İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Belediyeler bizimdir. Gaspa izin vermeyeceğiz.

 

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, DEM Parti’nin 31 Mart yerel seçimlerinde  kazandığı Hakkari Belediyesi  Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış’ ın gözaltına alınması ve Hakkari Valisi’nin  Belediye’ye kayyum  olarak atanmasını protesto etti.  Türkan Saylan Kültür merkezi önünde  “Belediyeler bizimdir. Gaspa izin vermeyeceğiz” pankartı arkasında toplan  kitle, “Halkın iradesi gasp edilemez”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Yaşasın halkların eşitliği “, “Baskılar bizi yıldıramaz”, “Birleşe birleşe kazanacağız”, “Direne direne kazanacağız”  sloganlarını attı. İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına ortak açıklamayı KESK Dönem Sözcüsü Nihat Filiz  okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle.

“31 Mart 2024 tarihinde yapılan yerel seçimlerde halk sadece Belediye Başkanları/Eş Başkanları seçmemiş aynı zamanda kayyum atanan yerlerde yüksek oy oranlarıyla kayyum politikalarını kabul etmediğini de göstermiştir.

Buna rağmen AKP+MHP iktidar bloğu bir kez daha kayyum politikalarını devreye sokarak Hakkâri’de halkın iradesini gasp etmiştir.

Biliyoruz ki, bu girişim ülkede demokrasiden, barıştan, emekten yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır.
Binlerce insanın oylarını alarak % 48.92 ile seçilen DEM Partili Hakkâri Belediye Eş Başkanının, atanmış bir İçişleri Bakanı tarafından görevden alınarak yerlerine, “partili cumhurbaşkanlığı sisteminin partili valilerini” kayyum atamak kırıntıları kalan demokrasiyi tümden rafa kaldırmaktır.

İçişleri Bakanı’nın açıklaması selefi olduğu İçişleri Bakanının “Mahkeme kararını bekleyemezdik” söyleminin tekrarı ve asgari demokrasi ilkelerinin ayaklar altına alındığının itirafıdır. Açıklama ortada hukuki bir sürecin değil siyasi bir darbenin olduğunu göstermektedir.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı birkaç gün önce “en çok darbeye maruz kalan bir iktidarız” derken sürçü lisan etmiş olsa gerek! Çünkü demokrasiye ve temel hukuk ilkelerine en çok darbe gerçekleştiren, üçüncü kayyum dönemi ile halk iradesini en çok gasp eden iktidar ve parti olarak kendileri tarihe geçmiştir. Kabul edilmelidir ki, Cumhurbaşkanı ve partisinin kararlarının, halkın iradesinden üstün görülmesi sivil darbe zihniyetinin devamıdır.

Seçilenlerin yerine kayyum atamanın olağan hale getirildiği bir rejim inşa edilmek ve bu durum normalleştirilmek istenmektedir.

Geçtiğimiz iki dönemde kayyum atanan yerel yönetimlerde ortaya çıkan zararın, yolsuzlukların, şatafatın, geriye bırakılan çarşaf çarşaf borçların, boşaltılan kasaların, jakuzili odaların kayyum zihniyetinin sonucu olduğunu biliyoruz. Çünkü en temel hukuk normları ayaklar altına alınarak belediyelere atanan kayyumlar kendilerini herhangi bir ilkeye, denetime, hukuki ve ahlaki kurala tabi görmemektedirler. Haliyle kayyum atayarak geçmiş dönemdeki yolsuzluklar mı kapatılmak isteniyor sorusu akıllara gelmektedir.
Baskıcı, dayatmacı, otoriter, halk ve emek karşıtı bu “kayyumcu anlayışı” sadece belediyelerde değil, mücadele ettiğimiz her alanda karşımıza çıktığı için çok iyi tanıyoruz.

Kayyum atanan belediyelerde yerel yönetim emekçileri çeşitli baskılara maruz kalmış, muhalif siyasi kimlikteki çok sayıda emekçi görevden alınmış, işten çıkarılmış ya da görev yerleri değiştirilmiş, mobbinge maruz kalmış, çok ciddi sendikal ayrımcılığa uğramışlardır. 31 Mart seçimleri sonrasında yeni seçilen yerel yönetimlerin açıklamalarından da anlaşılmaktadır ki, kayyum atanan belediyeler partili çalışanlarla doldurulmuş, parti yöneticilerine çalışmadıkları halde ödemeler yapılmış, yandaşlara ihale kıyakları sıradan hal almıştır.

Kayyumların yönettiği belediyelerde angarya ve keyfi çalıştırmalar olağanlaştırılmış, sendikal hak ve özgürlükler kriminal hale getirilmek istenmiştir.

Bazı kayyumlar ise anayasayı hiçe sayarak imzalanan toplu sözleşmeleri dahi yok sayarak iptal etmişlerdir.
İktidarın kayyum politikasında ısrar etmesi halkın iradesinin gasp edilmesinin yanı sıra emekçilerin hak ve özgürlüklerinin de kısıtlanması, çalışma hakkının kayyumun insafına terk edilmesi anlamına gelmektedir.
Dolayısıyla halkın seçim iradesini gasp eden anlayış ile özel sektör öğretmenlerini açlık sınırı altında çalışmaya zorlayan, emeklileri açlık ve sefalete mahkûm eden, tasarruf adı altında yeni bir kemer sıkma paketi ile halklarımızdan, emekçilerden sermayeye kaynak aktaran aynı iktidardır.

Birçok gelişmeden de anlıyoruz ki, halktan veto yiyen, oyları her gün biraz daha eriyen iktidar baskıları, toplumsal gerginliği ve anti demokratik uygulamaları artırarak karşıtlık üzerinden toparlanmayı amaçlamaktadır. Niyeti bu olsa da sonuçları herkes açısından ağır tahribatlar yaratma potansiyeli taşımaktadır.

İktidar geçmiş iki dönemde olduğu gibi bir kez daha siyasallaşmış yarg ı eliyle hukuki olmayan gerekçeler öne sürerek seçimleri anlamsızlaştırıp araçsallaştırarak anayasal suç işlemektedir. Aday olmasında, seçilmesinde, mazbata almasında herhangi hukuki engel olmadığı YSK tarafından da onaylanan kişinin seçimleri büyük bir farkla kazanmasından iki ay sonra hakkında dosya üzerine dosya olduğunun açıklanması inandırıcı olmadığı gibi siyasi darbeye kılıf uydurma çabasından başka bir anlam taşımamaktadır.

Hiç kimsenin ülkemizdeki asgari demokrasi işleyişini yok etmeye, halkın demokratik iradesine ipotek koymaya, yurttaşların demokrasiye ve seçimlere olan inancına darbe vurmaya hakkı yoktur.
Evrensel hukuk normlarına, AHİM içtihatlarına aykırı olan bu uygulamaların halkın büyük çoğunluğunun, hatta kendi kitlesinin vicdanında bile en son 31 Mart’ta açığa çıktığı üzere mahkûm edildiği açıktır.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak, Hakkâri halkının iradesini, hak ve özgürlüklerini savunmaya ve dayanışma içinde olmaya, bu antidemokratik zihniyete karşı, kutuplaştırma ve düşmanlaştırma çabalarını aşarak, demokratik bir ülkeyi inşa etme mücadelemizi demokrasiden yana olan tüm kesimlerle yan yana gelerek sürdürmeye devam edeceğiz.

Bir kez daha çağrıda bulunuyoruz; halk iradesine vurulan bu darbeden derhal vazgeçilmelidir. Hukuk dışı yollarla, baskı ve zor yöntemleriyle halkın iradesinin gasp edilmesine son verilmelidir. Seçilmiş Hakkâri Belediye Eş Başkanı serbest bırakılarak derhal görevine iade edilmelidir.”

İzmir Yaşam Savunucuları: Barınak=Ölüm kampı “Toplayamazsın, hapsedemezsin öldüremezsin”

 

İzmir Yaşam  Hakları Savunucuları ve örgütleri AKP’nin sokak köpeklerini barınaklara toplamayı ve 30 gün içerisinde sahiplenilmeyen köpekleri “uyutma”yı içeren yasa tasarısına karşı yürüyüş ve miting düzenledi.

Tüm canlıların yaşam haklarını savunanlar Cumhuriyet Meydanı’nda toplanarak  Gündoğdu Meydanı’na doğru yürüdü.  İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Türk Tabipler Birliği, TMMOB İl Koordinasyon  Kurulu, Şehir Plancıları Odası, Mülkiyeliler Birliği İzmir Şubesi, Ege kent Konseyleri Birliği ve İmece-Der, DEM Parti Ekoloji Komisyonu, Ege Fikir Ortaklığı Derneği, Praksis Müzik Grubu, hayvan hakları  grupları, dernekleri  ve  binlerce  kişinin katıldığı yürüyüşte  yaşam hakları savunucuları,  “Katliam yasası çıkarılamaz” ” Sokaktayım yanındayım”,  “Katliama karşıyım”, “Kısırlaştır aşılat yerinde yaşat”, “Medya  etik ol tetikçi olma”,  “Kan kokuyor kan kokuyor barınaklarınız kan kokuyor”,  “Toplayamazsın hapsedemezsin öldüremezsin” , ” Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz”, “Hayvan cinayetleri politiktir.” “Faşizme karşı omuz omuza”,  “Susma sustukça sıra sana gelecek” sloganlarıyla tepkilerini dile getirdi.

Hayvan hakları savunucusu örgütlerin ortak basın açıklamasını   Pınar Alp Asil  kafes içerisinde okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

Ftg:   Berkcan Zengin

“Basına ve kamuoyuna:

Bugün; Cumhurbaşkanlığı, AKP, iktidarın küçük ortakları olan gerici siyasi partiler ve Tarım Bakanlığı tarafından öne sürülen “tecrit ve katliam odaklı” yasa tasarısına karşı, sokakta yaşayan köpekleri, yani mahalle sakinlerimizi savunmak için buradayız, tek bedeniz.

Ötenazi, uyutma, doğal yaşam alanı, Avrupa modeli” gibi yumuşatılmış ifadeler ile sokakta yaşayan köpeklerin ömür boyu hapsedilmesine ve öldürülmesine yönelik “etik dışı ve kanun dışı” uygulamaları protesto etmek, hayvanların yalnız olmadığını haykırmak için buradayız.

Yüzyıllardır köpeklerle paylaştığımız bu sokaklarda, dostlarımızın yanındayız!

