NACİ KURU

 

 

                                                                              NACİ KURU  (05.01.1958-22.07.2023)

Öğretmen bir baba ve ev hanımı bir ailenin ikinci çocuğu olarak Kayseri-Tomarza’da dünyaya geldi. İlk ve orta okulu KAYSERİ TOMARZA ilçesinde bitirdi.

Lise eğitimini ANKARA da GÜLVEREN Lisesinde bitirdikten sonra üniversite eğitimini ERZURUM ATATÜRK Üniversitesi Matematik bölümünde başladı. Naci ve arkadaşları Erzurum ’ da  faşist işgal nedeniyle eğitime devam etme ve barınma olanağı kalmadığından kitlesel olarak Ege üniversitesine nakil yaptırdılar. İzmir YDGD’inde  bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde  yol arkadaşımızdı.   Yargılandığı dava nedeniyle   Buca cezaevinde başlayıp Tomarza cezaevinde sonuçlanan   tutsaklığı ve  1980 darbesi sonucu eğitimini tamamlayamadı.

KÖY ENTÜTÜSÜ mezunu bir babanın oğlu olması nedeni ile sürekli mücadele ve insan sevgisi olan bir kişi idi çevresinde çok sevilen sayılan bir kişiliğe sahipti.1988 yılında eğitimci olan Ayşe  ile evlendi ve bir kızı EMEL birde oğlu EGEMEN adında iki çocuğu dünyaya geldi. 2016 yılına eşi Ayşe Kuru’ yu kaybetti. 2019 yılında ikinci evliliğini HÜLYA ile yaptı. 2023 yılı TEMMUZ ayında MERSİN de kalp krizi sonucu vefat etti.

29 Temmuz cuma günü  Ankara -Karşıyaka Mezarlığından saat 14.00 de uğurlandı.

Sevgi saygı ve özlemle..

 

 

 

 

 

 

Danıştay kararını tanımıyoruz. İstanbul Sözleşmesi bizim! Vazgeçmiyoruz !

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır İzmir Kampanya  Grubu, Danıştay 10. Dairesi’nin   İstanbul Sözleşmesi’ni Cumhurbaşkanı’nın  hukuksuz feshetme kararının iptaline ilişkin açılan davayı reddetmesi üzerine  İzmir’de Türkan Saylan Kültür  Merkezi önünde açıklama yaptı. Kadınlar “Sözleşme bizim vazgeçmiyoruz”,  “Erkek vuruyor devlet koruyor” “Katledilen kadınlar isyanımızdır”,  “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır”  sloganlarını attı.

Açıklama şöyle;

“Danıştay 10. Dairesi, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine ilişkin 20 Mart 2021 tarihli Cumhurbaşkanı Kararının iptal istemini reddetti. Kadın örgütlerinin, İstanbul Sözleşmesi’ne dair verilen hukuksuz feshetme kararının iptaline dair açtığı davanın sonucunu bugün kadın düşmanı erkek yargı açıklamış oldu.

Türkiye, 2011 yılında ilk imzacısı olduğu İstanbul Sözleşmesi’nden 20 Mart 2021’de Cumhurbaşkanlığı kararı ile çekilmişti. Biz kadınlar, tek bir adamın verdiği bu kararı tanımadığımızı karar açıklandığı günden itibaren sokaklarda, meydanlarda, işyerlerinde, üniversitelerde, bulunduğumuz her yerde haykırdık. Birçok kadın örgütü, LGBTİ+ örgütü, birçok baro bu hukuksuz karara karşı itiraz etti ve mücadelemizi sürdürdük. Bugün verilen kararın iktidar tarafından gerçekleştirilen kadın düşmanı bir hamle olduğunu, yaşamlarımızın ve hak mücadelemizin yok sayılmaya çalışıldığını biliyoruz. Bu kararla Danıştay, tek adam iktidarının meclisi devre dışı bırakarak istediği her kararı alabileceğini, istediği her uluslararası sözleşmeden kafasına göre çekilebileceğini göstermiştir. Bu sebeptendir ki bizler nezdinde, kadınlar nezdinde, toplum nezdinde bu kararın hiçbir meşruiyeti yoktur, kabul etmiyoruz!

Sizler bu kararları vererek kadın cinayetlerinin faili olduğunuzu, her gün yaşadığımız tacizin, tecavüzün, erkek şiddetinin destekleyeni olduğunuzu bizlere tekrar gösterdiniz. İstanbul Sözleşmesi feshedildiğinden beri katillerin ne denli cesaret aldığını, mahkemelerde çıkıp “İstanbul Sözleşmesi iyi ki feshedildi” diyen katil Cemal Metin Avcı’dan biliyoruz. Yine Pınar Gültekin davasında katile haksız tahrik indirimi verilmesinden biliyoruz. Deniz Poyraz’ın katilinin polis tarafından abicim diyerek korunmasından, 1 senede mahkemede bir arpa boyu yol alınmamasından biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni kaldırdık ama bizim iç hukukumuz kadına şiddeti önlemeye yeterli diyip yaptıklarınızı, ihmalleriniz yüzünden kaybettiğimiz kızkardeşlerimizi çok iyi biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı, Fatma Altınmakas aramızda olacaktı. Uğradığı cinsel saldırıyı ve şiddeti kendi anadilinde, Kürtçe ifade etmek isteyen Fatma için tercüman sağlanmadı. Oysaki İstanbul Sözleşmesi tüm kadınların ve ev içi  şiddete uğrayanların anadilinde şikayetçi olabilme,  kendini anlatabilme hakkını koruyan bir sözleşmeydi. O yüzden Fatma’ya tecavüz eden Sinan Altınmakas ve öldüren Kazım Altınmakas kadar sizler de failsiniz. Gülistan Doku 927 gündür kayıp ve fail Zaynal Abakarov 927 gündür korunuyor. İpek Er’e tecavüz edip intihara sürükleyen uzman çavuş Musa Orhan İçişleri Bakanı soylu tarafından kollanıyor. Erkeklerin tecavüz edip katledip, devlet tarafından nasıl aklandığını görüyoruz ve kabul etmiyoruz. Faillerden de erkek devletten de hesap soruyoruz.

Bu iktidar kadınlara, LBGTİ+‘lara, çocuklara savaş açmıştır. Her gün LGBTİ+ düşmanlığı bizzat Cumhurbaşkanı başta olmak üzere devletin tüm birimleri tarafından körükleniyor, LGBTİ+’lar hedef gösteriliyor. Onur Yürüyüşlerinde ve 8 Mart’ larda önümüze dikilip işkence ile bizleri durdurmaya çalışanlar katillerin doğrudan destekleyicisi olduğu gibi bizzat faillerin de kendisidir. Alsancak’ta yaşayan trans kadınların, evlerinin sokağına adım attıklarında dahi gördükleri şiddet ve işkence siz İstanbul Sözleşmesi’ni feshedenlerin eseridir. Çocuk istismarının her geçen gün artması, istismar faillerinin bana bir şey olmaz diyerek sahip oldukları cesaret sizlerin eseridir. Kabul etmiyoruz, İstanbul Sözleşmesi’ni savunmaktan vazgeçmiyoruz.

İhtiyaç olmasına rağmen kadın sığınma evi açmayan, hatta var olanları bir bir kapatan, kadınları aile içi şiddete mahkum etmek isteyen, şiddete boyun eğmeyip gittiğimiz karakollardan bizleri evlere gönderen bir iktidarsınız.

Bizleri yoksullukla, şiddetle, tacizle cezalandırmaya, haklarımızdan vazgeçmeye zorlamanızı kabul etmiyoruz. Bizlerin yaşamları sizlerin korunaklı adliye salonlarınızdan, saraylarınızdan verdiğiniz kararlara bağlı olmayacak. Mücadelemizden, ısrarımızdan, inadımızdan asla vazgeçmiyoruz.

Katillere verdiğiniz göstermelik cezaları, bize layık gördüğünüz şiddet dolu evleri kabul etmiyoruz. Sözde kutsal aile kurumunu ön plana çıkararak yaşadığımız şiddeti gölgelemenize, LGBTİ’lara yönelik sistemli bir şekilde büyüttüğünüz nefret politikalarına itaat deği isyan ediyoruz! Yaşamını savunmak için özsavunma uygulayan Çilem’i, sokakta yürürken samuray kılıcıyla katledilen Başak Cengiz’i, katillerini türlü oyunlarla aklamaya çalıştığınız Şule Çet’i, ölmek istemiyorum çığlıklarını duyduğumuz Emine Bulut’u unutmuyoruz. Katledilmesine izin verdiğiniz, koruma sağlamadığınız, katillerini ödüllendirdiğiniz her bir kadının isyanıyla buradayız. Yaşamlarımız için mücadele etmeye, sokak sokak örgütlenmeye ve İstanbul Sözleşmesi’ni her koşulda savunmaya devam edeceğiz. Haklarımızı bize siz vermediniz, siz alamayacaksınız. Yaşasın kadın dayanışması, İstanbul Sözleşmesi bizimdir!

İstanbul Sözleşmesi Yaşatır İzmir Kampanya Grubu”

Sivas Madımak Oteli katliamı İzmir’de anıldı. Madımak yanıyor, unutmadık unutmayacağız. Sivas’ın ışığı sönmeyecek..

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Pir Sultan Abdal Kültür Derneği,  Alevi Bektaşi  örgütleri, Sivas’ta Madımak Otelinde yaşanan  katliamın yıldönümünde Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yaptı.

Açıklamada üzerinde katledilenlerin fotoğrafları bulunan “Her yer Madımak, her yer yanıyor, unutmadık unutturmayacağız” yazılı pankart açıldı. Gençlik örgütleri “Suruç için adalet Sivas için adalet”   pankartı arkasında toplandı. Katılımcılar “Sivas’ı unutma unutturma”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kahrolsun faşist diktatörlük”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Dün Marasta bugün Sivas ta çözüm faşizme karşı savaşta”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Gün gelecek devran dönecek katiller halka hesap verecek” sloganları atıldı. Açıklamada yaşamını yitirenlerin isimleri okunarak, saygı duruşunda bulunuldu.

