ÖZCAN BULMUŞ

                                                                                ÖZCAN BULMUŞ (1969- 17.03.2023)

Özcan 1969 yılında Mazgirt’te doğdu. Emekçi bir ailenin çocuğuydu. Babası geçici işlerde çalışırdı. Annesi ev kadınıydı. Özcan, Mazgirt’te doğduktan sonra ailesi Elazığ Fevzi Fevzi Çakmak Mahallesi’ne taşınmıştı. Özcan iki kardeşti. Abisi de uzun yıllar Libya’da işçi olarak çalıştı. Özcan, ilkokuldan itibaren sürekli geçici işlerde çalışarak aile bütçesine yardım etti.  Özcan’ın  pazardan alınan oyuncağı hiç olmadı.  Sokakta bilye, kabikle (keçinin dizinden çıkarılan ekleme) ve  futbol oynardı.  Oyuncağı olmayan çocuklardandı. Kış aylarında odun kömür taşıdı,  işportacılık, pazarcılık yaptı. İlkokulu, Ortaokulu ve liseyi  Elazığ’da okudu. Ilk üniversite sınavına girdiğinde Dicle Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümünü kazanmıştı.  İki  yıl sonra ise tekrar üniversite sınavına girip 9 Eylül Üniversitesi İşletme Bölümünü kazandı.  İşletme Bölümünde öğrenimine devam etti.

Özcan edebiyata, romana, şiire düşkündü. Sosyalizmin klasiklerini, edebiyat klasiklerini, toplumcu  gerçekci romanları, şiirleri okurdu. Okumayı öğrenmeyi ve okuduklarını çevresine anlatmayı severdi.

Üniversite yıllarında bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm mücadelesine katıldı. Komünist bir genç olarak  örgütlü mücadelesinden dolayı 1998 yılında tutuklandı ve 12 yıl 6 ay ceza aldı. 1998 yılında ilk tutuklandığında Bergama Cezaevinde kaldı. Bergama Cezaevi’nde tünel bulununca Ankara Sincan Cezaevi’ne sürgüne gönderildi. Hayata dönüş operasyonlarında ciddi sıkıntılar yaşadı ama direncini hiçbir zaman kaybetmedi 2005 yılında  Ceza Kanunda yapılan değişiklik sonucu  tahliye edildi. Özcan özgürlüğüne kavuşunca yeniden 9 Eylül Üniversitesi İşletme Bölümüne  kaydını yaptırdı ve okulunu bitirdi.

Cezaevi sürecinde 1998 yılında babasını yitirdi. Yine bu süreçte Annesi  ağır hastalanarak- felç-yatalak hale geldi. Özcan, yatalak olan annesine büyük bir özenle ve titizlikle baktı.  Hem okulunu bitirmeye çalıştı hem de annesiyle ilgilenirdi. 2009 yılında annesini  yitirdi. Üniversite yıllarında örgütlü mücadele içinde tanıştığı Sevgi Atla ile birlikte yaşamını sürdürdü.  Özcan, 2013 yılında  kanser hastası oldu.  Malulen emekliye ayrıldı.  Kanser önce bağırsağında başlayarak zamanla akciğerine ve oradan da beynime sıçradı. Defalarca ameliyat olmak zorunda kaldı. Yüzden fazla kemoterapi gördü. 10 yıl boyunca kanserle canla başla mücadele etti ama maalesef vücudu bu yorgunluğu kaldıramadı. Almanya’da 18.3.2023 tarihinde  kaybettik.   Naaşı Türkiye’ye getirildi. Karşıyaka  Doğançay Mezarlığı’nda uğurlandı. Anılarıyla sonsuza dek bizimledir.

 

NECATİ DİNÇ

                                                                             NECATİ DİNÇ (20.11.1957-12.03.2023

Necati dostumuzu kötü hastalıktan memleketi Fethiye’de kaybettik.   Halkın Yolu’nda iz bırakan devrimcilerdendi. İmece Dostuk’ a yürek açan aydınlık yüzlü dostumuzdu..

Sevgi saygı ve özlemle..

Ízmirli kadınlar; yıllardır ülkeyi kadın cinayeti cehennemine çevirenler bilsin ki, kaderci düzeninizi yıkacağız kadının emeğin yaşamın düzenini eşitlik ve özgürlük temelinde kuracağız.

“Bu Enkazı Kaldıracak Yeni bir Hayatı Mücadelemizle Kuracağız” pankartı arkasında Alsancak Kıbrıs Şehitleri Caddesi Eski Leman Kafe önünde toplanan Ízmirli kadınlar Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi Önüne yürüdü.Aciklama yapıldı. Feminist gece yuruyusu de Leman Kafe onunden basladi. Kadınlar ” Kader değil patriyarkal kapitalizm Yaşasin Feminist isyan” pankartı açarak Türkan Saylan Kültür Merkezi Önune yürüdüler. Kadınlar yürüyüşler boyunca “Yaşasın 8 Mart”,”Ya hep beraber ya hiç birimiz”, “Asla yalnız yürūmeyeceksin”, “Susmuyoruz korkmuyoruz itaat etmiyoruz”, “Kadınlar yürūyor mücadele sürüyor”, “Jín Jiyan azaldı”, “Kadın yaşam òzgūrluk”, “Kadınlar soracak AKP den hesabı”, “Geceler bizim sokaklar bizim”, “Hükümet istifa”, “Katillere hesabı kadınlar soracak”, “Yaşasın kadin dayanismasi”, “Yasasin orgutlu mücadelemiz”, “deprem degil, Devlet öldürür”, “Dünya yerinden oynar kadinlar ozgur olsa”, “Kadınlar adına Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde açıklama yapıldı.

Açıklama şöyle;

“Sevgili Kadınlar,
Tüm dünyada, kadın özgürlük mücadelesinin kavga günü 8 Mart’ta, bizler bugün saray rejiminin süregelen, sistemli, rant ve yolsuzluk politikalarının sonucu olarak enkaz altında bırakılmayı yaşıyoruz.Büyük bir deprem felaketiyle yıkıldığımız, yardım beklerken siyasi iktidarın ihmalleriyle göz göre göre can verdiğimiz bu süreçte isyanımız da öfkemiz de acımız da büyük.

Afetin yıkıcılığı yetmezmiş gibi bir de iktidarın, Erdoğan’ın küfürlerine maruz kaldık. Yaralarını kendi kendine sarmaya çalışan halkı engellemelerine şahit olduk. Rant için binlerce ev boş dururken, övündükleri emlak ve inşaat sektörlerini düşündüler. Barınma için ilk akıllarına gelen; öğrencileri kapı dışarı ederek hem öğrencilerin hem de depremzede halkın barınma sorununu baştan savmak oldu. Önce, uzaktan eğitim kararı vermek ancak bu türden fırsatçılara yakışırdı dedik ve şaşırmadık. Ama yetmedi! Böylesine büyük bir acı duyduğumuz süreçte kimsesiz kalmış çocukları tarikatlar ve cemaatlere verdiler, evlat edinilen çocuklara “namahrem değil”, “evlenilebilir” diye fetva çıkardılar. Çadır bekleyen halka, çadır satma derdine düştüler. Orada hala suya ihtiyaç duyan, kayıplarını arayan, erzak, hijyen malzemesi bulamayan insan varken rantını düşünen iktidar bizim gerçeğimizdir. Bizi en zor günlerimizde bunları düşünmek zorunda bırakan bu iktidar hesabını verene kadar bize rahat yok.

Rant için imar aflarına kurban ettiler şehirleri! Yıkılan şehirle birlikte yok olan tarihi, yok olan kültürel yapıyı önemsemediler. Zaten hiçbir zaman umurlarında olmadı. Bunu rant için yağmaladıkları tarihi binalarda, yerleşim yerlerinde her zaman gördük. Yıkılan şehirlerde hayvanların da yaşamı riskteydi, umursanmadı. “Deprem vergileri nerede” diye sorduğumuzda yol yaptıklarını, otoban yaptıklarını söylediler. Depremde yollar otobanlar yok, hepimiz gördük. Ama ne var biliyor musunuz? Kocaeli sanayi odası başkanının sanayiciye, “deprem bölgesinden gelenleri işe almayın” diye çağrı yapması var. Gebe kadınları depremin üzerinden bir hafta geçmeden işe çağırmaları var. Çok sevdikleri sermayenin, sözde yardım yapan sermayenin, arama kurtarma ve yardım için hiç düşünmeden bölgeye koşan işçilere, işten atma tehdidi ve yıllık izin dayatması var. Ne AKP ne yaslandığı, yaslanmadığı sermaye güçleri değil halk seferber oldu. Yaralarımızı dayanışmamızla biz sardık, onların yaptıklarını unutmayacak, örgütlenerek hesabını soracağız.

Afetler herkes için zor, acı verici dönemlerken biz kadınlar için daha da zor. Kadınlar günden güne yoksullaşırken, açlık sınırında yaşamak zorundayken ve ev içi tüm işler, çocuk ve yaşlı bakımı kadının sırtında iken deprem bu koşulları daha da ağırlaştırdı.

Tüm dünyada yoksulluğun, işsizliğin, açlığın kadınlar için daha ağır yaşandığını görüyoruz. Emeği merkeze alsak dahi bu cinsiyetçieşitsizlik bir kanun gibi hükmünü sürdürüyor. Bu dünya tablosundan Türkiye’ye baktığımızda kadınlar için eşitsizliğin çok daha derinleşmiş hallerini görüyoruz. Zira kabaca 20 yıldır AKP hükümeti “geçim sıkıntısını” çok daha fazla kadınların hanesine yazmış ve kadın cinsiyetini “anne” olarak kodlamıştır. Makbul ve itaatkar olmayan, annelik görevini yerine getirmeyen, kendini eve ve aileye kapatmayı reddeden kadını toplumsal nefret nesnesine dönüştürmek istemiştir.