Ftg: Berkcan Zengin

Şu anda eşzamanlı olarak İstanbul’la birlikte Gaziantep, Eskişehir, Ereğli, Fethiye, Adana, Yalova, Uşak, Muğla, Mersin, Sivas, Muğla, Denizli, Ayvalık, Datça, Van, Aydın ve Antalya’da hayvan hakları savunucuları, tasarının geri çekilmesi için eylemleriyle toplumsal direnişin sesini ülke çapında yükseltiyor.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Ömer Çelik’in gazetecilerle paylaştığı bilgiye göre; bahsi geçen düzenleme önümüzdeki birkaç hafta içinde, komisyon toplantıları sonrası oylanmak ve yasalaşmak üzere meclise sunulacak!

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde ‘Hiç kimse bizim merhametimizi sorgulamasın, ders vermeye kalkmasın. Sokakta yaşayan köpekleri barınaklarda toplayacağız, hayvan severlerin hepsini sahiplenmesi halinde ‘sonraki adıma (öldürmeye) gerek kalmayacak’ dedi. Biz merhamet değil adalet istiyoruz. Tüm köpeklerin hapsedilmesi, sahiplenilmeyen köpeklerin öldürülmesi, bir hukuk devletinde asla meşru bir uygulama olarak gösterilemez. Bu merhamet anlayışına da, adalet anlayışına da sığmaz. Türkiye’de yıllardır sokakta yaşayan hayvanları yaşatmak için elini taşın altına asla koymayan devletin ve yerel yönetimlerin yapmadıklarını zaten hayvan severler ve hayvan hakkı savunucuları kısıtlı imkanlarıyla yapmaya çalışıyor. Biz elimizi taşın altına yıllardır koyuyoruz. Şimdi de barınaklara hapsedecekleri köpekleri zaten evleri ağzına kadar dolu olan hayvan severlerin kurtarmasını bekliyorlar. Bizler hayvanları kısırlaştırabilmek için uğraşıyoruz, aç kalmamaları için uğraşıyoruz. Devlet ne yapıyor, belediyelerin bütçelerini hayvanlara ayırmamasını adeta teşvik edercesine belediyeleri denetlemiyor. Köpeklerin sayısının bu kadar fazla olmasının nedeni bizler değiliz; 20 yıldır kısırlaştırma yapmayan, bakımevi kurmayan, denetlenmeyen belediyelerdir. Bu iktidarın hayvan düşmanı politikalarının bir sonucudur.

Ftg: Berkcan Zengin

Artık yeter” demek için yine sokaklardayız. Çünkü;

Hayvanlarla birlikte içine çekildiğimiz nefret örgütlenmesi yeni değil. 2000’li yılların ortalarından bu yana sokakta yaşayan hayvanları toplamak, hapsetmek ve öldürmek için hep aynı tehditle karşı karşıya bırakılıyoruz. Yıllardır ismini hak etmeyen 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun “kısırlaştır, aşılat, yerinde yaşat” ilkesini temel alan 6. Maddesini delmek isteyen Tarım ve Orman Bakanlığı’yla ve iktidar partisiyle -tabiri caizse- “daimi bir mücadele içindeyiz”. Hayvanları ve haklarını korumakla yükümlü olanlar, bizzat onları yok etmeye ve suç işlemeye devam ediyor! Halkın oylarıyla seçilmiş vekiller, bizzat bizi kutuplaştırmaya ve halkın hassas dengelerini bozmaya devam ediyor!

Toplumsal huzura ve barışa zarar veren bu suni gündemleri ise; taraflı medya kuruluşlarını, yandaş gazetecileri ve parayla tutulmuş trol çetelerini devreye sokarak yapıyorlar. Bireysel silahlanmayı hedefleyen, provokasyon ve dezenformasyonla köpekleri ve yaşam savunucularını canavarlaştıran ama bir türlü kapatılmayan sözde dernekler de, adeta sözcülük yapıyor.

Ftg: Berkcan Zengin

Yetkililer, Türkiye’de ekonomik, sosyal ve kültürel başka hiçbir “hayati”, hatta “ölümcül” sorun yokmuş gibi, kendi sorumsuzluklarını, suçlarını, ihlal ve ihmallerini örtmek için hayvanları ve hayvan hakkı savunucularını hedefe koyuyorlar.

Ftg: Berkcan Zengin

Artık yeter!

*20 yıldır kanunda yer alan yükümlülüklerini yerine getirmeyen, yani hayvanları kısırlaştırmayan, besleme, bakım ve rehabilitasyonlarını yapmayan, onları başka ilçelere, ormanlara, çöplüklere atan ve popülasyonun artmasına sebep olan belediyelerin suçunu köpeklere atamazsınız.

*Hissiz birer eşyaymış gibi, hayvanların kataloglardan, internetten, merdivenaltından yasal ve yasadışı üretimine, satışına ve ticaretine izin verip hayvan terk etme fiillerine caydırıcı cezalar getirmeyen yasa yapıcıların sorumluluğunu köpeklere yıkamazsınız.

*Barınaktan hayvan sahiplendirme bilincini aşılamayan, hayvanlarla beraber yaşamanın yükümlülükleri konusunda sistemli bir şekilde farkındalık ve eğitim çalışmaları yapmayan yerel ve merkezi yönetimlerin yükünü köpeklere atamazsınız.

*Halihazırda yasalara aykırı şekilde işleyen dev “toplama merkezlerinin” ihalelerine ve inşaatlarına halkın vergileriyle binlerce dolar harcayan ve bu tesisleri “ölüm kampları” şeklinde kullanan belediye başkanlarının rant hırslarını köpeklerden çıkaramazsınız.

*Geçici bakımevlerinde ve toplamalar sırasında hayvanlara yönelik şiddet ve işkence fiillerinde bulunan belediye çalışanlarının, veteriner hekimlerin ve emri veren belediye başkanlarının “soruşturma engeline takılmadan yargılanmasına” engel olan iktidarın ve siyasi partilerin ellerindeki kanı köpeklere bulayamazsınız.

*Hayvana zulmedenlere “yatarı olmayan, ertelenebilen, iyi hal indirimi uygulanan ve para cezasına çevrilebilen” caydırıcılıktan uzak göstermelik hapis cezalarını, “devrim gibi yasal düzenleme” güzellemesiyle sunan vekilleri, katilleri aramıza salan cezasızlık sistemini köpeklere karşı kullanamazsınız.

Belediyelere bakımevi açma zorunluluğu getirilecek” deniyor. Sanki yeni bir şeymiş gibi halka yutturulmaya çalışılıyor. Bu tasarı medyada, sanki hayvanları koruma kanunu’ nun ilgili maddesi 2004’ten beri, hatta kanunun güncellendiği 2021’den beri yokmuş gibi aldatıcı bir söylemle yer alıyor. 2021 yılındaki yasa değişikliğiyle nüfusu 75 binin üzerinde olan belediyelere bakımevi kurma zorunluluğu getirildi. Türkiye’de 1389 belediyenin sadece 254’ünün hayvan bakım evi var. Birçok Belediye’de Veteriner İşleri Müdürlükleri dahi yok. Var olanların da çoğu görevini yapmıyor, kısırlaştırma ve rehabilitasyon hizmeti vermedikleri yetmezmiş gibi, köpekleri dağ başlarına, ormanlara, çöplüklere atarak köpek nüfusunun artmasına, açlıktan travmatize olmalarına ve gruplaşmalarına neden oluyorlar.

Yasanın 20 yıldır uygulanmadığı gerçeği gizlenerek, köpekler canavarlaştırılarak, toplumun kutuplaştırılması kabul edilemez. Bizler “elit kesim” değiliz, halkız, köpekleri mahallelerimizde yaşatmaya çalışa insanlarız. Herkes için adil, yaşanabilir bir dünya isteyenleriz, yüzyıllardır olduğu gibi bugün de sokak hayvanlarıyla birlikte yaşamak isteyenleriz, Barınaklarda yıllardır açlıktan, pislikten, bakımsızlıktan yaşamını kaybeden binlerce köpeğin hesabını soranlarız. Bizler, yasa uygulansın, etkili kısırlaştırma yapılsın, sokaklar herkes için güvenli hale gelsin isteyenleriz.

Bu bir güvenlik sorunu değil, yaşam hakkı meselesidir. Devlet kimseyi öldürmeden ve hapsetmeden, sokakları güvenli hale getirmek sorundadır.

 

Yapmanız gerekenlerin hiçbirini yapmayıp hayvanları hedef gösteremezsiniz! Yok etmeye çalıştığınız milyonların hak ve adalet anlayışı, beraber yaşamayı nesilden nesile aktarmaya devam eden kültürel kodlarımız buna izin vermeyecek.

Sokaktaki dostlarımızı öldürmeyi hedefleyen tecrit ve katliam tasarısı meclisten geri çekilene kadar sokaklarda olacağız. Etik, bilimsel ve yaşam hakkından taraf olan tek çözüm kısırlaştırmak, aşılamak, yerinde yaşatmak, üretim ve satışı yasaklamaktır. Sokakta yaşayan her canlıyı tek tek savunacağımızı ve dostlarımızı bu sistemin kanlı ellerine bırakmayacağımızı buradan bildiriyoruz. Sokakta yaşayan hayvanları uyutma adı altında katledecek ve barınak adı altındaki ölüm kamplarına hapsedecek bu yasa tasarısını aklınızdan bile geçirmeyin!

Toplayamazsın, hapsedemezsin, öldüremezsin!”

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: GEZİ DİRENİŞİ bu ülkenin dünü değil geleceğidir.

 

 

Gezi Direnişi’ nin 11. yılında İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde  açıklama yaptı.  İzmir Barosu Başkanı  Sefa Yılmaz,  İzmir Tabip Odası Yönetiminden Seha Yüksel, Lütfi Çamlı,  Disk’i  Temsilen  Lastik-İş  izmir Şubesi yöneticilerinden, Zettin Yumli’ nin  yanı sıra Karabağlar Belediye Başkanı Helil Kınay,  DEM  Parti  İzmir Milletvekili İbrahim Akın , CHP İzmir eski Milletvekili Musa Çam da katıldı.  Açıklamayı  KESK Dönem Sözcüsü Nihat Filiz okudu. Açıklama sonrası Gençlik Örgütleri adına açıklama yapıldı . Metni Yusuf Metin okudu.  Gezi direnişinin değerleriniN ve  mücadelesinin  önemine değindi. Tüm gençliği özgürlük mücadelesine çağırdı.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’nin açıklaması, tam metni:

“Değerli basın emekçileri;

11 yıl önce bugün ülkemiz tarihinin en demokratik, en katılımcı, en barışçı, en feminist, en adaletli, en ekolojist, en genç, en renkli ve en mücadeleci halk hareketi, dünyadaki ve ülkemizdeki adaletsizliklere karşı GEZİ parkında buluştu. Buluşmakla kalmadı, ülkemizin siyasal, toplumsal ve kültürel tarihinde silinemeyecek kadar derin ve gökkuşağı gibi renkli bir iz bıraktı. Meydanları dolduran milyonların direnişi tüm renkleriyle dirençliliği, kararlılığı, çok sesli bir ezgiyi, yeryüzü sofrasında sıcak bir paylaşımı, kardeşleşmeyi, umudu simgeledi.