Açıklamayı, Alevi Bektaşi federasyonu Ege bölgesi sorumlusu Gülbahar kaplan okudu. Açıklama şöyle;

“2 Temmuz 1993 tarihinde, Sivas Madımak otelinde yaşatılan katliamın üzerinden 29 yıl geçti. İnancın, bilincin, direncin simgesi olan Pirimiz Pir Sultan Abdal’ı anma etkinliklerinin ilk üçü Pirimizin yaşamış olduğu Yıldızeli’nin Banaz köyünde gerçekleştirilmişti. 1993 yılında, Sivas merkezde yapılması planlanan 4.anma etkinlikleri, program dahilinde devam ediyorken; gerici faşistler tarafından, günler öncesinden başlayan provokasyonlar  sonuç vermiş ve devletin kolluk güçleri gözetiminde MADIMAK OTELİNE doğru yürüyüşe geçen, kışkırtılmış, gerici ve yobaz kalabalık Oteli ablukaya almıştır. Gözü dönmüş kalabalığa sekiz saat boyunca hiçbir müdahale de bulunulmamıştır. Hafızalarımızdan asla silinmeyecek slogan ve sevinç naraları eşliğinde OTEL ATEŞE VERİLMİŞ ve 33 aydınımız, ozanımız, sanatcımız, semahçımız, gencimiz kısacası AYDINLIK GELECEĞİMİZ ile birlikte 2 otel görevlisi de  diri diri yakılarak katledilmiştir. Bu katliamda 105 canımız da yaralanmıştır.

2 Temmuz Madımak katliamının üzerinden onlarca yıl geçmesine rağmen, katliamın hesabı verilmemiş, arkasındaki gerçek sorumlular açığa çıkarılmamış, katliamda bizzat rol oynayan çoğu piyon bir grup hakkında göstermelik davalar açılsa da adalet yerine getirilmemiştir. Katillerin çoğu affedilmiş, yurt dışına çıkarılmış, normal yaşamlarına devam ettirilmiştir. Bilinçli olarak uzatılan davalar zaman aşımına uğratılmış ve tutuklu olanlar dahi serbest bırakılmışlardır. Bu zaman aşımı kararı, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “milletimize hayırlı olsun”  diyerek karşılanmış ve büyük bir memnuniyet duygusu ile halka ilan edilmiştir. Aranan sanıklar yönünden devam eden mahkeme süreci de önceki süreçlere benzer bir biçimde devam etmekte ve adeta Şehit ailerimiz başta olmak üzere Alevi toplumunun sabrı zorlanmaktadır. Dava yeniden zaman aşımına uğratılmak istenmektedir. Herkes bilmelidir ki, Sivas Madımak Katliamı İnsanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve İnsanlığa karşı işlenen suçlarda zaman aşımı olmaz ve olamaz.

Madımak Katliamı ile amaçlanan şey ve topluma verilmek istenen mesajın,  sadece  insanların yakılması, katledilmesi olmadığı bilinmelidir. 1990’lı yıllarda  bir yandan gelişen sınıf mücadelesi ve devrimci durum, diğer yandan ulusal mücadelenin yükselişi, ortak mücadele zeminini geliştirmiştir. Bu somut durum, egemen güçleri harekete geçirmiş, siyasal iktidarı, gelişen bu dalgayı zayıflatmaya yönelik hamle arayışlarına itmiştir. Madımak katliamı, toplumun ayrışması, kutuplaştırılması ve kendi içinde çatışma ortamları oluşturulması için bilinçli seçilmiş bir Alevi Katliamıdır. Bu katliamda öncesinde ve sonrasında yaşanan diğer katliamlar gibi tarihin utanç sayfalarında yerini almıştır ve asla unutulmayacaktır. Katliamın diğer bir amacı da toplumun sınıf siyasetinden uzaklaşıp, kimlik siyasetine yönelmesini sağlamaktır. Katliamın nedenleri ve sonuçlarının tüm gerçekliği ile ortaya çıkarılması için, Devletin tüm organları ile birlikte, Tansu Çiller’in Başbakan, Erdal İnönü’nün hükümet ortağı olduğu dönemin tüm siyasal süreçleri ile amasız, fakatsız yüzleşilmesi gerekmektedir. Arkasındaki gerçek faailerin açığa çıkarılması için bu bir zorunluluktur. Madımak katliamı, ancak ve ancak tarihle yüzleşilerek aydınlatılabilinir.  Bu dönemde, Madımak katliamı dışında başta Gazi ve Ümraniye olmak üzere bir çok katliam yaşanmış, adına faİli meçhul denilen binlerce cinayet işlenmiştir. Aydınlar,gazeteciler, devrimciler, yurtseverler katledilmiştir. Ne Madımak katlimını ne de bahsi geçen cinayetleri unutmadık, unutmayacağız ve unutturmayacağız.

Sevgili Canlar ve Değerli Basın Emekçileri;

90’lar ile biriken sorunlar 2001 krizini yarattı ve kriz sonrası iktidara gelen AKP hükümeti, sistemin iktidardaki yeni yüzü olarak halka sunuldu. Cumhuriyet tarihi boyunca benzerlerine bir çok kez tanıklık ettiğimiz krizler yeni diye sunulan yönetimler eliyle aşılmak istenmiş ama özü hiç değişmeyerek hep baskı, katliam ve demokratik her talebin şiddetle bastırıldığı yönetimler devam etmiştir. Bugün yaşadıklarımız, bize bir kez daha göstermiştir ki örgütlü olmayan halklar,  iktidarların politikalarına teslim olmaya mahkumdurlar. Yeni dönem diye sunulan bu süreçte de Ankara Gar, Roboski, Suruç ve Gezi katliamlarını yaşadık. Diğer yandan çıkarılan KHK’larla başta eğitim alanı olmak üzere yüz binlerce kamu emekçisi haksız hukuksuz şekilde işten atılmış, muhalif basın yayın organları ile muhalif tüm demokratik kurumlar kapatılmış, gazeteciler akademisyenler başta olmak üzere haksız ve hukuksuzluğa karşı çıkan herkes tutuklanmıştır.

Diğer yandan, başta sendikalar, meslek odaları, dernekler, vakıflar gibi bir çok kurum ve kuruluşu kendi siyasal iktidarlarına hizmet edecek şekilde yandaş  kurumlara dönüştürmek istenmiş, buna karşı direnenler ise terörize edilerek toplum, kutuplaştırılmaya devam edilmiştir. Kürt sorununda demokratikleşmeyi değil, güvenlik eksenli savaş politikalarını esas alan süreç devam etmektedir. Bir yandan seçilen belediye başkanları, eş genel başkanları ve milletvekilleri görevlerinden alınıp tutuklanırken diğer yandan aileler tarifsiz acılar yaşamışlardır. Katledilen çocuklar buzdolabında saklanmış, Taybet Ana’nın cenazesi günlerce yerde kalmıştır. Ankara’da Aysel Tuğluk’un annesinin cenazesinin mezardan çıkarılması adeta alkışlanmıştır.

Değerli Dostlar;

AKP iktidarı eliyle toplum üzerinde inşa edilen bu tekçi iktidar ilişkisine halk tarafından verilen desteğin azaldığını gören egemenler son dönemlerde daha da saldırganlaşmıştır. Çubuk’ta bir asker cenazesine katılan CHP Genel Başkanı, linç edilerek öldürülmek istenmiştir. Saldırganların içinde bulunan bir kadın Kılıçdaroğlu’nun sığındığı evi hedef göstererek “evi yakın” diye bağırmıştır. Bütün bunlar kolluk kuvvetlerinin gözü önünde yapılmıştır. Bu durum, bize Madımak Katliamında yaşadığımız dehşeti ve acıyı tekrar yaşayabileceğimizin mesajını vermiştir.

Her geçen yıl kadın cinayetleri ve istismarları katlanarak artmaktadır. İnsan yaşamını güvence altına alan Uluslararası İstanbul Sözleşmesinin imzacısı olmaktan çekilme kararı, adeta kadın cinayetlerini destekler biçimdedir.

Yine geçtiğimiz günlerde Gezi davası ile ilgili verilen karar, Canan Kaftancıoğlu’na verilen siyaset yasağı, Alevi-Kürt-Kadın aktivist Aysel Doğan’ın cenazesine yapılan saldırı, aydın ve ilerici sanatçıların konserlerinin yasaklanması, AKP zihniyetinin ilerici, aydın tüm ötekilere olan hıncının kanun dışı-kanun üstü uygulamalarının örnekleridir.

Cumhurbaşkanının, meclis kürsüsünden Gezi’ye katılanlar için ‘’bunlar çürük-bunlar sürtük’’ söylemleri, buna itiraz eden savcılığa suç duyurusunda bulunma hakkını kullanan PSAKD temsilcilerinin basın açıklamasına izin verilmemesi, Ortadoğu teknik üniversitesinin geleneksel bahar şenliklerine yapılan hukuksuz müdahale, Tüik önünde sendikanın yapmak istediği açıklamaya yönelik müdahale ile yeni dönemde de baskı, kaos ve şiddete dayalı bir siyasal sürecin yaşanacağını bize göstermektedir.

Yaşanan bu sürecin en temel göstergelerinden biri olan ekonomik kriz AKP iktidarını sarsmaktadır. Uzun süredir şiddete, baskıya, tutuklamalara dayandırdığı iktidarı, her geçen gün kan kaybetmektedir. Enflasyondaki astronomik yükseliş, her ne kadar TUİK tarafından düşük ilan edilse de reel durum, halkın açlık ve yoksullukla mücadelesini gözler önüne sermektedir. Krizin tüm faturasını emekçilere kesen siyasal iktidara karşı, ezilenler, her alanda verdikleri mücadele ile itirazlarını yükseltmeye başlamıştır.

