MATEMATİK DOĞA VE YAŞAM

KONFERANSA  DAVET!

16 OCAK 2010 CUMARTESİ günü gerçekleştireceğimiz “MATEMATİK DOĞA VE YAŞAM ” başlıklı konferansa davetlisiniz.

Konuşmacı : Prof.Dr.Beno Kuryel (E.Ü Mühendislik Fakültesi Dekanı)
Tarih/Saat : 16 Ocak 2010 Cumartesi / 13.00 – 15.00
Yer: Türkan Saylan Kültür Merkezi Benal Nevzat  Salonu Alsancak-İzmirMatematiğin gerek tarihsel sürecini, gerekse felsefi özelliklerini ele alırken gündelik yaşamdan kopmamalıyız. Örneğin, dünyada birçok insan matematikle olan dargın ilişkisinden şikayet eder. Birçoğumuz bunu bir eksiklik olarak ifade etmekten hiç çekinmez. Aksine, matematikteki eksikliğini neredeyse övünerek dile getirir. Matematiği gözümüzde öylesine büyütmüşüz ki böyle bir ?ihtişam? karşısında yetersiz kalmak bir özellik olarak algılanıyor.Her bilgi dalı gibi matematik de bir kültür olarak yaşamını sürdürür. Son zamanlarda yapılan kazılarda 30000 – 40000 yıl öncesine varan bulgulara rastlanmaktadır. Çeşitli kemikler ve taşlar üzerindeki işaretlerden daha o zamanlar insanların yaşamlarını ölçüp biçtiğini, hesap kitap yaptığını öğreniyoruz. Gereksinmelerin giderilmesi, yaşamın örgütlenmesi için üzerinde yaşanan topraklar ölçülmüş, bölümlenmiş, hayvanlar sayılmış, gruplara ayrılmıştır. Evreni anlamak yolunda uzay tasavvur edilmiş, evrende görülenler benzetilerek geometrik şekil ve cisimlere vardırılmıştır. Giderek sayı dizgeleri farklılaşmış, çeşitli tabanda sayı sistemleri ortaya çıkmıştır. Bir taraftan insanların merak duyguları, yaratıcı yetileri, diğer yandan ihtiyaçların itici gücü ile matematik yaşamın kaçınılmaz bir parçası olmuştur. Doğa bilimleri büyük bir hızla evrilirken matematiği tetiklemiş, matematik de fiziksel araştırmaların motor gücü olmuştur.

 

Bu sürece sayısız örnek katmak olasıdır. Ancak, bu yazının sorunu böylesine insana has bir özelliğin, birçok kişinin başına nasıl dert olup çıktığıdır. Descartes?tan başlayan çözümleyici bakış açısı, Newton ve Leibniz ile doğanın devinimini anlamlandırma gayretlerinde doruğa ulaşmıştı. Matematik o güne kadar fizikle bu denli iç içe olmamıştı. Sonlu küçük matematikle fiziksel olguların değişim süreçlerine el atılmış, doğal süreçlerin modellenmesi ile mekanik biliminin temelleri atılmıştı. Bunun anlamı şuydu: Doğa olayları artık tasarlanabilir ve benzetilebilirdi. Böylece, matematik belirli bir dizge çerçevesinde düzenlenmeye başladı. Gelişen sanayi ölçütlerine göre insan yetiştirebilecek okullar ortaya çıkmaya başladı. Bu okullar, günün koşullarına ve gereksinmelerine göre içerik kazandı. Geometri cebirselleşti. Matematiği daha rahat kullanmanın ve buna göre bir öğretim çatısını kurmanın yoğun uğraşı gündeme geldi. Matematiğin bu yeni sistematik yapısı yeni kuşaklara aktarıldı.

Kültürel bir olgu olan matematik bu süreçte doğa bilimlerinin evriminde o denli etkili oldu ki, ?bilimlerin kralı/kraliçesi? önermesiyle taçlandırıldı. Matematik bir ?zeka ölçütü? olarak öne çıktı. Yalın bir doğallık olan parmakla hesap yapmak gibi edimler aşağılandı. İnsanlar, baş tacı edilen bu ?matematik anlayışı? süzgecinden geçirilerek sınıflandırıldılar. Herkesin kendine özgü matematiksel nitelikleri, kabul gören ölçütlere karşı yenik düştü. Matematiğe yabancılaşıldı. Böylece, matematik kaygısı toplumsal bir nitelik kazandı. Halbuki, çeşitli renklerden oluşan matematik yetileri o kadar güzeldir ki.