Tüm bu gerçekliğin karşısında GEZİ direnişini darbeyle, terörle ilişkilendirmek akılla, mantıkla, hukukla ve vicdanla izah edilemez. Bilinmelidir ki, GEZİ davası ve benzeri tüm siyasi davalarda “adalet” mekanizmasını iktidarın siyasi emellerinin aracı haline getirmiş olmak ülkemize yapılan en büyük kötülüklerden biridir.

Çünkü GEZİ’deki toplumsal refleksi sindirmeye çalışmak;

Kadın cinayetlerinden, doğa katliamlarına, 1 Mayıs Taksim meydan yasağından, eğitim ve sağlıktaki piyasalaştırma ve yozlaştırma uygulamalarına kadar süren onlarca sorun karşısında tepkisizliği amaçlar.

Çünkü GEZİ’deki toplumsal refleksi sindirmeye çalışmak;

İliç’te milyonlarca ton toprağın altında nefessiz kalan işçilerin haklarına ve hatırasına kayıtsız kalmayı;

Tam on bir kenti yıkan depremlerin öncesi ve sonrasında yaşanan zafiyetlere, eksikliklere, aksaklıklara göz yummayı ve hepsinden önemlisi binlerce insan enkaz altında iken iktidarı korumak için yaşanan insanlık suçlarına ses çıkarmamayı amaçlar.

Çünkü GEZİ’deki toplumsal refleksi sindirmeye çalışmak;

Tahammül edilemez boyutlara varan hayat pahalılığının ve yüksek enflasyon karşısında bütün emekçilerin ve emeklilerin ücretlerini baskılayarak yoksullaştırmayı hedefleyen “sıkılaştırma” politikalarına sessiz kalınmasını amaçlar.
GEZİ davasında haklarından somut tek bir delil bile olmadan 7 yıldır tutsak edilen Osman Kavala için verlen ağırlaştırılmış müebbet cezası, 2 yıldır hukuksuzca hapsedilen Can Atalay, Tayfun Kahraman, Çiğdem Mater ve Mine Özerden için verilen 18’er yıllık hapis cezaları onanmış durumda.

Daha önce hakkında iki kez beraat kararı verilen Gezi davasındaki sözde delilleri yeniden kıymetlendiren; intikamcı, hukuk ve akıl dışı bir yargılama ile arkadaşlarımızın özgürlüklerini gasp edenlere, GEZİ’yi kriminalize etme çabaları karşısında sessiz kalanlara eğip bükmeden şunu söylemek istiyoruz: “Ağırlaştırılmış müebbet” cezasının ne anlama geldiğini, 7 yılı aşan tutukluluğun mahiyetini ve tüm bunların tek bir manalı delil içermeyen keyfi mahkeme kararlarına dayandığını bildikleri halde suskun kalanların bu hukuksal kumpası kuranlardan bir farkı kalmamaktadır.

Arkadaşlarımıza yaşatılan bu uzun tutukluluğun siyasi, hukuki ve insani sorumluluğundan hiç kimse kendini vareste tutamaz. Sadece sizlerin değil, çocuklarınızın da geleceğini bağlayacak bu utanç dolu siyaseti yürütmekten veya buna karşı büründüğünüz sessizlikten vazgeçin!

Bu utançtan kurtulmanın yolu topluma yaşatılan hukuksuzluk, haksızlık ve mağduriyetler karşısında ses çıkarmak, itiraz etmek, suskunluğu bozmaktır. Bu durum herkes için geçerlidir. Televizyon ve gazetelerde her gün etik, hukuk, hakkaniyet dersi veren gazeteci ve televizyonculara, demokrasinin bir bileşeni olduklarını iddia eden tüm sendikalara, meslek örgütlerine, derneklere, vakıflara, ülke yönetme iddiasındaki tüm siyasi partilere, sosyalist, muhafazakar, sosyal demokrat veya liberal bütün kişi, kurum ve kuruluşlara seslenmek istiyoruz.

GEZİ davasında yaşatılan bu haksızlığın son bulması için ses verin! Sessiz kalmak, görmezden gelmek bu haksızlığa, adaletsizliğe ortak olmaktır!

Talebimiz kısa, net ve somuttur: GEZİ adına hapiste tuttuğunuz herkesi derhal serbest bırakın!

Serbest bırakmak zorundasınız çünkü bu dava öncesinde verilen beraat kararlarında da açıkça ifade edildiği gibi ortada gerçek anlamda bir “suç” ya da “suçlu” yoktur.

Sermayeden ve iktidardan yana olan dünya düzeninde mücadele etmenin haklı ve meşru olduğunu yıllardır söylüyoruz. Büyük şairin tabiriyle ölümün adil olması için hayatın da adil olması gerekir. Adalet duygusunun yok edildiği bir ülkenin geleceği olur mu? Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmadığı, hatta verdiği kararlar iktidarın işine gelmediği için kapatılmasının en yetkili kanallardan dillendirildiği bir ülkede demokrasiden söz edilebilir mi?

11 yıldır söylediklerimizi bugün de hatırlatıyoruz: GEZİ Direnişi’nin gerçekten görülmesi gereken bir davası, unutturmayacağı değerleri ve kayıpları var. GEZİ Direnişi’nin Berkin’in, Hasan Ferit’in, Ali İsmail’in, Ahmet’in, Mehmet’in, Abdo Can’ın, Medeni’nin, Ethem’in katillerinden ve azmettiricilerinden sorulacak bir hesabı var.

GEZİ Direnişi bu ülkenin dünü değil geleceğidir. Eşitlik, özgürlük, adalet ve demokrasi için sönmeyecek bir umut olmaya devam edecek.”

 

Nurhak’ta yitirdiklerimiz anıldı.. Emperyalizme, faşizme ve siyonizme karşı mücadele çağrısı yapıldı..

31 Mayıs 1971’de Nurhak’ta katledilen devrimci hareketin önderlerinden Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan, Buca’da A. Özdoğan’ın mezarı başında anıldı.  Eski Buca Mezarlığı’ndaki anmaya Ailesi adına Caner Canlı,  Ege 78’liler Derneği, İmece Dostluk Dayanışma Derneği, Dostluk kültür Derneği, Emek Partisi İzmir İl Örgütü,  SYKP Parti Meclisi  üyesi Cavit Uğur,   ESP il Temsilcisi,  DEM  Parti Buca ilçe örgütü Temsilcisi, TİP Buca İlçe Örgütü Temsilcisi, Sol Parti Urla İlçe Örgütü Temsilcisi, Buca CHP İlçe Başkanı ve dönemin  ODTÜ Sosyalist Fikir Kulübü kurucularından  86 yaşındaki Bekir Kamuran Harputlu katıldı.  Anmada sık sık “Faşizme karşı omuz omuza”, “Faşizme ölüm halka hürriyet” , “katil İsrail Filistin’den defol”, “Yaşasın devrim ve sosyalizm” sloganları atıldı.

Anma etkinliğinin  kolaylaştırıcı ve yönlendiriciliği  İmece-Der Başkanı  Günseli Kaya  yaptı. Günseli Kaya “çoban ateşleri yakılır, fabrikalarda, atölyelerde, dere başlarında direnişlerde,  Akbelen’de  ağaca sarılan bedenlerde, kömür madenlerinde her yerde… Çoban ateşleri yanacak, ülkenin çoğalacak dört bir köşesinde,. Çünkü yolumuzu aydınlatan güneşimiz, karanlıkta yön veren ışıklarımız var bizim..” diyerek katılımcıları Alpaslan Özdoğan’ın şahsında devrim ve sosyalizm mücadelesinde yaşamını yitirip ölümsüzleşenler için 1 dakikalık saygı duruşuna çağırdı..

 

 

Anmada  Alparslan Özdoğan’ın ailesi adına Caner Canlı,  Ege 78’liler Derneği, İmece Dostluk Dayanışma Derneği, Emek Partisi İzmir İl Örgütü,  Dostluk Kültür Derneği, İzmir 68’liler Platformu ‘nun ortak açıklamasını  Ege 78’liler Derneği’nden Temur Taşdemir okudu.  Ortak açıklama yapıldıktan sonra, kurumlar adına söz isteyenler  konuştu.  Emek Partisi İzmir İl örgütü adına  Emre Gökmen,  “Bizlere onlardan kalan en büyük şey kararlılıkları, iradeleri ve davalarına bağlılıkları oldu” dedi. Alpaslanların Denizlerin idam kararını engellemek üzere NATO üssünü basmak için çıktıkları yolda katledildiğini hatırlatan Gökmen, “Onları katlederek mücadeleyi sonlandıracaklarını sananlara cevabı mücadele ettiğimiz her alanda göstermeye devam ediyoruz” dedi .  Alpaslan Özdoğan’ın  mücadele arkadaşları  A. Tuncer Sümer ve Cengiz Baltacı’ nın ortak mesajını Günseli Kaya okudu. Alparslan Özdoğan’ın yakın arkadaşı  Oktay Kaynak katılımcıları selamladı ve 68’liler için yazdığı şiiri okudu.  SYKP Parti meclisi üyesi, Cavit Uğur Deniz Gezmiş’in idam sehpasındaki son sözlerindeki  “Yaşasın Türk ve Kürt halklarının bağımsızlık mücadelesi”  ni hatırlatarak, günümüzde  Türk ve Kürt halklarının ortak mücadelesinin önemine değindi.  Nurhak’ta yitirdiklerimizi anma etkinliği sonrası  faşistler tarafından  1 Nisan 1977 de öldürülen  Lastik-İş sendikası üyesi işçi Avni Ece mezarı başında anıldı. Ardından 1993-95 Dönemi TÜMTİS İzmir Şube Başkanı Şahap Tunar’ın mezarı  ziyaret edildi ve karanfil bırakıldı.