Değerli Basın Emekçileri, Sevgili Canlar;

Ülkemizde yaşanan her türlü ekonomik, siyasal ve kültürel krizlerin baş sorumlusu Emperyalizm ve başta AKP hükümeti olmak üzere onun ülkemizdeki iş birlikçileridir.

Aleviler olarak bir kez daha diyoruz ki;

– Cem evlerimiz Alevilerin İbadethanesi olarak bir an önce kabul edilmeli ve Anayasal güvence altına alınmalıdır.

– Kapatılan ve Vakıflar aracılığı ile el konulan Dergâhlarımız gerçek sahibi olan biz Alevilere geri verilmelidir.

– Her türlü ayrımcılık son bulmalı ve kime karşı olursa olsun nefret söylemleri en ağır biçimde cezalandırılmalıdır.

– Alevi köylerine cami yapılmasından vaz geçilmeli, her türlü asimilasyon politikasına son verilmelidir. Alevilerin Kutsal Mekânlarına yapılmak istenen baraj, hes, maden ve taş ocağı projeleri derhal iptal edilmelidir.

– Zorunlu din dersleri, tüm eğitim kurumlarının her kademesinden kaldırılmalı, eğitimin içeriği bilimsel ve çağdaş normlara kavuşturulmalıdır.

-Alevi inancının asimilasyonu ve yaşamın her alanının gericilleştirilmesinin kurumsal karşılığı olan, Laik ve demokratik Cumhuriyetin önündeki en büyük engel Diyanet İşleri Başkanlığı kapatılıp, lav edilmelidir.

– Devlet, tarihimizle ve yaşatılan katliamlarla yüzleşmeli ve hesabını vermelidir.  Madımak Oteli tartışmasız, Utanç Müzesi olmalıdır.

Bütün bu taleplerimizle katliamın 29. yılında buradayız ve bir aradayız.

Adalet için, barış için, bir arada kardeşçe yaşamak için buradayız,

Demokrasinin tüm kurallarının ve kurumlarının işletilmesini talep etmek için buradayız.

En temel talebimiz olan Eşit yurttaşlık hakkımızı haykırmak için buradayız.

Bir kez daha ifade ediyoruz ki, bu güne kadar gelmiş geçmiş bütün iktidarlar, baskı, şiddet, tutuklama, inkar, imha, asimilasyon vb. bütün yöntemleri denediler. Denenmemiş bir tek yol kaldı o da barış. Biz Aleviler, kimsenin inancından, kimliğinden, dilinden, kültüründen, cinsiyetinden dolayı ötekileştirilmediği, horlanmadığı, öldürülmediği, herkesin barış içinde bir arada kardeşçe yaşadığı, hakça bölüşümün esas alındığı, savaşların ve sömürünün son bulduğu kısacası inancımızda Rızalık Şehri olarak tarif edilen bir dünyanın mümkün olduğuna inanıyoruz. Bu dünyayı bütün ötekiler ile birlikte inşa edeceğiz. Haramilerin saltanatını er ya da geç ama mutlaka yıkacağız. Katliamların hesabını mutlaka soracağız. Bu ülkeyi ve bu dünyayı yaşanır kılmak biz  insanların elindedir. Bu gerçeği her yerde ve her alanda haykırmaya devam edeceğiz. Değil 29 yıl, 29 asır da geçse Madımak katliamını ve diğer işlenmiş insanlık suçlarını unutmayacağız.

Değerli Canlar, gelin hep birlikte, Katliamın 29. Yılında mücadelemizi daha da yükselterek, tüm saldırılara karşı Alevi Örgütlerimizin ve Alevi halkının birliğini sağlayalım, Madımak Katliamında yitirdiğimiz Canlarımızı unutturmak isteyenlere karşı gereken cevabı hep birlikte verelim.

Unutmak, en başta inancımıza, direncimize, bilincimize ve bu uğurda bedel ödeyen, Kerbela’dan Şeyh Bedrettin’e, Pir Sultan’a ve bugüne kadar, hak ve hakikat mücadelesinde inançları uğruna bedel ödeyenlere ihanettir. Unutmak; Asım Bezirci’nin Kalemine, Hasret Gültekin’in Bağlamasına, Nesimi Çimen’in Curasına, Asuman Sivri’nin Semahına, Koray Kaya’nın düşlerine ihanettir.

Madımak Katliamı’nı Unutmadık, Unutturmayacağız!

Gelin canlar bir olalım…

Sivas’ın Işığı Sönmeyecek!”

 

 

 

 

26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence Görenlerle Dayanışma Günü’nde İzmir’de hak örgütleri, ‘İşkencesiz Bir Dünya Mümkün’ dedi..

 

İzmir’de ’26 Haziran İşkenceye Karşı Mücadele ve İşkence  Görenlerle Dayanışma  Günü’nde  İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İzmir Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi, Özgürlük için Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Hak İnisiyatifi Derneği, İmece- Der, Halkların Köprüsü Derneği Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği  ortaklaşa ve birlikte Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde açıklama yaptı. Açıklamaya  HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay’da katıldı.  Hak örgütleri adına açıklamayı Türkiye İnsan Hakları Vakfı  (TİHV) Genel Sekreteri Coşkun Üsterci  okudu. Katılımcılar “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek”,  “Susma haykır iskenceye hayir”,  “İşkenceyi insanlık suçudur.”, “Tedavi haktır engellenemez ” sloganlarını attı.

Açıklama metni şöyle;

“Bugün 26 Haziran. “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” ülkemizde ve dünyada insan hakları savunucuları açısından özel ve önemli bir gün.

Birleşmiş Milletler (BM) “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme” 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiştir. BM, 1997 yılında bu günü  “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir.

Türkiye’nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar. İnsanlık ailesinin ortak kazanımı olan ve modern insan hakları hukukunun en temel kurallarından birini oluşturan bu yasak, normlar hiyerarşisi açısından üstün kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. Dolayısıyla hiçbir koşulda istisnası olmaz. Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında bu durum şöyle ifade edilir: “Hiçbir istisnai durum, ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”.

Bu açık ve net belirlemeye karşın işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır.

Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa’da ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını sürdürmüştür. Ancak, ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın, her geçen gün daha da artan baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu, günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Ekte yer alan dosyada paylaşılan veriler mutlak yasağa ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkencenin Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. Söz konusu veriler “İşkenceye sıfır tolerans” sözünün tarihsel ve olgusal olarak koca bir yalandan ibaret olduğunu göstermektedir.

Siyasal iktidarın giderek daha fazla otoriterleşmesi ile orantılı biçimde; devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması, en yetkili ağızlardan yapılan işkenceyi bizzat teşvik edici söylemler, köklü cezasızlık politikaları vb. sonucunda, resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları tüm ağırlığı ve vahameti ile devam etmektedir.

Kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokakta ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları da önceki dönemlerde görülmeyen bir boyuta varmıştır. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen hatta teşvik edilen bu şiddeti sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir.

Bunun en son örneği LGBTİ+ Onur Ayı kapsamında yapılan barışçıl toplantı ve gösterilere yönelik kolluk güçlerinin müdahaleleri sırasında yaşanmıştır.  Bu kapsamda 20 Mayıs 2022 tarihinden bu yana başta İstanbul, Ankara, İzmir olmak üzere pek çok ilde yapılan etkinliklere kolluk güçlerinin müdahalesi sonucunda 34’ü çocuk olmak üzere en az 526 kişi işkence ve diğer kötü muamele niteliğindeki uygulamalara maruz kalarak ile gözaltına alındı.

Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan, insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi son derece endişe vericidir. Kaçırılan Yusuf Bilge Tunç isimli kişiden 6 Ağustos 2019 tarihinden bu yana haber alınamamaktadır.

Türkiye’de hapishaneler, her dönem işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının yoğun olarak yaşandığı mekânlar olmuştur. Özellikle de 2015 Temmuz’unda Türkiye’nin yeniden çatışma ortamına girmesiyle başlayan, daha sonra askeri darbe girişiminin bastırılması ve ardından OHAL ilan edilmesiyle devam ederek günümüze varan süreçte hapishanelerde tutuklu ve hükümlülere yönelik işkence ve diğer kötü muamele uygulamalarında olağanüstü düzeyde artışlar yaşanmaktadır. Diğer yandan var olan yapısal sorunlar, etkin ve bağımsız izleme mekanizmalarının bulunmamasının yanı sıra Covid-19 salgını gerekçesiyle yapılan kısıtlamalar ve alınan tedbirler hep birlikte değerlendirildiğinde hapishanelerde yaşanan insan hakları ihlalleri iyice görünmez hale gelmiştir.

En son örneği İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde (GGM) yaşanan, GGM ve ülkeye girişlerine izin verilmeyen veya transit geçiş sırasında varış ülkesi tarafından kabul edilmeyen yabancıların tutulduğu İstanbul Havalimanı gibi yerlerde mülteci ve sığınmacılara yönelik işkence ve kötü muamele iddialarında da ciddi artışlar görülmektedir.

Açıklama ekindeki verilerle görünürlük kazandırmaya çalıştığımız endişe verici bu gerçeklik uluslararası önleme mekanizmalarının ve insan hakları kurumlarının raporlarına da yansımaktadır. Ne var ki, Anayasa başta olmak üzere hiçbir kural ve normla kendini sınırlandırmak istemeyen siyasal iktidar, uluslararası mekanizmaları, onların yaptığı eleştiri ve uyarıları da dikkate almamakta, işkenceyi önlemeye yönelik iyileştirmeleri yapmamaktadır. Aksine, mevzuatta işkence yasağının mutlak niteliğine aykırı düzenleme ve değişiklikler yaparak cezasızlığı “güvence” altına almaya çalışmakta, ihlalleri görünür kılmaya çalışan insan hakları savunucularına yönelik tehditlerle işkenceye karşı mücadeleyi engelleyebileceğini düşünmektedir.

Hakikatin bu iç karartıcı niteliğine rağmen “işkence” insan eliyle gerçekleştiği için, insan eliyle de durdurulması mümkündür.

