. Ayrıca Çiçekçi de çalışan arkadaşım da olayın canlı şahidi, her şeyi görüyor. Askerin Erdal Eren tarafından vurulmadığını o zaman açıkça söylemişti. Ancak, çok hızlı bir “yargılama” ve aslında askeri cunta generallerinin verdiği kararla Erdal Eren idam edildi.
Erdal Eren’in idamını protesto edenlerden Ercan Koca da askerler tarafından hunharca öldürüldü.
Hiç birini UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ”

İZMİR’DE KADIN CİNAYETLERİNE KARŞI GERÇEKLEŞTİRİLEN LAS TESİS DAVASININ İLK DURUŞMASI YAPILDI.

İzmir’de Las Tesis performans gösterisi yapan kadınlara açılan davanın duruşması öncesi yargılanan kadınlar ve Kadın Meclisleri Adliye Binası girişinde açıklama yaptı. Sanık sıfatıyla duruşmaya gelen on beş kadının ifadelerinin ardından, duruşmaya gelmeyen kadınların ifadesinin alınması için duruşma 29 Nisan saat 14.00 de ertelendi.

NEDİR LAS TESİS?
Şili’de bir kadının işkence sonucu katledilmesi ve cansız bedeninin teşhir edilmesiyle, 25 Kasım 2019 da başlayan gösteriler tüm dünyaya yayılmıştı. Şili den sonra İspanya, Fransa, Yunanistan, Brezilya, Kanada, Kolombiya başta olmak üzere elliye yakın ülkede kadınlar meydanlarda gözlerini bantla kapatarak dans gösterisi yaptılar, gösteride Las Tesis Kollektifince yazılan sözlerin ülke dillerinde çevirileri kullanıldı. Kadın cinayetlerini, cinsel saldırı, şiddet ve istismar olaylarını protesto etmek amacıyla Las Tesis Kollektifince 4 ay boyunca hazırlanan dans performansında kadınlar gözlerine siyah bant çekip, dans ederek marş söyledi.

Şarkı, cinsel şiddete karşı küresel bir marş haline geldi ve dünya çapında milyonlarca kadına şiddete, tecavüze ve kadın cinayetlerine karşı tavır almaları için ilham verdi.

Time dergisi Las Tesis gösterilerini 2020’nin en önemli 100 olgusu arasına aldı.

Las Tesis performansı İzmir’de 15 Aralık 2019 tarihinde gerçekleştirilmişti. Söylenen marşın sözleri hem Türkçe hem İspanyolca olarak okunarak seslendirilmişti.

Ağırlıklı olarak sosyal medyada yayınlanan görüntülerin ardından, İzmir’de araç trafiğine kapalı olan Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde toplanan yüzlerce kadın, koreografisi ve müziği Las Tesis kolektifince yapılan performansı, hem Türkçe hem İspanyolca sözleriyle ve dans ederek gerçekleştirmişti. Kadın inisiyatifleri, kolektifleri, platformlarının çağrısıyla günler öncesinden hazırlık yapan kadınlar, eyleme yoğun katılım göstermişti.

İlk duruşma öncesi, adliye binası önünde İzmir Kadın Platformu adına Günseli Kaya bir açıklama yaptı.
Yapılan açıklamada 2020 yılında 300 kadının cinayete kurban gittiğini, 171 kadının şiddet yoluyla öldürüldüğünü belirten Kaya kadın cinayetlerinin politik olduğunu söyledi. Politik olan sadece kadın cinayetleri değil, bu cinayetleri gören, göz yuman, faillerini koruyan, ceza indirimi yapan veya cezasız bırakan
erkek egemen sistemdir diyen Günseli Kaya, kadının, tapusu ve kullanım hakkı erkeğin elinde olan mal olmadığını belirtti; insanız, eşitiz ve adalet istiyoruz diyerek sözlerini sürdürdü. Biz İzmir’deki kadınlar olarak, kadın cinayetlerine, şiddete, tecavüze, istismara ve şiddetin pervasız boyutuna karşı dikkat çekmek, farkındalık yaratmak ve kadına yönelik tecavüz, taciz, cinayet ve her tür şiddeti durdurmaya yönelik olarak, uluslar arası duyarlılığa katıldık; kadın hareketini güçlendirmek ve tecavüze, kadın cinayetlerine DUR demek üzere Las Tesis isimli performansını İzmir’de de gerçekleştirdiğimiz için bugün yargı önüne çıkarılıyoruz” dedi. Erkek egemen sistemin beslediği kadına yönelik şiddet, tecavüz, taciz sürüyorsa kadınlar da birliklerini, dayanışmalarını büyüterek sürdüreceklerdir, cinayetlere karşı baskılara karşı bir adım bile geri atmayacağız diye sözlerini tamamladı ve sanık durumundaki kadınlar mahkeme salonuna geçti.

Duruşma boyunca sanıklar eylemi, toplantı ve gösteri haklarını savunarak, toplanma ve gösteri haklarının düşünce-ifade özgürlüğünün ayrılmaz bir parçası olduğunu söylerek eylemi sahiplendiler. Anayasanın 34. Maddesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 11. Ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 18. Ve 20. Maddesinde hakların güvenceye alındığını, suç işlemediklerini belirten kadınlar aklanmalarını talep ettiler.
Duruşma gelemeyenlere talimat yazılması nedeniyle 29 Nisan saat 14.oo e ertelendi.