 

Temur Taşdemir’in okuduğu ortak metnin tamamı şöyle:

“NURHAK SANA GÜNEŞ DOĞMAZ ,

Bundan 53yıl önceydi. Nurhak dağlarında üç devrimci katledildi: Sinan Cemgil, Kadir Manga, Alpaslan Özdoğan.

Üniversite gençliğinin mücadelesinin yanı sıra işçilerin, yoksul köylülerin yaşam koşulları içinde mayalanan devrimci isyanın isimlerinden üç simgedir onlar! Ülkede işçilerden, emekçilerden yana hak ve özgürlük isteyen, sınıfsız, sömürüsüz bir toplumsal düzen, sosyalist bir sistem kurma idealini kuşanmış, faşizme karşı mücadelede sakınımsız üç devrim neferi..

Döneminde, başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere kapitalist emperyalizmin dünya ölçeğindeki ulusları, halkları kendi pazarları haline getirmek için bölgesel ya da dünya ölçeğinde savaş çıkarmaktan sakınmayan, yer altı ve yer üstü kaynaklarını acımasızca sömüren, doğayı talan eden emperyal güçlere karşı mücadelenin önünde üç isim..

Unutturmak isteyenlere inat yine hatırlayalım: 12 Mart 1971 günü Genelkurmay Başkanı tarafından verilen muhtıra sonrasında ordu yönetime el koymuş, darbe yapılmış ve dönemin hükümeti istifa etmiş, altı ilde sıkıyönetim ilan edilmiş, DİSK ve TİP kapatılmıştı; faşizmin devrimciler üzerindeki baskısı, işçi ve emekçiler üzerindeki sömürü ve örgütsüzleştirme şiddeti yükselmekteydi.

31 Mayıs 1971 günü cezaevinde idam talebiyle yargılanmakta olan Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının serbest bırakılmasını sağlamak için, THKO militanı 7 kişilik bir grup ABD Radar Üssü’nü basmaya karar verirler. Adıyaman’ın Gölbaşı ilçesine bağlı İnekli Köyü civarında mola verdikleri bir sırada jandarma birlikleri tarafından kuşatılırlar ve teslim olmayıp birliklerle çatışmaya girdiler. Gruptan Sinan Cemgil, Kadir Manga ve Alpaslan Özdoğan çatışma sırasında katledilir, Mustafa Yalçıner ağır yaralanır, Hacı Tonak ise kaçamayarak yakalanır.

31 Mayıs 1971 Türkiye devrimci hareketinin bir dönüm noktası; sonraki yıllarda yaşayacakların devralacağı devrimci miras olur Nurhak. Nurhak’ta yaşananlar, sonraki yıllarda Kızıldere’de, darağaçlarında, ev baskınlarında-infazlarda faşizme karşı direnişin bayrağı olur.

Sinan, Kadir, Alpaslan.. Yirmili yaşlardaydılar; üçünün de ortak özelliği çok okumaları, araştırıcı ve sorgulayıcı olmalarıydı. Ne reformizm, ne de revizyonizmin kabına sığmayacak kadar atak ve ihtilalcidirler.

Devrimci düşüncelerini il, il, köy, köy, dolaşarak; bitmek bilmeyen bir sabır, yoğun bir heyecan ve devrime bağlılıkla anlatan üç devrimci.. 68 Kuşağı devrimcilerinin emperyalizmle uzlaşmayan, faşizme boyun eğmeyen öncülerinden. Halkların özgürlük ve kurtuluş mücadelesinde özverinin, devrimci kardeşliğin, dayanışmanın simgelerindendir onlar..

Yalnızca üniversite öğrencilerinin kitlesel mücadelelerinde, rektörlük işgallerinde değil, ODTÜ’de Commer’in arabasını yakarken, Kars’ın Susuz ilçesi köylülerinin kredi adaletsizliğini, toprak talebini dillendirirken, onlarla direnişi örerek birlikte yürürken; Ağrı’da işsizlik mitinginde; Muş’un Korkut ilçesinde ilkokul yapımında; Akhisar’da tütün mitinglerinde; Ankara’da TÖS eylemliliklerinde, ABD destekli İsrail’in işgaline karşı Filistin’de elde silahları savaşırken buluruz 68’li devrimcileri..

196o’lı yılların ikinci yarısında büyüyen ve yaygınlaşan işçi direnişlerinin baş destekçisidirler. (Ereğli Kömür işletmeleri Kozlu ve Dilaver , Asma Ocaklarındaki işçi direnişlerinde; 1969 yılında İst. Derby Lastik Fabrikası ve Singer fabrikası işçilerinin fabrika işgallerinde, 1970 Nisanında Sungurlar Kazan fabrikası işçilerinin işgal ve direnişinde; 15-16 haziran büyük işçi direnişinde; 13 Ekim 1970’de Gıslaved Lastik Fabrikası işçilerinin direnişinde) 1969 yılı 16 Şubatında(Kanlı Pazar) İstanbul’a gelen 6.Filoya karşı gösteri yapan işçi ve devrimcilere yönelik saldırılara karşı direnişte tanıdık onları..

THKO lu yedi kişilik grubu Malatya-Gölbaşı’nın İnekli köyü yakınlarında bir çoban görür onları. Militanlar aralarında kısa bir değerlendirme yapar sonra çobanı serbest bırakırlar; ancak yakındaki köy, çalışma yaptıkları ve devrimcilere yakın bir köy değildir ve serbest kalan çoban gördüklerini muhtara bildirir ve muhtar da jandarmaya ve bu katliamın habercisi olur. Kısa sürede etrafları sarılır, teslim olmazlar, kendilerini savunurlar ve Sinan, Kadir, Alpaslan katledilirler.

Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir 29 Mayısta kuşatıldıkları evde, siper yoldaşlarının katli haberini alınca devrimci öfkelerini kuşanmışken dillerindeki bağımsızlık ve özgürlük türküleri kurşun olur; Nurhak katliamından sonra 1 Haziran’da Hüseyin Cevahir de katledilecek, Mahir Çayan ağır yararlı olarak ele geçecektir. Bugün burada, Sinan, Alpaslan ve Kadir’in kimliğinde faşist saldırılara karşı direnen tüm devrimcileri, bağımsızlık, özgürlük, devrim ve sosyalizm uğruna ölüme gülümseyerek gidenleri, ölümsüzleşenleri saygıyla anıyoruz. Onları, devrimci duruşlarını, dayanışma ruhlarını, siper yoldaşlıklarını unutmayacak, unutturmayacağız. ”

Alparslan Özdoğan’ın yakın arkadaşları A. Tuncer  Sümer ve Cengiz Baltacı’nın açıklamasının tam metni şöyle:

“Sevgili Arkadaşlar;

Bugün 31 Mayıs. Aradan tam 53 yıl geçmiş. ‘Sarı Gerilla Alpaslan’ hala bugün de yüreğimizde yaşıyorlarsa artık ölümsüzleşmiş demektir…

Bugün 31 Mayıs. Aynı gün ve aynı saatlerde diğer yoldaşlarımız Sinan Cemgil ve Kadir Manga da ölümsüzleşmişlerdi. Her üçünü ve diğer tüm kaybettiğimiz DEVRİM şehitlerini de saygı ve özlemle anıyorum.

Alpaslan ile Filistin’de 4 ay eğitim gördük. Sonra Filistin Halkının İsrail faşizmine karşı saldırılarında ve sonrasında birlikte baskınlara katıldık. Alpaslan içimizde en çok baskına katılan bir kardeşimizdi ve toplam sekiz baskına katılmıştı. O zamanki Filistinli gerillalar bile Alpaslan’ın ne kadar yiğitçe savaştığını gelir bize anlatırlar ve yiğitçe ve cesurca davrandırdığı söylerlerdi.

İçimizde en cengâver olandı… Alpaslan Anlatmakla bitmez…

Sarışın, uzun boyu ve gülen yüzü ile hala gözümün önünde… Az konuşan ve her zaman gülümseyen bir yaklaşımla bize bakan bir dost ve kardeş olarak hatırlıyorum onu. Yasadığım süre de öyle kalacak hafızamda…

Daha sonra İstanbul’da banka soygunlarına katıldı. Bu eyleminde genellikle arabayı da kendisi kullanıyordu. Yoldaşları bankayı soyarken kendisi de arabanın başında ve kapıları açık bekliyordu. Soygundan sonra arkadaşlarını arabaya aldığı gibi hızla oradan uzaklaştığını biliyorum. Alpaslan’ın katıldığı banka soygunlarından eyleme katılan hiçbir arkadaşımız yakalanmadı.

Onda geçekten mangal gibi bir yürek vardı… Bunun altını çizerek söylüyoruz.

Bu banka eylemelerinden sonra bizim yanımıza, yani dağa geldi.

Nurhak’ta yanımıza geldiği zaman da onu gülümseyerek ve sevecenlikle karşılamıştık. Yine o da bizi aynı şekilde gülümseyerek karşılamış ve birbirimizi kucaklamıştık…

Bizim dağdaki ayakkabılarımız çoğunlukla ayaklarımıza uygun değildi. Alpaslan’ın da boyuna göre giydiği ayakkabısı küçük geliyordu. Ama hiçbir zaman şikâyet etmedi. Mola verdiğimizde o zamanlar hep ayaklarına masaj yaparken görürdük onu. Bizimle birlikte olduğu sürece büyük ayaklarına sığmayan küçük ayakkabılarından şikâyet ettiğini de duyan olmadı…

Devrimci fedakarlık, kahramanlık, her koşulda zorlukları yenme, devrime olan sonsuz inancı temsil ediyorlardı.

Filistin’de İsrail siyonizmine ve onun baş destekçisi ABD emperyalizmine karşı mücadele eden mermi sıkan bir kuşaktan geliyoruz. Bugün İsrail siyonizmi Filistin’de 40 bine yakın insanı kadınları çocukları bebeleri öldürdü. Gazze ve Refahta yerleşim yerlerini hastaneleri, çadır kampları yok etti. ABD emperyalizminin tüm işbirlikçisi siyasi iktidarlar halkları aldatmak için açıklamalar yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar ve ikiyüzlü bir politika izliyorlar. Biz devrimciler, dün olduğu gibi bugünde ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalizme (tekelci kapitalizme) ve siyonizme karşı mücadelemizi yükseltmeliyiz. Ülkemiz NATO’dan çıkmalı ve bütün ABD üsleri kapatılmalıdır. ABD ve tüm emperyalistler Ortadoğu’dan defolmalıdır. ABD emperyalizmine ve İsrail siyonizmine karşı mücadele bayrağını yükseltmeliyiz..