İşkenceyi önleme/durdurma yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Dolayısıyla insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz aşağıdaki asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz:

  • İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
  • Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır.
  • Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
  • Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
  • Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı, OPCAT ve Paris İlkeleri’ne uygun tümüyle bağımsız bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
  • Kolluk Gözetim Komisyonu tarafsız ve bağımsız hale getirilmelidir.
  • İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
  • İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.

Ancak şunu da hatırlatmak isteriz ki, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işkenceyi önlemek aynı zamanda tüm toplumun da sorumluluğudur. İnsan ve yurttaş olmak için, bizi toplum yapan müşterek bağı korumak için işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayı büyütmek zorundayız.

Biz aşağıda imzası bulunan kurumlar olarak dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yüksek sesle haykırabilmeleri için işkence görenlerin her koşulda yanında olmaya; maruz kaldıkları işkenceyi belgeleyip raporlamaya; fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye; adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.

Görüyoruz, susmuyoruz, mücadele ediyoruz…

İnsanlık onuru işkenceyi mutlaka yenecek…

İşkencesiz bir Türkiye ve dünya mümkün!”

 

 

Susturma korkutma hapsetme yasasına hayır, sansür yasası geri çekilsin..

Siyasi iktidar faşizmi tahkim etmek için bugünkü siyasi durumun yarattığı olanakları  sermayenin sınıf çıkarları doğrultusunda harekete geçirerek,  kamuoyunda ‘Dezenformasyon Yasası’ olarak bilinen, basın ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar getiren 40 maddelik yasa teklifini, kısmi değişikliklerle TBMM komisyonlarından geçirdi.

Siyasi iktidar, susturma ve sansür yasasını çarşamba günü Meclis Genel Kurulu’n dan da geçirmeye çalışacak.. Sanıyorlar ki   “dezenformasyon” yasası çıkarak, gazetecileri, düşünürleri, yazarları , sanatçıları, işçi sınıfını, sosyalistleri, devrimci komünistleri, devrimcileri  susturabilecekler..Heyhat! Bu ülkenin sosyalistleri, komünistleri, devrimcileri hiçbir dönem bağımsızlık, demokrasi ve özgürlükler konu olduğu zaman suskun kalmadılar. Düşüncelerini açıklamaktan imtina etmediler ve bundan böyle de etmeyecekler, açıklıkla ve netlikle düşüncelerini  açıklamaktan geri durmayacaklar..

Siyasi iktidar, basın kanunu çıkarıyor, ama hiçbir gazetecinin, gazete  yazarının, yazarın, aydının düşüncesini sormuyor…Adı Basın Kanunu ama basın mensuplarının görüşleri, önerileri alınmıyor, hazırlayanlar arasında basın örgütleri bulunmuyor.

Teklif birçok yönden basını zorlayıcı maddeler içerirken,  29. Madde ile Türk Ceza Yasası’na ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma’ maddesi eklenerek 6 yıl hapis cezasına  varan yeni bir suç tanımı yapılıyor.  

 İzmir’de gazeteci örgütleri 21 Hazitan Salı günü TBMM’de görüşülecek dezenformasyon yasasına karşı Konak Hasan Tahsin anıtı önünde basın açıklaması yaptı.

Açıklamaya  İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  basın ve gazeteci örgütleri de katıldı. “Basın özgürse toplum özgürdür”, “Özgür basın susturulamaz”, “Faşizme karşı omuz omuza “, Susmuyoruz korkmuyoruz itaat etmiyoruz” sloganları atıldı ve açıklamayı İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi okudu

“Dezenformasyon Yasası’ olarak bilinen, basın, internet haberciliği ve sosyal medyaya yeni yaptırımlar getiren 40 maddelik yasa teklifi, kısmi değişikliklerle Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) komisyonlarında kabul edildi. Muhalefetin ve basın meslek örgütlerinin, ‘sansür yasası’ olarak tanımladığı teklif, Meclis Genel Kurulu’nda görüşülecek. Teklifin yasalaşması halinde Cumhuriyet tarihinin en ağır sansür ve oto-sansür mekanizmalarından birine yol açabileceğini ifade eden basın meslek örgütleri ve sendikaları, Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi İzmir’den de ses yükseltti. İzmir Gazeteciler Cemiyeti (İGC) öncülüğünde Konak’ta bulunan Şehit Gazeteci Hasan Tahsin Anıtı önünde yapılan basın açıklamasında; kentteki gazeteciler, meslek örgütleri ve sendikaların temsilcileri yer aldı. Söz konusu yasa teklifinin geri çekilmesi için çağrıda bulunulan açıklamayı İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi okurken, ‘Basın özgürse toplum özgürdür’, ‘Özgür basın susturulamaz’, ‘Susmuyoruz korkmuyoruz itaat etmiyoruz’, sloganları atıldı.

Söz konusu kanun teklifi hazırlanırken, gazetecilerin ve örgütlerinin görüşünün alınmadığın dikkat  İGC Başkanı Dilek Gappi, kanun teklifinin bir grup siyasetçi ve bürokrat tarafından kapalı kapılar ardında hazırlandığını ifade etti. Yasa teklifinin içeriğine dair açıklamalarda bulunan Gappi, “Bu yasanın içeriğinde; para cezaları, hapis cezası, kapatma, internet basınına ağır denetim ve basın kartı iptalleri ve ‘Dezenformasyon’ adı altında bağımsız haberciliğe sansür var. Bu yasaya göre; halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Failin, suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde söz konusu ceza yarı oranında artırılacak. Yani diyorlar ki; kaynağın belli dahi olsa, eğer bilgi birileri tarafından keyfi olarak yanlış diye nitelendirilirse, bunu yayan yani gazeteci ya da vatandaş, iktidarın istemediği her kim ise doğrudan hapis cezasıyla cezalandırılacak. Özellikle seçim dönemi yaklaşırken; bu türden bir teklifin yasalaşacak olması, yaklaşan seçimlerin baskı altında yapılacağının işareti olur. Medyaya yönelik olarak öngörülen idari tedbirler arasında para cezası, reklam yasakları ve sosyal medya ağlarına bant daraltma yaptırımı da vardır. Yasa teklifinde, keyfiyete dayalı yazılı basının kapısına kilit vuracak maddeler vardır. Öyle ki Anadolu basını hiçe sayılmış, gözden çıkarılmıştır. Yaklaşık bin gazete, yaşam kaynağı olan resmi ilanları alamamakla ve kapanmakla karşı karşıya kalacaktır” dedi.

Gappi, “Bu yasa toplumsal bir oto-sansür dalgası yaratacaktır. Bu nedenle sadece gazetecilerin sorunu değil tüm toplumun sorunudur. Tüm toplumun ifade onurudur. Gazetecileri dinlemeden basın yasası yapılmaz dedik, öneriler verdik, itirazlar ettik ama dinlemediler, dinlemiyorlar. Ülkemizin en büyük basın meslek örgütleri olarak Türkiye’nin dört bir yanından milletin meclisine gideceğiz ve bu yasa teklifinin Anayasal güvence altına alınmış haber alma ve paylaşma hakkımızı ortadan kaldıracak yasa tasarısının acilen geri çekilmesi çağrısında bulunacağız” ifadelerini kullandı.

Söz konusu yasa teklifinin; temel insan haklarına, haberleşme özgürlüğüne, basın özgürlüğüne aykırı olduğunun altını çizen Gappi, “Cumhuriyet tarihinin en ağır sansür ve oto-sansür mekanizmalarından birine yol açabileceği endişesiyle, “dezenformasyonla mücadeleyi” değil gazeteciliğe baskıyı artırmak üzere tasarlanan bu yasa teklifi Anayasa’nın basın ve ifade özgürlüğüne alenen aykırıdır. Bu yasa teklifinde gazeteciler yok, gazetecilerin görüşleri yok, basın özgürlüğü yok, tüm toplumu susturma, korkutma ve hapsetme vardır. Bu yasa teklifi ile yalnızca habere ve gazetecilere göz dağı verilmekle kalmamakta, halkın iletişim ve haber alma özgürlüğü de engellenmektedir. Bu yasa teklifi yasalaşırsa tüm Türkiye gözaltında olacaktır” …..

“Bu mesleğin kalbinden vurulmasına izin vermeyeceğiz” diyen  Gappi, yasa teklifinin geri çekilmesi için çağrıda bulundu. Gappi, şunları söyledi: “Dünya Basın özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasından 149.olan Türkiye’nin daha ne kadar gerilemesini istiyorsunuz? 180’inci sıraya mı göz diktiniz? Haber sansür edilemez. Gerçekler susturulamaz. Bugün buradayız çünkü omuzlarımızda, yüreğimizde vebal var. Gerçekleri doğruları yazmanın bedelini canlarıyla ödeyerek yazan Abdi İpekçi, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Necip Hablemitoğlu, Musa Anter, Metin Göktepe ve nice gazeteci ve düşünürler sadece ve sadece doğruları yazdıkları, söyledikleri için öldürüldüler. Hasan Tahsin’in bağımsızlık anlayışının meşalesini taşıyanlar biz gazeteciler haykırıyoruz; temel insan hak ve özgürlüklerine, uluslararası sözleşmelere ve Anayasa’ya aykırı olan, basın tarihine kara bir leke olacak bu teklifi çekin, gelin ülkemizin aydınlık demokratik geleceği için bu tarihi hatadan dönün ve siyasi emeller uğruna bağımsız haberciliğin üzerinden ellerinizi çekiniz.”