Bugün ülkemizde her 10 kadından 7’si kayıtlı istihdamın dışındadır. İstihdama katılan kadınların%60’ı asgari ücret civarında ücretlerde çalıştırılmaktadır. Kayıtdışı istihdamın yüzde 90’lara varan kısmı ise, hiçbir güvence olmadan, en kötü koşullardan çalıştırılan emekçilerin büyük bölümü olan kadınlardır.

Tarihin en hızlı kapitalistleştirme hamlesine imza atan AKP Türkiye’si “istihdam olanakları” anlamında kadınları teğet geçmiştir. Kadın istihdamını destekleyecek mekanizmalar kurulmamakta, olanlar da yok edilmektedir. Bunlardan en önemlisi kreş sorunudur.

Ülkemizde 0-3 yaş arası çocuklara hizmet eden, halka açık, ücretsiz bir kurum bulunmamaktadır. Dahası kanunlara göre böyle bir kamusal hizmet zorunluluğu da yoktur. Yani doğum izni bittikten sonra yaklaşık 2.5 yıl çocuğun bakımı tümüyle anneye ya da ailedeki diğer kadınlara kalmaktadır. Son verilere göre 13.3 milyon kadının çocuk bakımı gerekçesi ile iş bile arayamadığı düşünülürse bunun ne kadar devasa bir toplumsal sorun olduğu daha iyi anlaşılabilir. Çocuk bakmak zorunda olduğu için tek bir erkek bile iş aramaktan geri kalmazken, milyonlarca kadın çaresiz biçimde eve kapanmış durumdadır.

Yani kadınlar, belli politik tercihler
doğrultusunda bilinçli ve planlı biçimde istihdamdan dışlanmaktadır.

Günümüz zorlayıcı ekonomik koşullarında kıt kanaat yaşayan kadınlar, deprem bölgelerinde katmerleşmiş şekilde mağdur edilmeye devam ediliyor. Yeni doğum yapmış kadınların bebeklerine mama, bez, gıda desteği verilmiyor. Kadınlara hijyen koşulları sistemli şekilde sağlanamıyor. En başta su yok. Deprem bölgelerinde kadınların temiz suya ulaşımı yok. Bu durum birçok hastalığa yol açmaktadır. Deprem bölgesinde on binlerce gebe kadının sağlık hakkına erişimi yok. Binlerce kadının menstrual ihtiyaçları ve hijyenik koşullar sağlanamadığı için mantar ve enfeksiyon kapma tehlikesi var. Ancak bunları çözmesi gereken devlet yardım tırlarına el koymakla, halkın dayanışmasına kayyum atamakla meşgul. Kendilerini nasıl kurtarırlar diye hesap yapmakla meşgul. Bunları unutmayacağız, hesabını vereceksiniz.

Hayatı afet koşulları dışında da zaten zor olan sığınma evlerinde kalan yüzlerce belki binlerce kadının güvenliği sağlayamayan, kadınlara yönelik her türlü fiziksel ve cinsel saldırı riskini önlemek için bir şey yapmayan sisteminizde “yağmalıyorlar” adı altında gündem değiştirmeye çalışarak, mültecileri hedef gösteren politikalarınızı da unutmayacağız. Mülteci kadınlardan, çocuklardan elinizi çekin!

Kadınların bedenleri, LGBTİ+ların onurları, insan hak ve hürriyetleri siyasi malzeme yapılamaz. Devletin görevi, İstanbul Sözleşmesi’nin de vurgulandığı üzere, bütünlüklü politikalar geliştirip uygulayarak şiddete maruz kalan kadın, çocuk ve LGBTİ+ları şiddetten uzaklaştırmak ve korumaktır. Fakat ve yine görüyoruz ki, mevcut iktidar, erkek egemen sistem bırakın korumayı, hedef göstermek, LGBTİ+ ların yaşamın dışında bırakılmasını sağlamak ve yok saymak üzerine geliştirdiği politikalarla bunu yapmayacağını göstermiştir. Her alanda kendi hakları ve onurları için mücadele eden bizler, yaşam hakkımızı savunmaya, korumaya devam edeceğiz. Dünden bugüne emek emek kazandığımız, her alanda erkek egemen sistemin yanlış politikalarını teşhir ederek ilerlediğimiz yolumuzu; İstanbul Sözleşmesin’den resmi olarak çıkarak, 6284’ü uygulamayarak, hakkımızı isterken saldırarak bizi yıldıracağını sananlara bir kez daha buradan sesleniyoruz, uyguladığınız hiçbir yıldırma politikası işe yaramadı, aksine daha da güçlendik güçlenmeye devam edeceğiz. Eşitlikçi, özgürlükçü, toplumsal cinsiyet temelli hiçbir mücadele yenilmeyecek. Buna karşı duran saray rejimi ve erkek egemen sistemin her bir temsilcisi yargılanacak ve hesap verecek.

Tüm bunlarla birlikte İzmir’in Torbalı ilçesinde polis ekipleriyle birlikte çocuklarını görmeye giden kadın, 45 gün önce boşandığı eşi tarafından bıçaklandı ve öldürüldü. Polislerin refakatinde çocuklarını görebilmek için boşandığı eşinin evine giden genç anne’nin, burada eski eşi tarafından öldürülmesi bize bir kez daha devletin koruyamadığını gösterdi. Ölen kızkardeşimizin davacısının takipçisi olacağız.

Deprem enkazlarından kurtulan çocukları bulamıyoruz haberleri geldikçe nasıl bir halk düşmanlığı ile karşı karşıya olduğumuzu bize yeniden hatırlattınız. Ölülerimizi toplayamadan “çocukları tarikat cehennemine mi kurban veriyoruz”, neredeler, derdine düşürdünüz. Enkazdan çıkarıldıktan sonra kaybolan çocuklar nerede, kimlerin elinde? Kaçı tanesi devlet korumasında? Soruyoruz!

Henüz okuma yazma bilmeyen çocuklarımızı, temel ihtiyaçları karşılanmadan önce çadır kentlerde kuran kurslarına almak hangi aklın ürünü? Daha depremzedelere barınma desteği verilemiyorken, insanlar çadır diye talep ederken, tek tük kurulmuş çadırlarda 4-6 yaş grubu çocuklar için açılan kuran kursu da neyin nesi? Çocukları, böylesi bir felakette bile politik İslamcı toplum projenize alet etmektesiniz. Biz kadınlar buradayız ve çocukları istismarcılara, politik İslamcı, faşist zihinlere, ihmale teslim etmeyeceğiz. Siz de çok iyi biliyorsunuz biz çocuklarımızı ilk kez yitirmiyoruz ancak bu son olacak. Bizler yıllardır direnen Cumartesi Annelerinin kararlılığından güç alıyoruz.

Sözde kamu için var olan devlet kurumlarının da ne olduğunu yeniden gördük. Depremzedelere para ile çadır satmaktan utanmayan Kızılay, enkaz altlarında kurtulma şansı varken herhangi bir müdahale yapmayan Afad, sadece içini boşalttığı din üzerinden rant sağlama politikası güden, sermayesi milyarlarca lira olan ve toplum yararına tek bir oluşuma ve projeye imza atmamış olan Diyanet ve tüm beceriksizliğiyle köşe bucak kaçan iktidarın diğer kurumları tarihin karanlık sayfalarında yer alacaklar, yargılanacaklar ve mutlaka hesap verecekler.

Tüm bunlar yaşanırken biz kadınlar, yaralarımızı sarmak için alanlardaydık, yurdun dört yanından ped, mama, bebek bezi, hazır gıda, iç çamaşırı toplayan, bunu örgütleyen hem bölgedeki hem de bölgeden göç etmek zorunda bırakılan binlerce kadının ihtiyaçlarını karşılamak için dayanışma kampanyaları başlatan bizlerdik. Coğrafyanın her yanından arama kurtarma için, güvenli barınma alanları oluşturmak, ihtiyaçları ulaştırmak için kadın dayanışması ruhuyla yollara düştük. Biliyoruz ki yeni yaşamı kurmak bizim elimizdedir. Bu iktidarın yok ettiklerine rağmen yeni bir yaşamı başarmak bizim dayanışmamızla, örgütlülüğümüzle mümkündür. Kadınları işsiz ve güvencesiz bırakmayı kendine iş edinenlere sesleniyoruz 8 Mart tarihsel sorumluluğu gereği yeni başlangıçlara gebedir. Bu da sizin sonunuzun başlangıcı olacak! Bugün bu alanı, sokakları dolduranlar yaptıklarınızın hesabını soracak. Yıllardır ülkeyi kadın cinayeti cehennemine çevirenler bilsin ki, kaderci düzeninizi yıkacağız kadının emeğin yaşamın düzenini eşitlik ve özgürlük temelinde kuracağız.

Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Kadınlar, Yaşasın Kadın Dayanışması!
Vardık, Varız, Varolacağız !”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri;Türkiye halkı, yaşadığımız insani felaketin siyasi sorumlularından ve bunların koltuğu altında palazlanan ölüm tacirlerinden mutlaka hesap soracaktır. Şimdi dayanışma zamanı.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde “Deprem değil, rantçı düzeniniz öldürüyor” pankartı açarak, sokağa çıkı ve açıklama yaptı. Katılımcılar “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Hükümet istifa”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Katil devlet”, “Susmuyoruz Korkmuyoruz itaat etmiyoruz” sloganlarını attı.

