Aliağa Gemi Söküm Tesislerinde gerçekleştirilen çevre ve halk sağlığını tehdit eden uygulamalara, emekçilerin yaşamına mal olan kimyasal zehir ve atık çöplüğüne karşı mücadele çağrısı yapıldı..

İzmir Gemi Söküm Koordinasyonu, Aliağa’ya gelen asbest ve zehirli kimyasal yüklü, İtalya ordusuna ait  hurdaya çıkarılan savaş gemilerine ilişkin  Mimarlık Merkezi’nde basın açıklaması düzenledi. Açıklamaya İzmir Emek ve Demokrasi güçleri, CHP İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Dr. Cemil Tugay, CHP Karabağlar Belediye Başkanı Helil İnay Kınay  da  katıldı. Açıklamayı TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Temsilcisi Aykut Aydemir okudu. Açıklama  sonrası İz.BB Başkanı Dr Cemil Tugay’da   açıklama yaptı.

Açıklamanın  metni ve  Başkan Cemil Tugay’ın açıklamaları:

“YİNE ALİAĞA,  YİNE  GEMİ SÖKÜM, YİNE ŞAİBELİ GEMİLER MÜCADELE DEVAM EDİYOR

Aliağa yıllardır sanayi tesisleri ve gemi söküm tesislerinin yarattığı kirlilik ve yaşam sorunları ile mücadele ediyor. İzmir Aliağa’ da bulunan gemi söküm tesisleri için yıllardır uyarılarda bulunuyor, tehlikeye dikkat çekiyor ve yaşamımız için, kent için, çevre ve halk sağlığı için mücadele ediyoruz.

Aliağa’da söküm için gelen gemilerin isimleri değişse de gemilerin ülkeye giriş ve söküm süreçlerindeki usulsüzlükler, izin ve raporlardaki eksiklikler, uygunsuz çalışma şartları, yetersiz denetim ve alınmayan çevresel önlemler ile birlikte sorun büyümeye devam ediyor.

Uluslararası ve ulusal mevzuat, teknik yeterlilikler, Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı başta olmak üzere ilgili diğer kurumlar tarafından yurtdışından gelen gemilerin notifikasyon süreci, gemi sökümü, atık yönetimi sürecine ilişkin izin ve lisansları verilen, denetime tabii olan tesislerde yapılan uygulamaların kağıt üzerinde kaldığı örnekleri Otopan, Ethan, Kuito, Sao Paolo Gemileri ile yaşamıştık.  Kuito ve Ethane gemilerinde hukuki süreç devam ederken gemi söküm işlemleri tamamlanmıştı.

Nae Sao Paulo gemisi ile ilgili Gemi Koordinasyon Grubu olarak uluslararası platformlarla birlikte verilen ortak mücadele sonucunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından verilen izinler kaldırılmış, gemi Brezilya Çevre Bakanlığı tarafından geri çağrılmıştı. Ancak içerdiği asbest, tehlikeli ve radyoaktif atıklar ile bütünü ile bir tehlikeli atık olan gemi; Gemi Brezilya hükümetinin kabul etmemesi sonuca okyanusta batırılmıştır. Uluslararası ölçekte ses getiren, tüm bileşenler ve katkı koyanlar ile yürüttüğümüz toplumsal mücadele sonucu ülkemize giremeyen gemi okyanusta batırılmak ekolojik yıkıma neden olan kara bir leke olarak hatırımızdadır. Mücadelenin başarıya ulaşmaması halinde geminin Aliağa’da sessiz sedasız sökülmüş olacağı gerçeğini unutmamak gerekmektedir.

Ancak Aliağa Gemi Söküm Bölgesi’nde mevcut koşullarda gemi sökümü devam ediyor. Tehlikeli atık envanter raporları olmaksızın ya da gemilerin gerçek atık envanterini yansıtmayan şaibeli raporlarla sökümü gerçekleştirilen gemilere ilişkin haberler basında yer aldı. Geçtiğimiz aralık ayında Avrupa Komisyonu tarafından iş sağlığı güvenliği önlemlerinin alınmaması ve çevreye zarar verme gerekçesi ile İzmir Aliağa’da faaliyet gösteren iki tersaneyi, Onaylı Gemi Geri Dönüşüm Listesi’nden çıkardığı basında da paylaşıldı.

Gemi Geri Dönüşüm Tesislerinin tabi olduğu Avrupa Birliği Yasal Mevzuatı ile Türkiye’de uygulanan yasal mevzuat karşılaştırıldığı zaman Türkiye’deki yasal mevzuatın yetersiz kaldığı adeta gemi geri dönüşüm tesislerinin çevreyi ve doğayı katletmesinde bir sakınca olmadığı ve denetimlerin şeklen yapıldığı “kanun üstünde” bir bölge statüsü kazandığı görülmektedir.

Yaşanan örnekler gemi sökümleri ile ilgili işlemlerin yasal mevzuata uygun olarak gerçekleşmediğini, denetimlerin yetersiz kaldığını göstermekte, söylemlerimizi ve kaygılarımızı doğrulamaktadır. Geçtiğimiz aylarda Aliağa’ya getirilen Raymond Croze gemisi ile ilgili iddialar ile birlikte atık envanteri ve sürece ilişkin sorularımızı, uyarılarımızı kamuoyu ile paylaşmıştık.

Bugün yine söküm için Aliağa’ya gelen İtalyan donanmasına ait hurdaya çıkarılan “Carlo Fecia di Casatto”, “Guglielmo Marconi”,” Leonardo da Vinci” isimli denizaltılar; “Bersagliere”, “Artigliere” isimli devriye gemileri ve “Maestrale”, “Scirocco” isimli fırkateynler ile ilgili benzer iddialarla karşı karşıyayız. Gemilerin yapım yılı, teknolojisi ve kullanım alanları göz önünde bulundurulduğunda asbest ve radyoaktivite dahil olmak üzere önemli miktarda tehlikeli ve zararlı atık içerme ihtimali bulunuyor.

Biz bu süreci, bu gemiyi, bu iddiaları ilk kez yaşamıyoruz. Daha önce de Otopan, Kuıto, Ethan, Sao Paulo ve nicelerinde olduğu gibi yine bir atık gemi ve ülkemizin atık çöplüğü olduğu gerçeği ile mücadele ediyoruz.

Aşağıdaki sorularımızı tıpkı daha önceki mücadelelerimizde olduğu gibi tekrar soruyor, cevaplarını bilgi ve belgeleri ile ilgili yetkili kurumlardan bekliyoruz.

  • Gemi ile ilgili Tehlikeli Madde Envanter Raporu bulunmakta mıdır?
  • Geminin notifikasyon onayı var mıdır?
  • Gemi Aliağa’ya gelmeden önce gas free belgesi sunulmuş mudur?
  • Gemiye ilişkin söküm izni verilmiş midir?
  • Radyasyon ölçümü yapılmış mıdır? Sonuçları nelerdir?
  • Geri dönüşüm ve atık bertaraf süreçlerine ilişkin planlar sunulmuş mudur?
  • Gemide boyaların potansiyel olarak asbest içerdiği hakkında söküm tesisi bilgilendirilmiş midir?
  • Bakanlık ve ilgili kurumlar tarafından atık içeriği ve miktarı ile ilgili değerlendirme ve denetim yapılmış mıdır
  • Söküm işlemleri safhasında alınacak çevresel önlemler nelerdir?
  • İşçi sağlığı ve güvenliğine ilişkin önlemler nelerdir?

Sorularımızın cevapları verilmeden, kamuoyu ile paylaşılmadan yapılacak her türlü çalışmaya dair mücadelemizi büyüteceğimizi bir kez daha tekrarlıyoruz.

1960’lı yıllara kadar balıkçılık ve tarımla geçinen bir sahil kasabası olan Aliağa’nın Sanayi Bölgesi ilan edilmesinden bugüne geldiğimiz süreçte; bölgede giderek büyüyen petrokimya endüstrisi, demir çelik tesisleri, bu tesislere hammadde sağlayan gemi söküm tesisleri yan sanayiler ile ağır sanayi,  İzmir Kenti bütününde çevre ve halk sağlığını tehdit eden yaşam sorununa dönüşmüştür.

Aliağa Bölgesinin çevresel yük ve kirlilik taşıma kapasitesinin aşılmış olduğu bilimsel ve kurumsal raporlarla defalarca ortaya konmuş, son olarak İzmir Büyükşehir Belediyesi tarafından gerçekleştirilen TUBİTAK ve Ege Üniversitesi Ziraat Mühendisliği Bölümü ortaklığında yapılan çalışma ile gerçekleştirilen Mevcut Durum tespitinde bilimsel veriler ve güncel ölçümler ile kirlilik bir kez daha ortaya konmuştur.

Türkiye’nin tek gemi söküm tesisinin bulunduğu yer olan Aliağa, hem de ağır sanayinin bulunduğu bölge olması nedeniyle çok hassas bir bölgedir ve kapasitesini doldurmuş durumdadır. Bu nedenle özel işletim koşullarının gerekli olduğu bir yerdir. Bu nedenle de şeffaf, çalışan sağlığı, çevre ve halk sağlığı ile doğayı koruyan bir perspektifle süreç yürütülmelidir. Yaşanan olumsuzlukların tekrarlanmaması için, gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı, hem gemi söküm tesislerinin hem de tüm Aliağa’da bulunan ağır sanayi tesislerinin işletim koşulları etkin bir şekilde denetlenmelidir. Ayrıca kapasite artışı ve yeni tesislerin açılmasına izin verilmemelidir. Aliağa’da çevresel mevzuata aykırı işlem yapan, çevre ve halk sağlığı sorunu yaratan işletmelerde gemi sökümüne son verilmelidir. Gemi Sökümü sürecinin bilimsel ve teknik değerlendirmeleri ile etkin bir kamusal denetimle yürütülmesi için gerekli çalışmaların ivedilikle gerçekleştirilmesi gerekmektedir.