Söyleyecek sözümüz çok..

Bu nedenle başka konuşmacı arkadaşlara zaman bırakmak gerektiğini düşünüyoruz ve kısa kesiyoruz.

Ünümüzdeki yıl burada Alpaslan’la ve sizlerle beraber olmak düşüncesindeyiz. Bir aksilik olmazsa seneye birlikte olmak dileklerimizle hepinizi dostlukla selamlıyoruz.

TUNCER SÜMER /CENGİZ BALTACI”

 

 

 

 

Soma’da 301 Madenci Katliamın 10.Yılında Anıldı.

Soma katliamının 10. yılında muhalif Siyasi partiler, meslek odaları kitle örgütleri, sendikalar, işçi aileleri ve yakınları Cengiz Topel Meydanı’nda toplanarak Madenci Anıtı’na yürüdü. Katılımcılar “301’in Hesabı Sorulacak”,  “Kaza Değil Katliam, Kader Değil Cinayet” , “Kurtuluş Yok Tek Başına Ya Hep Beraber Ya Hiçbirimiz”, “Atılan Tekmeyi Unutmadık”, “Soma’ yı Unutma Unutturma”, “Soma’nın hesabı sorulacak”, “Çalışırken ölmek istemiyoruz”,  “Soma’dan İliç’e katiller aynı”, “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Somanın kömürü katilleri yakacak”, ” sloganlarını attı. Madenci Anıtı önünde ortak basın açıklaması okundu.
Emek ve Demokrasi Güçleri açıklamasında “Bugün bütün bu sorumlular dışarıda gezerken, aileler adına müdahil olan avukatlar başka davalar gösterilerek cezalandırıldılar, cezaevindeler. Katledilen 301 maden işçisinin mücadelesinde ve madencilerin örgütlenmesinde hak mücadelesi veren Bağımsız Maden İşçileri Sendikası Genel Başkanı Tahir Çetin ve maden İşçisi Ali Faik İnter ‘i saygıyla anıyoruz. Madenciler iş yerlerinde ölmeye devam ediyor. 8 Ekim 2014’de Ermenek’te 18 maden işçisi, 17 Kasım 2016’da Şirvan’da 16 maden işçisi, 14 Ekim 2022’de Amasra’da 42 maden işçisi, 12 Şubat 2024’te İliç’te 9 maden işçisi yaşamını yitirdi. 301 işçinin hayatını kaybettiği 2014’teki maden faciasıyla ilgili haklarında dava açılan ve ‘görevi kötüye kullanmakla’ suçlanan 28 kamu görevlisi ancak 10 yıl sonra hakim karşısına çıkarılabildi. İlk duruşması 8 Mayıs 2024 Çarşamba günü Soma Asliye Ceza Mahkemesi’nde yapıldı. Dava 12 Eylül 2024 tarihine ertelendi. Bu dava maden ocaklarında gerekli önlemlerin alınabilmesi için denetimlerin düzenli olarak yapılabilmesi için büyük önem taşımaktadır. Bu davanın takip edilmesi yeni ölümlerin olmaması için önemlidir. Herkesi 12 Eylül 2024 tarihinde yapılacak duruşmaya davet ediyoruz.”
Ortak açıklama sonrası katılımcı kurumlar adına da konuşmalar yapıldı.
Katılımcıları temsilen Soma Madenci Anıtı’na karanfiller bırakıldı ve katliamda yitirilen işçilere saygı duruşu yapıldı.

Eğitim Emekçileri; Artık Yeter! Can Korkusuyla Çalışmak İstemiyoruz.

İstanbul Eyüp Sultan’da, özel bir lisenin müdürü İbrahim Oktugan’ ın, lise öğrencisi Y.K. tarafından öldürülmesini protesto eden eğitim emekçileri tüm yurtta iş bırakarak  meslektaşlarının öldürülmesini protesto etti. Eğitim emekçileri şiddete karşı önlem alınmasını talep etti.

İzmir’de binlerce öğretmen iş bırakarak alanlara çıktı.  İzmir’de  Konak YKM önünde bir araya gelen Eğitim -Sen üyesi eğitim emekçileri, SGK binası önüne kadar yürüyüş gerçekleştirdi. “Yusuf Tekin İstifa”, “Susma Haykır Şiddete Hayır”, “Güvenli Eğitim Güvenli Gelecek”, “Karanlığa Teslim Olmayacağız” sloganlarının atıldı.  Eğitim-Sen İzmir Şubeleri, Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası, Bornova Belediyesi Belgem Öğretmenleri birlikte yürürken, SGK İl binası önünde Eğitim İş, Hürriyetçi Eğitim-Sen, Eğitim Gücü-Sen, Anadolu Eğitim-Sen ve Tüm Eğitim Çalışanları sendikası  ile birleşerek ortak basın açıklaması gerçekleştirildi. Eyleme İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  de destek verdi.

Basın açıklamasını alandaki tüm öğretmenler adına Özel Öğretmenler Sendikası İzmir Şubesi’nden Rabia Atbaş okudu. Açıklamanın tam metni şöyle:

“ARTIK YETER! CAN KORKUSUYLA ÇALIŞMAK İSTEMİYORUZ!
CAN GÜVENLİĞİMİZ SAĞLANSIN, GEREKLİ TEDBİRLER ALINSIN!
Millî Eğitim Bakanlığı ve siyasi iktidarın eğitim emekçilerine yönelik söylem ve yaklaşımları ile
Öğretmenlik Meslek Kanunu üzerinden emeğimizin değersizleştirildiği, mesleğimizin
itibarsızlaştırdığı koşullarda, savaşlarda bile hedef alınmayan eğitim emekçileri okullarda şiddetin
hedefi olmaya devam etmektedir.
Önceki gün ömrünün büyük bölümünü eğitime ve öğrencilerine adamış olan bir meslektaşımızı
hayattan ve öğrencilerinden koparan ne basit bir öfke krizi ne failin öğrenci oluşu ne de failin
uyruğu ile ilgilidir.
Bugüne kadar eğitimden sorumlu olanların yaptıkları açıklamalarda eğitimde yaşanan
olumsuzlukların sorumlusu olarak öğretmenleri göstermesi, CİMER uygulamasının bizlere karşı bir
sopaya dönüştürülmesi, MEB’in eğitimde yaşanan sorunlara çözüm üretmek yerine öğretmenleri
ve idarecileri veli/öğrenci karşısında tek muhatap olarak bırakması, bugün yaşananlara zemin
oluşturmuştur.
Bu ülkede okulda öğretmen öldürüldü! Söz bitti! Şiddetin, cinayetin tek bir faili olmadığını hepimiz
çok iyi biliyoruz.
Cinayetin arkasındaki zihniyet, bizleri ötekileştiren, her fırsatta tehdit ederek hedef haline getiren,
mesleğimizin itibarını ayaklar altına alanlardır. “Bir toplumun uygarlık düzeyi, öğretmene verdiği
değerle ölçülür.”
Öğretmenler, toplumun temel taşlarını döşeyen, gelecek nesilleri yetiştiren ve aydınlık bir
geleceğe rehberlik eden mimarlardır. Öğretmene yapılan her saldırı, tüm topluma ve ülkenin
geleceğine yapılmış bir saldırıdır. Unutmayalım ki, eğitimsiz bir toplum, karanlığa mahkumdur.
Buradan Milli Eğitim Bakanı’na soruyoruz;
• Okulda şiddeti önlemek için daha kaç eğitim emekçisinin can vermesi gerekiyor?
• İktidarın ve MEB’in plansızlığı nedeniyle okullarımız güvenlik açısından ciddi risk altındadır.
Okullarımızdaki güvenlik açığının faturasını canımızla mı ödeyeceğiz?
Buradan bir kez daha altını çiziyoruz. Her suç gibi bu suçun da azmettiricileri olduğunu biliyor
ve onları çok iyi tanıyoruz.
-Daha önce defalarca yaşadığımız cinayetler gibi bu son bu cinayetin de azmettiricileri;
öğretmenler çalışmıyor gibi yanlış bir algıyı toplumda yaymaya çalışanlardır.
– Bizleri bugün okullarımızda açık hedef haline getirenler; liyakatsiz şekilde atandıkları koltukları
bir hükümdarlık alanı gibi kullananlar, her fırsatta bizleri aşağılamaya çalışan mülki amirlerdir.
Öğretmenliğin aynı zamanda bir uzmanlık mesleği olduğunu görmezden gelenlerdir. Okullarda
şiddeti körükleyenler; eğitime dair eleştiri ve önerilerimize yıllardır kulak tıkamakta ısrar
edenlerdir.
– Bizleri hedef haline getirenler; her fırsatta emeğimizi küçümseyenler, mesleğimizi
itibarsızlaştıranlardır.
Bugün eğitim emekçilerinin canlarından endişe ederek okula gidiyor olması işte bunların
eseridir. Bunun için atılması gereken ilk adım bu zihniyetin kökten değişmesidir.
• Okullardaki şiddetin arkasındaki nedenler ortaya çıkarılmalı, eğitim emekçilerinin can
güvenliği sağlanmalıdır.
• Okulda şiddetin son bulması için MEB’i acilen harekete geçmeye ve önlem almaya
çağırıyoruz.
• Okullarda yaşanan şiddet olaylarındaki korkutucu tırmanışı engellemek için bir an önce
eğitimde şiddet yasası çıkarılmalıdır.
• Eğitim kurumlarının tümünde, şiddetle mücadele etmek için alınması gereken somut
önlemleri, ne yapılacağını ve nasıl önleneceğini gösteren bir eylem planı hazırlanmalıdır.
• Failler toplumun vicdanını rahatlatacak ve yeni olaylar açısından caydırıcı olacak şekilde
cezalandırılmalıdır.
• Özel ya da devlet okulu fark etmeksizin, derhal tüm okulların güvenliği sağlanmalıdır.
• Ahlak bekçiliğine soyunan RTÜK’ün toplumsal şiddeti başlıca gündemi haline getirip, mafya
ve suç temalı TV yapımlarını denetlemesi sağlanmalıdır.
• İçine bin bir tane gereksiz ve hatta zararlı içeriklerle doldurulan müfredat yerine şiddetin
çağdışı ve yanlış olduğunu öğreten, toplumsal yaşam dersleri içeren öğretim programları
hazırlanmalıdır.
Kendimizin ve öğrencilerimizin canından endişe ederek okula gitmek istemiyor, can
güvenliğimizin olmadığı bir eğitim sistemini kabul etmiyoruz!
ARTIK YETER! CAN KORKUSUYLA ÇALIŞMAK İSTEMİYORUZ!”