Açıklama şöyle:

“Basına ve Kamuoyuna;

Ülkemizde yaşanan Pazarcık ve Elbistan merkezli depremlerin üzerinden 25 gün geçti. Yıkılan binaların önemli bölümü enkaz halinde dururken saptanan can kayıpları şimdiden 45 bini geçti. Geride yıkılmış kentler, büyüdükleri şehirleri terk eden milyonlar, yakınlarını kaybetmiş yüz binlerce insan, hayata dönmeye çalışan on binlerce yaralı bıraktı. Göçük altındaki yakınlarını ve evlerini terk etmek istemeyen, gidecek bir yeri olmayan yoksul insanlarımız çok zor koşullarda ayakta durmaya, hayata tutunmaya çalışıyor.

Bu deprem sadece yer kabuğunu kırmakla kalmadı. İktidarın açıklarını ortaya döktü, tek adam rejiminin ve neoliberal yağmacılığın neye yol açtığını tüm dünyaya gösterdi.

İlk saatlerden itibaren dört bir yandan yardım çağrıları yükseldi. Her felaketi otoritesini pekiştirmek ve ranta dönüştürmek için kullanan iktidarın, arama kurtarma ve destek çalışmalarını tekelinde topladığı AFAD ortada yoktu. Binlerce depremzedenin ortak çığlığında ifade ettiği gibi “devlet yok”tu. Kurtulanlar ve kendi imkanlarıyla enkazdan çıkanlar yakınlarını kurtarmaya çalıştı. Yaralılar hastanelere götürülemedi. Yollar kapalıydı ve hastaneler çökmüştü. Üç gün boyunca deprem alanındaki halkın imdadına koşabilenlerin en önünde, toplumsal dayanışma ağları, emek ve meslek örgütleri, demokrasi güçleri vardı.
“Devlet” üçüncü günde ortaya çıktığında, ilk işi, toplumsal dayanışmayı AFAD’ın ve iktidarın kontrolü altına almak için felaketi bir güvenlik sorununa dönüştürmek ve OHAL ilan etmek oldu.

İktidar deprem öncesi ve sonrası yaptığı hatalarla yüzleşeceğine, dayanışma faaliyetinde bulunanlar başta olmak üzere önüne gelene parmak sallayarak halkın dayanışmasını engellemek için elinden geleni ardına koymadı. Yardım ve destek çalışmalarının akışında hayati yeri olan sosyal medyayı kapattı, yardım kamyonlarına el koydu, dayanışma koordinasyon merkezlerine kayyum atadı, gazetecileri, gönüllüleri ve adaletsiz, yetersiz yardımları eleştiren depremzedeleri gözaltına aldı, iktidarı eleştiren televizyonları, basını susturmaya girişti. İnsanlık tarihinde belki ilk kez, ihmal ve liyakatsizlikle afeti yönetemeyenlerin ölülerini gömme ve yaşamı sürdürme telaşındaki insanlara küfür edebildiğine şahit olduk.

Bizler, İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak felaketin ilk haftasında deprem bölgesindeki destek ve dayanışma çalışmalarımızı daha etkin yürütmek, deprem bölgesindeki halkın acil ihtiyaçlarını karşılamak için bir koordinasyon oluşturduk. Destek ve dayanışma çalışmalarımızın ilk anından itibaren, iktidar yardım çalışmalarımızı engellemeye çalışıyor, kamyonlarımızı durduruyor, depolarımıza el koyuyor, oluşturduğumuz imkanları heder ediyor.

İktidar bunları, yol açtığı felaketteki sorumluluğunu gizlemek, baskıcı düzenini pekiştirmek, sermayenin ve özellikle de inşaat şirketlerinin krizini çözmek, tarikat, cemaat ve çetelerinin hareket alanını genişletmek için yapıyor.

Depremin yüksek yıkıcılık düzeyinin arkasında, neoliberal yıkım politikaları, kamu hizmetlerinin piyasalaştırılması, ekonominin inşaat şirketlerinin çıkarlarına odaklanması, kamusal ve bilimsel denetimin tasfiyesi bulunmaktadır. Bilim insanlarının yıllardır yaptıkları açık uyarılara karşın, çıkarılan 9 imar affıyla deprem bölgesindeki 300 bin binaya denetimsiz yapı kayıt belgesi verilmiştir.

Depremin sonuçlarını ağırlaştıran geç, koordinasyonsuz, dengesiz, verimsiz müdahalenin nedeni ise “felaket yönetimi”nin, AFAD tekeli üzerinden, tek adam rejiminin güvenlik politikasına bağlanmasıdır. Bu felaket yönetimi biçiminin yarattığı kargaşalık karşısında iktidar, yandaş medya ve ırkçı demagoglar, “hırsızlık ve yağmacılık” yaygarası ile ortaya çıkan haklı öfkeyi mültecilere, göçmenlere ve yoksullara yönlendirmeye çalışmaktadır. Böylece ortaya çıkan “insani kriz” bir “güvenlik sorunu”na indirgenmekte ve insani krizin sorumluluğu uydurulmuş “düşman”ların üzerine yıkılmak istenmektedir.

Depremin yarattığı büyük yıkım, yıkılan yerleşimlerin yerlerinin yeniden belirlenmesini ve planlanarak inşaasını gerekli hale getirmiştir. Ancak iktidar çıkardığı OHAL kararnameleriyle yeniden inşaaya ilişkin kararları yukarıdan aşağı ve keyfi bir biçimde alacağını ilan etmiştir. Bu tutum bu konuda, toplumun ve felakete maruz kalan insanların çıkarlarını önceleyen bir mantığın değil rantçı bir mantığın hakim olacağını göstermektedir.

Yakınlarını kaybeden, zor durumdaki ailelerinin ve yakınlarının desteğine koşmak isteyen, depremin yeniden vurması endişesi içinde güven vermeyen işyerlerine girmek istemeyen işçiler çalışmaya zorlanmaktadır. Bu nedenle işbaşı yapmak istemeyen işçiler işten atılmaktadır. Bir çok işçi işyerlerinin yıkılması gerekçesiyle tazminatsız olarak işten çıkarılmış, ortada bırakılmıştır.

Depremde yaşamını yitiren on binlerce insanımızın yanında binlerce çocuk da ailesini yitirmiştir. Bu acı durumu bir fırsat olarak gören tarikatların bu çocukları kendi “yetiştirme yurtlarına” yerleştirdiği ve bunun için himaye edildikleri izlenmektedir.

Son sağlık emekçilerinin, Türk Tabipler Birliği’nin deprem bölgesinde olarak gönüllü görev yaptığı bölgelerden çıkarılmaya çalışılması akılla izah edilebilecek bir durum değildir. Böylesine yıkıcı bir sürecin atlatılması kolektif iradenin varlığı ile mümkündür. Daha bir iki yıl önce genel salgın döneminde tüm dünyanın takdir ettiği sağlık emekçilerine yönelmek, doğru bir yönetim kararı içerisinde olunamadığının da göstergesidir.

İktidar sahiplerini uyarıyoruz; büyük bir hata içindesiniz!
Söz konusu olan milyonlarca insanımızın hayatı, toplumumuzun ve ülkemizin geleceğidir. Otorite ve kar hırsınız geleceğimizi yok ediyor.

Depremin 20. gününde deprem bölgesi çadır, hastane, tuvalet, su, elektrik ve temizlik ihtiyaçlarına çözüm arıyorsa, felaket yönetiminizin kendisi bir felaket halini almış demektir.

Felaket yönetimi demokratikleştirilmelidir, iletişim ve basın özgürlüğü üzerindeki kısıtlama ve tehditler kaldırılmalıdır, yerel yönetimlerin ve tüm halkın etkin bir biçimde katıldığı, eşitlikçi ve dayanışmacı bir toplumsal seferberliğin önü açılmalıdır.

Yeni yerleşim merkezlerinin oluşturulması ve inşasında, toplumun yararını önceleyen, bilimsel ve demokratik bir karar süreci işletilmelidir. Bu sürece, konu ile ilgili tüm meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin ve felaketi yaşayan halkın temsilcileri ve görüşleri dahil edilmelidir. Kararlar mutlaka ilgili bütün bilimsel disiplinlerden bilim insanlarını içine alan bir bilim kurulunun denetiminde alınmalıdır.

Acilen sahra hastaneleri, sağlık çadırları ve sağlık kabinleri gibi acil müdahale birimleri oluşturulmalıdır. Ağır koşullar altında çalışan bölgedeki sağlık personeli için özel bir destek planları yapılmalı, takviye personel sağlanmalı ve rotasyon yapılmalıdır.

Yaşadığımız felaketin sorumluluğunu mültecilere, göçmenlere ve yoksullara yıkmaya çalışan ırkçılık ve “takdir-i ilahiye” bağlayan yobazlık deprem kadar yıkıcı ve kötücüldür. Yalana dayalı kışkırtmalarla iktidarın siyasi sorumluluğunu gizlemeye çalışan bu provokatörlerin karanlık dünyası Türkiye halkının basireti altında ezilecektir.

Ailesini yitirmiş çocuklarımız, her biri birer çocuk istismar merkezi olma riski taşıyan, geçmişte, çocuk yaşta evliliğe zorlama, taciz, tecavüz gibi çok sayıda istismar olayının yaşandığı tarikat yurtlarına bırakılamaz. Çocuklarımızı karanlığa teslim etmeyeceğiz.

Deprem nedeniyle yaşadığımız acılar, takdir-i ilahi değil, takdir-i siyasidir. İktidar sahipleri ne yaparlarsa yapsınlar, tarihinin en büyük acısını yaşayan ve tarihinin en büyük dayanışma hareketini yaratan Türkiye halkı, yaşadığımız insani felaketin siyasi sorumlularından ve bunların koltuğu altında palazlanan ölüm tacirlerinden mutlaka hesap soracaktır.