Matematik kaygısının bir yazgı olmadığını, toplumsal devinim ve tarihsel süreçlerle belirlendiğini önererek değerlendirmeyi sürdürüyoruz. Bir süre önce velilerin, öğrencilerin, öğretmenlerin ve öğretim üyelerinin bulunduğu bir toplantıda, bir ilkokul öğrencimiz sıkılarak usulca yerinden kalkıp şöyle bir soru sorar: ?Öğretmenim, matematik neden zor??

Çocuğa iki yanıt gelir. Matematiğin bir kültür olduğu önermesine dayanarak verilen yanıtları ele alabilir, çözümleye çalışabiliriz. Birinci yanıta göre, çocuk bir önyargı içindedir. Aslında matematik zor değildir. Çocuğun kafasında büyütülmüş bir düşüncedir bu. Çocuk, anında teselli edilmeye çalışılır. Yaygın bir kanıdır, büyükler çocuklardan daha iyi bilir. Özellikle de çok daha deneyimlidirler. Elbette deneyimin bir değeri vardır. Ancak, çocuk da birşey bilmektedir. En azından kendisini ve duygularını ve de deneyimlerini yaşamaktadır. Teselli etme, çocuğun matematikle ilgili ?zorluk? düşüncesinin bir eksiklik olduğu kabulünü gerektirir. İşte o anda çocuk, kendisine ve dolayısıyla matematiğe yabancılaşmanın ilk adımını atar. Büyüklerin daha başta önyargı kabul ettikleri zorluk düşüncesi doğallığını kaybeder. Böylece çocuk kaygılanmaya başlar.

Bu arada öğrencimizin anlaşılmaması sürüyor ve ikinci yanıt geliyor: ?Bak yavrum, matematik her yerdedir, ne kadar güzel, çok kolay bak?? Bu önerme yaygın bir ?inanç?tır ve toplumda kabul gören ideolojik bir sonuçtur. Matematiğe öyle bir özellik verildiğinde ise, ona özel bir saygının ve kaçınılmaz olarak bir kaygının/korkunun açığa çıkacağı açıktır. Her yerde olan ve herşeye muktedir bir olgu karşısında bireyin kendisini ?eksikli? hissetmesi anlaşılırdır.

Ayrıca, ?matematik, kolay öğrenilecek bir şeydir? önermesi birçok matematikçi tarafından da dile getirilir. Bu durum, çocukları cesaretlendirme düşüncesini taşırken, matematikçinin kendini tatmin etmesinden öteye geçmez. Matematik karşısında zorluk çeken birey, bu önermeyle ?eksiklenmeye? devam eder. Yaşadığımız bu tipik durum bile, matematiğin ne kadar derin kültürel köklere sahip olduğunu çok güzel göstermektedir. Sormadan geçilemiyor: ?Acaba matematik, gerektiğinde insanları ezmek için kullanılabilecek bir alan mıdır??

Bu açıdan bakıldığında, matematiksel anlamın oluşum süreçlerine önem vermeden matematiği salt bir yöntemler yığını olarak gören yaşam tarzında, matematik birçok küçük arkadaşımız için neden zor olmasın? Ancak, zor olması kalıcı bir özellik değildir. Bunun üstesinden gelmek olasıdır. Ancak, matematiği yücelten sloganlarla değil küçük arkadaşlarımızı kendi özellerinde ve dünyalarında anlamaya çalışmakla olasıdır.

Matematik bir kültür olduğuna göre, bu kültürde iletişim nasıl sağlanabilir? Kültürel bağlamdaki bu iletişim, öncelikle matematiğin toplumda ne tür bir anlamı olduğuna işaret eder. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu anlam; matematiğin her yerde oluşundan, birincil öneminden, bir zeka ölçütü oluşundan bilimlerin kralı/kraliçesi oluşuna kadar bir dizi görüş ve değeri içerir. Böylece, matematik tarihsel olarak binyıllarca insanın en yakın düşünsel arkadaşı iken artık onun dışında bir güç olarak algılanır duruma gelmiş olur. Bugünkü genel anlayışta birey matematiğe yabancılaşmıştır. Bu durum, kaygının kaynağını oluşturur. Ancak, bu bakış açısı ya da gelenek biricik değildir. Farklı yaklaşımlar olabilir. Bunları gerek toplumsal düzeyde gerekse daha özgül bir biçimde eğitim kurumlarında ele almak matematiğin kültürel anlamında önemli dönüşümlere ışık tutabilir ve matematik kaygısını çözümlenme sürecine dahil edebilir.