8 Mayıs Faşizme ve Savaşa Karşı Mücadele Günü

 

8  Mayıs, Faşizmin Yenildiği Gün

8 Mayıs 1945 Faşist  Almanya’nın  yenildiğini dünyaya ilan ettiği gündü. Kan içici faşizm  milyonlarca insanın katliamından sorumlu olarak, Kızıl ordu ve müttefiklerine diz çökmüş ve yenildiğini kabul etmiş ve kayıtsız şartsız teslim olmuştu.

Sosyalist Sovyetler Birliğinin  oğullarının ve kızlarının Stalin’in Baş Komutanlığında dişe diş mücadele ile Stalingrad önlerindeki  kahraman direnişi, faşizmin  sonunu getirmişti.

Kan içici faşizmin eli kanlı katiller ordusunun  başkomutanlık temsilcileri, 7 Mayıs 1945’de teslimiyet tutanağını imzaladılar. 8 Mayıs  1945 tarihinde  faşist ordunun başkomutanlığı,   müttefik birliklerin ve Sovyet Birliklerinin Başkomutanlık temsilcilerinin huzurunda,  uygulamasına 8 Mayıs  saat 24 de başlanan kesin teslim olma belgesini imzaladılar. 8 Mayısı 9 Mayısa bağlayan gecenin şafağından itibaren;  doğu ve batı cephesinde  kesin yenilgiler alan ve kaçış içerisindeki Alman faşist  birlikleri,  silahlarını bırakmaya ve müttefik birliklerine teslim olmaya başladılar.

İkinci Dünya savaşını başlatan Almanya  dünya insanlık değerlerini ve uygarlığını  felaketin kıyısına getiren faşizmin iktidarda olduğu ülkelerden biriydi. Farklı milletlerden halkların erkeklerine, kadınlarına ve  çocuklarına toplama kamplarında, gaz odalarında, sokak başlarında, yaşamın her alanında kan ve zulüm uygulayan ve milyonlarca insanın ölümünden  sorumlu  Alman faşizmi  yenilerek; Hitlerin eşkiyalarının zulmünden, işkencesinden, katliamından, yağmasından kurtarıldı.  Dünya halklarına barışın koşulları armağan edildi.

Kızıl Ordunun ve müttefiklerinin  askerleri  savaş süreci içinde zor yıllar geçirdi.  20 milyonun üzerinde  Sovyetler Birliği yurttaşı  zafer için ve toplam 60 milyona yakın insan yaşamını yitirdi.

Zafer  Avrupa’da ve Balkan Ülkelerinde  dişe diş mücadele ile  kazanıldı. Faşizmi  yenilgiye uğratan  Kızılordu ve  partizanlardır. Faşistler İtalya’da, Yunanistan’da, Fransa’da, İspanya’da, Belçika’da, Bulgaristan’da,  Yugoslavya’da Arnavutluk’ta, (vb.)  partizan  savaşlarıyla  karşılaştı. ÇKP önderliğindeki direniş güçleri Japon faşizmini yenilgiye  uğrattı.

Faşizmi teslim  alan ve dünya halklarına barış ve özgürlüğü armağan eden  faşizme karşı çarpışmalarda, toplama kamplarında,  işkencelerde, sokaklarda, ev baskınlarında yitirdiğimiz insanlara  borcumuz dünya halklarının omuzlarındadır.

Faşizmin yenilgisi uygarlık tarihine  destansı bir anti-faşist direniş örgütlemesinin  deneyimlerini ve derslerini   kazandırdı.  Faşizme ve savaşa karşı; emperyalist işgal ordularına karşı   dişe diş mücadeleyi yaratan   kahramanlar;  yeni tipte yurtsever insanın  vatan sevgisini, korkusuzluğunu, her türlü zorluğu  paylaşmasını, dayanışmasını  ve  mücadele disiplinine bağlılığın hasletlerini  ve direnmenin şanlı yolunu  gösterdiler.

Emperyalizm (Tekelci kapitalizm)  ikinci dünya savaşı sonrası da  Asya, Afrika, Latin Amerika’da, yeni sömürgecilik koşulları içerisinde halklara askeri darbeleri, faşist rejimleri, siyasal  provokasyon,  gladyo, mafya cumhuriyeti ve işkence sistemini taşıdı.  Emperyalist burjuvazi ve işbirlikçileri,  Nazilerden  öğrendiği  faşizmin  tüm uygulamalarını yeni biçimlerde, ezilen halklara   uygulamaktan kaçınmadı.

Dünyada ve ülkemizde Faşizme  ve savaşa karşı zindanlarda, toplama kamplarında, darağaçlarında, kırlarında, kentlerinde yitirdiklerimizi ve dünya halklarına zaferi  yaşamı bahasına sağlayan kahramanları saygıyla anıyoruz.

 

 

 

 

6 Mayıs’ı Unutmadık! Denizlerin Mücadelesinde Birleşelim.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ı idam edilişlerinin 52. yıl dönümünde Türkan saylan Kültür Merkezi önünde  basın açıklaması yaptı ve  Gündoğdu Meydanı’na yürüyerek denize çiçek bıraktı.  İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  “6 Mayıs’ı unutmadık! Denizlerin mücadelesinde birleşelim” pankartı açtı ve   “Yusuf Hüseyin Deniz sürüyor sürecek mücadelemiz”,  “Yaşasın devrim ve sosyalizm”,  ” emperyalistler işbirlikçiler 6. Filoyu unutmayın”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Her yer Taksim her yer direniş”,   “Taksimde düşene dövüşene bin selam”, “Nehirden denize özgür Filistin”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “faşizme ölüm halka hürriyet  sloganları atıldı.

Konak Belediye Başkanı Nilüfer Çınarlı Mutlu, İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz ve Emek Partisi  Genel Başkan yardımcısı Selma Gürkan’ın  da katıldığı anmada KESK Dönem Sözcüsü Nihat Filiz basın açıklamasını okudu. Açıklama şöyle:

 

“6 Mayıs 1972’de asılarak idam edilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan’ı anıyoruz. 12 Mart askeri darbesi koşullarında, emir-komuta zinciriyle gerçekleşen yargılamada, Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi tarafından hukuk adeta katledilerek, “Tam Bağımsız Türkiye” mücadelesinin yiğit evlatları, üç fidanımız hakkında idam cezaları verildi. Emperyalizme ve faşizme karşı mücadele eden öğrenci gençliğe, işçi ve emekçilere, ezilen halklara gözdağı verilmek istendi. Bu idamlar, devlet eliyle işlenen siyasi cinayetlerdir. Sinan Cemgil ve arkadaşları Nurhak’ta, Mahir Çayan ve arkadaşları Kızıldere’de, İbrahim Kaypakkaya işkencede, Deniz Gezmiş ve arkadaşları Ankara Ulucanlar Cezaevinde öldürülmüş; bir dönemin devrimci gençlik önderleri fiziken ortadan kaldırılarak mücadele ettikleri değerler yok edilmek istenmiştir.

Deniz Gezmiş ve 68 gençlik önderleri, emperyalist saldırganlığa ve sömürüye karşı işçi, köylü ve emekçilerin, ezilen halkların eşitlik ve özgürlük mücadelesinin simgeleşmiş isimleridir. 1968 gençlik hareketi akademik özgürlükler için, bilimsel ve demokratik eğitim için Üniversitelerde boykotlar, işgaller, yürüyüşler, forumlar gerçekleştirmiştir. İşçilerin grev ve direnişlerine, sendikal örgütlenme mücadelesine, köylülerin emperyalist sömürüye karşı mücadelelerine destek vermişlerdir. Emperyalizme karşı ezilen halkların bağımsızlık mücadelesini desteklemiş, Türkiye’nin ABD ve NATO’nun ileri karakolu haline getirilmesine karşı çıkarak, Amerikan 6. filosunu ve askeri üslerini protesto etmişlerdir. Filistin halkının özgürlük mücadelesine katılmış, İsrail devletini koruyan Kürecik radar üssüne dikkat çekmişlerdir. Zap köprüsünü inşa ederek Kürt ve Türk halkının kardeşliği, eşitliği, ortak geleceği için hem fiziki hem de simgesel anlamda çok önemli bir temel inşa etmişlerdir.

1790 aydın, yazar, sanatçı, akademisyen, hukukçu Meclis’in, idam kararlarının uygulamamasını ve idam cezasının yasalardan kaldırmasını istedi. Fransa Sendikalar Konfederasyonu, bir çok ülkeden işçi sendikaları, siyasi partiler, insan hakları örgütleri idamlara karşı harekete geçtiler. Ancak, Meclis’te 273 kabul oyuyla idam cezaları kabul edildi. Adlarına şiirler yazılan, türküler, ağıtlar yakılan üç devrimci gencin idam edilmesi için el kaldıranlar, halk düşmanları olarak tarihteki yerlerini almışlardır.

 

 

Deniz Gezmiş ‘in, Hüseyin İnan ‘ın, Yusuf Aslan’ın, 6 Mayıs 1972 günü sabaha karşı Ankara Ulucanlar Cezaevi avlusunda, idam sehpasında tereddüt göstermeden ölüme yürürken haykırdıkları son sözleri, “Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye, Yaşasın İşçiler, Köylüler, Yaşasın Devrimciler! Kahrolsun Faşizm, Kahrolsun emperyalizm.” olmuş, bu sözler, ulaştığı yüreklerde yankılanarak, kuşaklar boyunca aktarılarak bugüne taşınmıştır.

Üç fidanın ışığı, bugün de yolumuzu aydınlatıyor, sömürüye, baskıya, faşizme ve her türlü gericiliğe karşı demokrasi, eşitlik, özgürlük taleplerinde Deniz’lerin mücadelesi ilham vermeye devam ediyor.

Yaşasın Türkiye Halklarının Özgürlük ve Demokrasi Mücadelesi!

Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye!”

Denizlerin Mücadelesinde Birleşelim!