Şimdi dayanışma zamanı.
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

İzmir Kadın Platformu; Enkaz göçmen-yerli ayırmaz.Kadınların sesi kısılamaz. Diyanet elini çocuklardan çek..

İzmir Kadın Platformu Kemeraltı Çarşısı girişinde “Siz öldürürsünüz. Biz yaşatırız. Deprem bölgesindeki kadınlar yalnız değildir” pankartı açarak açıklama yaptı. Kadınlar, “Yaşasın kadın dayanışması”, “Göçmen kadınlar yalnız değildir”, “OHAL değil dayanışma yaşatır”, “Diyanet elini çocuklardan çek” sloganlarını attı. Basın açıklamasını Didar Gül okudu.

Açıklama şöyle;

“Basına ve Kamuoyuna;
6 Şubat günü bir felakete gözlerimizi açtık. Maraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçelerinde meydana gelen 7.6 ve 7.7 şiddetindeki depremlerde başta Antakya, Maraş, Antep, Diyarbakır, Adıyaman ve Urfa olmak üzere 10 şehir kırk bine yakın insan ile yok oldu. Binlerce insan adeta katledildi! İmar afları ile sermaye-devlet işbirliğinin binlerce insanın katili olduğu ağır bir tablo ile karşı karşıyayız.

Yüzbinlerce insanın göçük altında kurtarılmayı beklediği saatler-günler boyunca “Devlet nerede?” sorusunu soran insanlar devrimcilerin, kadınların, gençlerin yani halkın kendi dayanışması ile bu felaketi aşmaya çalıştı. Devletin eliyle kentlerin sermayeye nasıl peşkeş çekildiğini çok acı bir tablo ile bir kere daha görmüş olduk. Yıllardır hepimizden topladıkları deprem vergilerine ne olduğunu bir kere daha soruyoruz. Utanmadan vergilerle yol yaptıklarını dile getiren devlet yetkililerine bir kere daha kağıt gibi dağılan o yolları gösteriyoruz!

Devlet vardı. Devlet, “yarım saat içerisinde AFAD’ı gönderiyoruz” diyerek ortadan kaybolan, insanları ölüme terkeden pratiğiyle vardı. Devlet, deprem bölgesinde OHAL ilan ederek vardı. Devlet, halkı “haysiyetsiz, namussuz, şerefsiz” küfürleriyle azarlayarak vardı. Devlet, AFAD’ın IBAN’ını duyurarak vardı. Devlet, nasıl uygulanacağı belli olmayan bir kararla üniversiteleri kapatıp öğrencileri yurtlardan kovarak vardı. Devlet, binlerce insanı göçe zorlayarak vardı. Mültecilere yönelik “yağmacı” yalanları ile hedef gösterirken, katlederken yine devlet oradaydı! Daha iki gün önce yardımları toplayan Hasankoca Cemevine Kayyum atandı ve toplanan yardımlara el kondu. Dayanışma ile götürmeye çalıştığımız yardımlara bile göz dikerek konumlandı devlet! Adıyaman’da yetkilileri eleştiren kadın sağlıkçının evine polis göndererek konumlandı! Devlet kayyum, şiddet, küfür, işkence ile oradaydı ve orada olmaya devam ediyor!

Bunları yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Bu felaketin içerisinde ise enkazın altından dayanışma ile çıkma mücadelemiz sürüyor.

Binlerce gönüllünün, STK’nın, belediyelerin, siyasi partilerin, kadın örgütlerinin dayanışması ile yaraları sarmaya çalıştığımız bir süreçten geçiyoruz. Hem öfkeli hem endişeliyiz.

Deprem bölgesinde annesini babasını kaybetmiş, kaybolmuş çocukların geleceği ile ilgili endişeliyiz! Bir kere daha gördük ki çocuk hakları ilk gözden çıkarılan şey oldu. Bu alanda yapılan çalışmaların yetersizliği ve bu alanda uzman kişi ve kurumlarla işbirliğinden uzak olunmasından kaynaklı endişeliyiz! Ve kararlıyız; hiçbir çocuğu tarikat ve cemaatlerinize vermeyeceğiz!

Yurtlardan bir gece vakti kovulan kadın öğrenciler için endişeliyiz! Ailesi ile yaşamayan, gidecek bir yeri olmayan binlerce kadın öğrencinin güvende olduğu alanları yaratamadığınız için endişeliyiz!

Eğitim hakkı gasp edilen gençler için endişeliyiz!

Deprem bölgesinde gerekli yardım gitmemesinden kaynaklı depremzedelerin yaşam koşullarından endişeliyiz!

Depremzede insanların sağlığından endişeliyiz! Deprem bölgesinde on binlerce gebe kadının sağlık hakkına erişiminin olamamasından endişeliyiz. Binlerce kadının menstrüel ihtiyaçları ve hijyenik koşullar sağlanamadığı için çıkabilecek hastalıklardan kaynaklı endişeliyiz!

Sığınma evlerinde kalan yüzlerce beki binlerce kadının akıbetinden endişeliyiz! Kadınların her türlü fiziksel ve cinsel saldırı ile karşı karşıya olduğu afet bölgesinde kadınların güvenliğinden endişeliyiz!

Ve öfkeliyiz! O binaları yapanlara da o binaların yapılmasına izin veren yetkililere de insanları ölüme terk eden devlete de insanları daha enkazlar kalkmadan işe çağıran, zorla çalıştıran bu kapitalist sistemin kendisine de öfkeliyiz!

Mültecileri işkenceler ile katleden bu iktidarın kendisine öfkeliyiz! İşkence görüntüleri ile mülteci düşmanlığının körüklenmesine, mültecilerin yaşam hakkının engellenmesine öfkeliyiz!

Buradan bir kere daha depremde evini, yurdunu kaybetmiş, yurtlarından bir gece vakti kovulan ve eğitim hakkı gasp edilen, henüz enkaz başında yakınlarından haber beklerken zorla çalıştırılan kadınlara sesleniyoruz; Biz kadınlar buradayız! Ve bu enkazı dayanışmamız kaldıracak!

Bu tabloyu fırsat bilen iktidar, başlattığı cadı avı ile İranlı ressam Terme’yi sınır dışı etme kararı aldı. Hem depremzede kadınların hem Terme’nin bulunduğumuz her yerde sesi olmaya devam edeceğiz!

Acilen OHAL’in kaldırılması ve seferberlik ilan edilmesi, depremzedelere insani koşulların sağlanması, sağlık hakkına erişimin hızla gerçekleştirilmesi, temel ihtiyaçların sağlanması, gerçekleştirilen dayanışma çalışmalarına yapılan engellemeler bir an önce son verilmesi, deprem bölgesinde kadınların güvenliğinin sağlanması, mobil tuvalet ve konteynerlerin yanı sıra kadınlara özel mobil tuvalet ve konteynerlerin hızlıca bölgeye gönderilmesi, güvenli kentler ile yaşam hakkımızın gözetilmesi ve yetkili-sorumlu olan herkesten hesap sorulması için soluksuz mücadele edecek ve dayanışmamızı büyüteceğiz.

Dayanışmayı büyütmek için İzmir Kadın Platformu olarak hem bölgedeki hem de bölgeden göç etmek zorunda bırakılan binlerce kadının ihtiyaçları karşılamak için bir kampanya başlattık. Bu kampanyayı büyütmek için tüm İzmirli kadınlara bir kere daha sesleniyoruz; gelin kadın dayanışmamızın en güçlü örneklerden birini birlikte yaratalım!

Yaşasın Kadın Dayanışmamız!

İzmir Kadın Platformu”

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri; OHAL İlanı kaldırılmalı, bölge ‘Afet alanı’ ilan edilmelidir. Siyasi iktidardan hesap soracağız..

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Alsancak Mimarlık Merkezinde deprem afeti ile ilgili basın açıklaması yaptı. Açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz okudu.

“Sevgili dostlar,
Değerli basın mensupları,

6 Şubat 2023 ‘te Kahramanmaraş merkezli olarak yaşanan depremler serisi sonucu , şu ana kadar , 35.418 can kaybı ve 105.505 yaralı depremzedemiz vardır. Hayatını kaybedenlerin yakınlarına ve tüm halkımıza başsağlığı dileriz.

Yaralılarımıza , acil şifalar dileriz..

Bu deprem sonucunda 74 avukat ,81 hekim, çok sayıda sağlık emekçisi ve enkaz çalışmalarında görev yapan çok sayıda teknik personel yurttaşımız hayatını kaybetmiştir.
Bu hepimiz için çok büyük bir yıkımdır . Tekrar başsağlığı dileriz.
Depremin ilk anından itibaren ilk önemli iş akışı , enkaz altında kalan yurttaşların kurtarılması ve yaralıların , hızla acil tedavisi ve daha sonraki tedavilerinin planlanmasıdır. Maalesef depremin gece olması , çok soğuk bir iklimde olması , enkaz altında kalan çok sayıda yurttaşımızın hayatını riske sokan faktörler olmuştur.

Ancak burada esas ; enkaz altında kalan yurttaşlarımızın çok kritik olan ilk 24-48 saat içinde kayıplarının artmasındaki ana neden, müdahalenin gecikmesidir.

Daha önceki depremlerden çok büyük kayıpları azaltan , kurtarma , tedavi ve depremzedeleri hayatta tutma sürecinin organizasyonunda rol alan , Silahlı Kuvvetler ve Kızılay gibi iki temel kamu kuruluşunun , lojistik , arama , kurtarma , istihkam , barınma , aydınlatma , temiz su temini , açlıkla mücadele , soğukla mücadele , hijyenik ortam yaratma , yol onarımından , ulaşıma , mobil mutfaktan mobil ameliyathaneli sahra hastanelerine kadar görmekte olduğumuz ilk 24 saat örgütlenmesi bu depremde görülememiştir. Zira bu iki önemli yapı , üstelik askeri hastaneler de dahil olmak üzere , pasifize edilmiş ve içleri adeta boşaltılmıştır.