İzmir’de meslek odaları, sivil toplum örgütleri, yaşam savunucuları; Gemi Söküm Tesislerinde gerçekleştirilen usulsüz işlemler, çevre ve halk sağlığını tehdit eden, sektör emekçilerinin yaşamına mal olan usulsüz işlemler ve uygulamalara karşı, ülkemizin ve Aliağa’nın atık çöplüğü haline gelmemesi mücadelesine vazgeçmeden devam ediyoruz.

Aliağa bölgesindeki gemi söküm çalışmaları başta olmak üzere, kentte  insan ve çevre sağlığını tehdit eden tüm çalışmaların bilime, hukuka, kamu ve çevre sağlığına uygun hale getirilmesi nihai hedefi ile kararlılığımızı bir kez daha kamuoyu ile paylaşıyoruz.

İzmir Gemi söküm Koordinasyonu”

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI CEMİL TUGAY :

“Bir kez daha Aliağa’daki gemi sökümü ve çevresel etkiler nedeniyle bir araya gelmek zorunda kaldık. Yakın zamanda sadece basında çıkan haberlerle öğrendik ki Aliağa’da bir gemi söküm tesisine 7 tane araç söküm için getirilmiş. Bunlarla ilgili tehlikeli madde envanter raporunun olup olmadığı bilinmiyor çünkü paylaşılan bir rapor yok. Bu da bizlerde bir tedirginlik yaratıyor, bu gemilerde yüksek miktarda asbest olma olasılığı görülüyor. Greenpeace İtalya’nın değerlendirmesinde gemilerin söküm için geldiği tesisin güvenli bir tesis olduğu da doğrulanamıyor. Pek çok gemi sökümünde yaşadığımız gibi bu gemilerin de söküm için başka bir yere gönderilmemiş ve Aliağa’nın kurban olarak görülmüş olma ihtimali yüksek görülüyor. Oluşan çevre sorunlarının denetlenemediği ortaya konuyor.”

“Ege Üniversitesi ve TÜBİTAK’la birlikte belediyemizin hazırladığı rapor bunu gösteriyor. Bu rapordan sonra bölgedeki kirlilik sorunun sürdürülemez boyuta ulaştığı görülüyor. Yıllardır yürürlüğe konmayan gemi söküm yönetmeliğinin de çevre ve insan sağlığı gözetilerek yürürlüğe konması gözetilmiştir. Çevre ve Şehircilik İklim Değişikliği Bakanlığı’na iş birliği başvurusunda bulunulmuş ancak bugüne kadar bir geri dönüş gerçekleştirilmemiştir. ÇED incelemesine tabi olmadan ruhsatlandırıldığından gerek sektörün devamlılığı gerek çevre temizliği için denetlenebilir kurumlar kurulması ve mevcut ÇED yönetmeliğine uygun yapılması gerekli hale gelmiştir. Kuru Havuz sistemi en uygun yöntem olarak değerlendiriliyor. Bugün hepimiz için her yeni gemi sökümünde yeni bir çevre felaketine yol açan bu denetimsiz alanın bir an önce denetlenebilir sorunsuz hale gelmesi için öncelikle bakanlığı göreve davet ediyorum, İzBB olarak incelemelerimiz ve çalışmalarımız devam edecek” diye konuştu.

DİSK-KESK-TMMOB-TTB ve TDB 1 Mayısa çağırıyor.

 

1 Mayıs 2024 İşçi sınıfının birlik mücadele ve dayanışma gününe ilişkin  DİSK-KESK-TMMOB-TTB ve TDB tarafından Beşiktaş İskele Meydanı’nda DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün tarafından yapılan ortak basın açıklaması metni:

“2024 1 Mayıs’ına sayılı günler kaldı.

İşçi sınıfının Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma günü olan 1 Mayıs’ta dünyanın dört bir yanındaki sınıf kardeşlerimizle beraber demokrasiye, adalete, özgürlüğe, eşitliğe, barışa ve kardeşliğe dair umutlarımızı ve taleplerimizi haykıracağız.

Türkiye’nin dört bir yanında meydanlarda buluşacak, ekmeğimizin her gün küçülmesine, adaletin terazisinin tamamen bozulmasına, en temel hak ve özgürlüklerimizin gasp edilmesine hep bir ağızdan DUR diyeceğiz.

Öte yandan 2024 1 Mayıs’ında Türkiye’nin ve dünyanın meydanlarında buluşan milyonların gözü kulağı İstanbul Taksim 1 Mayıs alanında olacak, milyonlarca kalp Taksim 1 Mayıs alanında atacak.

Başta Taksim olmak üzere ülkenin dört bir yanındaki 1 Mayıs alanlarına yürüyecek olan işçiler, kamu emekçileri, mimarlar, mühendisler, hekimler, emekliler, kadınlar ve gençler kol kola, omuz omuza hakkını hukukunu savunacak.

Bizler, işçiler, emekçiler, emekliler bu ülkenin büyük çoğunluğuyuz. Bizler üretiyoruz, bizler çalışıyoruz, bizler bu ülkenin tüm değer ve güzelliklerini emeğimizle var ediyoruz ve insanca yaşamayı hak ediyoruz.

Ancak bugünlerde değil insanca yaşamak, hayatta kalmak dahi giderek zorlaşıyor.

İnsanca yaşayamıyorsak bu ülke fakir olduğu için değil; ülkenin kaynakları yetersiz olduğu için değil. Bu ülkenin kaynakları hepimizi insanca yaşatmaya yeter. Yeter ki kaynaklarımız rantçılara, sermayeye, faize, saraya, şatafata, silaha, savaşa değil işçilere, kamu emekçilerine, emeklilere ve kamu hizmetlerine kullanılsın.  Yeter ki çarkları zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapmak için dönen bu düzene bir son verelim.

Ama ülkeyi yönetenlerin tercihi belli! Onlar yoksuldan alıp zengine, emekçiden alıp sermayeye kaynak aktarmayı görev biliyor. Bankalar, holdingler, şirketler karlılık rekorları açıklarken enflasyonun sebebi olarak biz gösteriliyoruz; alım gücümüz gerilemeye devam ediyor.

Tüm dünyada gıda fiyatları düşerken Türkiye gıda enflasyonunda açık ara birinciliğini koruyor. Alım gücümüz enflasyona ezdirilirken KDV-ÖTV, gelir vergisi, vergi dilimi derken cebimiz boşaltılıyor. Vergi yükü bizlerin sırtına yüklenirken sermaye ise keyfine göre vergi veriyor; bir gecede vergileri sıfırlanıyor, affediliyor.

Yıllardır uygulanan ücretleri geriletmeye yönelik ekonomi politikalarının sonucu olarak borçlanarak yaşamaya mahkum edilen milyonlar, bugün yüksek faizler nedeniyle borç batağında.

İşsizlik, özellikle de genç ve kadın işsizliği yeni rekorlara koşarken iş bulanlara da giderek daha düşük ücretler ve daha güvencesiz çalışma biçimleri dayatılıyor.

Açlık sınırına bile yaklaşamayan maaşlara mahkum edilen emeklilere “banka promosyonu müjdesi” verilerek resmen alay ediliyor.

Mülteciler asgari ücretin altında ücretlerle, sigortasız, güvencesiz ve hatta ölümüne çalışmaya mahkum edilerek tüm ücretler baskı altına alınıyor. Milyonlarca mültecinin çaresizliği, sömürüyü artırmak için kullanılıyor.

Tüm bunlar yetmezmiş gibi siyasi iktidar Orta Vadeli Program’ı uygulayarak acımasız bir kemer sıkma programını devreye sokacağını, güvencesiz çalışma biçimlerini yaygınlaştıracağını ve hatta kıdem tazminatına dahi el uzatacağını ilan ediyor.

Tüm bu zorlu çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirmek için Anayasal demokratik haklarını kullanmak, sendikalı olmak, örgütlenmek, grev yapmak, meydanları doldurmak ve hatta geçinemediğini haykırmak bile “suç” olarak gösteriliyor.

Biz yasal, Anayasal haklarımızı bile kullanamazken parası ve makamı olanlar hiçbir kurala, mahkeme kararına, hatta kendi yazdıkları yasalara ve Anayasa’ya bile uymak zorunda değil!

Zenginlerin ve muktedirlerin hiçbir kurala uymak zorunda olmadığı bir düzende milyonların ekmeği, hakları ve özgürlükleri gasp ediliyor. Örneğin TÜİK mahkeme kararlarına uymayarak enflasyon verilerini nasıl hesapladığını açıklamıyor, ekmeğimiz sahte enflasyon verileriyle küçülüyor.

Dünyanın en uzun çalışan, en az izin kullanan, durmaksızın iş cinayetlerine kurban giden emekçileri bu ülkede yaşam savaşı veriyor. Ülkemiz bir ucuz emek cenneti haline getirilmek istenirken Türkiye dünyada işçi haklarının en kötü olduğu 10 ülke arasında.

Otoriter bir rejimin ağır baskıları altında hepimiz kölece çalışıp asgari yaşamaya mahkum ediliyoruz. Bu nedenle demokrasi mücadelesi 2024 1 Mayıs’ının en asli gündemlerinden biridir.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu (ITUC), bütün dünyada otoriter rejimlerin yükselişine, demokrasinin gerilemesine ve buna bağlı olarak işçi haklarının zayıflamasına karşı “Demokrasi İçin” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır. 2024 1 Mayıs’ı ülkemizde ve dünyada, sermaye düzeninin ve bunlara bağlı otoriter rejimlerin tahrip ettiği demokrasiyi yeniden inşa edecek olan kolektif öznenin meydanlarda boy göstereceği tarih olacaktır.