1 Mayıs’ta alanlara..

 

1 Mayıs Geliyor..

Fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde , tarlalarda, okullarda hayatı yeniden üretenler, güneşin her doğuşunda  sömürü baskı ve zulmü yeniden yaşayanlar; açlıktan yoksulluktan düşük ücretle çalışmaktan ve sendikal örgütsüzlükten kurtulmak için güçlerini birleştirmek isteyenler; asgari ücretin de altında emekli maaşıyla yaşamaya çalışan emekliler; faşizme ve sermayeye yıllardır  boyun eğmeyen  adaletsiz, hukuksuz kararnamelerle işlerinden atılan ancak dik duran akademisyenler, öğretmenler,  kamu emekçileri, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde zindanlardaki aydınlarımız, gelecek güzel günler hepimizin olacak.. Birleşik mücadelemizle hayat daha güzel olacak, kuşkumuz olmasın, hayatı güzelleştirecek olan bizlerin bilinci ve kollarımızdır. 1 Mayıs’ta işçiler, emekçiler, ezilmek, yönetilmek istenenler olarak bizler, yok edilmeye çalışılan tüm haklarımız ve daha iyi bir yaşam için alanları dolduralım! Adalet için, haklarımızı kullanmak, korumak ve geliştirmek üzere alanlara çıkalım!

Siyasi iktidar  yürürlükteki burjuva hukuku ve  Anayasa Mahkemesi  kararlarını dahi tanımamakta, uygulamamaktadır; hak, hukuk, adalet askıya alınmıştır.  Devletin temel kurumları hukuk dışı uygulamaları  eksen haline getirmiştir. Faşizmin hukuk dışı zor uygulamalarıyla  neo liberal kapitalist saldırganlık programı birlikte yürütülmektedir.  AKP-MHP blokunun iktidarı döneminde işçiler ve emekçilerin tüm kazanımlarına saldırıldı, gasp edildi. Sermaye fabrikalarda, tarlalarda işçileri düşük ücretle, örgütsüz, sendikasız olarak çalıştırıyor, iş güvencesi  yok. İşçi, emekçi havzaları işçi cehennemine dönüşmüş; sigortasız, sendikasız, uzun çalışma saatleri içerisinde milyonlarca işçi neredeyse köleleştirilmiş durumda. İş kazaları-cinayetleri arttı. Greve çıkan, hakları için direnen işçilere saldırılıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, fabrika önleri gözaltı alanaları haline getirildi. Sermaye devleti kiralık işçi büroları aracılığıyla milyonlarca işçiyi düşük ücretlerle alınır- satılır hale getirdi, sendika seçme hakları bir yana, örgütlenmeleri dahi engellendi.  Bugün işçilerin emekçilerin yaşamını doğrudan ilgilendiren, alım gücünü düşüren KDV, ÖTV  artırılmaya  çalışılıyor, vergi daletsizliğ emekçiler aleyhine büyüyor; asgari ücretle temel gıdalara ulaşmak, satın alabilmek neredeyse olanaksız hale geldi, kiralar bile asgari ücreti aştı, bir emeklinin aylık ücretinden fazla; yoksulluk sefalete dönüşmüş durumda. İşçilerin kıdem tazminatını kaldırmanın ise formülü aranmaktadır.

Ülkemizde uzun süredir eğitim sisteminde ve okullarda iktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda piyasacı ve dinci bir kuşatmanın yaşandığı bilinmektedir. Toplumsal yaşam dinselleştirilmeye çalışılıyor, çağdaş-bilimsel niteliği bugün bile tartışmalı olan eğitim-öğretim eğitim materyalleri içerikleri  dahil değiştiriliyor. Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan Kur’an Kurslarında 4-6 yaş grubundaki çocuklara din eğitimi veriliyor, dini eğitime geçiş planlanıyor. ÇEDES projesiyle ilkokul öğrencilerine  öğretmenlik vasfı olmayan“din görevlileri”nin, imamların, vaizlerin görevlendirilmesi, danışmanlık yapması, okul içinde ve dışında etkinlikler konferanslar düzenlemesi, çocukları camilere götürmesi (toplu namaz kıldırma, sınıflarda Kâbe ve mezar maketleriyle yapılan etkinlikler) olanaklı kılınıyor.  Diğer yandan da devletin sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inanca özgü değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışması farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılık anlamına geldiği gibi çocuklar arasında kardeşlik duygularının oluşumunu tehdit ediyor. Laik eğitime ve eğitim-öğretimin amaçlarına temelden aykırı uygulamalar yasallaştırılıyor.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın patronlara ucuz iş gücü sağlamak için gündeme getirdiği, “Bir gün okul, dört gün iş” sloganıyla hayata geçirilen Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) uygulamasıyla çocuklar işçileştiriliyor; işçi kazaları-cinayetleri artıyor, “çocuk ve eğitim” merkeze alınmaktan tamamen uzaklaşılıyor. MESEM Projesiyle  300 bini çocuk olmak üzere, 1 buçuk milyonun üzerinde insanın emeği patronların hizmetine sunulurken, yüz binlerce çocuk ve gencimiz MESEM’in çarkları arasında acımasızca öğütülüyor; yüz binlerce çocuk ve gencimiz ‘çırak’ ya da ‘stajyer’ kimliğiyle işçi gibi çalıştırılıp emek sömürüsünün sınırları zorlanıyor. Çocuklarımız MESEM ve ÇEDES uygulamasıyla tehlikeli bir kuşatmaya alınıyor. Üniversiteler bilimden, özgür düşünceden, araştırma yapılan kurumlar olmaktan uzaklaştırılıyor,  demokratik seçim yolu kaldırılarak siyasi iktidara yandaş dekanlar, rektörler, yetersiz-liyakatsız öğretim üyeleri atanıyor, yetişmekte olan öğrencilerin mesleki yeterlilikleri de nitelikleri de düşürülüyor.

Kadınların üretimden, sosyal yaşamdan uzaklaştırılarak eve dönmeleri erkeğe itaat ve bağımlılık şiddet ve “namus” cinayetleriyle teşvik ediliyor. Kadın cinayetlerinin failleri tıpkı işkenceciler gibi cezasız bırakılarak şiddet meşrulaştırılıyor böylelikle cinayet failleri cesaretlendirilmiş oluyor. Kadın, erkekle eşit bir birey olarak değil kadın, erkeğin mülkü ve namusu olarak gösterilmeye çalışıyor. Kadının geleneksel muhafazakar toplumsal cinsiyet kalıplarının dışına çıkması istenmiyor. Üretim alanlarında kadın emeği ucuza alınıyor, ev içi emek, bakım emeği de dahil görünmezliğini sürdürüyor.

Emekleriyle her yeni günü yeniden üreterek bütün zenginliği yaratanlar, sermayeyi büyütenler, hayatları boyunca yoksulluk sınırının altında, işçi sağlığı, iş güvenliği ve güvencesinin, sendikal örgütlülüğün olmadığı koşullarda çalışmaya, yaşamaya zorlanıyor; yasalarda var olan sendika hakkını kullandıklarında işçiler işten çıkarılıyor, işverenlerce “kara liste”ye alınıyor, mücadele isteği açlık, yokluk, sefaletle “ıslah” edilmeye çalışılıyor. Sermaye ve AKP Hükümeti neo liberal kapitalist saldırgan politikalarını emekçilere her geçen gün daha fazla dayatıyor. Yasalarda grev hakkı var ancak grevler ya işverenin kar hesabıyla ya da “milli çıkar”lar bahanesiyle yasaklanıyor.

Sağlıkta muayene, ilaç katkı payları arttırarak, sağlığı ticarete dönüştürme hamlelerinin arkası gelecek. Kamu hastaneleri de yakında sınıf farkına göre ayrılabilir, üniversite hastanelerinin bir kısmı ihaleye açılarak sermaye kesimlerinin işletmesine devredilmek isteniyor. Hastalar sağlık kuruluşlarından randevü alamıyor, hastanelerde hayati branşlarda hekim azalıyor, cerrahi müdahaleler erteleniyor.

Tekelci burjuvazi ve siyasi iktidar, bir yandan faşizmi pekiştirmeye çalışırken diğer yandan da yeni neo liberal kapitalist saldırganlık programını dayatmaya hazırlanıyor. Düzenlemelerin ana eksenini, SGK çatısı altında birleştirilen ancak hala ciddi uygulama farklılıkları bulunan ücretli işçilerin, kendi adına çalışanlar ve kamu emekçilerinin  standartlarının birbirine yaklaştırılması- birleştirilmesi  adı altında işçi sınıfının ve kamu emekçilerinin kazanılmış hakları gasp etmesi oluşturuyor.

Tarım işçilerinin ve mevsimlik işçilerinin sorunları sorun yumağı gibi. Düşük ücretlerle, uzun çalışma saatlerinin yanı sıra derme çatma naylon ya da bezlerden kurulan çadırlarda sağlıksız yaşam sürüyor. İşçilerin oluşturduğu çadır yerleşkeler, mutfak, tuvalet ve banyonun olmadığı, suya erişim imkânlarının kısıtlı olduğu alanlarda kurulu durumda. Yaşam koşullarının kötü olmasının yanında, aşağılanma, dışlanmaya, ötekileştirilmeye maruz kalıyorlar. Ötekileştirme çoğunlukla cinsiyet, etnik köken, bazı durumlarda da dini inançlar üzerinden yaşanıyor. Kürt kökenli mevsimlik tarım işçileriyle “göçmen” işçiler çeşitli sebeplerle fiziki saldırıya da uğramakta, birbirlerine karşı da kamu oyu nezdinde de düşmanlaştırılmakta. Bu koşullarda yaşayan ve çalışan mevsimlik tarım işçilerinin gittikleri yerlerde güvenlik sorunu yaratacakları ön kabulü-yargısı şiddetin uygulanması kadar yaygınlaşmasına da neden olmakta.

Çok düşük günlük ücretlerle, sosyal güvenceden, insanca çalışma koşullarından yoksun olarak kimi kez mevsimlik işlerde çalışan, üstelik çalışmadığı dönemde geçinebilecek kadar parayı biriktirmek için çalıştığı dönemde harcamalarını asgari seviyenin de altında tutmak zorunda kalan ailelerde kadın ve  çocuklar da tarımda geçici ve çok düşük ücretlerle işler bulmaya çalışmaktadır. Kadın ve çocuk işçiliğinin en yoğun alanlardan biri de tarım sektörüdür. Kamyon ve traktörlerle kapasite üzerinde ve kuralsız taşıma sonucu yaşanan trafik kazaları can yitimleriyle sonuçlanmaktadır.

AKP hükümetinin on beş yılı içerisinde tarım iflas etmiştir. AKP Hükümeti ve uyguladığı ekonomi-politikalar tarımsal üretimi ve çiftçiliği de bitirmiş durumdadır. Tarımsal girdilerde dışa bağımlılık arttı. Doların değeri TL karşısında her yükselişte tarımsal girdi fiyatlarını otomatik olarak artırıyor bu durumda ürün maliyetleri artıyor çekilen kredilerin geri ödenmesi, öte yandan ihtiyaç sahibi halkın da ürünleri satın alması olanaksız hale geliyor. Hükümet köylüyü, üreticiyi, halkı değil üreticinin sırtından para kazanan ithalatçı şirketleri, aracıyı, tefecileri koruyor; tohum, gübre, mazotta üreticilere sübvansiyon, destek alımları rafa kaldıralı çok oldu.