Tek elden hizmet versin diye organize edilmiş AFAD ise , hem bölgedeki lojistik yapılarının kaybedilmesi hem de 7000 civarındaki çok yetersiz sayıdaki , eğitimsiz ve toplanması çok zor eleman havuzu ile bugün hala , bazı deprem alanlarına ulaşamamış görünmektedir ve Kızılay zaten sahada yoktur.
Bu durum yıllarca , denetimsiz yapılaşma için her türlü fırsatı siyasi rant uğruna yaratmış olan iktidarın, çok büyümesine yol açtığı bu afetle , yurttaşları günlerce baş başa bıraktığını gördük.

10 ilimizin merkezlerinde, ilçelerinde, köylerinde meydana gelen büyük yıkımlar, hasar gören yollar, çöken altyapı hizmetleri ile karşı karşıyayız.

Yalnızca kayıplarımızın acısıyla boğulmuyoruz. 21. yüzyılın ilk çeyreğinin bitimine yakın yaşadığımız bu trajedi, tanık olduğumuz çaresizlik ve bu çaresizlik içinde çırpınan insanların haykırışları karşısında nefes almakta zorlanıyoruz.

Bizler; meslek örgütleri, sendikalar, sivil inisiyatifler, duyarlı yurttaşlar, bu büyük yıkım karşısında, sınırlı güçlerimizle hızlı bir şekilde harekete geçtiğimizde, başka bir çaresizliğin, acizliğin tanığı olduk. Devletin çok övülen, vergilerimizden aktarılan büyük miktarda kaynaklarla yapılandırılan, her türlü afete hazır olduğu söylenen kurumlarının, afet sonrasına ilişkin örgütlenmesinin aslında kumdan bir kale, kağıttan bir kaplan olduğu gerçeğiyle yüzleştik.

6.Şubat pazartesi günü saat 12.00 de İzmir Tabip Odasında , Tüm Emek ve Demokrasi Güçleri , Sağlık Platformu Dernekler , Sendikalar , İzmir Kent konseyleri Birliği, Siyasi Parti temsilcileri bir araya gelerek bir koordinasyon oluşturdular ve hızla , görev bölümü yaparak , “ İzmir Deprem Kriz Koordinasyon Kurulu “ oluşturdular. Bu Kurul , sürekli toplantılar ile , İzmir bazında , bölgeye , her türlü yardımın en hızlı ve etkin şekilde ulaştırılmasında rol aldı ve esas olarak da , İzmir Büyük Şehir Belediyesi ile koordineli bir şekilde bugüne kadar , 141 TIR , 115 Kamyon ,3 Uçak ve 7 gemi , bölgeye gönderildi.

Bu organizasyonda İzmir Tabip Odası., 400 dolayında gönüllü sağlık görevlisi ile TMMOB’ a bağlı oda üyelerinden çok sayıda konunun uzmanı teknik personel enkaz çalışmalarında yer almıştır, İzmir Barosu yüzlerce gönüllü avukatlarıyla, KESK 15 noktada kriz merkezleri ve yardım çadırları ile yine bir çok DKÖ İzmir’de bölgeye gönüllü olarak akın etmiştir.

6 Şubat 2023 tarihinden bugüne bölgede bulunan gönüllülerimizden gelen bilgiler ile oluşturulan ihtiyaç listeleri İzmir’de gönüllülerin katkıları ile birçok merkezde toplanmış ve bölgeye gönderimi sağlanmıştır.
Tepekule Kongre Merkezinden, 8 binek araç, 6 tır olmak üzere 15 sefer, Fuar İzmir’den 6 tır, Manisa ve Aydın dan 1 tır ile 25 tır malzeme ile malzemelerin gönderimi yapılmıştır. Bölgeden gelen ihtiyaç bilgilerine göre her gün güncellenen listeler İzmir Deprem Koordinasyonu sosyal medya hesaplarından paylaşılmakta, gelen malzemeler Tepekule Kongre Merkezinde toplanarak gönderimi devam etmektedir.

İzmir e en az 400.000 dolayında göç olacağı öngörülmektedir ve başta gelenlerin sağlık durum tespiti , barınmaları ve bölgesel bulaşıcı hastalık trafiği gibi ve psikolojik destek gibi çok farklı alanlarda önleyici ve sağaltıcı sağlık hizmetlerine de lokal olarak destek verilmektedir. Verilecektir.

Felaketin ilk günlerinde, yardım götürdüğümüz yerlerde devlet kurumlarını göremedik. Depremin beşinci gününde hiçbir arama kurtarma ekibinin ulaşmadığı sokaklarda, ümitsizce enkaz altındaki yakınlarını bekleyen, elleriyle beton kütlelerini kaldırmaya, yıkıntıları kazmaya çalışan insanların acısına, çabasına ortak olduk, seslerini duyurmaya çalıştık.

Depremin dokuzuncu, onuncu günlerinde hâlâ enkaz altından sağ kalmayı başarabilmiş insanlar çıkarılırken, arama kurtarma çalışmaları göstermelik olarak çok az yerde ve sınırlı noktalarda devam etmekte ve enkazlara iş makineleriyle girilerek yaşam umutları sonlandırılmaktadır.

Bir yandan arama-kurtarma faaliyetleri devam ederken, deprem bölgesinde geçici barınma alanlarının oluşturulması, hasar tespit çalışmaları, hasarlı binaların boşaltılması, yıkım işlemleri ve enkaz kaldırma çalışmalarının yürütülmesi gerekmektedir. Tüm bu çalışmalar bütününde yurttaşlarımızın yaşam hakkı, barınma, güvenlik, sağlıklı güvenli gıda ve suya erişim gibi insani ihtiyaçların yönetilmesi süreci yaşamsal öneme sahiptir.

Bölgede en kritik ilk saatlerden itibaren başlayan koordinasyonsuzluk, AFAD ın yetersizliği, gelen yardım ekiplerinin durdurulması binlerce vatandaşımızın yaşamına mal olmuştur. Geçen 9 günlük süre içerisinde durum değişmemiş, depremin acıları ve kayıpları ne yazık ki bu kurumların yapmadıkları görevleri nedeni ile çok daha büyük rakamlara ulaşmıştır.

YARDIMLARA KAYYUM YOLUYLA EL KONULMASI KABUL EDİLEMEZ.

Ülkemizde daha önce yaşanan felaketlerin ardından, toplanan gıda malzemelerinin depolarında çürüdüğüne şahit olduğumuz, liyakatsiz, yandaş kişilerin yönetiminde olduğu AFAD ve Kızılay’ın, sivil yardım faaliyetlerini sekteye uğrattığı, bölgeye gönderilen yardım malzemelerine el konulduğu, ilan edilen olağanüstü hal koşullarında mülki amirlerin, emek meslek örgütlerinin gönüllü duyarlı vatandaşların yardımlarına dün Pazarcık’ta olduğu gibi kayyum atayarak el koyduğu , yardım çağrısı yapanların gözaltına alındığı bir süreçteyiz.

Üstelik bizler emek meslek örgütleri, demokratik kitle örgütleri olarak özellikle yardımın hiç gitmediği noktalara, köylere mezralara yardım ulaştırmaya çalışıyoruz. Devlet ise vatandaşın gönüllü yardımlarına el koyduğu gibi bunları ayrımcılık yaparak ve açıkça siyasileştirerek dağıtmaya çalışmaktadır. Zaten bu nedenle de vatandaşın devlete güveni kalmamıştır. Dolayısıyla vatandaşın gönüllü yardımlarına, emek meslek örgütlerinin demokrasi güçlerinin topladıkları yardımlara kayyum atanmasını kabul etmiyoruz. Yardımları engelleyen kayyum atamaları derhal durdurulmalıdır. Devletin görevi yardımları durdurmak olamaz, tam aksine yardım faaliyetlerine yardımcı olması en doğal ve acil olanıdır. 3 Gün boyunca vatandaşını enkaz altındayken seyirci kalan devlet ortada olmayan devlet oraya zar zor AFAD ekipleri gönderebildiğinde ilk yaptığı iş OHAL ilan etmek oldu.

Ohal ilanı, yardımlara el konulması, arama kurtarma faaliyetlerinin durdurulması ve koordinasyon merkezlerine kayyum atanması ile devam eden süreçte önceliğin yaşamsal olmadığı çok açıktır.

OHAL artık neredeyse haritadan silinen deprem bölgesindeki kentlerimize değil, ülkenin tümüne hepimize , bölgeye gönüllü bir şekilde yardım ulaştırmaya çalışan vicdan sahibi tüm yurttaşlara yapılmıştır. Biliyoruz.

Öte yandan siyasi iktidar bugüne kadar halktan topladığı vergileri, deprem yardımlarını ne yapmıştır hesap vermelidir? Ne zaman bugüne kadar toplanan Deprem vergileri, bir çok bakanlıktan fazla bütçesi olan Sarayın bütçesi bölge halkının hizmetine açılacaktır. Bekliyoruz.

SUÇLUSUNUZ!

Tüm ülkede, tarım alanlarını imara açarak hem gıda kaynaklarımızı yok ettiniz hem de canlarımızı yitirmemize sebep oldunuz.

İmar barışı adı altında, kaçak, ruhsatsız yapıları, iflasına sebep olduğunuz ülke ekonomisine üç kuruşluk kaynak sağlamak için legal hale getirdiniz. Üstelik bu aymazlığı bir müjde gibi sundunuz, reklam kampanyalarıyla duyurdunuz.