Ülkemizde de Taksim 1 Mayıs alanı keyfiliğe karşı hukukun, otoriter tek adam rejimine karşı demokrasinin simgelerinden biri olmuştur. 2013’ten beri hukuk dışı biçimde 1 Mayıs’lara kapatılan Taksim Meydanı’na dair Anayasa Mahkemesi geçtiğimiz yıl Aralık ayında son kararını vermiştir. Doğrudan bu karardaki ifadelerle söylersek “1 Mayıs’ta Taksim’de olmak her işçinin, emekçinin hakkıdır” ve bizler de bu hakkı kullanacağız.

Evet bu sene başta İstanbul Taksim Meydanı olmak üzere ülkenin dört bir yanındaki 1 Mayıs meydanlarında coşkuyla, umutla buluşacağız.

  • 1 Mayıs’ta alanlarda olmak işimize, aşımıza, ekmeğimize, emeğimize sahip çıkmaktır.
  • 1 Mayıs’ta alanlarda olmak hakkımıza-hukukumuza; gelirde, vergide ve ülkede adalet talebimize sahip çıkmaktır.
  • 1 Mayıs’ta alanlarda olmak eğitim ve sağlık başta olmak üzere herkese nitelikli kamu hizmeti hakkımıza sahip çıkmaktır.
  • 1 Mayıs’ta alanlarda olmak söz ve karar hakkımıza; sendikalı olma, örgütlenme ve grev hakkımıza; ifade özgürlüğümüze; yani demokrasiye sahip çıkmaktır.
  • 1 Mayıs’ta alanlarda olmak İstanbul Sözleşmesine, işyerinde şiddete ve tacize karşı ILO’nun 190 sayılı sözleşmesine sahip çıkmaktır.  
  • 1 Mayıs alanlarında olmak eşitliğe, özgürlüğe, laikliğe, hepimizin eşit yurttaşlar olarak barış içinde, kardeşçe yaşayacağımız bir memleket mücadelesine sahip çıkmaktır.
  • 1 Mayıs’ta alanlarda olmak emperyalizme karşı barışı ve halkların kardeşliğini savunmaktır.

Haydi bu adaletsiz düzene karşı bir elimizde çocuklarımız, bir elimizde karanfillerimizle 1 Mayıs alanlarına!”

www.disk.org.tr den alınmıştır.

Ortadoğu’da emperyalist siyonist saldırılara hayır!

Uluslararası tekelci kapitalizm Ortadoğu da savaş koşullarını yükseltiyor.  Hamas’ın İsrail’e “Aksa Tufanı” saldırısıyla Filistin İsrail çatışması emperyalist güçlerin ve faşist gerici diktatörlüklerin bölgedeki etki ve çıkar çatışmasını arttırdı. Ortadoğu’ da ve dünyada yeniden paylaşım ve siyasi egemenlik çatışmalarını olgunlaştırıyor. Savaş, Ortadoğu ve dünyanın mazlum ve ezilen halklarına Gazze’de görüldüğü üzere acı, gözyaşı, yıkım, açlık ve yoksulluk getirmekle kalmıyor, günlük yaşamda kırım da yaşatıyor. Emperyalist paylaşım ve gerici savaşlardan ezilen ve sömürülen halklar zarar görüyor.
Bugün emperyalist büyük güçler, faşist-siyonist İsrail devletinin yanında, arkasında yer alarak Gazze halkına yapılan katliamı, Gazze’nin yok edilmesini, bebeklerin, kadınların, yaşlıların öldürülmesini, sivil yerleşim alanlarının vurulmasinı izliyor, savaş suçlarını görmezden geliyor; güçlü kapitalist devletlerin B.M gibi uluslararası mekanizmaları etkisiz cılız karşı çıkışlarla ikiyüzlülüklerini sergiliyor.
ABD, başta olmak üzere batılı bütün emperyalist güçler ve onların işbirlikçisi yeni sömürge devletler ve işbirlikçi iktidarları Faşist-siyonist İsrail devletinin Filistin’de yürüttüğü haksız, emperyalist savaşın tarafı ve destekçisi olmayı sürdürüyor.
Ortadoğu’da savaşın diğer tarafı Filistin ‘de Hamas ve onu destekleyen İran, Lübnan ve Suriye’de Hizbullah, Yemen’de iktidar mücadelesi veren Husilerdir.
Yakın zamanda Siyonist İsrail devleti; Hamas lideri İsmail Heniyye’nin 3 oğlu ile 4 torununun öldürüldüğü hava saldırısını, İran’ın Şam’daki konsolosluk binası ve büyükelçilik konutuna hava saldırısı düzenledi. Saldırıda 2 general dahil 7 İran devlet yetkilisi öldürüldü. Bunun üzerine İran’da misillemede bulunacağını açıklamıştı. 13 Nisan’da gece saatlerinde bu misilleme gerçekleşti.
Faşist -siyonist İsrail devleti ile İran devleti arasındaki çatışma, dalaşma Ortadoğu’da yürüyen emperyalist paylaşım savaşının parçasıdır. Bu savaşta, çatışmada desteklenecek bir yan yoktur. Bu savaş haksız ve gericidir. Halklara acı gözyaşı ve yoksulluk getirmektedir. Bu çatışma emperyalist güçlerin dünyayı yeniden paylaşması uğruna sürdürdükleri mücadelenin parçasıdır.
Savaşların sebebi tekelci kapitalist sistemdir. Emperyalizm var oldukça savaşlar kaçınılmazdır.
Dünyanın ezilen halkları dayanışma ve direniş ile emperyalist savaşlara karşı ayağa kalkarlarsa, emperyalist, gerici, haksız savaşları yok edebilir. Dünyayı işçiler emekçiler ve ezilen halklar için yaşanabilir haline getirebilir..
Kahrolsun emperyalist gerici savaşlar!
İmece Dostluk

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Van halkının iradesine yapılan yargı darbesini kabul etmiyoruz.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri   Van Büyükşehir belediye Başkanı olarak seçilen DEM adayı Abdullah Zeydan’ ın yerine  hukuk dışı bir şekilde  AKP adayının Belediye Başkanı olarak belirlenmesini Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde protesto etti. Basın açıklamasının ardından   barışçıl bir biçimde  yürüyüşe geçen bir gruba polis  biber gazı  ve şiddet uyguladı.  Altı kişi gözaltına alındı. İzmir Barosu Başkanı  Sefa Yılmaz İzmir Barosu önünde açıklama yaparak polis şiddetini kınadı.

“Van İl Seçim Kurulu, 31 Mart 2024’de yapılan yerel seçimlerde, Van Büyükşehir Belediye Başkanı olarak seçilen Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM) adayı %55 oranında oy alan Abdullah Zeydan’ın yerine, %27 oranında oy alan ikinci sıradaki AKP adayını belediye başkanı olarak belirledi.

Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylık şartlarına sahip olduğu tespit edilen ve adaylığı kabul edilen Abdullah Zeydan hakkında, Diyarbakır 5. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından 2022 tarihinde verilen memnu hakların iadesine ilişkin karara karşı iki yıl sonra, 29 Mart 2024 Cuma günü, mesai saatinin bitmesine beş dakika kala, Adalet Bakanlığı itiraz başvurusunda bulunmuş, önceki kararı veren mahkeme jet hızıyla itirazı kabul etmiştir.

Bu karar henüz kesinleşmeden Van İl Seçim Kurulu tarafından işleme konmuş ve Abdullah Zeydan’ın belediye başkanlığı engellenmiştir.

Bu karar ile siyasal iktidarın temsil ettiği yürütmenin yargı üzerindeki tahakkümü bir kez daha açıkça ortaya çıkmıştır. Seçmen iradesi gasp edilmiş, Anayasa’da ifadesini bulan hukuki belirlilik ve hukuki güvenlik ilkeleri ihlal edilmiştir.

Abdullah Zeydan’ın belediye başkanlığı engellendiği gibi seçimleri öncesi bölgede birçok il ve ilçe merkezinde seçmen sayısı ve nüfus yoğunluğuyla orantılı olmayan asker veya polislerin seçmen olarak kaydedildiği, bu kayıtlara yapılan itirazların ise ilçe seçim kurullarınca reddedildiği basına yansımıştı.

Ancak Yüksek Seçim Kurulu’nun seçime gölge düşürecek bu duruma sessiz kalması nedeniyle 31 Mart 2024 tarihinde yapılan seçimlerde bölgede birçok il ve ilçe merkezinde asker veya polislerin toplu oy kullandıklarına ilişkin görüntüler basına yansımıştır.

İlçe seçim kurullarının konuya ilişkin ret kararı gerekçelerinde; jandarma veya emniyet müdürlüklerinden gelen yazılara dayanıldığı, bu yazılarda asker veya polislerin seçim günü yapılacak görevlendirilme kapsamında seçmen olarak belirtilen merkeze kaydedildiği belirtilmiş, ancak seçim günü asker ve polislerin güvenlik tedbiri çalışmasına dahil olmadan sabahın erken saatlerinde oy kullanıp şehri topluca terk ettiklerine dair görüntüler, bu kişilerin güvenlik ihtiyacı kapsamında seçim bölgelerinde olduğu konusunda kamuoyunda ciddi şüphelere yol açmıştır.

Seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı temel insan haklarından olup demokrasinin vazgeçilmez unsurlarından biridir. Halk iradesinin hiçbir etki altında kalmadan serbestçe sandığa yansıması da seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkının vazgeçilmez temel unsurudur. Anayasa’nın 67. maddesine göre seçimler yargı yönetim ve denetimi altında yapılır. Asıl olanın güvenlik ihtiyacının olup olmadığının ilçe seçim kurulları tarafından belirlenmesi olduğu, bu anlamda ilçe seçim kurullarının tamamen jandarma veya emniyet müdürlüğünden gelen yazıları mutlak doğru olarak kabul ederek itirazları reddetmesi ile Van İl Seçim kurulu tarafından Abdullah Zeydan’ın belediye başkanlığının gasp edilmesi birlikte değerlendirildiğinde İktidarın yargı eliyle seçime ve sonuçlarına müdahalesini açıkça göstermektedir.