“Para cezaları, hapis cezası, kapatma, internet basınına ağır denetim ve basın kartı iptalleri ve dezenformasyon adı altında bağımsız haberciliğe sansür var. Dezenformasyon denilerek ‘Gerçeğe aykırı bir bilgiyi alenen yayanlara’ hapis cezasını öngören yeni bir suç tipi yaratılmak istenmektedir. Buna göre halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse 1 yıldan 3 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılacak. Yani diyorlar ki, kaynağın belli dahi olsa, eğer bilgi birileri tarafından keyfi olarak yanlış diye nitelendirilirse, bunu yayan yani gazeteci ya da vatandaş, iktidarın istemediği her kim ise doğrudan hapis cezasıyla cezalandırılacak”
“Bu türden bir teklifin yasalaşacak olması; yaklaşan seçimlerin baskı altında yapılacağının işareti olur. Medyaya yönelik olarak öngörülen idari tedbirler arasında para cezası, reklam yasakları ve sosyal medya ağlarına bant daraltma yaptırımı da vardır. Yasa teklifinde keyfiyete dayalı yazılı basının kapısına kilit vuracak maddeler vardır.  Ayrıca bu yasa, toplumsal bir otosansür dalgası yaratacaktır. Bu nedenle sadece gazetecilerin değil tüm toplumun sorunudur. Tüm toplumun ifade onurudur..”

“Bugün burada da sesleniyoruz: Bu yasa temel insan haklarına, haberleşme özgürlüğüne, basın özgürlüğüne aykırıdır. Yani Anayasa’ya aykırıdır. Bu yasa teklifi yasalaşırsa tüm Türkiye gözaltında olacaktı

“Bitirmeye çalışılan, adeta yok edilen, birine alıp diğerine satılan, kamu kaynaklarıyla oyun haline getirilmeye çalışılan bir mesleğin kalbinden vurulmasına izin vermeyeceğiz. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasından 149.olan Türkiye’nin daha ne kadar gerilemesini istiyorsunuz? 180’inci sıraya mı göz diktiniz? Haber sansür edilemez. Gerçekler susturulamaz. Bu yasayı teklif edenlere sormak istiyoruz. ‘Tarikatlara ve cemaatlere alınan genç çocuklar, 30 yıl sonra General olacaklar ve Cumhuriyete karşı ayaklanacaklar’ diyen Uğur Mumcu, o günün erklerine göre, sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla yalan haber yapıyordu. Sizin onlardan ne farkınız var? Gerçekleri doğruları yazmanın bedelini canlarıyla ödeyerek yazan Abdi İpekçi, Bahriye Üçok, Muammer Aksoy, Necip Hablemito azdıkları, söyledikleri için öldürüldüler. Hasan Tahsin’in bağımsızlık anlayışının meşalesini taşıyanlar biz gazeteciler haykırıyoruz; Temel insan hak ve özgürlüklerine, Uluslararası sözleşmelere ve Anayasaya aykırı olan
basın tarihine kara bir leke olacak bu teklifi çekin. Gelin, ülkemizin aydınlık demokratik geleceği için bu tarihi hatadan dönün ve siyasi emeller uğruna bağımsız haberciliğin üzerinden elleriniz çekiniz..”

“Ülkemizin en büyük basın meslek örgütleri olarak Türkiye’nin dört bir yanından yarın milletin meclisine gideceğiz ve bu yasa teklifinin Anayasal güvence altına alınmış haber alma ve paylaşma hakkımızı ortadan kaldıracak yasa tasarısının acilen geri çekilmesi çağrısında bulunacağız” dedi.

Bizler düşünce- ifade, haber alma özgürlüğüne saldırı niteliğindeki bu yasa önerisinin anti demokratik ve kabul edilemez olduğunu düşünüyor, bu alandaki meslek örgütleri ve emek-demokrasi güçleriyle birlikte haklarımızı savunmaya, korumaya ve hatta geliştirmeye çalışacağımızı bir kez daha deklare ederiz.

  

Pınar Gültekin cinayetinde yine indirim uygulandı..Kadınlar için adalet uygulanana kadar mücadelemizden vazgeçmiyoruz.

Kadınlar Birlikte Güçlü  hareketi, Pınar  Gültekin’in katiline verilen müebbed hapis cezasının 23 yıla indirilmesini  İzmir Karşıyaka Çarşısında protesto etti..

Pınar Gültekin’in canice katledilmesinden sonra, kadın örgütlerinin ısrarlı mücadele ve takibi sonucu kamuoyunda oluşan farkındalık, duyarlılık dava açılması ve davanın kadın hareketleri tarafından dikkatle izlemesiyle karar aşamasına geldi.

Ne yazık ki  son duruşmada verilen karar, cinayetin planlanması, işlenme biçimindeki vahşete karşın uygun çıkmadı, bu davada da karar eril zihniyete uyarlanmış, cezasızlığın önemli bir öğesi olarak “haksız tahrik” bahanesi  “gerekcesi” yle indirimle sonuçlandı. Hangi İNSAN, hangi duygu ve düşünceyle diri diri yakılarak sonra da üzerine beton dökülerek katledilebilir..  Bunun haklı veya haksız  tahrik  unsuru, “indirim”i  nasıl olabilir

20 Haziran 2022 Pazartesi günü yapılan karar duruşmasında katile verilen  müebbet hapis cezasının 23 yıla indirilmesi İzmir’in Karşıyaka ilçesi çarşı girişinde protesto edildi. Bir kısmı, Muğla’daki duruşmadan dönen kadınlar olmak üzere toplanan kadınlar bu kararı protesto ettiler. Kararın erkek egemen zihniyetin , adaletin cinsiyetçi karakterinin göstergesi olduğunu ve gerçek adalet sağlanıncaya dek bu davanın da diğer kadın cinayetlerinin de takipçisi olacaklarını belirten kadınlar daha sonra Karşıyaka Çarşısını sloganlarla yürüdüler ve   İZBAN istasyonu önüne geldiler.  kadınlar yürüyüş boyunca  “Yasta Değil, İsyandayız”,  “Katledilen Kadınlar İsyanımızdır”,  “Koruma, Aklama, Yargıla”,   “Erkek Adalet Değil, Gerçek Adalet”,  “Koruma, Aklama, Yargıla”, “Erkek Adalet Değil, Gerçek Adalet”,  ” Pınar Gültekin isyanımızdır”,  “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz”,  “Bir kişi daha eksilmeyeceğiz”,  “Pınar için adalet istiyoruz”, “Erkek vuruyor, devlet onu koruyor” sloganlarını attılar.

Çarşı girişinde  kadınlar adına okunan açıklama şöyle:

“Bugün Pınar Gültekin davasının 13. Duruşması Muğla Adliyesi’nde görüldü ve karar çıktı. Karar sonucunda Cemal Metin Avcı’ya verilen müebbet hapis cezası haksız tahrik indirimi uygulanarak 23 yıla düşürüldü. Katile yardım eden kardeşi Mertcan Avcı ve diğer failler ise beraat etti. Bugün erkek adaletin korunaklı adliye saraylarından kadın katilleri için verdiği bu kararlar, sokakta gezen diğer potansiyel katillere, kadın düşmanlarına cesaret veriyor.

13 duruşmadır adaletin işlemesi için hiçbir adım atılmadığını bizler, her duruşmada adliyenin önünden ayrılmayan kadınlar olarak takip ettik. Pınar katledildiğinden itibaren yandaş medya ve iktidarın kadın düşmanı şakşakçıları Pınar’ı yaşamını, özel yaşamını didik didik etti, katildense Pınar’ın hayatı sorgulandı. Hakimin tavırları başından beri yanlıydı. Nitekim katil bundan güç alarak “İstanbul Sözleşmesi iyi ki kaldırıldı, vicdanım rahat” gibi sözleri pişkince sarf edebildi.

İki yıldır tüm duruşmalarda adli tıp raporlarında doğrulanan kanıtlara rağmen katile ve ailesine zaman kazandırıldı, Pınar’a türlü iftiralar atıldı.

Kadınlar olarak katledilen bir kadının itibarının bu denli zedelenmeye çalışılmasına asla izin vermedik, izin vermiyoruz.

Bugün katil Cemal Metin Avcı’ya verilen 23 yıllık hapis cezası, katile delilleri karartmada yardım eden aile üyelerinin beraati biz kadınlara yöneltilen bütünlüklü saldırıların bir aşamasıdır. Kadınların sokağa çıkmaması, hayatlarına dair karar vermemesi için devlet, iktidar, yargı yoluyla kadınlar hizaya çekilmek isteniyor. Sanılıyor ki bu kararlar karşısında biz kadınlar bir köşeye çekilip öldürülmeyi bekleyeceğiz! Buradan bir kez daha söylüyoruz, kadın katilleri için verdiğiniz ödül gibi cezaları biz buradayken vermeye devam edemeyeceksiniz!

Sizin bugün biz kadınlarla dalga geçer gibi, katil Cemal Metin Avcı’ya verdiğiniz 23 yıllık hapis cezasını asla tanımıyoruz!

Katillere caydırıcı, cezalandırıcı, gerçek cezalar vermek zorundasınız. Bizim yaşamlarımız sizin adliye salonlarınızdan çıkan eril kararlara, kadın düşmanı cezalara kalmadı, kalmayacak!

Yasta değil isyandayız, bir kişi daha eksilmeyene, kadınlar için adalet sağlanana kadar mücadelemizden vazgeçmiyoruz!”  Karşıyaka İzban Önü

Tarihte şanlı bir sayfa: 15-16 Haziran Direnişine Selam!

15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinin yıl dönümüzdeyiz.  52 yıl önce   DİSK öncülüğünde  173 fabrika ve işyerinde TÜRK-İŞ, Bağımsız Sendikalar, işsizler ordusu, emekçiler, emekçi gençliği, yoksul köylülüğü de içine alarak   işçi sınıfı direnişe başlamıştı. Kartal’dan, Tuzla,  Çayırova, Gebze’den, Alibeyköy’den, Paşabahçe’den Bakırköy’den, Zeytinburnu’ndan , İzmit bölgesinden ve pek çok yöre fabrikasından, işyerlerinden yürüyüşe başlayan binlerce işçi  üretimden gelen güçlerini kullandılar, sokakları zapt ettiler.