İletişimin ikinci boyutu biraz da teknik olan yanıdır. Bu, matematiğin bir dil olmasıdır. Gündelik dille birebir örtüşmeyen ama dilsel yapı ve özellikleri taşıyan bir dil. Matematik kendi içinde tutarlı aksiyomlara dayanan bir dildir. Bu dille, her dille olduğu gibi iletişim kurarız. Matematik, bir bakıma bir soyutlamadır, hatta bir soyutlama sanatıdır. Üçgenlerle, çevremizdeki dağları, ağaçları soyutlarız. Doğru parçalarıyla, mesafeleri, yolları soyutlamaya çalışırız. Amca, yeğenden 30 yaş büyüktür bilgisini, y = x + 30 denklemiyle soyutlarız. Bu soyutlamalar; tanımları, varsayımları, kuramları ve kanıtlarını içerir. Kendi içindeki bu tutarlılık matematik dille ifade edilir. Kendine özgü simgeleri, terimleri ve kavramları vardır.

İşte bu sistematik yapı hem çok önemli ve kaçınılmazdır hem de kaygının kaynağıdır. Çünkü, soyutlama sistematiğini öğretmek için düşünülen yol veya yollar matematiğin tartışmaya en açık olan yönüdür. Bugün kullanılan yaklaşım, genel olarak soyutlama boyutunu ihmal ederek ?çözüm yöntemlerini? öğretme ve bunlarla ?problemler? çözmeye yöneliktir. Matematik bir bakıma, yönteme ve probleme indirgenmiştir. Soyut kavramlara ve kuram/kanıt süreçlerine dayanan bu süreç, yöntem ve probleme indirgenince bir kabus olması da kaçınılmazdır. Böylece birey, matematiğe bu boyutuyla da yabancılaşır, kaygılanır. Bu durumu, hemencecik kökünden halledilebilecek bir yol olamaz. Ancak, bugünkü yaklaşımın mutlak olmadığını düşünürsek toplumsal ölçekte bir tartışmayı da başlatabiliriz. Çünkü, matematik kaygısı bir yazgı değildir… ?? diyen  Prof.Dr.Beno Kuryel?i  öğrencileri ” dersleri de bir ayrı güzel ve eğlenceli geçer, asla yoklama almaz, öğrenci’ye eziyet etmez. öğrenciler ona kendi adıyla yani beno diye hitap ederler bir söylentiye göre aşkın türevini alabiliyormuş.” diye anlatıyorlar.

Beno  hocamızın bilgilerini  paylaşmanız için  konferansa bekliyoruz.

SÖYLEŞİ: KÜBA GEZİ NOTLARI

SÖYLEŞİ VE SAYDAM GÖSTERİSİNE DAVET!

26 ARALIK CUMARTESİ günü gerçekleştireceğimiz “Küba Gezi Notları” başlıklı söyleşi ve saydam gösterisine davetlisiniz.
H.Cem Çelik ( Öğretim Üyesi)
Saat: 14.00
Yer:İmece-Der

Kübayı gezen Cem Çelik?in ??Gezi Notlarını?? dinlemek ve izlemek bizlere güzellik katacaktır.Bilgiyi hepimize ulaştırabilmenin aracı olarak düzenlediğimiz söyleşi ve saydam gösterisine dostlarımızı ve gençlerimizi bekliyoruz.