Sonuç olarak belirtmek isteriz ki; tarafsız ve bağımsız yargının, hukukun üstünlüğünün, demokratik hukuk devletinin ve kuvvetler ayrılığı ilkesi gereğince İl Seçim Kurulu ile Yüksek Seçim Kurulunu seçmen iradesini tanımaya ve hukuka uygun davranmaya çağırıyoruz.”

İzmir Baro Başkanı  Sefa Yılmaz’ın Baro önünde açıklaması

İzmir Kadın Platformu: Kadın cinayetlerini durduracağız

 

İzmir Kadın Platformu  Türkan saylan Kültür Merkezi önünde kadın katliamlarına karşı açıklama yaptı. Kadınlar; “Yaşasın kadın dayanışması”, “Erkek adalet değil gerçek adalet”, “Susmuyoruz korkmuyoruz itaat etmiyoruz”, ” Kadın cinayetleri politiktir.”, “Kutsal aileniz batsın kadınlar yaşasın”, “Sözleşme bizimdir vazgeçmiyoruz.”, “Yasta değil isyandayız”, “Katledilen kadınlar isyanımızdır”  sloganlarını attı.

Yapılan açıklama şöyle:

BASINA VE KAMUOYUNA

Kadına yönelik şiddet, kadın cinayetleri her geçen gün katlanarak artıyor. Kadınlar artık yalnızca evlerde değil, sokakta, işyerinde, okulda, parkta katlediliyor.

İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesinden Medeni Kanunun tartışmaya açılmasına, miras hakkının hedefe konmasından 6284 sayılı yasanın değiştirilmek istenmesine; AKP’nin kadın düşmanı politikaları kadınların yaşamlarına mal oluyor.

Evlilik yaşının düşürülmek istenmesinden, boşanmaların engellenmesi, arabulucu uygulamalarına, nafaka hakkının gasp edilmek istenmesinden çok eşliliğin meşrulaştırılmasına, çocuk istismarının aklanmasına, kadınların eşitlik haklarına yönelik saldırılara, Diyanetinden, medyasına, tarikat şeyhinden bakanına gerici söylemler kadınların katledilmesinin zeminini yaratıyor.  Kamusal hizmetler tasfiye edilirken ev içi bakım yükleri altında ezilen kadınlar şiddet dolu hayatlara mahkum ediliyor. Kadınların ve LGBTİ’lerin yaşam hakları; AKP ve gerici ittifakın seçim kampanyalarında, mitinglerinde kazanılmış haklarımız hedefe konuluyor.

Gerici, cinsiyetçi, erkek egemen politika ve söylemlerle şiddet sıradanlaştırılırken, şiddet faillerine cezasızlık politikası ve iyi hal indirimleriyle kadına yönelik erkek şiddeti ve kadın katliamları körükleniyor.

İçeriği “Kadın erkek eşit değildir”, “kadının yeri evidir”, “kutsal aile” “aile hukukunun yeniden düzenlenmesi” sözleriyle somutlanan aile şuaralarıyla kadınların eşitlik ve özgürlük hakları hedefe konuyor.  Tarikat ve cemaatler palazlandırılırken, eşitsizlik doğrudan Diyanet ve Milli Eğitim Bakanlığı tarafından örgütleniyor.

Tüm bu politikalar hayatlarımızı kuşatan şiddete dönüşüyor. Derinleşen yoksulluk erkek-devlet şiddeti ile yönetilmeye çalışılıyor. Kadın ve nefret cinayetleri artıyor. AKP’nin iktidara geldiği günden bu yana 8 bine yakın kadın katledildi. 2023 yılında 315 kadın öldürüldü, 248 kadın şüpheli bir şekilde ölü bulundu. 2024’ün başından beri 85 kadın erkekler tarafından katledildi.  İzmir’de ayrı yaşadığı erkek tarafından katledilen Özlem Çankaya’da dahil bu ülkede 24 saatte 8 kadın öldürüldü.

Sadece evlerde değil sokaklarda öldürülüyor kadınlar. 8 Mart gecesi Konak’taki parkta oturan anne kız tacize karşı durduğu için hiç tanımadıkları biri tarafından bıçaklı saldırıya uğradı ve İlayda Alkan katledildi. Oya Tarhan ise yaşam savaşı veriyor.

Defalarca karakola başvurmasına, elektronik kelepçe talep etmesine rağmen boşanmak istediği erkek tarafından akademisyen Derya Uzelli, annesi Dilek Uzelli ve küçük kızı Linda saldırıya uğradı. Silahlar, uzun namlulu tüfekler kuşanmış katil Yusuf Yılmaz, Derya Uzelli’nin annesini ve kızını katletti,  kendisinin üzerine 30 kurşun boca etti.  Katilin yakınları Derya Uzelli’yi hedefe koydu ahlaksızca.

Karabağlar’da Zahide Yurtkal koruma kararı olmasına rağmen, boşanma aşamasında olduğu Tamer Yurtkal tarafından silahla vurularak öldürüldü. Kızı ise yaralandı.  Defalarca alınan koruma kararlarına rağmen korunmadığı için öldürülen Ezgi Zerkin’in katili hala sokaklarda dolaşıyor.

Migros deposunda kötü çalışma koşulları ve işten atmalara karşı direnen  DGD-SEN üyesi Gülhan Albayrak işe gitmek için çıktığı evinin önünde defalarca şikayetçi olduğu eski sevgilisi tarafından katledildi.

Bu katliamların sorumluları

“Türkiye yüzyılı” diye kent kent meydan meydan gezerken, o gittikleri kentlerin evlerinde, sokaklarında kadınlar öldürülüyor. Seçim beyannamelerinde ise kadının adı sadece aile içinde geçiyor.

Aile diye diye kadınları şiddet gördükleri evlere mahkum eden gerici politikalar yüzünden kadınlar ölümle burun buruna yaşıyor. Güvenceli bir işe sahip olmadığı, çocuğunu gönderecek kamu kreşlerini kapattıkları için o çok kutsadıkları aile içinde şiddete mahkum ediliyor.

Kadınları şiddetten koruyacak mekanizmalar işlemediği için, şiddet gördüklerinde başvurabilecekleri yeterli sayıda sığınma evi, danışma merkezleri bulunmadığı için, şiddet failleri salıverildiği için öldürülüyor.

Müjde diye sundukları esnek çalışmayla ya ölümü ya zulümü reva gören bu düzene de, ayrımcı politikalarınıza da, gerici ittifakınıza da iktidarınızı sürdürmek için kadınları tahakküm altına alan erkek egemen politikalarınıza da yol vermeyeceğiz.

Bu katliamlardan siz sorumlusunuz!

Öldürülen her bir kız kardeşimiz için sokakları, meydanları doldurmaya devam edeceğiz. Hiçbir kadın yalnız ve güçsüz hissetmeyene kadar örgütlü mücadeleyi sürdüreceğiz. Aileye kul, sermayeye köle olmayacağız.

Katledilen kız kardeşlerimizin hesabını soracağız!

Buradan bütün kadınlara sesleniyoruz; Eşit özgür insanca bir hayatı kurmak bizim ellerimizde! Bunun için işyerinde, mahallede, okulda bulunduğumuz her yerde örgütlenelim mücadele edelim! Emeğimize, bedenimize, yaşamımıza kast eden bu düzene karşı bir kişi daha eksilmemek için  birbirimizden hayatlarımızda, haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz.

İzmir Kadın Platformu”

Eğitim Sen İzmir Şubeleri: MESEM ve ÇEDES uygulamalarına karşı bilim emekçilerini, velileri, öğrencileri ve demokratik kamuoyunu birlikte tutum almaya ve mücadeleye çağırdı.

Eğitim Sen  İzmir  Şubeleri ÇEDES Protokolü ve MESEM projesine karşı  Karşıyaka İlçesinde Kemal Paşa Caddesinde  ” Laik Eğitim Demokratik Toplum”  talebini  sesli olarak yükselterek bildiri dağıttı. Karşıyaka ilçe Milli Eğitim Müdürlüğü  önünde  basın açıklaması yaptı. Bildiri dağıtımı ve açıklamaya  ‘Laik Eğitim Demokratik Yaşam Platformu’ bileşenleri de katıldı. Açıklamayı Eğitim Sen İzmir Şubeleri Dönem Sözcüsü Bülent Karakaş okudu.

Açıklama:

“ÇOCUKLARIN GELECEĞİNİN ‘MESEM’ VE ‘ÇEDES’ ÜZERİNDEN KARARTILMASINA İZİN VERMEYELİM

Türkiye’de uzun süredir eğitim sisteminde ve okullarda iktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda piyasacı ve dinci bir kuşatmanın yaşandığı bilinmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın patronlara ucuz iş gücü sağlamak için gündeme getirdiği Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) ve eğitim sistemini büyük ölçüde dinselleştirmeyi hedefleyen ÇEDES projesinin sonuçları, öğrencilerimizin ve çocuklarımızın nasıl tehlikeli bir kuşatmayla karşı karşıya olduğunu göstermektedir.

“Bir gün okul, dört gün iş” sloganıyla hayata geçirilen (MESEM) uygulaması öğrencilerin patronlara ucuz iş gücü olarak sunulmasının önünü açmıştır. MESEM projesiyle 300 bini çocuk olmak üzere, 1 buçuk milyonun üzerinde insanın emeği patronların hizmetine sunulurken, yüzbinlerce çocuk ve gencimiz MESEM’in çarkları arasında acımasızca öğütülmektedir. Yüzbinlerce çocuk ve gencimiz ‘çırak’ ya da ‘stajyer’ kimliğiyle işçi gibi çalıştırılıp emek sömürüsünün sınırları zorlanmaktadır.