DİSK’e ve diğer konfederasyonlara üye 100 bini aşkın işçi, Sendikalar Kanunu ve Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Kanunu’nda yapılmak istenilen değişikliğe, mücadeleci sendikaların tasfiyesine, kazanılmış haklarının gaspına, yasaklara karşı sınıfın birliği ve   üretimden gelen gücün büyüklüğünü, yarattığı etkiyi sermayeye gösterdiler, tarih  sayfalarına derslerle dolu bir sayfa yazdılar. İşçi sınıfı eylem ve direniş çizgisiyle sendikal mücadelenin de sendikal yönetimlerin de sınırlarını aştı.Dişe diş bir mücadele yürüttü..

15-16 Haziran İşçi Direnişi, Türkiye işçi sınıfının zulüm ve sömürüye karşı  direnişiydi.  15-16 Haziran İşçi Direnişi  Türkiye işçi sınıfının  ve ezilenlerin  en küçük hak ve özgürlüklerine saldıran  kapitalist  sömürücü düzeninin daha iyi sömürmek ve sendikaları tasfiye etmek için sermayenin ve faşizmin  saldırısı karşısında kendi gücünü ortaya koyduğu bir direnişti.

15-16 Haziran, faşizme sömürü ve zulüm düzenine karşı bugün de milyonlarca işçiye emekçiye mücadelenin tek doğru yolunu,  işçi sınıfının ve geniş halk kitlelerinin mücadele yolunu gösteriyor.

15-16 Haziran işçi sınıfının kendisi için sınıf olma bilincini kavrayıp örgütlenerek  burjuvazinin işçi sınıfının örgütlerine , taleplerine, uygulaya geldiği baskı, terör ve sendikal örgütlülüğünü sınırlandırma etkisizleştirme  girişimine karşı isyanın, genel grev , genel direniş, siyasi grev haklarını ve özgürlüklerini kullanmasının örgütlenmiş sesidir. İşçi sınıfı direnişinin özü budur. Direnişin tarihsel, sosyal, siyasal meşruiyeti  direnişin haklılığı, işçilerin birliği  ve  üretimden gelen güçlerini kullanmasıdır.

15-16 Haziran Direnişinde pek çok işçi bedel ödedi, gerçekleşen saldırıda 3 işçi Yaşar Yıldırım, Mustafa Baylan, Mehmet Gıdak  yaşamını yitirdi. Ancak işçi ve emekçileri köleliğe sürükleyecek, sendikalı olma hakkını ellerinden alacak saldırı yasası püskürtüldü.

Dönemin sermaye ve kokuşmuş düzenin partisi Adalet Partisi (AP)  274-275 sayılı sendikalar, toplu sözleşme ve grev yasalarında yapılmak istenen değişiklikle, sermayenin çıkarlarına uygun değişiklikle etkisiz bir sendikalar ve toplu sözleşme ve grev yasası çıkarmak istemesi ne kadar siyasi ise, işçilerin direnişi de o kadar siyasi bir direnişti. “DİSK’in çanına ot tıkayacağız “ diyen oligarşinin bakanları,  işçi sınıfının  direnişiyle gereken cevabı aldı. Sermayenin siyasi iktidarı  yasa değişikliklerini geri çekmek zorunda kaldı. İşçi sınıfı, sınıfın uzlaşmaz çizgisi kazandı. Burjuvazinin temsilcileri işçi sınıfının çanına ot tıkayamadılar.

15-16 Haziran şanlı işçi direnişi işçi sınıfına, ders niteliğinde  büyük bir miras bıraktı. İşçi ve emekçilerin saldırıları püskürtmek, haklarını korumak ve daha fazlasını kazanmak için ne yapması gerektiğini gösterdi. İşçi sınıfının 15-16 Haziran direnişi Türkiye işçi sınıfına, bugün de yol göstermeye devam ediyor.

Bu büyük işçi direnişini yaratanlara, bu uğurda yaşamını yitirenlere selam olsun!

 

 

Kanun Hükmü Kararname (KHK) ile mesleklerinden alınan kamu emekçileri direnişlerinin 214. haftasında..

Kanun Hükmünde Kararname ile işlerine son verilen kamu emekçileri  Karşıyaka Çarşı girişinde 214. hafta oturma  eylemini  yaptı.  Açıklamayı Eğitimsen 2 No’lu Şube Başkanı  Veysel Beyazadam yaptı.

Açıklama şöyle;

“Yine yeni bir takvim ayına insan yaşamının ve emeğinin en yüce değer olduğunu bilen medeni toplumlara hasret bir biçimde giriyoruz maalesef. Dünya üzerinde vatandaşların birbiriyle barışık olduğu kimi ülkelerde bireysel silahlanmanın tamamen yasaklanması konuşulurken payımıza düşen savaş naralarının yüceltilmesi oluyor. Bilimsel çalışmaların gurur kaynağı olduğu ve dünyaca ünlü dergilerde bilim insanlarının fotoğrafları boy gösterirken payımıza düşen caddeleri dolduran şeriat heveslilerinin gövde gösterisi oluyor. Kent kültürü içerisinde insanları eğlendiren cambazların ve sokak sanatçılarının olduğu dingin meydanları başkaca ülkelerde seyrederken payımıza düşen ve içimizi yakan görüntü İstanbul’un göbeğinde bedenini ateşe veren dert sahibi bir genç oluyor. Bir tutam güneşe hasret birçok ülkede insanlar güneşin besleyiciliğine koşarken payımıza düşen kadının dışarda spor yapmasına bile tahammül edemeyen gerici yöneticiler oluyor. Toplumsal uyum ve hoşgörü çalışmaları medeni ülkelerin derdi iken yöneticilerimizin elinden gelen ırkçı tutum ve davranışlar oluyor. Elin derdi çoluk çocuğu umut diye büyütüp ülkesini kalkındırmakken bizde tek adamların kışkırtmasıyla Berkin’ler, Ali İsmail’ler sokaklarda katlediliyor. Ama nafile bitmedi, bitmeyecek bu kavga yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!

İktidarın darbe fırsatçılığı yaparak hukuksuz bir şekilde gerçekleştirdiği ihraçlar, sendikal mücadele açısından en dinamik kesim olan Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu üyelerini hedef aldı. 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden yaklaşık altı yıl geçmiş olmasına rağmen, hukuksuz ihraçlar konusunda bir arpa boyu yol alınamamıştır. Yapılmak istenenin ihraç arkadaşlarımızı yaşamdan da ihraç etmektir, bunun farkındayız. Darbeci zihniyetin asıl hedefi, kuşkusuz kurum olarak sadece sendikalarımız değil, savunduğumuz tüm demokratik ilke ve değerlerdir. İhraç olan her bir arkadaşımız toplumsal yararı önceleyen, insan yaşamını önceleyen, çevre ve doğayı koruyan, kadının yaşamdaki varlığına ve mücadelesine güç katan, barışı ve özgür bir yaşamı önüne koyan tutum ve davranışların içerisinde olmuşlardır. Kamu emekçisi olarak kıymet görmesi gereken arkadaşlarımızın işlerinden ihraç edilmesi kabul edilemez. Yaşamın her alanında kendisine mutlak itaat isteyen ve bunun için her fırsatı kullananlar, gücünü tarihten alan sendikalarımızın üyeleriyle dayanışmasından geriş bırakamayacaktır. OHAL hukukunu kendilerine dayanak yapanlar suç işlemektedirler. Yaptıklarının bedelini hukuk karşısında mutlaka ödeyeceklerdir.

Avrupa Birliği’nin talebiyle oluşturulan OHAL Komisyonu’nun bugüne kadarki pratiğine baktığımızda ilaveten bir ceza mekanizmasının uygulandığını görüyoruz. Kuruluşunun üzerinden onca zaman geçmişken bizce meşru olmayan incelemelerinde arkadaşlarımızın dosyaları adeta sümenaltı edilmiştir. Son demlerini yaşadıklarının bilincinde olmuş olacaklar ki adeta kaplumbağa hızında çalışmaktalar. Evrensel hukuk normları içerisinde önemli bir yere sahip olan “makul süre” ilkesini bile yerle bir edercesine ihraç arkadaşlarımızın üzerinde büyük bir psikolojik yıkım amaçlanıyor, farkındayız. Kimi zaman bu büyük yıkımı kaldırmaktan yorulan arkadaşlarımızın yaşamlarına son vermelerinden sorumlusunuz, bilesiniz. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu üyeleri olarak; her türlü tehdit, baskı ve yasaklara rağmen sürdürdüğümüz onurlu yürüyüşümüzde bizlere rehber olan ilke ve değerlerimizi her koşulda savunmaya devam edeceğiz. Sadece bugüne değil yarını ve yarınlarımızı var edecek olan çocuklarımıza da sözümüz var. Onlara onurlu bir gelecek bırakacağız.

Buradan iktidara diyoruz ki; sizlerden beklenen toplumu ayrıştıran değil bütünleştiren olmanızdır. Yoksulu vergi yükü altında ezen değil ekmeğini kazanacak iş imkanı sağlamanızdır. Paranın değerini değil yoksulluğu sıfırlamanızdır. Zor araçlarını kullanarak değil hukukla yönetmenizdir. OHAL komisyonunu derhal lağvedip arkadaşlarımızı işlerine iade etmenizdir. Aksi halde meşru mücadelemizden gelen haklarımızla bu alanlarda olmaya ve direnmeye devam edeceğiz. Öyle veya böyle bugünü güzel günlere kavuşturacağız. Hukuksuzluğunuzla anılacaksınız, geleceğin tertemiz sayfalarında biz olacağız.”

 

Gezi 9.yılında yaşamı savunuyor..

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesinde toplanarak Gündoğdu Meydanı’na yürüdü , “Gezi bitmedi sürüyor, her yer Gezi her yer direniş” yazılı pankart taşınan yürüyüşte sık sık “Her yer taksim her yer direniş” ,  “Taksimde düşene dövüşene bin selam”,  “Gezi’de düşene dövüşene bin selam”, “Direne, direne kazanacağız”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Gezi bitmedi, mücadele sürüyor” ve “Gezi umuttur, umut bugün sokakta” sloganları atıldı.