Deprem bölgesinde, sivil ve üniformalı kişilerce, insanlığa karşı bir suç olan işkencenin, kötü muamelenin hesabını sorduğunuza, şüpheliler hakkında adli sürecin başladığına ilişkin bilgi sunmadınız.

Deprem mağduru sığınmacıları ve mültecileri hem bölgede, hem de zorluklarla ulaştıkları kentlerde yok saydınız, kamu hizmetlerinden yararlandırmadınız, yardımları esirgediniz.

Gerçeklerin dile getirildiği sosyal medya ağlarını engelleyerek, düşünce özgürlüğünün ayrılmaz parçası olan ifade özgürlüğünün önüne set çektiniz, enkaz altında konumlarını iletmeye çalışan yüzlerce kişinin ölümüne sebep oldunuz.
20 yıldan fazla süredir iktidarda olan siyasi erk , bu noktada , tüm devlet yapılarının içini boşaltmış ve bu nedenle de yurttaş böyle bir doğal afette devletsiz kaldığını görmüş ve anlamıştır.
Bu büyük felaketin altından bizler ülkemizin insanı , aralarındaki yardımlaşma ile kalkacaktır. Enkazın altından Türkiye Cumhuriyeti Devletini de çıkaracak ve yeniden inşa edecek , demokratik laik , hukuk devletini tekrar tesis edecektir. Ama 20 yıldır devletin içini boşaltanları ve yurttaşlarımızı , ölüme ve sakatlığa ve tüm ülkeyi hazin bir çöküşe götürenleri asla affetmeyecektir.

OHAL İlanı kaldırılmalı, bölge Afet alanı ilan edilmelidir

AFAD tarafından kayyum yoluyla el konulan yardımlar ilgili kuruluşlara geri verilmeli, gönüllü kuruluşların yardım faaliyetlerine yapılan tüm engellemeler kaldırılmalıdır.

En kazlardaki deliller devlet eliyle yok edilmemelidir, çünkü hesap soracağız

ACILIYIZ! ÖFKELİYİZ! AFFETMEYECEĞİZ!

Buradan haykırıyoruz:

Tüm bu acıların yaşanmasına sebep olan, gözünü daha fazla kazanç daha çok kâr hırsı bürümüş müteahhitlerden, denetim görevlerini yerine getirmeyen kamu görevlilerinden, rant düzeninin mimarı olan siyasal iktidarın temsilcilerinden

HESAP SORULACAKTIR.

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”

Dayanışma ezilenlerin inceliğidir. Depremzedelerle dayanışma engellenemez..

Karşıyaka çarşı girişinde KHK’li kamu emekçileri 241.hafta da oturma eylemini yaptı. Haksız, hukuksuz, ihraçlara karşı direnen kamu emekçileri ve katılımcı demokrasi güçleri depremin yıkıma yol açtığı kentlerdeki insanların sesini ve dayanışmanın gücünü dile getirdi.
KESK İzmir Şubeler Platformu adına yapılan açıklama şöyle;

“Basına ve kamuoyuna
6 Şubat 2023 tarihinde meydana gelen iki büyük deprem ülkemizde 10 ilde ve Suriye’de büyük bir yıkıma
ve can kaybına neden olmuştur. Öncelikle deprem nedeni ile yaşamını yitiren yurttaşlarımızın ve Suriye
halklarının yakınlarına başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyoruz. Ülkemizin deprem kuşağında yer
almasına rağmen bugüne kadar depreme yönelik hazırlık yapılmamasının bedelini onbinlerce yurttaşımız
hayatı ile ödemiştir. Zamanında hareket edilmemesi nedeni ile insanlar adeta ölüme terk edilmiştir.
Milyonlar sevdiklerini ve toplumsal hafızalarını oluşturan büyüdükleri şehirleri terk etmek zorunda
kalmıştır. Bu yıkım bu acı yüzyılın felaketi ile değil iktidarın ihmali ve rant hırsı nedeniyle oluşmuş;
yaratmış olduğu yıkım bizleri derin bir acı ile yüzyüze bırakmıştır.

Depremin yıkıma yol açtığı tüm kentlerde feryatlar yükselmekte; enkaz kaldırma, barınma, haberleşme,
su, ısınma, aydınlanma, yiyecek ve giyecek gibi en önemli ihtiyaçlarının karşılanmadığı görülmüştür.
İktidar tüm olanaklarını seferber etmek yerine OHAL ilan etmiş, yapılan yardımların deprem bölgesindeki
vatandaşlara ulaşmasını engellemiştir. Depremin hemen ardından belediyeler, gönüllü yardım kuruluşları,
sendikalar, emek ve meslek örgütleri ve siyasi partiler yardım kampanyalarını örgütlemiş, deprem
bölgesine devletten önce ulaşarak çalışmalara katılmıştır. Devlet tarafından destek alamayan deprem
bölgesindeki halk, emekçilerin olağanüstü dayanışması, fedakarlığı ile hayatta kalmaya çalışıyor.

15 Temmuz darbesi sonrası KHK ile onbinlerce kamu çalışanını ihraç ederek sivil ölüme mahkum eden
iktidar, imar affı ve denetimsiz yapılaşmaya izin vererek yine halkı ölüme, açlığa, soğuğa mahkum
etmiştir. Yüzbinlerce vatandaş yaşam mücadelesi verirken sadece kendi iktidarının bekasının derdine
düşmüştür. Bilim insanlarının bölgeye yönelik yıllardır dile getirdikleri deprem tespitlerini duymazdan
gelen iktidar, şimdide sağlıkçıların salgın tehlikesi söylemlerine kulak tıkamaktadır.

Bazı çevreler depremi fırsat bilerek mülteci ve göçmenlere yönelik bireysel ve kitlesel saldırılar ve linç
girişimlerinde bulunmaktadır. Bu saldırılardan mülteci ve göçmenlere nefret politikaları üreten ve nefret
söylemlerinde bulunanlar sorumludur. Depreme müdahale ve yaraların sarılmasına yönelik
sorumluluklarını yerine getirmek yerine düşman aramak bilinçli sergilenen bir tutumdur. Bu halk, her
türlü ayrıştırmaya rağmen büyük bir dayanışma ile yaralarını sarmaya devam edecektir.

Yüksek Öğretim Kurulu tarafından, 2022-2023 eğitim öğretim yılı bahar döneminin uzaktan öğretim
yoluyla tamamlanmasına karar verildiği bildirilmiştir. Yüksek öğretim öğrencileri üniversitelerine dönmeyi
beklerken yüz yüze eğitim hakları engellenmiştir. Duyuru ile birlikte , Kredi Yurtlar Kurumu’nda barınan
öğrenciler yurtlarından tahliye edilmiş ve bu yurtların depremzedelere tahsis edileceği açıklanmıştır.
Yurtlardan tahliye edilen öğrenciler arasında depremzede öğrenciler de bulunmaktadır ve bu öğrencilerin
çoğunun yurtlarından çıkıp dönecekleri evi dahi bulunmamaktadır. Uzaktan öğretime devam edecek
öğrencilerin kaçının internet erişimi ve bilgisayar imkanı olduğu bilinmemektedir. Alınan karar depremin
sonuçlarını ortadan kaldırmaya hizmet etmemektedir. Sosyal bir hukuk devletinde, kamu idaresinin, bir
doğal afetin sonuçlarını azaltmak için temel hak ve özgürlükler arasında tanımlanmış ve ancak kanunla
sınırlanabilecek eğitim hakkını sınırlandırılması veya sekteye uğratması kabul edilemez bir durumdur.
MEB’in deprem bölgesinde okullara yönelik hasar tespit çalışması yapmalı ve bir an önce eğitim
başlamalıdır. Çünkü okullar çocuklar ve gençler için sosyalleşme alanıdır. Yaşanan her felakette feda
edilen ilk şeyin eğitim olmasına izin vermeyeceğiz.

Konfederasyonumuz KESK, bağlı sendikaları ve üyeleri ilk günden itibaren şimdi dayanışma zamanı
diyerek hızla yardım toplamaya başlamış, kriz masaları ile bu yardımları deprem bölgesindeki halkımıza
ulaştırmaya çalışmıştır. Bizler dayanışmayı büyüterek birbirimize merhem olmaya devam edeceğiz. Aynı
zamanda kamu hizmetleri çökme noktasına gelmişse ve müteahhitler bu kadar pervasızca ve
kontrolsüzce binalar dikerek, bu binalar on binlerce insanımıza mezar olmuşsa bu sistemi kuranlar
hesabını vereceklerdir. Haksız hukuksuz işlerinden ihraç edilen KHK’lı arkadaşlarımız için bu alanları terk
etmediğimiz gibi halk düşmanı politikalara karşıda da bu alanlarda sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
KESK İZMİR ŞUBELER PLATFORMU “

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri; Uğur Mumcu onurumuzdur..

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, katledilişinin 30.yılında gazeteci-yazar Uğur Mumcu’yu andı.

Alsancak Havagazı Fabrikasında bulunan İzmir Gazeteciler Cemiyeti önünde yapılan anmaya İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi de katıldı, ortak açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Av. Sefa Yılmaz okudu.

Ortak açıklamaya geçmeden önce, İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi söz alarak; “Hasan Tahsin’in yaktığı bağımsızlık meşalesini, Uğur Mumcu’nun yaktığı özgür habercilik ateşini asla söndürmeyeceğiz. Karlı sokaklarda yürümeye devam edeceğiz” dedi.