Son yıllarda iktidar eliyle derinleştirilen ağır ekonomik ve toplumsal sorunlar MESEM’leri bir tercih olmaktan çok, yüzbinlerce çocuk ve genç için adeta bir zorunluluk haline getirilmiştir. Ülkede en düşük emekli aylığının 10 bin lira olduğu koşullarda MESEM kapsamında çalıştırılan yoksul ailelerin çocukları, okumak yerine zorunlu olarak çalışmaya zorlanmaktadır. Ekonomik sorunlarla ve ağır borç yüküyle boğuşan yoksul emekçi aileleri, asgari ücretin yüzde 30’u ila yüzde 50’si arasında ücret ödenmesi nedeniyle MESEM gibi uygulamalara mecbur bırakılmıştır.

Çocukların yasal olarak tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde çalıştırılması yasak olmasına rağmen, MESEM bünyesinde çalıştırılan çocuklar/gençler iş cinayetlerinde yaşamını yitirmeye devam etmektedir. Çocuk işçiliğinin devlet eliyle meşrulaştırılması anlamı taşıyan MESEM uygulaması nedeniyle sadece son bir yıl içinde en az 8 çocuk çalışırken hayatını kaybetmiştir.

MESEM öğrencilere mesleki eğitim verilen ya da iddia edildiği gibi staj üzerinden beceri kazandıran bir uygulama değil, patronlara kaynak aktarmak amacıyla oluşturulmuş bir teşvik sistemidir. 12 yıllık zorunlu eğitim süresini fiilen 8 yıla indiren ve devlet eliyle ucuz işçiliği özendiren MESEM uygulaması daha fazla can almadan durdurulmalı, patronları değil öğrencileri merkeze alan nitelikli bir mesleki eğitim politikası hayata geçirilmelidir.

İktidarın kendi dünya görüşüne uygun nesiller yetiştirme hedefi tüm topluma yönelik fiili bir dayatma haline gelmiş durumdadır. Millî Eğitim Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı ile Gençlik ve Spor Bakanlığı iş birliğinde yürütülmekte olan ÇEDES Projesi kapsamında atılan adımlar laik eğitim ve laik yaşama açıktan meydan okuma anlamına gelmektedir.

Cumhuriyet tarihinin en kapsamlı dinselleşme uygulaması olarak karşımıza çıkan ÇEDES Projesi, çocukların zihinsel gelişim süreçlerine ve pedagoji bilimine tamamen aykırı bir içerikte hazırlanmış ve 81 ildeki bütün okullarda uygulanmaya başlamıştır.

Okullarda sadece öğretmenlerin eğitim öğretim hizmeti verebileceği gerçeği ortada dururken, ÇEDES projesi ile okullarımızda imamlar, vaizler ve Diyanet’e bağlı memurlar “manevi danışman” olarak görevlendirilmekte ve yasa dışı bir şekilde fiilen eğitim öğretim hizmeti vermektedir. Okul içinde ve dışında yapılan dini içerikli etkinlikler, özellikle toplu namaz etkinlikleri ve öğrencilere mezarlık temizletilmesi gibi etkinlikler çocukların zihinsel gelişimi açısından sakıncalıdır. Sınıflarda dini içerikli etkinlikler (sınıflarda Kâbe ve mezar maketleriyle yapılan etkinlikler) laik eğitime ve eğitim-öğretimin amaçlarına temelden aykırıdır.

Devletin, sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inanca özgü değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışması farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılık anlamına gelmektedir.

Öğrencilerimizin iktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda okul içinde ve dışındaki katılmasına izin verilmesi çocuğun üstün yararı ilkesine aykırıdır ve Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre doğrudan çocuk istismarı anlamına gelmektedir. Eğitim sisteminin belli bir dinin ve belli bir mezhebin kurallara göre biçimlendirilmek istenmesi, çocuklarımızın dini etkinlikler üzerinden istismar edilmesi kabul edilemez bir durumdur.  Bu nedenle eğitim kurumları dini içerikli faaliyet ve etkinliklerin değil, laik ve bilimsel eğitimin mekânları olmak zorundadır.

Hiçbir toplum birbirinin aynı olan, aynı düşünen ve aynı inanç ve düşünceden insanlardan oluşmaz. Laiklik ve laik eğitim, toplumda ve okulda farklılıkların bir arada yaşamasının temel güvencesidir. Laik eğitim, toplumdaki farklı inanç ve mezheplerin bir arada özgürce ve barış içinde yaşayabilmeleri için son derece önemlidir.

Eğitim Sen, toplumun bütün bireylerinin, temel insan hakları ve özgürlükleri doğrultusunda, herkesin kendi anadilinde, cins ayrımcı olmayan, eşit demokratik, laik, bilimsel, parasız ve kamusal nitelikli eğitim görmesini savunmaktadır. MESEM ve ÇEDES projeleri uluslararası sözleşmelerde yer alan çocukların hakları ve eğitimi ile ilgili temel haklar ve özgürlüklere temelden aykırıdır ve derhal durdurulmalıdır.

Çocuklarımızın ve öğrencilerimizin siyasi iktidarın kendi siyasal-ideolojik hedeflerine ulaşmak için hayata geçirilen MESEM, ÇEDES ve benzeri projelerin parçası haline getirilmesine sessiz ve tepkisiz kalmayacağımız bilinmelidir. Bu konuda eğitim ve bilim emekçileri başta olmak üzere, öğrencilerimizi, velilerimizi ve demokratik kamuoyunu MESEM ve ÇEDES uygulamalarına karşı birlikte tutum almaya ve ortak mücadeleye davet ediyoruz.

Eğitim Sen olarak okullarımızın piyasa odaklı ve dini içerikli faaliyet ve etkinliklerin değil, laik ve bilimsel eğitimin mekânları olması için bütün gücümüzle mücadele edecek, iktidar eliyle hayata geçirilen MESEM ve ÇEDES dayatmasına karşı bütün gücümüzle mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”

Laik Eğitim Demokratik Yaşam İstiyoruz..

DİNSELLEŞTİRME ve GERİCİLEŞTİRME  UYGULAMALARI

  • Türkiye’de Diyanet işleri Başkanlığı tarafından açılan Kur’an Kurslarında 4-6 yaş grubundaki çocuklara ‘dini eğitim’ veriliyor.
  • Eğitim müfredatında 9 tanesi zorunlu ve 24 tanesi seçmeli olmak üzere toplam 33 din dersi bulunmaktadır.
  • Okullara ayrılan ödenekte ayrımcılık var: imam hatip okullarında ödenek sıkıntısı yaşanmazken diğer devlet okullarının hepsinde ödenek yetersizliği yaşanmakta, ihtiyaçlar öğrenci velilerinden karşılanmaktadır.
  • MEB ile Diyanet işleri Başkanlığı-Dini vakıf ve dernekler arasında çok sayıda protokol imzalanmıştır. ‘
  • Değerler eğitimi adıyla sadece tek din, tek mezhep ve tek ırkın öğretileri öğrencilere ve topluma dayatılmakta farklı dini değerler taşıyan ailelerin çocukları ötekileştirilmektedir. ‘
  • Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi adı altında okullarda, öğretmenlik vasfı taşmayan imam, vaiz ve din görevlileri ‘manevi danışman’ ve öğretici’ olarak etkinliklere katılıyor, öğrenciler camilere götürülüyor ve imamlar okullarda ‘konferans’ veriyor. Öğretmenlerin, velilerin bilgi, onay ve denetimi dışında etkinlikler düzenleniyor.
  • Diyanet işleri Başkanlığı, ilkokul öğrencilerine, “Genç Gönüller, Çocuk Gönüllerle Buluşuyor. Projesi” adıyla bir proje başlattı. Diyanet bu proje ile ilkokul öğrencilerine camilerde manevi danışmanlar ve din görevlileri eşliğinde değerler eğitimi veriyor. “Genç Gönüllüler” in niteliği, kimliği, öğrettikleri bilinmiyor, denetlenemiyor.

İKTİDARIN UYGULADIĞI EĞİTİM!

1 -Türk-İslam sentezine dayalı mezhepçi, sağcı, cinsiyetçi ve otoriter bireyler yetiştirir.

2-Dinci ve gerici karakterli bireyler yetiştirir.

3-Paralı ve rekabetçi eğitimi uygular.

4-Çocuklarıysorgusuz-sualsiz itaate yönlendirir.

5-Çocukları nesneleştirir, korkak ve pasif yetiştirir.

6-Tek din, tek mezhep tek dil ve tek millet anlayışına dayanır.

7-Bilimeyaraştırmaya ve tartışmaya değil dogmatik bilgiye zorlar.

8-Ayrımcılığa ve eşitsizliğe dayanan uygulamalar bütünlüğüdür.

LAİK EĞİTİM, DEMOKRATİK YAŞAM PLATFORMU İSE;

1 -Demokratik, eşitlikçi  özgürlükçü ve insan haklarına dayalı,

2-Laik, bilimsel,  parasız ve kamusal referanslara;

3-Eşitlikçi ve nitelikli,

4-Sorgulayan, eleştiren ve biat etmeyen nesiller yetiştiren,

5-Çocukların yüksek yararını önceleyen,

6-Çok inançlı, çok kültürlü, çok dilli ve farklılıklara saygılı,

7-Bilimsel ve eleştirel,

8-Demokratik topluma ve eşit haklara dayalı bir eğitimi savunur.

ÖNEMLİ HUKUKİ BAŞLIKLAR!