Kıbrıs Şehitleri Caddesi girişinde,  Gezi fotoğrafları ve Gezi de yaşamlarını yitirenlerin fotoğraflarını taşıyarak, caddenin iki yanında zincir oluşturan gençlik örgütleri ise sloganlarla Gündoğdu Meydanı’na yürümek istedi. Barikat kuran polisler, yürüyüşe izin vermedi. Polisler 4 kişiyi gözaltına alırken, yürüyüşü durduran kitle gözaltı alınanların serbest bırakılmasını istedi. Gözaltına alınanlar serbest bırakıldıktan sonra gençlik  kitlesi yürüyerek Gündoğdu Meydanı’na geldi.

Bütün katılımcıların Gündoğdu Meydanı’na girmesinden sonra  İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına KESK Dönem Sözcüsü Necip Vardal  açıklama yaptı. Etkinlik  Praksis  grubunun müzikleriyle son buldu.

Açıklama şöyle;

“Dokuzuncu  Yılında Milyonların Demokrasi, Eşitlik, Adalet Mücadelesinin Eseri GEZİ’Yİ Selamlıyoruz!

ÜLKE TARİHİNİN EN ONURLU, EN HAKLI HALK HAREKETLERİNDENDİR GEZİ; ONURUMUZDUR

BU ONURU PAYLAŞTIĞIMIZ ARKADAŞLARIMIZIN YANINDAYIZ

Ülkemiz halk hareketleri tarihine altın harflerle yazılan,  en barışçıl, en güzler yüzlü direnişin,  GEZİ’NİN üzerinden DOKUZ yıl geçti.

Her şey Gezi Parkı’ndaki tarihi ağaçların kesilip, yerine Topçu Kışlası adı verilen AVM projesinin yapılmasına itiraz edenlerin gecenin karanlığını yırtan haykırışı ile başladı.

Evet, bundan DOKUZ yıl önce her şey ‘3-5 ağaç’ için başlamıştı. Ancak İstanbul’un son yeşil alanlarından birisinin daha betonlaştırılmasına karşı çıkanlara reva görülen amansız şiddete duyulan tepki milyonların eşitlik, özgürlük ve demokrasi talebi ile birleşerek o ağaçların yeşeren dalları gibi kısa sürede tüm ülkeyi sardı.

Yıllardır süren antidemokratik ve baskıcı ortamda kaç çocuk sahibi olacaklarından, çocuklarını hangi okullara göndereceklerine, nasıl giyinip ne yiyip içeceklerine, hangi müziği dinleyip, hangi festivale gideceklerine kadar yaşamlarının her hücresine müdahale edilen, en temel sendikal hakları tek tek ellerinden alınmasına rağmen kölece çalışmaları beklenen milyonlar “yeter artık” diyerek omuz omuza verdiler.

Demokrasiye, adalete, özgürlüğe susamış her yaştan, her kimlikten, her düşünceden, her inançtan, her meslekten milyonlar dayanışmayı, karşılıklı saygı ve sevgiyi, kardeşliği temel alan bir toplumsal direnişe, GEZİ’YE imza attılar.

Doğanın, doğal kaynakların yağma ve talanına, ülkeyi betona boğan, kamu kaynaklarını beşli çeteye peşkeş çeken politikalara karşı ekoloji mücadelesiydi Gezi;

Kamusal alanların, parkların yok edilmesine karşı kent hakkı mücadelesiydi Gezi;

Güvencesizliğe, geleceksizliğe, işsizliğe itilen, sefalet ücretlerine, açlığa mahkûm edilen, sömürülen, yarınları, umutları çalınan emekçilerin haklı öfkesiydi Gezi;

Çalışırken ölmenin kader, fıtrat olmadığını haykırmanın, iş cinayetlerine karşı insanca çalışma koşullarını savunmanın mevzisi oldu Gezi;

Sokaklarda özgür ve korkusuz dolaşmak isteyen, emeği görünmez kılınan, değersizleştirilen, ekonomik, fiziksel, cinsel, psikolojik her tür şiddete karşı yaşamına, emeğine, bedenine sahip çıkan kadınların isyanıydı Gezi;

Hayatın her alanını iktidarın siyasal İslamcı ideolojisi doğrultusunda dizayn etme, dinselleştirme girişimlerine karşı yaşamı, laikliği savunmaktı Gezi;

Etnik köken, inanç, cinsiyet, cinsel yönelim temelli her tür ayrımcılığa, nefret söylemine inat bir arada barış içinde yaşayabilmenin imkânıydı Gezi;

Meclisler, forumlar aracılığıyla eşit özneler olmanın, kendimiz hakkındaki kararlara katılmanın, yurttaşlığın, eşit, özgür, dayanışmacı bir yaşamın deneyimlenmesiydi Gezi;

Hayalleri çalınmak istenen, kendilerine vaat edilen tek şeyin işsizlik, sömürü, eşitsizlik olduğu, kendisi olmasına izin verilmeyen, tarikat ve cemaatlerin eline itilen gençlerin orantısız mizahı ve zekasıydı Gezi;

Emekliliğinde insanca yaşamak isteyen emeklilerin tecrübesini, dayanışmasını kuşanıp saflara koşmasıydı Gezi…

Ülkede yaşananlara ekranlarını, sayfalarını kapatarak üç maymunu oynayan Penguen Medyasına karşı basın emekçilerinin onurlu duruşuydu Gezi…

Sanatçı, yazar, şair ve düşünürlerin halktan esirgemediği duyarlılığıydı Gezi…

Farklı renklere gönül veren taraftarların kombine baskıya, zulme karşı yükselen tezahüratı, coşkusuydu Gezi..

Dükkânının kapısına “Direnmeye gittim, döneceğim” notu asan esnafın karşılıksız sunduğu katkıydı Gezi…

ARADAN GEÇEN DOKUZ YILDA KARANLIK ARTTI!

AKP iktidarı, iktidarını mutlaklaştırmak, ülkeyi daha büyük bir karanlığa sürüklemek, yağma ve talanı sürdürmek için yargı eliyle, ceza davalarıyla ülke tarihinin en haklı, en onurlu direnişlerinden biri olan, hemen tüm illerde milyonlarca yurttaşın katıldığı Gezi direnişini karalamak ve mahkum etmek istedi. İki kez beraat kararı verilmiş olmasına rağmen kararların bozulması ve yeniden açılan davanın karara bağlanmasıyla Osman Kavala’ya ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilirken, Mücella Yapıcı, Can Atalay, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Tayfun Kahraman ve Yiğit Ali Ekmekçi’ye 18’er yıl hapis cezası ve tutuklama kararı çıktı.

Bu haklı ve onurlu direnişi paylaştığımız arkadaşlarımız için verilen kararlar hukuksuz ve dayanaksızdır. Bu hukuksuzluğu kabul etmiyoruz; arkadaşlarımız da Gezi kadar aktır, yanlarında olmaya devam edeceğiz.

GEZİ’den sonraki dokuz yılda ülkede OHAL kalıcı hale getirildi. Tek bir kişinin ağzından çıkan her sözün ferman kabul edilir hale geldiği, en temel özgürlüklerin dahi askıya alındığı bir düzene geçildi.

Bu düzenin muktedirleri, farklıkları zenginlik olarak gören, hiç kimseyi ötekileştirmeyen, dışlamayan GEZİ’nin değerlerine, demokrasi, özgürlük, adalet, eşitlik talebine adeta savaş açtılar.

GEZİ’Yİ, hafızlardan silip atmak için olmadık yalanlara, iftiralara sığındılar.

12 gencimizin yaşamını yitirmesine,  binlerce insanımızın yaralanmasına yol açanlar GEZİ’YE vandallık etiketi yapıştırmaya kalktılar.

FETÖ’den devralınan iddia-namelere sığınarak, kişi veya kurumlara mal edilemeyecek genişlikte ve zenginlikte çok önemli bir toplumsal direnişten gizli örgüt, darbe senaryosu çıkarmaya çalıştılar.

Milyonların eseri bir direnişi sahiplenen açıklamalarını,  attıkları tweetleri ‘suç delili’ gibi gösterdikleri insanlar için ağırlaştırılmış müebbet cezası isteyecek kadar pervasızlaştılar.  Beraat ile sonuçlanan her davadan sonra bile düşmanlaştırıcı, hukuk tanımayan açıklamalarına yenilerini eklemeye devam ettiler.

Üretime değil, betonlaşmaya, ranta dayalı,  iğneden ipliğe dışarıya bağımlı hale getirerek çökerttikleri ekonominin faturasını bile GEZİ’YE bağladılar.

Ancak ne yaparlarsa yapsınlar milyonların eseri GEZİ’Yİ hafızlarımızdan silmeye, GEZİ’NİN değerlerini, ruhunu yok etmeye güçleri yetmedi.

Milyonların demokrasiye, adalete, özgürlüğe, insanca yaşamaya olan özlemi sürdükçe de yetmeyecek, GEZİ hep yaşayacak.

BUGÜN GEZİ’NİN DEĞERLERİNE DAHA ÇOK İHTİYACIMIZ VAR!

Demokrasinin, adaletin, özgürlüklerin son kırıntılarının dahi rafa kaldırıldığı,

Kazdağlarından, Salda Gölü’ne, Kirazlıyayla’dan Olimpos’a , zeytinlik alanlarından çeşme yarımadasına uzanan doğa talanının hız kesmeden sürdüğü,

Toplumsal yaşamın her alanının Diyanet fetvaları ile yeniden şekillendirilmesinin hedeflendiği

Özgürlükten, demokrasiden, barıştan, yaşanabilir bir kent ve doğadan yana olan herkesin açlıkla, ölümle ve hapisle sınandığı,

Buna karşın katillerin hırsızlıların, yolsuzluk yapanların, tacizci ve tecavüzcülerin pandemi fırsatçılığı ile dışarı salındığı,

Sadece kamu emekçilerinin hak ve çıkarlarını değil, kamu hizmetlerinden yararlanan milyonlarca yurttaşın haklarını korumak için çalışan,  emek meslek örgütleri üyelerinin sürgün gibi çağdışı cezalarla karşı karşıya bırakıldığı,

Günümüz koşullarında GEZİ’NİN değerlerine, dayanışmaya, birliğe, daha çok ihtiyacımız var.