Küba?yı anlatmak Fideli, Che Guverayı ve yoldaşlarını anlamak değilmidir? Aynı zamanda Kübanın büyük devrimcilerinden emperyalizme ve oligarşiye karşı mücadelenin kararlılığını , direncini, sabrını, fedakarlıklarını öğrenmektir. Emperyalizme ve kapitalizme karşı Küba Halkının kazanımlarını savunmak ve bunları geliştirmenin önemi açıktır. Dünyanın ezilen halklarının ve emekçilerinin direnişçi sesi Fidel etkileyici bir biçimde onlara soruyor: ?Devrimler, yıkılmak için çağrıda mı bulunurlar yoksa devrimleri insanlar mı yıktırırlar? Engel olabilirler mi yoksa insanlar engelleyemezler mi? Devrimlerin yıkılmasını toplum engelleyemez mi yoksa engellenebilir mi? Hemen sizlere bir soru daha sorabilir miyim? Bu sosyalist devrimci sürecin, yıkılacağına ya da yıkılabileceğine inanıyor musunuz? Bunu hiç düşündünüz mü? Bunu derinden düşündünüz mü?? Ve devam ediyordu: ?Bizim başlangıçta en büyük hatalarımızdan biri, devrim süresince birçok kez, birilerinin sosyalizmin nasıl inşa edileceğini bildiğine inanmaktı. Ama bugün bir fikir sahibiyiz. Sosyalizmin nasıl kurulması gerektiği konusunda, benim düşüncem yeterince açık. Fakat daha net fikirlere ve sosyalizmin gelecekte nasıl korunacağı veya korunabileceği hakkında, sorumlu olan sizlere yönelik birçok soruya gereksinimimiz var.?

??Küba?da, gelecek nesillerin, Moncada neslinin anlayışı ile ülkeyi ileriye taşımasının, tek gerçek önlem olduğu gözden kaçırılmış değil. Devrim devam edebilir…
Küba Devrimini yalnızca Küba halkının kendisi yıkabilir: ?Bu ülke kendi kendini yıkılabilir. Bugün Devrimi yıkmak istemeyenler bu Devrimi yok edebilirler; evet bizler, bizler yıkabiliriz ve bu kendi suçumuz olur.? Raul Castro, gecen ocak ayında, Santiago de Cuba şehrinde düzenlenen devrimin ellinci yıl kutlama etkinliğinde, Fidel?in Havana Üniversitesi?nde yaptığı bu konuşmayı tekrarladı.
Raul, ?günümüzde, Devrimin her zamankinden daha fazla güçlü olduğuna, en zor zamanlarında bile asla prensiplerinden bir milimetre bile ödün vermediğine? işaret etti. Bunun, ?birkaç kişinin yorulmasına ve hayatın sonsuz bir mücadele olduğunu unutarak tarihi geçmişini inkâr etmesine engel olmadığını? da söyledi. Sonra açıkça belirtti: ?Bu yarım yüzyıllık zafer kutlamaları, geleceğe dair bir yansımayı ve önümüzdeki elli yılda da mücadelenin kalıcı olacağını gösteriyor. Günümüz dünyasının mevcut kargaşası ortadayken daha kolay olacağını düşünmemelisiniz. Bunu kimseyi korkutmak için söylemiyorum, bu katıksız bir gerçektir?. 2005 Kasımında Fidel tarafından yapılan ?Devrimi, sadece Küba halkının kendisi yıkabilir? uyarısı hakkında onlara sordu: ?Bu kadar kötü bir şeyin, bizim insanlarımızın başına gelmemesinin garantisi nedir? Yeniden zafere ulaşmak ve kendimizi kurtarmak için çok zamana ihtiyaç duyacağımız bu inanılmaz darbeyi, nasıl önleyeceğiz??

??Daha sonra, Küba Başkanı, yarının yöneticilerini asla unutmamaları gereken konularda uyarmaya başladı. ?Bu, alçakgönüllüler için alçakgönüllüler tarafından yapılan mütevazı bir devrimdir. Partiyi yok etmezseniz; militanlığa sekte vuramazsanız; bizim işçilerimizi, köylülerimizi ve halkımızın geri kalanını asla birbirinden ayırmazsanız; düşmanın hainliğini, egemenlik kurmayı ve saldırgan olmayı asla bırakmayacağını ve de bunun onun karakteri olduğunun bilincinde olursanız ve o düşmanın siren sesleri ile sinmezseniz, eğer böyle davranırsanız, daima halkın güvenine sahip olursunuz. Hatta temel prensipleri ihlal etmeden, sorunlarda hata yaptığınız zaman bile.? Bununla birlikte, ?Kübalıların çeşitli kuşaklarının fedakârlık yaptığı ve kanın ürünü olan bu eseri korumakta? ehliyetsiz olduğunuzu gösterirseniz, halk ?kendini mücadeleye adayacak? ve ?kılıcının düşmesine? izin vermeyecektir, dedi.
Che Bolivya?ya giderken son mektubunda; ??Fidel, Dünyanın başka ülkeleri benim mütevazı çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba’ya olan sorumluluğunun sana imkân vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi.