  • l8 yaşın altındaki her birey çocuktur, bedensel ve moral olarak doğru kararlar verebilme olgunluğuna erişmemiştir ve ailesinin sorumluluğu altındadır.
  • ÇEDES vb. protokollerin etkinliklerine çocuklarının katılmasını istemeyen veliler okula bunu ifade eden bir dilekçe ile başvurabilir.
  • Ders saatleri dışında çocuklarınızın nereye ne amaçla ve kim tarafından götürüldüğünden haberdar olma hakkınız vardır.
  • Eğitim-öğretim görevini sadece öğretmenler yapar. Bu görev asla başkasına devredilemez.
  • ÇEDES gibi uygulamalar çocuklarımızın geleceği için engel teşkil etmekte ve kaygı vericidir.
  • Güvenceli gelecek ancak laik,  bilimsel, kamusal, parasız ve demokratik bir eğitim ile mümkündür.

LAİK EĞİTİM DEMOKRATİK YAŞAM PLATFORMU

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Erzincan’ın Çöpler Altın Madeni’nde ekokırım ve insanlık suçu işleniyor!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri,  Çöpler Altın Madeni’nde  sömürge madenciliği sonucu meydana gelen ekokırım ve işçi katliamının  tüm sorumlularının  hesap vermesi  ve  tüm ÇED kararlarının iptal edilmesi  ve işletmenin derhal kapatılması için Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yaptı. Açıklamayı TMMOB İKK Sözcüsü Aykut Akdemir okudu.  İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’nin  basın açıklamasından sonra   İşçi Emekçi Birliği’de  doğa ve işçi kırımına karşı  basın açıklaması yaptı.

Emek ve Demokrasi Güçleri’nin açıklaması:

“2008 yılında faaliyete geçtiğinden beri ekolojik felaketlerle gündeme gelen, Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş tarafından işletilen Çöpler Kompleks Maden İşletmesinde gerçekleştirilen sömürge madenciliği ile yalnız doğamız ve kaynaklarımız değil, işçilerimiz de katlediliyor.
TMMOB, liç sahasında yaşanabilecek kayma nedeniyle sorumluları birçok kez uyarmış ancak bu uyarıları ne Bakanlık ne Yerel yönetim ne de Mahkemeler dikkate almamış. Bu nedenledir ki şu anda 9 canımız toprak altında iken büyük bir çevre felaketi ile karşı karşıyayız.
Yaşanan faciayla ilgili pek çok soru bulunmaktadır. Bu soruları elbirliğiyle bu faciayı yaşatanlara soruyoruz;
Liç yığınının kaymaması için stabilite hesapları yapıldı mı?
Hava durumu ve iklim değişikliğine dair önlemler alındı mı?
Bölgenin depremsellik haritasına uyuldu mu?
Kayma sonucunda ne kadarlık alanı etkileyeceği hesaplandı mı?
Son olarak Çöpler altın madeninde elde ettiğiniz karlar; kaybettiğimiz canlara, çevreye ve doğaya verdiği zarara değdi mi?
Biliyoruz ki bu soruları biz emekçiler, ısrarlı bir mücadeleyle gündeme getirmediğimiz sürece cevapsız kalacak, iktidar bugüne kadar kol kanat gerdiği şirketi yine “cezasız” bırakacaktır.
2021 yılında “Çöpler Kompleks Madeni”nde kapasite artışı ve ek tesisler yapılmasına yönelik projeye verilen “ÇED Olumlu” kararının iptali istemiyle açılan davada; projenin çevre üzerinde yarattığı ve yaratacağı tahribat ifade edilmiş; siyanürlü altın madenciliği yönteminin barındırdığı riskler itibariyle vazgeçilmesi gereken bir yöntem olduğu, bölgenin depremsellik ve heyelan açısından tehlikeleri de ayrıntıları ile vurgulanmıştır. Tüm bunlara karşın, üstelik yargılama sürerken dilekçelerde belirtilen riskler gerçekleşmiş ve 2022 yılında siyanürlü solüsyon taşıyan borularda yırtılma neticesinde siyanürlü solüsyon SIZDIRMAZLIK ALANI DIŞINA taşarak çevresel tahribata neden olmuş olmasına rağmen, Mahkemece bilirkişi heyetine ve raporuna sunulan itirazlar, hukuka aykırılık iddiaları karşılanmadan, yalnızca ÇED raporundan alıntılarla davanın reddine karar verilmiştir.

Kapasite artışına ilişkin ÇED Olumlu kararının iptali istemiyle açılan davanın yargılaması sürerken 21 Haziran 2022 tarihinde siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hattında oluşan yırtılma nedeniyle siyanürlü solüsyonun çevreye yayıldığı bölgede yaşayan halk tarafından fark edilmiş akabinde TMMOB tarafından da suç duyurusunda bulunulmuştur.

Madende yaşanan suça konu olayların ülke genelinde yaygın tepkilere yol açmasının ardından yetkililer tarafından ancak olaydan günler sonra bir açıklama yapılabilmiş; yaşanan felaketin üzerinden geçen 5 günün ardından ancak şirket hakkında para cezası uygulanmış “analiz sonuçlarına göre ise lüzum görülen alanlarda çevresel iyileştirme çalışmalarına devam edileceği” beyan edilmiştir. Ve yine ancak kamuoyunda tepkilerin büyümesi ve sürmesi ile yaşanan felaketin üzerinden geçen 6 günün ardından şirketin faaliyetlerinin durdurulmasına karar verilmiştir. Akabinde ise hiçbir şey olmamış gibi durdurma kararı kaldırılmış ve şirket faaliyetlerine devam etmiştir.

Savcılık tarafından ise yalnızca Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve yöneticileri hakkında “çevrenin taksirle kirletilmesi sonucu toprakta, suda, havada kalıcı etki bırakması” suçundan soruşturma yürütülmüş ve neticesinde taksirle işlenen suç bakımından gerekli ödeme yapıldığından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Parasını öde doğayı tahrip et denilmiştir. Sürece ilişkin yetki ve sorumlulukları dolayısıyla Maden sahasını denetimle görevli Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü yetkilileri ve çalışanları ile projeye ilişkin ÇED Olumlu kararı, izin, ruhsat veren kurumlar ile yetkilileri hakkındaki şikayetler hakkında ise hiçbir işlem yapılmamıştır.

Yaşanan felaket bir kez daha göstermiştir ki Altın madenciliğinde, liç işleminde kullanılan siyanür ve ortaya çıkacak diğer ağır metallerin çevre ve insan sağlığı için olumsuz etkiler yaratacak olası bir risk ve tehdit unsuru oluşturduğu; özellikle çok kuvvetli bir zehir olan siyanürün toprağa, suya ve havaya karıştığı zaman her türlü canlı açısından zararlı olduğu; dolayısıyla proses gereği atık barajlarına pompalanan siyanürlü atıkların, geçirimsiz olarak planlanan bu atık barajlarından oluşabilecek sızıntılar nedeniyle su kaynaklarına ve diğer kullanım alanlarına ulaşma olasılığı bulunduğu ve siyanürlü altın madeni işletilmesinde risk unsurunun ön plana çıktığı, ayrıca aynı risk sebebiyle bu bölgelerdeki flora ve faunanın da bozulma tehditi altında kaldığı bugüne değin yapılan çalışmalar, yargı kararları ve akademik raporlar ve esasında yaşanan çevre felaketleri ile kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıkça ortaya konduğu; yöntemin niteliği dolayısıyla; siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesinde işletmeciye yahut denetim/izleme faaliyetlerine bağlı olarak risk olasılığının azalacağından söz etmek olanaklı değildir.

31 Ekim 2022 yılında kapasite artışı yapan maden şirketinin söz konusu projesinin, felaket riski taşıdığının konuyla ilgilenen meslek örgütleri tarafından defalarca dile getirilmesine rağmen; tarafını şirketten yana belirleyen sorumsuz yöneticiler bu uyarıları asla dikkate almadılar. Ve söz konusu tesise; deprem, su kaynakları ve nehirlerin korunması bakımından bilimsel gerçeklere aykırı olarak Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca Nihai ÇED Olumlu kararı verildi. Kararın altında imzası bulunan dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum, bugün İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı adayı! Yine AKP Genel Başkan Yardımcısı olduğu dönemde Binali Yıldırım madenin bulunduğu köyün halkının tepkisine “Burada bir bilgi kirliliği var. Bilgi kirliliğinin sebebi şu. Bir takım küçük menfaatlerine halel gelenler ne yazık ki olumsuz propagandaları körüklüyorlar. Madenin ciddi anlamda İliç’e desteği var.” sözleriyle karşılık vermiştir.
Bu topraklarda Soma, Ermenek, Amasra, Şirvan ve diğerleri gibi onlarca maden katliamı ve iş cinayeti Kader ve fıtrat denilerek geçiştirildi. Her felaket bir sonrakine kapı araladı. Bizler sorumluları iyi biliyoruz. En başta şirkete bugüne kadar kol kanat geren, doğamızı yaşam alanlarımızı yağmalamasına izin veren, tüm uyarılara rağmen bu facianın gelişini izleyen, hukuksuz kapasite artışlarına izin verdiği yetmezmiş gibi şirketi vergi aflarıyla ödüllendiren AKP iktidarı bu göçüğün baş sorumlusudur! Bizler daha fazla kâr hırsıyla topraklarımızı, doğamızı, emperyalist şirketlere peşkeş çekenlerden hesap soracağız.
Şu an 10 milyon metreküp olarak tahmin edilen siyanür başta olmak üzere birçok kimyasalla yıkanmış, içerisinde arsenik gibi birçok ağır metal barındıran toprak kütlesi bir dere yatağının üzerinde bekliyor durumda. Altındaki zemin geçirgen bir zemin. Altındaki zemin dere yatağı. Toprağın içerisindeki kimyasalların neredeyse önemli bir kısmı sıvı şekilde. Bu sistem, Fırat Nehri’ni besleyen, su besleme sistemine dahil olma riskini de büyük oranda taşıyor. Yetkililerin yaptığı açıklama nehrin, Fırat Nehri’ne karışan menfez kısmının baraj ve set etkisi görecek şekilde kapatıldığına yönelik bir tedbir alınmasına ilişkin. Yalnız bu tedbir sadece malzemenin yüzeysel ve fiziksel olarak Fırat Nehri’ne akış yoluyla karışmasını engelleyebilir. Zeminden etkileşimi asla engellemez.