Sermaye iktidarı ve faşizm ormanları, akarsuları, dağları, börtü böceği  doğal ve kültürel değerlerimizi tahrip etti. Kapitalizm yaşam alanlarını yok etmeyi sürdürüyor. Özel şirketlere peşkeş çekilen geniş yaşam alanlarında şirketlerce uygulanan su, enerji ve maden politikalarıyla eko sistemi bozuluyor, tüm canlıların ve çocuklarımızın geleceğini karartıyor.  Buna karşın köylülerin, emekçilerin, halkımızın ve çocuklarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, doğal ve kültürel değerlerimizi korumaya yönelik mücadelesi her alanda sürüyor. Doğanın, insanın, hayvanların ve tüm canlıların yaşam haklarının  savunulması  ve direnme hattının birleşik bir mücadeleyle örülmesi dayanışmayla genişliyor, güçleniyor.

Kürtlerin yoğun yaşadığı Diyarbakır, Mardin ve diğer bazı kentlerde yakılan, yıkılan yerleşim bölgeleri rant alanı olarak değerlendirilmekte; toprağını, evini terk etmek zorunda kalanların geri dönerek üretim yapma, barınma, iş, eğitim, sağlık, insanca yaşama koşullarında yaşama koşullarının gerekleri yerine getirilmemektedir. Yerleşim bölgelerinde faşizm uygulamaları ile Kürt gençleri, çocukları seçeneksiz, geleceksiz bırakılarak sanki dağlara, isyana yönlendirilmektedir. Kapasitelerinin üzerinde dolu olan cezaevlerinin yenilerinin yapımı iktidar yetkililerince adeta müjde olarak açıklanmaktadır.

Seçilmiş milletvekilleri kürsü dokunulmazlıkları yok sayılarak tutuklanmış; bazıları istenen ceza sürelerini aşan tutukluluk müddetleri tamamlandığı halde serbest bırakılmamaktadır. Yerel yöneticiler, belediye başkanları dahil, halkın seçen iradesine karşı görevden alınmış, tutuklanmış, seçme-seçilme hak ve iradeleri yok sayılmış, zindanlarda tecrit altında rehin gibi tutulmaktadır. Yereller kayyımlarca yönetilmeye çalışılmış belediyeler de borç batağına sürüklenmiştir. Barış isteyen akademisyenler, emekten, eşitlikten, özgürlükten yana olan yazarlar, gazeteciler, devrimciler siyasi iktidarın baskı ve zulmüne uğramaktadırlar; bütün bu  saydıklarımız bir bütünün birbirlerini tamamlayan parçaları olarak yaşama geçirilmiş memleket adeta tutsak edilmiştir.

Savaşa ve faşizme  karşı çıkmak genç kuşak başta olmak üzere hepimizin gelecek güvencesi, yaşama, eğitim, sağlık, barınma hakları için; bitki ve hayvan çeşitliliğini korumak, doğal yaşamın, ekolojik dengenin, sürdürülebilir ve devredilebilir yaşam alanlarının korunması için zorunluluktur.

AKP hükümeti orta doğuda ülkemizi savaşın bileşeni durumuna getirmiştir. Siyasi iktidar Suriye ve Irak’ta savaşın parçası olma ısrarını sürdürmektedir. Bu politikayla, bizim olmayan bu savaşta, başka ülke topraklarında halkın çocuklarının ölmesinin önü açılmıştır. Çevremizdeki tüm ülkelerle de sorunsuz komşuluk ilişkileri tasfiye edilmiştir. Bizler bölge ülkelerinin içişlerine karışılmasını ve çıkar çatışmalarına girilmesini istemiyor, bölgede barış, kardeşlik, eşit saygın ilişkiler; halkların, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkının tanınmasını istiyoruz.

Savaş koşullarından dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan, mülteci işçi düşük ücretlerle, sigortasız, güvencesiz çalıştırılmakta; işsizliğin her geçen gün artmasıyla birlikte ülkemizde ve bulundukları diğer ülkelerdeki işçi ve emekçilerle bağ kurmaları ideolojik, kültürel, politik argümanlarla engellenerek mücadelede ortaklık kurmalarına set çekilmeye çalışılmaktadır hatta işsizliğin, düşük ücretlerin nedeni olarak gösterilerek hem düşmanlaştırılmakta hem de kapitalizmin kan emici, barbar sömürgen karakteri gizlenmektedir. Mülteci işçiler diğerleriyle eşit işe eşit ücret almalı, çalışma koşullarındaki ayrımcılık, aşağılama, eşitsizlik giderilmeli, insanca yaşam koşulları sağlanmalıdır. Bizler tüm ülkelerin mültecilere kapılarını açmasını ve evrensel anlamdaki haklarını güvenceli olarak kullanmalarının koşullarının sağlanmasını savunuyoruz.

Bugün Ortadoğu savaş alanı haline geldi. HAMAS’ın El Kassam Tugayları’nın saldırısı sonrasında İsrail’in Netenyahu hükümetince Gazze’de Filistinliler yerleşim yerlerinden edildiler, on binlerce can yitimiyle kırıldılar, katledildiler, Gazze yıkıldı..Başta ABD ve diğer emperyalist büyük güçlerin, faşist-siyonist İsrail devletinin arkasında yer almasıyla Gazze halkına yapılan katliam, Gazze’nin yok edilmesi, hastanelerin dahi bombalanması, basına yönelik saldırılarla durumun uluslararası kamu oyunda teşhiri engellenmek, savaş suçları gizlenmek isteniyor; savaş hukuku açıkça çiğneniyor, Siyonist saldırganlık azgın saldırısını sürdürüyor, savaşın bölgeye yayılma riski büyüyor; güçlü kapitalist devletlerin B.M gibi uluslararası mekanizmaları cılız-etkisiz karşı çıkışlarla ikiyüzlülüklerini sergilemekten kaçınmıyorlar.

Ortadoğu halkları artık yeni bir hayata gözlerini açmak istiyor. Kürtler, Araplar, Türkmenler, Hiristiyanlar, Ezidiler, Dürziler, Ermeniler artık savaş istemiyor. Emperyalizmin, monarşinin, faşizmin savaş politikalarıyla kırılmayı, yok olmayı değil halkların eşit, özgür ve kardeşçe yaşadıkları yeni bir hayatı ve sistemi istiyor. İşçilerin, emekçilerin, aydınların örgütlenme, düşünce ve ifade etme özgürlüğüne barışa, emekten, ezilenden yana demokrasiye ihtiyacı var. Faşizmin ve sermayenin gücü örgütlü ve egemenlik mekanizmaları yerleşik, sistematik ve açık terördür. Bu haksız, adaletsiz, acımasız gidişi ancak milyonlarca emekçinin gücüyle yenilgiye uğratabilir. Ancak bölgemizde, içerde ve dışarda faşizmin ve sermayenin savaş politikalarına karşı fabrikalarda, tarlalarda, okullarda tüm çalışma alanlarında işçilerin ve emekçilerin ortak talepler etrafında birleşmesi, örgütlenmesi; özgürlük ve demokrasi taleplerini, barış şiarlarını haykırması savaş politikalarının önünü kesebilir. 1 Mayıs Türkiye’nin farklı milliyetlerinden, kökenlerden , din ve mezheplerden işçilerin, emekçilerin ve halklarının birlik içerisinde seslerini yükselttikleri bir gün olmalıdır.

İşçiler, emekçiler, güçlerini birleştirerek fabrikalardan, iş yerlerinden alanlara akmalı, her alan  işçilerin emekçilerin taleplerini haykırdığı 1 Mayıs alanı olmalı! İşçi sınıfı grev hakkını, sendikaların yasal ve meşru varlığını, örgütlenme, sendika seçme hakkını; barışçıl gösteri, yürüyüş-toplantı hakkı ve basın özgürlüğünü, seçme ve seçilme hakkını, seçmen iradesini faşizmin açık saldırılarına karşı savunmaya devam edecektir. Tüm emekçiler, burjuva demokratik hakları için mücadele etti, işçi sınıfımız bu haklarını korumak için bütün gücüyle mücadele edecek; tüm demokratik kazanımların her katresini sonuna kadar savunma ve bunları genişletmek için 1 Mayıs’ta alanlara çıkacaktır.

Faşizmin, gericiliğin, siyasi iktidarın acımasız, hukuk, kural tanımaz uygulamalarına, hepimizi boğan yoksullaşmaya, vergi adaletsizliğine; işsizliğe, düşük ücretlere, sömürünün her biçimine yani ekonomik politikalarına DUR demek üzere; özel sektörde ve tüm iş yerlerinde 8 saatlik, sosyal güvenceli, sendikalı yaşam için; hafta sonu tatilinin iki tam gün olarak uygulanması; İnsanca çalışılacak koşullar ve yaşanacak ücret almak için; İşçi sağlığı ve iş güvenliği sağlanması, denetimlerin  tam yapılması, gereklerinin yaşama geçirilmesi; iş cinayetlerinin etkin soruşturulması, sorumluların bulunması, adil ve hukuka uygun yargılanması, cezalandırılması ve cezaların ertelenmemesi için; Sağlıkta katkı paylarının kaldırılması; Parasız eğitim ve sağlık hakkı talebimizin yaşam bulması; İhraç edilen kamu emekçilerinin, barış akademisyenlerinin işe iade edilmeleri, zararlarının tazmini için seslerimizi birleştirelim, gürleştirelim. Okulların dinselleştirilmesine çocuklarımızın tarikatların eline bırakılmasına karşı, laik-bilimsel-çağdaş eğitimle demokratik toplum talebimizi yükseltelim. Filistin halkına uygulanan yok etme politikalarına, emperyalist oyunlara karşı alanlara çıkalım.

İş, ekmek, özgürlük ve barış  hakkı için;

Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşitliği, Kardeşliği!

KHK ler sonuçları ortadan kaldırılarak iptal edilsin!

Zindanlar boşalsın, düşmanlık “hukuku” son bulsun!

Emperyalizme, Faşizme, Savaşa Hayır!

Yaşasın Sosyalizm

Yaşasın 1 Mayıs!

Bıjî yek Gulan!

 

İmece-Der Y.K.