İzmir Tabip Odası Başkanı Dr. Süleyman Kaynak söz alarak, “Sevgili Uğur Mumcu sadece bir gazeteci değildi, bir bilim insanı idi, bir filozoftu…

Neden bilim insanı idi, hayatını kaybettiği 30 yıllık dönem içinde yıllarca oluşmaması için çaba sarfettiği, savunduğu ilkelere karşı gelişen ve aslında büyük bilgi birikimi ile öngördüğü sorunların hepsi, tek tek önümüze geldi. Siyasal islamı onyıllarca önce analiz eden bir bilim insanı idi , çok güçlü bir sosyal bilimci idi , yeni düşünceleri en anlaşılır şekilde yazan, duyuran bir filozof idi…

Siyasal islamın aslında din kisvesi altında , tam bir aldatmaca , tam bir ticari ilişkiler ağı ve rant odaklı tarikatlar bütünü , insanları ekonomik olarak, sosyal olarak, düşünsel ve bedensel olarak köleleştirmeye çalışan, adaletten ve insanlıktan uzak bir mekanizma olduğunu yıllarca anlattı. Ve ne yazık ki bu yüzden karanlık güçler tarafından katledildi.

Karanlık güçler eliyle katilleri ve katillerin içinde yeraldığı duvar saklandı, tuğlalarına dokunulmadı ve bu duvar giderek bugün hepimizin üzerine yıkılıyor…. Ve ne yazık ki biz bunları adım adım yaşayarak gördük… Ama bugün hala ne yazık ki tarikat – siyaset – ticaret üçgeni bu ülkeyi, bu insanları köleleştirmeye , bu toplumu teslim almaya çalışıyor…

Sivil toplum örgütleri olarak İzmir Tabip Odası olarak, bu gerçekleri görerek , insanlarımızı ve toplumumuzu uyarmayı ve Uğur Mumcu’nun mirasını ve vasiyetini koruyup canlı tutmayı bir and olarak devam ettiriyoruz. Bu nedenle uygar , laik , demokratik bir ülke için haklıdan yana bu mücadelemiz sevgili Uğur Mumcu’nun meşalesi altında , Büyük Önder Atatürk’ün bayrağı altında devam edecektir. Hep demokrasiden yana , laiklikten yana , uygarlıktan yana ve halktan , haklıdan yana olacağız. Çünkü Uğur Mumcu şöyle söylemişti ; Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.

Sevgili Uğur Mumcu, düşündüklerini, yazdıklarını ve bıraktığın mirasını koruyacağız, yaşatacağız ve geliştireceğiz…

Sözümüz sözdür…” dedi.

Disk Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, araştırmacı gazeteciliğin ve demokrasi mücadelesinin unutulmaz ismi, Uğur Mumcu’yu 30.yılında saygı ile anarken, cezaevlerinde bulunan gazetecileri ve Uğur Mumcu, Metin Göktepe, Namık Tarancı ve diğer öldürülen gazetecileri unutmayacağız dedi.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına ortak açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Av.Sefa Yılmaz yaptı.
Açıklama şöyle;

“Sevgili Dostlar,
İzmir’in demokrat insanları,
İzmirli Devrimciler,

Muammer Aksoy ve Hrant Dink gibi yine ülkemiz tarihinin karanlık ocak ayında kaybettiğimiz bir değerimizi, Türkiye’yi çevreleyen karanlıklar sarmalından çıkarıp toplumu aydınlık yarınlara kavuşturmayı amaçlayan Uğur Mumcu’yu anmak için bir aradayız.

24 Ocak 1993, Türkiye’de araştırmacı gazetecilik anlayışından taviz vermeyip, aynı zamanda hukuk ve demokrasiden yana olmak demenin ne olduğunu bütün Türkiye’ye inat ve ısrarla anlatan araştırmacı gazeteci yazar Uğur Mumcu’nun; alçakça bir saldırı sonucu katledildiği tarih olarak Türkiye tarihinin kara kaplı suikastlar defterinde yerini almıştır.

Yedek subay olarak başladığı askerlik görevini Patnos Dağlarında “Sakıncalı Piyade Er” olarak tamamlayan, 12 Mart’ın zindanlarında tutuklu kalan Mumcu, Türkiye toplumunun demokrasi mücadelesinin etkin bir öznesi olmuştur.

Onu, 12 Eylül Darbesinden sonra kapatılan Barış Derneği davası devam ederken, tutuklu yönetici ve üyeleri yazılarıyla savunurken görürüz.

Faşist Cunta liderinin vatan hainliğiyle suçladığı, Aydınlar Dilekçesini hazırlayanlar arasında o da vardır.

Abdi İpekçi cinayetinden, Papa suikastine giden yolda, silah kaçakçılığı – terör – mafya bağlantılarının düğümlerini o çözmüştür.

Siyasal iktidarların gözlerden uzak tutmaya çalıştığı kirli ilişkilerini gün yüzüne çıkarmaya çalışırken; 12 Eylül 1980 darbesinden 1984 yılına kadar yurtdışına gönderilen din görevlilerinin maaşlarının, Körfez sermayesi tarafından fonlandığını açığa çıkararak, laik görünümlü askeri vesayetin özünü de tarihe mal etmiştir. Din – siyaset – ticaret üçgeninin tüm belgeleriyle ve kanıtlarıyla ifşasını o gerçekleştirmiştir.

Faili meçhul cinayetlerin yaşandığı, Kürtlerin yaşam hakkının ihlal edildiği; muhafazakarlaşmaya, din temelli, gerici ve baskıcı bir rejim kurma çabasının gündemde olduğu sürecin güç odaklarına karşı, laiklikten yana, özgürlük ve eşitlik mücadelesi veren bütün toplumsal kesimlere ayar verilmeye çalışıldığı bir dönemde Mumcu; Türkiye Hizbullahı, İBDA-C gibi silahlı örgütlerin sahiplendiği bir suikast sonucu katledilmiştir. Aynı derin yapılar bu defa 24 Ocak 2001 tarihinde; işkence ve kitlesel korku yaymayı yöntem olarak benimsemiş Türkiye Hizbullah’ının çökertildiği operasyonu yöneten Emniyet Müdürü Gaffar Okkan’ ı Diyarbakır’da katletmiştir.

Bu iki suikastın arkasında olduğu, güçlü argümanlarla öne sürülen Türkiye Hizbullahı’nın siyasi kanadı olan parti ve liderleri ise bugünün siyasetinde muteber bir müttefik muamelesi görmekte; suçlarının hesabı sorulmadan Türkiye’nin geleceğinde rol sahibi olmaya çalışmaktadır.

Bu cinayetin arka planını bilenler, ülke tarihinin karanlık operasyonlarının özneleri, “O tuğla çekilirse duvar yıkılır” “Bu işi devlet yapmıştır. Siyasal iktidar isterse bu olayı çözer.” diyerek gerçeği açıkça ifade ettikleri halde, yürütme ve yargı, geçen 30 yılda bu cinayetin planlayıcılarını, azmettircilerini, asli failleri ortaya çıkarmaktan imtina etmiş, aksine bu ve benzer olayların etrafına örülen karanlık duvarı daha da güçlendirmişlerdir.

Bugün Mumcu’nun mirasına sahip çıkmak basın özgürlüğüne, eleştirel ve araştırmacı gazetecilik anlayışının ürettiği toplumsal faydaya, hukuk devletine, laikliğe, barışa ve demokrasiye sahip çıkmaktır.

Mumcu’nun mirasına sahip çıkıyor, bütün karanlıkta kalmış suikastlerin yalnızca tetikçilerinin değil o tetikçilerin arkasındaki kirli ilişkilerin de açığa çıkmasını, yetki ve iktidarı fiilen kullananlardan talep ediyoruz.

Susmayacağız!

Vazgeçmeyeceğiz!

Teslim olmayacağız!

Uğur Mumcu Onurumuzdur!

Uğur Mumcu Ölümsüzdür!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

Faşizme İnat Kardeşimizsin Hrant..

Ìzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde, Hrant Dink’i katledilmesinin 16.yılında andı ve basın açıklaması yaptı. Açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz okudu.
Açıklama şöyle;

“Değerli dostlar, Hrant’ın sevgili arkadaşları,

16 yıl önce, 19 Ocak 2007’de öldürülen, Agos Gazetesi’nin kurucusu, genel yayın yönetmeni ve yazarı, dostumuz Hrant Dink’i anmak için bir aradayız.

Hâlâ elem duyduğumuz, acısını yüreğimizde hissettiğimiz bu cinayetin arkasındaki güçler ortaya çıkarılmadı, hâlâ karanlıkta kalan noktalar aydınlatılmadı. Hrantımız’ın katlini planlayanlarla, ölüm emrini verenlerle hesaplaşılmadı.

O dönemde ve bugün görevde olan iktidarın açık ve gizli ortakları arasındaki güç savaşının ortasında yürütülen soruşturma ve yargılama süreçleri, hakikate ulaşmamızı sağlamak şöyle dursun, belirsizlikleri çoğalttı, gerçek faillerin ortaya çıkarılmasını engelledi.

Hatırlayalım;

22 Şubat 2004 tarihinde Genelkurmay

Başkanlığı tarafından Hrant Dink’e yönelik oldukça ağır ifadeler içeren bir basın açıklaması yapılmıştır.

24 Şubat 2004 tarihinde, İstanbul Valiliğinde, vali yardımcısı ve MİT mensupları, Hrant Dink ile [Hrant Dink’in “had bildirme” olarak tarif ettiği bir görüşme gerçekleşmiştir.

16 Nisan 2004 tarihinde Hrant Dink hakkında “Türklüğü Aşağılama” suçlaması ile iddianame düzenlenmiştir.

Şişli 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davada 7 Ekim 2005 tarihinde Hrant Dink hakkında ‘mahkumiyet’ kararı verilmiş, bu karar 1 Mayıs 2006 tarihinde Yargıtay tarafından onanmıştır.