Bir kez daha sesleniyoruz; madenlerimiz ulusal ve uluslararası sermaye gruplarının yağma alanı olmaktan çıkarılmalı, İliç’te yaşanan felaketin tüm sorumluları yargı karşısında hesap vermeli, tüm ÇED kararları iptal edilmeli ve işletme derhal kapatılmadır.
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

 

İşçi Emekçi Birliği’nin Basın açıklaması metni:

“Anagold işçi kanı üzerinden servetini büyütüyor!

Bu bir katliamdır, hesabını soracağız!

Erzincan’ın İliç ilçesinde bulunan Çöpler Altın madeninde yaşanan toprak kayması sonuncunda işçi arkadaşlarımız göçük altında kaldı, madende kullanılan binlerce tonluk siyanür doğaya karıştı. Fırat nehrinin hemen kenarında konuşlanmış olan madenin çevreye ve doğaya zararı yıllardır tartışılıyordu. Tüm itirazlara rağmen maden kapatılmadı aksine olumlu ÇED raporları ile daha da genişletilip adeta saatli bir bomba haline getirildi. Resmi ağızlar yaşanan felaketi kaza olarak ifade ediliyor. Fakat bizler biliyoruz ki bu bir kaza değil daha fazla kar hırsı uğruna gerçekleştirilmiş bir katliamdır.

Yıllardır çevre örgütleri, TMMOB, çeşitli kurumlar doğayı, insanı ve tüm canlı hayatını hiçe sayan maden şirketlerinin kar hırsları uğruna hazırladığı katliamı önlemek için çalışmalar yürüttüler. Hazırlanan raporlar dikkate alınmadı, mahkeme kararları hiçe sayıldı, şirket lehine değiştirildi. Bakanlarından valisine kadar tüm yetkililer, kurumlar Anagold şirketinin arkasında saf tuttu. Dönemin Başbakanı Binali Yıldırım maden şirketinin faaliyetlerini protesto eden köylüleri “bozguncu” ilan etti. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı ve şimdi de İBB Belediye Başkan adayı olan Murat Kurum şirketin tüm usulsüzlüklerinin belgelenmesine ve genişlemenin felakete yol açacağının raporlanmasına rağmen kapasite artışına onay verdi. Erzincan valisi, İliç kaymakamı, hakim ve savcılar şirketin ücretli memurları gibi kararlar aldılar.

Bunlarla da yetinilmediğini görüyoruz. Anagold şirketi 9 ayda 323 milyon dolar kar açıklarken, diğer yandan 7,2 milyon dolar olan vergi borçları siliniyor, teşvik üzerine teşvik veriliyor.

Ölümle burun buruna çalıştırılan şirket işçilerine ise %0 zam yapılıyor. Sermayenin hizmetinde olan iktidar ve devlet kurumları sermayeyi kollarken doğayı katleden, işçileri sefalete ve ölüme mahkum eden uygulamaların ise önünü açıyorlar.

Sermaye vampirdir, işçi kanından besleniyor!

Sermaye için asıl olan kardır. Bunun için milyonları yıkıma sürüklemekten geri durmuyorlar. İliç’te yaşanan doğa ve insan katliamı bunun yeni bir örneğidir.  Ülkenin dört bir yanında daha fazla kar uğruna benzer katliam organizasyonları devlet teşvikleriyle sürdürülüyor.

Tıpkı Afrika’da olduğu gibi emperyalist tekeller ve yerli işbirlikleri Erzincan, Artvin, Kazdağıları vb. parça parça yok ederken yasalar onlara göre düzenleniyor, sahte raporlarla her türlü faaliyetlerinin önü açılıyor, sınırlı mahkeme kararlarını dahi tanımıyorlar. Tüm yaşananlar göstermektedir kapitalist düzende her şey sermayeye hizmet için kurgulanıyor.

İnsanlığı ve tüm canlı hayatını yıkıma sürükleyen bu düzene mahkum değiliz. Bu düzen ve sebep olduğu felaketler ancak işçi sınıfı ve emekçilerin örgütlü mücadelesiyle son bulacaktır. Yeni İliç’ler, Somalar, Ermenekler yaşanmaması tüm işçi ve emekçileri mücadeleye çağırıyoruz. Doğamızı, havamızı, toprağımızı ve hayatlarımızı yok edenlerden hesap sormak için hayatın olduğu her yerde örgütlenmeye çağırıyoruz.

Sermaye vampirdir ve işçi kanından beslenir. Kanımızı emenlerden, bizleri göçük altında bırakanlardan hesap sormanın yolu ise kapitalist düzene karşı sosyalizm mücadelesini büyütmekten geçiyor.”

Kesk-Eğitim-Sen No’lu Şube: KHK’lerinizi iptal edin. Arkadaşlarımızı bir an önce işlerine iade edin.

Kesk-Eğitim-Sen 2 No’lu Şube  oturma eyleminin  281.  haftasını  Karşıyaka Çarşı girişinde  yaptı. Basın açıklamasını Eğitim-Sen 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli okudu.

“Basına ve Kamuoyuna;

İçerisinden geçtiğimiz kış aylarında garip mevsimsel süreç gibi yine garip siyasi, sosyal ve ekonomik bir ülke atmosferi yaşıyoruz. Ülkeyi kedere boğan iş cinayetleri bir türlü önüne geçilemez hal aldı. Bu ölümleri engellemekle sorumlu olanların yani iktidarın yandaş sermayeye yeni kar alanları açma adına böylesi işçi katliamlarına yol açan politikalarından derhal vazgeçmeleri gerekiyor. Son olarak Erzincan’ın İliç ilçesinde siyanürle altın aradığı bilinen kamuoyunun tüm tepkilerine rağmen faaliyetlerine devam eden Çöpler Madeni’nde gerçekleşen işçi kıyımında yaşamını yitirenleri saygıyla anıyoruz. Diğer yandan ülkenin dört bir yanından yükselen işçi direnişlerini ve mücadele kararlılıklarını saygıyla selamlıyoruz.

En son İzmir’de faaliyet gösteren bir tekstil fabrikasında örgütlü sendika olan DERİTEKS’in Genel Başkanına yapılan silahlı saldırıyı ve bunlara çanak tutanları kınıyoruz. Ömrünü insan hakları savunuculuğuna adamış olan Şebnem Korur Fincancı üzerinden insan hakları savunucuları ve aktivistlerine yönelik sosyal medyada gerçekleştirilen karalama kampanyasındaki karanlık niyetin farkındayız. Şebnem Hoca üzerinden ülkenin barış ve insan hakları değerleri ile birlikte başkanı olduğu TTB’nin itibarsızlaştırılması amacına ulaşamayacak bir girişimdir.

AKP iktidarı boyunca muktedir eliyle gerçekleştirilen kadın cinayetleri bu topluma giydirilmeye çalışılan deli gömleğidir. Biz kadınlar asla bu çerçeveye sığmadık ve sığmayacağız. Erkek egemen zihniyetin boyunduruğuna girmeyeceğiz. 9 Şubat’tan bu yana kendisinden haber alınamayan Rojvelat Kızmaz’ın cansız bedeni Hasankeyf’te bulundu. Bir yurttaşının can güvenliğini sağlamaktan çok katilini koruyan, tecavüzcüsünü aklayan, eve hapsedilmek istenen kadınların ülkesi olmayacağız.

Anayasal görevleri olan halkın haber alma hakkını yerine getirmek için görev yapan özgür basın kuruluşlarına ve çalışanlarına yönelik gözaltı ve tutuklamalar hem suçtur hem de acizliktir. Her türlü kötülüğü halkına reva gören iktidar anlayışı bilmelidir ki mızrak çuvala sığmamaktadır. Bu nedenle tutsak olan tüm basın emekçilerinin derhal serbest bırakılmaları gerekir. İşte ülkenin içerisinde bulunduğu garabetin temel nedeni hukuksuzluktur. İçerisinde bulunduğumuz bu girdaptan çıkışın tek yolu özgürlük, barış, ve eşitlik yoludur. Siyasi, sosyal ve ekonomik kurtuluşumuzun reçetesi radikal demokrasidir. Tüm Anadolu halkları için yürüyen, zincirleri kırmak için mücadele eden, tutsak bulunan değerleri dünya barışı için özgürlüğüne kavuşturmaya çalışan tüm demokrasi sevdalılarına selam olsun!

Bundan yaklaşık sekiz yıl önce KHK’ler ile işlerinden ihraç edilen arkadaşlarımızın karşılaştığı durum birçok yönüyle hukuksuzluğu gösterir. 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında bir gece yarısı KHK’si ile işlerinden ihraç edilen arkadaşlarımızın karşı karşıya kaldıkları durumlar tüm yönleriyle akla, vicdana ve hukuka aykırıdır.

Darbe ile asla ilişkisi olamayacak arkadaşlarımızı ihraç etmenin kendisi hukuksuzdur, suçtur.

Aileleri de dahil edilmek üzere parasal işlemlerini yürütecek iş ve işlemlerde dahi sınırlama ve yasaklamalar getirilmesi hukuksuzdur, suçtur.

Uzun süre seyahat yasağı getirilerek özgürlüklerinin kısıtlanması hukuksuzdur, suçtur.

Herhangi bir işte çalışacak olsalar bile türlü engellere maruz bırakılmaları hukuksuzdur, suçtur.

Toplumda cadı avına çevrilen algı operasyonlarına maruz bırakılmaları hukuksuzdur, suçtur.

En temel hak olan yaşam hakkına göz dikilerek “ağaç kökü yemeğe” yani ölmeye terk edilmek istenilmesi hukuksuzdur, suçtur.