GEZİ değerlerini kendi değerleri olarak gören emek demokrasi güçleri olarak, her geçen gün daha yakıcı hale gelen bu ihtiyaca cevap vermek için,

Eşitliğin, özgürlüğün, barışın, laikliğin, dayanışmanın, insanca yaşamın hakim olduğu bir ülke için mücadelemizi kararlılıkla sürdüreceğiz.

Gezi sürecinde aramızdan hunharca koparılan Berkin Elvan’ın, Ethem Sarısülük’ün, Ali İsmail Korkmaz’ın, Abdullah Cömert’in, Medeni Yıldırım’ın, Hasan Ferit’in, Ahmet Atakan’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın anıları önünde saygıya eğilirken;

Milyonların Demokrasi, Eşitlik, Adalet Mücadelesinin Eseri GEZİ’Yİ ve GEZİ TUTSAKLARINI bir kez daha selamlıyoruz!”

.

Nurhak ölümsüzleri 51. yılında anıldı..

Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga  direnişlerinin 51. yılında İzmir Buca’da Alpaslan Özdoğan’ın mezarı başında anıldı. Buca Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından düzenlenen anmaya  muhalif siyasi partiler ve kitle örgütleri  başkanları ve üyeleri,  Denizlerin yoldaşı dava arkadaşı Cengiz Baltacı,İzmir’de yaşayan 68 liler ve HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni de katıldı. Katılımcılar  mezarlık kapısından Alpaslan Özdoğan’ın mezarına kadar sloganlarla yürüdü.

Anmada ilk söz THKO Davasından Cengiz Baltacı’ya verildi. Cengiz Baltacı, kuşak olarak çözüm odaklı çalışmalar yaptıklarını, konuşmaktan çok işçilerle, köylülerle ve onların ihtiyaçlarının çözümü üzerinden çalıştıklarını, halkla birlikte çözüm üretmenin önemli olduğunu söyledi.

Ardından Alparslan Özdoğan’ın  ailesi  adına Caner Canlı  konuştu. Konuşması şöyle;

“3 Mart 1946  Buca doğumlu. 7 kardeşin en küçüğüydü. Babası Halil Özdoğan Yanıkkahveler’de bakkaldı.

Çakabey İlkokulu , Buca Ortaokulu ve Atatürk Lisesi  Mezunu. Sonrasında ODTÜ’yü kazandı.

3 Kasım 1970′ de babasını kaybetti ve o günlerde hakkında arama kararı olduğu halde  babasının  cenazesine geldi.   Taylan Özgür’ü çok severdi. Onun ölümü üzerine  korkunç bir üzüntü yaşadığını  arkadaşlarından öğrenmiştik. Hatta kendini yerden yere atmış. Sonrasında bir grup arkadaşıyla  beraber Filistin’de El fetih örgütüne katılmış amaç emperyalizme ve siyonizme karşı mücadele hem de örgütlü mücadele.. Dönüşte yakalanmışlar Diyarbakır Hapishanesi’nde 11 ay kadar yattı. Ablası ve abisi ziyaretine gitti. Sonrasında  yine Ankara yine ODTÜ yine mücadele.

Denizlerin idamına engel olmak için  Amerikan Üssünü ele geçirmeye giderken Nurhak Dağları’nda vuruldu. Akdoğan Abi ve aileden 2 kişi Nurhak’a gidip Alpaslan’ getirdiler. 2 Haziran 1971’de Buca’ya geldi. O gün korkunç bir yağmur vardı. Muradiye Camisinde selası verilmek istendi ama hoca ”Anarşistin selası okunmaz deyince  müftülükten başka bir hoca geldi. Cenazesi yağmur!a rağmen çok kalabalıktı. Ege Üniversite’sinden  öğrenciler de katıldılar . Sonrasında sürekli izlendik, takip edildik, rahatsız edildik ve Buca’dan ayrıldık. Sonrasında takipler hep devam etti.

Buradan bir kere daha sesleniyoruz. Alpaslan Özdoğan adı bir salona, parka ya da sokağa mutlaka verilsin.

“Devrimciler, işçiler, köylüler, öğretmen ve küçük memurlar, subay, öğrenci ve teknik elemanlar, esnaflar, yetimler, dullar, emekliler, kısacası ezilen ve sömürülen yoksul halkımız, sizlere sesleniyoruz.

Amerika ve onun emrindeki hainler yüzünden öz vatanımızda üvey evlat durumuna düştük, hiçbirimiz yarınımızdan umutlu değiliz. Kanımızı emen bir avuç hain ve onların arkasındaki Amerika’ya isyan etmek en kutsal görevimizdir.

Amacımız Amerika’yı ve bütün yabancı düşmanları temizlemek, hainleri yok etmek ve düşmandan temizlenmiş Tam Bağımsız Türkiye’yi kurmaktır.”

5 Mart 1971’de THKO tarafından yayınlanan bu bildiriyi hazırlayanlar arasında Alpaslan Özdoğan da vardı.

Alpaslan Özdoğan devrimci dayanışma ve yoldaşlığın simge isimlerinden biriydi.

Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde görkemli DEVRİM yazısı onun da içinde bulunduğu bir grup öğrenci tarafından yazılmıştı.

Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir İstanbul Maltepe’de çevrildikleri evde en çok onların ölüm haberini duyunca öfkelenmişlerdi.

Mahir Çayan, Alpaslan, Sinan ve Kadir’in öldüğünü duyunca balkona fırlamış ve “Yoksul Halkımız için dövüşüyoruz, sizin için sizler ve çocuklarınız için, Bağımsız Türkiye için,” diye haykırmıştı.

31 Mayıs 1971 gecesi Mahir Çayan ve Hüseyin Cevahir bağımsızlık türküleri söylediler.

1 Haziran’da ise Mahir Çayan ağır yaralandı ve Hüseyin Cevahir katledildi.

Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in en büyük acılarından birini 31 Mayıs 1971’de hissetmişlerdi.

Sinan Cemgil, Nurhak Dağlarında, kendilerini çeviren askerlere, ” Biz sizlerin, halkımızın, bağımsız onurlu ve bolluk içinde yaşayabilmesi için halk düşmanlarıyla, sizi sömüren ve asırlardan beri zulüm altında ezenlerle kavgaya tutuşmuş Halk Kurtuluş Ordusu’nun neferleriyiz” diye seslenmişti.

Çatışma sırasında önce Alpaslan sonra da Kadir ve Sinan Nurhak Dağlarında sonsuzluğa uğurlandılar.

Alpaslan Özdoğan 2 Haziran 1971’de Buca’da toprağa verildi.

Ne yazık ki 68 hareketinin devrimci yiğitleri birer birer yitirildi.

Hüseyin Cevahir, Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan, İbrahim Kaypakkaya ve diğerleri, ölüme gülümseyerek gittiler.

Tarih onları hep haklı çıkarttı.

Bu yıl d aAlpaslan Özdoğan’ı ,devrim şehitlerini ve yitirdiğimiz tüm güzel insanlarımızı sevgi ile anıyoruz.

Anma töreninde bir araya gelen parti, örgüt ve kişiler olarak mücadelenin her aşamasında devrimci dayanışmayı arttırmak zorundayız.

Yürüdüğümüz yollar farklı olabilir ama hedefimiz aynıdır.

Eşitlik, Özgürlük, Devrim ve Sosyalizm..”

Emek Gençliği MYK üyesi Emre Gökmen yaptığı açıklamada  ise, “Kapitalist emperyalist politikaların baskı ve saldırı politikaları gittikçe artıyor. Yanı başımızda Ukrayna’da savaş sürüyor. Burada savaşa taraf olanlar 6. filoya secde duranlardır. Ama bizler Alpaslanların arkadaşları mücadele yoldaşları hala anti-emperyalist mücadeleyi sürdürerek savaşa ve emperyalizme karşı barışı savunuyor bu mücadeleye sahip çıkıyoruz. Alpaslanların devrettiği mücadele bayrağı bugün Gezi direnişinde de devam etti. Onların bayrakları bugün bizim ellerimizde mücadelenin içinde yer alıyor. Elli yıldır süren bitmeyen bu yürüyüşü nihai zafere ulaştırmak için mücadelemizi sürdüreceğimize, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm için onların militanlığıyla sürdüreceğimize sözümüzü bir kez daha yineliyoruz” dedi.

HDP İzmir Milletvekili Murat Çepni de kısa bir konuşma yaparak, “Onları anmak devrim ve sosyalizm mücadelesini bugün ve yarın zafere ulaştırma kararlılığıdır. Bugün yoldaşlarımızı andığımız gibi Gezi ayaklanmasının da yıldönümündeyiz. Gezi’den aldığımız sonuçta yine Alpaslanlardan aldığımız güç ve mirasın sonucudur. Bütün bunları birleştirerek bu coğrafya da mutlaka devrim ve sosyalizmi kazanacağımıza olan inancımızı, kararlılığımızı bir kez daha ifade ediyoruz” dedi.

68 Liler adına konuşan Hakkı Karadeniz, mücadelenin bağımsız Türkiye, devrim ve sosyalizm mücadelesi olduğunu, silahlı eylem yapmak için değil ABD nin Kürecik üssünü millileştirmek için yola çıkıldığını söyledi, devrim ve sosyalizm mücadelesinde tüm güçlerin ortak davranmasının önemine dikkat çekti.

SYKP Genel Başkanı Cavit Uğur da söz alarak devrim ve sosyalizm mücadelesinin yolunu açan, bu yola ışık  tutanların, hiçbir kişisel hesap gütmeden gösterdikleri özveriyi, cesaretlerinin unutulmadığını, unutulmayacağını söyledi, bu mücadelenin devam edeceğini söyledi.