Yaşanan tüm bu süreçlerde, basında ve görsel medyada yayınlanan haberlerle, yapılan yorumlarla, toplumda nefret duygusu yaratılmış, açıktan ölüm tehditleri yöneltilmiş, sevgili Hrant Dink adliye binası içinde fiziki saldırıya uğramıştır.

Cinayet sonrası ortaya çıkan belgelerden, emniyet ve istihbarat görevlilerinin bir cinayet hazırlığından haberdar oldukları, bu bilgileri ilgili makamlara iletmedikleri, Hrant’ın korunmadığı anlaşılmıştır.

Hrant’ın ailesinin avukatlarının yaptığı başvuru üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Dink-Türkiye kararında; resmi makamların Hrant Dink’in ölümcül bir saldırıya maruz kalma ihtimalinin yüksek olduğunu bildiklerini ya da bilebilecek durumda olduklarını, somut koşullara bakıldığında Hrant Dink’e yönelik tehlikenin açık ve yakın bir tehlike olduğunu, cinayetin işlenmesini önlemekle yükümlü olan makamların ayrı ayrı ya da koordineli bir biçimde planlanmasından ve yakında işleneceğinden haberdar olmalarına rağmen Hrant Dink cinayetinin engellenmesi amacı ile harekete geçmedikleri ve cinayette sorumluluğu olan görevliler hakkında etkin bir soruşturma da yapılmadığı, bu nedenlerle yaşama hakkının esastan ve usuli yönden ihlal edildiği sonucuna varmıştır.

Sevgili dostlar,

Başka cinayetlerden sonra telaffuz edilen, duvarın ortasındaki o tuğla Hrant Dink suikastinden sonra da hiçbir zaman çekilmedi.

Yıkılmasından korkulan o duvar, toplumumuzun, bu ülkede yaşayan halkların aydınlığa kavuşmasını engelleyen, bizi karanlıkta yaşamaya mahkum eden duvardır. Haklara ve özgürlüklere tam anlamıyla kavuşacağımız, barış içinde birlikte yaşayacağımız, demokrasinin, hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla yürürlükte olduğu bir düzeninin önündeki duvardır.

Malatyalı devrimci, hakikat arayıcısı, bu topraklarda barış içinde bir arada yaşama idealinin simgesi olan kardeşimiz Hrant’ın öldürülmesi, Cavit Orhan Tütengil’den Abdi İpekçi’ye, Bahriye Üçok’dan Muammer Aksoy’a, Musa Anter’den Uğur Mumcu’ya dek uzanan, karanlıkta kalmış siyasi cinayetler zincirinin bir halkasıdır.

Tüm bu cinayetlere baktığımızda gördüğümüz şey, bizi karanlığa mahkum etmek isteyen güç odaklarının hoyratlığı, acımasızlığı ve kendilerine duydukları sınırsız özgüvendir.

Bizler, Hrant’ın şahsında biçimlenen düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğünü talep edenler, hakikat ve adalet arayışında olanlar; barış, demokrasi ve özgürlükler önüne örülen o duvarları yıkmaya, karanlığı aydınlığa kavuşturmaya kararlıyız.

Bu cinayetin gerçek suçluları ortaya çıkana kadar, hiçbir suçun cezasız kalmaması için yargılama süreçlerini takip etmekten, bu uğurda her koşulda mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz.

Dostumuz, kardeşimiz Hrant Dink’i, yitirişimizin 16. yılında sevgi ve hiç bitmeyen bir özlemle anıyoruz.

Faşizme İnat Kardeşimizsin Hrant!”

Barış Akademisyenleri,inadımızdan, direnmekten ve birbirimizden vazgeçmeyeceğiz. Türkiye’ye Barış, Akademiye Özgürlük gelene kadar…


İzmir’de Eğitim-Sen 2 Nolu Şube Karşıyaka çarşı girişinde 236.hafta oturma eylemini gerçekleştirdi. KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyenleri ve emek ve demokrasi güçlerinin de katıldığı eylemde, bu hafta Barış Akademisyenleri açıklama yaptı. Barış akademisyenleri adına açıklamayı Prof.Dr.Zerrin Kurtoğlu okudu.
Açıklama şöyle;

“BASINA ve KAMUOYUNA
Yeni bir 11 Ocak’ta bir kez daha: Akademik özerklik ve ifade özgürlüğü için! 11 Ocak 2016’da biz 1128 akademisyen, sistematik hak ihlallerini eleştiren “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiriyi imzaladık. Barış istedik, adalet talep ettik, hakikati öğrenme hakkını savunduk. Bildirinin kamu ile paylaşılmasının hemen ardından gelen tepkilere ve tehditlere rağmen imzacı sayımız 2212’ye çıktı. Hatta toplumun pek çok farklı kesimi destek imza metinleri yayınlayarak bize ve barış çağrımıza sahip çıktılar.

Şehirlerin, kültürel birikimlerin, aidiyetlerin, insan yaşamının değersizleştirildiği bir yıkım sürecine itirazımızı dile getirdik. Bizim barış çağrımıza ise hak ihlalleri ile yanıt verildi. Kimilerimiz gözaltına alındı, tutuklandı, tehdit edildi, yaşadığı şehri terk etmeye zorlandı. Diğerlerimiz hakkında disiplin soruşturmaları ve adli soruşturmalar açıldı, yetmedi sosyal güvenlik kayıtlarına düşülen şerhlerle başka işlerde çalışmamız bile engellendi. Coğrafyamızın trajedileri haline gelmiş sürgün, ölüm, kan banyosu tehditleri, hapis ve yoksulluktan biz de payımıza düşeni aldık. Oysa aradan geçen onca yıla rağmen imzalarımızın çıkış noktası haklılığını koruyorken, bugün 2016’da savunduğumuz ilkeler hâlâ savunulmayı hak ediyor.

Bu 7 yıl, hatta vakıf üniversitelerinden sözleşmesi uzatılmayarak atılanlarla birlikte neredeyse 8 yıl, tarihe “sosyal ölüm” olarak geçen şeytanlaştırma, siyasi yargılamalar, emekliliğe/istifaya, imza çekmeye zorlama; iş sözleşmelerinin feshedilmesi, açığa alınma, yıldırmalarla ama aynı zamanda hak ve özgürlüklerimizin savunusu ve dayanışmayla da geçti. Barış talep eden 822 imzacı akademisyen “terör örgütü propagandası yapma” suçlamasıyla ceza mahkemeleri önünde yargılandı. Kamu/Vakıf üniversitelerinde çalışan 406 barış imzacısı arkadaşımız, 4239 KESK’li yoldaşımız ile beraber OHAL Kanun Hükmünde Kararnameleriyle kamu görevinden ömür boyu çıkartıldılar. 2019 yılında AYM’nin Barış Bildirisi’ne imza atmanın ifade özgürlüğü kapsamında olduğuna hükmetmesiyle ceza davalarından beraat etmemize rağmen, bizler için KHK zulmü hâlâ devam ediyor. KESK’li dostlarımız, yoldaşlarımız; 236 haftadır, burada, korkmadan, yılmadan direnişlerini sürdürüyorlar. Bugün buraya onlara katılmaya, seslerine sesimizi katmaya geldik.

7 yıl sonra bugün, bu kez, barış akademisyeni, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın tutuklu yargılandığı bir davanın duruşmasının yapıldığı 11 Ocak tarihinde, tarihe bir kez daha kayıt düşüyoruz; bizi açlıkla, yoksullukla, siyasi yargıyla terbiye etmeye çalışanlara dayanışma ve hak savunusu ile yanıt veriyoruz.

Bu coğrafyada yaşayan halklara, ağaca, çocuğa, kadına, bilim ve ifade özgürlüğüne sahip çıkmak suç değil, onurlu bir görevdir. Aynı zamanda bunlara hasım olan herkese hatırlatıyoruz; hangi kurumsal siyaset dengesi, seçim sonucu ve yürütme olursa olsun, bilimsel akademik araştırma ve ifade özgürlüğünü, barışı, doğayı ve emeği savunmaya devam edeceğiz. Bizler, ağaca, canlıya, akla düşman bir zorbalığa karşı hak ve özgürlüklerimizi savunmaya, özgür bilimsel eğitim ve araştırma için vicdanımızı dinlemeye, hakikati aramaya ve ifade etmeye devam edeceğiz. Bu yolda dayanışma içinde bir araya geldiğimiz hapsedilen hak savunucularının; Gezi tutsaklarının; İçişleri Bakanı tarafından isimleri verilerek hedef gösterilen barış imzacısı arkadaşlarımızın; Şebnem Korur Fincancı’nın ve KHK zulmüne karşı direnmekten vazgeçmeyen KESK’li dostlarımızın yanında olduğumuzu teyit ediyoruz. Bizler aynı hikayenin kahramanlarıyız.

Sadece işini değil, huzurunu, sağlığını, fiziki özgürlüğünü ve yaşamını yitiren arkadaşlarımızı unutmuyoruz. Biat etmemek için özgür aklımızı yitirmeyeceğiz. İnadımızdan, direnmekten ve birbirimizden vazgeçmeyeceğiz. Türkiye’ye Barış, Akademiye Özgürlük gelene kadar…

İzmir Dayanışma Akademisi- BİRARADA Bilim, Sanat, Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği-Ankara Dayanışma Akademisi BAK-Almanya Derneği Eskişehir Okulu İnsan Hakları Okulu -Kampüssüzler Kocaeli Dayanışma Akademisi – Kültürhane- Türkiye’deki Barış Akademisyenleri ve Hak Savunucuları ile Dayanışma Derneği-Fransa (SUP DDHT)”