Toplumsal yapıdan izole etmek, yaşamdan koparmak, tecrit etmek hukuksuzdur, suçtur.

Toplumsal barışa, birlikteliğe, ortak akla ve sol duyuya bu denli ihtiyaç duyduğumuz bir ortamda çağrımız her zaman dile döktüğümüz gibidir: KHK’lerinizi iptal edin. Arkadaşlarımızı bir an önce işlerine iade edin. Toplumu yönetenler olarak bu insanlara verebileceğiniz en büyük katkı budur. Aksi halde büyük insanlık nazarında da hukuk önünde de mahkum olursunuz. Yanlıştan bir an önce dönülmesi toplumsal huzurun vazgeçilmezidir. Önünde sonunda doğrusu olacak, adalet sağlanacak, arkadaşlarımızın tamamı işlerine iade edilecektir.

Buna inanıyoruz ve İŞİMİZE GERİ DÖNECEĞİZ diyoruz!”

 

TMMOB Yönetim Kurulu: Erzincan İliç Altın Madeni derhal kapatılmalıdır.

 

TMMOB Yönetim Kurulu’nun, 13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan İliç’te bulunan Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş tarafından işletilen Çöpler Kompleks Maden İşletmesinde meydana gelen toprak kayması üzerine  basın açıklaması:

ERZİNCAN İLİÇ ALTIN MADENİ DERHAL KAPATILMALIDIR!

Faaliyete girdiği 2008 yılından itibaren birbiri ardına ortaya çıkan çevresel felaketlerle sıklıkla gündeme gelen, Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş tarafından işletilen Çöpler Kompleks Maden İşletmesinde gerçekleştirilen sömürge madenciliği ile yalnızca doğamız ve kaynaklarımız değil, yaşamlarımız da katlediliyor.

Faaliyete girdiği yıldan bugüne, mevzuat dolanılarak parça parça hazırlanan projelerle devasa nitelik kazanan Çöpler Kompleks Maden İşletmesinin yarattığı tahribat ve oluşturduğu tehlike Birliğimiz tarafından daha önce de pek çok kez kamuoyuna açıklanmış, açtığımız davalarda sunulan teknik raporlarla da ortaya konmuştur.

Her dilekçemizde, her açıklamamızda liç sahasında yaşanabilecek kayma defaatle vurgulanmış olmasına karşın; ne Bakanlık ne yerel idare ne de Mahkemece uyarılarımız dikkate alınmamış, göz ardı edilmiş, bugün yaşanan felakete yol açılmıştır.

2021 yılında “Çöpler Kompleks Madeni”nde kapasite artışı ve ek tesisler yapılmasına yönelik projeye verilen “ÇED Olumlu” kararının iptali istemiyle açtığımız davada; projenin çevre üzerinde yarattığı ve yaratacağı tahribat ifade edilmiş; siyanürlü altın madenciliği yönteminin barındırdığı riskler itibariyle vazgeçilmesi gereken bir yöntem olduğu, bölgenin depremsellik ve heyelan açısından tehlikeleri de ayrıntıları ile vurgulanmıştır. Tüm bunlara karşın üstelik yargılama sürerken tam da dilekçelerimizde belirtilen riskler gerçekleşmiş ve 2022 yılında siyanürlü solüsyon taşıyan borularda yırtılma neticesinde siyanürlü solüsyon SIZDIRMAZLIK ALANI DIŞINA taşarak çevresel tahribata neden olmuş olmasına rağmen, Mahkemece bilirkişi heyetine ve raporuna sunulan itirazlarımız, hukuka aykırılık iddialarımız karşılanmadan, yalnızca ÇED raporundan alıntılarla davanın reddine karar verilmiştir.

Karara yönelik temyiz istemi neticesinde ise Danıştay 6. Dairece “Nihai ÇED Raporunda veya proje tanıtım dosyasında yer alan kurum görüşlerine yer vermekten ziyade, taahhütlerin çevreye olabilecek etkilerinin teknik olarak incelendiği, tarafları tatmin edici ve adil bir yargılama yapılması açısından gerekliliktir.” gerekçesiyle eksik incelemeye dayalı Mahkeme kararının bozulmasına karar verilmiştir. Akabinde Mahkemece yeniden bir bilirkişi heyeti belirlenerek 6 Aralık tarihinde keşif gerçekleştirilmiş olup, dosya halen bilirkişi incelemesi aşamasındadır.

Kapasite artışına ilişkin ÇED Olumlu kararının iptali istemiyle açılan davanın yargılaması sürerken 21 Haziran 2022 tarihinde siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hattında oluşan yırtılma nedeniyle siyanürlü solüsyonun çevreye yayıldığı bölgede yaşayan halk tarafından fark edilmiş akabinde TMMOB tarafından da suç duyurusunda bulunulmuştur.

Madende yaşanan suça konu olayların ülke genelinde yaygın tepkilere yol açmasının ardından yetkililer tarafından ancak olaydan günler sonra bir açıklama yapılabilmiş; yaşanan felaketin üzerinden geçen 5 günün ardından ancak şirket hakkında para cezası uygulanmış “analiz sonuçlarına göre ise lüzum görülen alanlarda çevresel iyileştirme çalışmalarına devam edileceği” beyan edilmiştir. Ve yine ancak kamuoyunda tepkilerin büyümesi ve sürmesi ile yaşanan felaketin üzerinden geçen 6 günün ardından şirketin faaliyetlerinin durdurulmasına karar verilmiştir. Akabinde ise hiçbir şey olmamış gibi durdurma kararı kaldırılmış ve şirket faaliyetlerine devam etmiştir.

Savcılık tarafından ise yalnızca Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. ve yöneticileri hakkında “çevrenin taksirle kirletilmesi sonucu toprakta, suda, havada kalıcı etki bırakması” suçundan soruşturma yürütülmüş ve neticesinde taksirle işlenen suç bakımından gerekli ödeme yapıldığından kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmiştir. Sürece ilişkin yetki ve sorumlulukları dolayısıyla Maden sahasını denetimle görevli Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği İl Müdürlüğü yetkilileri ve çalışanları ile projeye ilişkin ÇED Olumlu kararı, izin, ruhsat veren kurumlar ile yetkilileri hakkındaki şikayetlerimiz hakkında ise herhangi bir değerlendirme yapılmamış ve karar oluşturulmamıştır.

Yaratılan tahribat ortada olmasına ve Birliğimizde defaatle uyarıda bulunulmasına rağmen faaliyetlerin durması bir yana; 2023 yılında Çöpler Kompleks Madeni Açık Ocak Genişleme projesine ilişkin olarak ÇED Gerekli Değildir kararı verilmiştir. Bu karar karşı da Birliğimiz tarafından dava açılmıştır.

Dava dilekçesinde bir kez daha Altın madenciliğinde, liç işleminde kullanılan siyanür ve ortaya çıkacak diğer ağır metallerin çevre ve insan sağlığı için olumsuz etkiler yaratacak olası bir risk ve tehdit unsuru oluşturduğu; özellikle çok kuvvetli bir zehir olan siyanürün toprağa, suya ve havaya karıştığı zaman her türlü canlı açısından zararlı olduğu; dolayısıyla proses gereği atık barajlarına pompalanan siyanürlü atıkların, geçirimsiz olarak planlanan bu atık barajlarından oluşabilecek sızıntılar nedeniyle su kaynaklarına ve diğer kullanım alanlarına ulaşma olasılığı bulunduğu ve siyanürlü altın madeni işletilmesinde risk unsurunun ön plana çıktığı, ayrıca aynı risk sebebiyle bu bölgelerdeki flora ve faunanın da bozulma tehditi altında kaldığı bugüne değin yapılan çalışmalar, yargı kararları ve akademik raporlar ve esasında yaşanan çevre felaketleri ile kuşkuya yer bırakmayacak biçimde açıkça ortaya konduğu; yöntemin niteliği dolayısıyla; siyanür liçi yöntemi ile altın madeni işletilmesinde işletmeciye yahut denetim/izleme faaliyetlerine bağlı olarak risk olasılığının azalacağından söz etmenin olanaklı olmadığı ifade edilmiştir.

Dosyada yer alan tüm bilgi ve belgeler ve henüz 2022 yılında yaşananlar ortada olmasına karşın Mahkemece yürütmenin durdurulması hakkında dahi bir karar verilmemiş keşif ve bilirkişi incelemesi sonrasına bırakılmıştır. Dosyada son olarak 6 Aralık tarihinde keşif gerçekleştirilmiş olup bilirkişi incelemesi aşamasındadır.

Her iki dosyada da gerek dilekçelerde gerekse de keşif esnasında bilirkişi heyetine sunulan teknik beyanlarda liç sahasında yaşanabilecek kayma defaatle tarafımızca dile getirilmiştir. Fakat ne yetkili idarece ne de Mahkeme heyetinde ısrarla dikkate alınmamış faaliyetin devamına imkan sağlanmıştır. Neticesinde ise ne yazık ki ısrarla dikkat çekmeye çalıştığımız tehlike gerçekleşmiştir.

Bu yaşananların sorumlusu, faaliyeti yürütenler kadar yürümesine olanak sağlayan, izin verenler, ülkemiz kaynaklarının, doğamızın bir grup yabancı sermayenin çıkarları uğruna yağmalanmasına göz yumanlardır. İvedilikle sonuçlandırılması yasa ile zorunlu tutulan davaları sürüncemede bırakan, uzamasına neden olan, üzerinden yıllar geçmesine karşın halen yürütmenin durdurulması talebini dahi karara bağlayamayanlardır.

Bir kez daha sesleniyoruz; madenlerimiz ulusal ve uluslararası sermaye gruplarının yağma alanı olmaktan çıkarılmalı, İliç’te yaşanan felaketin tüm sorumluları yargı karşısında hesap vermeli, tüm ÇED kararları kararı iptal edilmeli ve işletme derhal kapatılmadır.

TMMOB Yönetim Kurulu