Bunu acı ve sevincin karışımıyla yaptığım bilinsin; burada benim kurucu umutlarımın en safını ve sevdiklerim arasında en sevgili olanı bırakıyorum ve beni evladı gibi kabul eden bir halkı bırakıyorum. Bu, benim ruhumdan bir parça koparmaktır. Yeni savaş alanlarında bana vermiş olduğun inancı, halkımın devrimci ruhunu, görevlerin en kutsalı olan nerede olursa olsun emperyalizme karşı mücadele etme görevini yerine getirme duygusunu taşıyacağım.

Başka gökler altında son saatim geldiğinde benim son düşüncem bu halk ve özellikle sen olacaksın. Öğrettiklerin için ve eylemlerimin en son sonuçlarına dek sadık olmaya çalışacağım, örneğin için sana teşekkür ettiğimi, devrimimizin dış politikası ile her zaman özdeşleştiğimi ve buna devam edeceğimi, sonumun geldiği herhangi bir yerde Kübalı devrimci olmanın sorumluluğunu duyacağımı ve öyle davranacağımı, çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum.

Her zaman zafere kadar!

Ya vatan ya ölüm! ?? demişti.

 

KONFERANS – TARİH VE MİLLİYETÇİLİK

KONFERANSA DAVET !

05 ARALIK CUMARTESİ günü gerçekleştireceğimiz “Tarih ve Milliyetçilik” başlıklı konferansa davetlisiniz.

Konuşmacı: ERDOĞAN AYDIN (Yazar)
Tarih: – Saat: 05 ARALIK CUMARTESİ / 14.00 – 16.00
Yer: Ahmet Priştina Kent Arşivi Müzesi Araştırma Salonu

“Milliyetçilikle sorunlarımıza çözüm üretilemeyeceği bir yana, dünya ve insanlık da süreğen bir gerilime mahkum edilmektedir. Modern çağ tarihinin de gösterdiği gibi milliyetçilik, insanlığa, ortaçağdaki dinsel ideolojilerle kıyaslanacak denli büyük felaketler getirmiştir. Haksız savaşlar, artan silahlanma, eğitim, sağlık ve kalkınma bütçelerinin kısılması, hep milliyetçilikle meşrulaştırılmıştır. Milliyetçilik insanı, halkları ve haklarını dinin yerini alan yeni bir kolektif kimlikle ezmenin ve burjuvazinin çıkarlarına feda etmenin aracı olmuştur.
Sorunlarımızın çözümünü sağlayacak bilinç ve sağduyumuzu tahrip ederek, bizi öteki inaç ve halklara düşman etmekte dincilik nasıl olumsuz bir misyon görmüşse, milliyetçilik de modern koşullarda aynı misyonu göstermektedir. Milliyetçiliğin bu evrensel gerçekliğini anlamak için ötekilerin milliyetçiliğine bakmak yeter.”

Yazar Erdoğan Aydın eserlerinde ”milliyetçiliğin sanılanın aksine milletini sevmek demek olmadığını, aksine hak ve özgürlüklerimize yabancılaşıp güdülen koyunlara dönüştürülmemizi sağlayan temel bir ideolojik araç olduğunu göstermekte ve milliyetçiliği irdelemektedir.”

Bilgiyi hepimize ulaştırabilmenin aracı olarak düzenlediğimiz konferans yaşadığımız dönem ile milliyetçiliğin çıkmazı arasındaki bağı irdeleyecektir. İlgilenen dostlarımızı ve gençlerimizi bekliyoruz.

MÜRSEL CEYLAN

      MÜRSEL CEYLAN (1954-10.041994)

Mürsel Ceylan, aslen Erzurum Hınıs’lı olup, yoksulluk nedeniyle ailesi İzmir Çiğli Çimentepe’ye (semtin yeni adı Güzeltepe) yerleşmiştir. Ocak 1980 Tariş  Çiğli İplik fabrikasında da başlayan direnişte önde olan işçilerden biridir. Hem fabrikada hem yaşadığı semt olan Çimentepe de direnişin içinde olan yoldaşımız, direnişin kırılması ile birlikte gözaltına alınır ve yoğun işkencelere maruz kalır.

Cezaevinden çıktıktan sonra gördüğü işkenceler nedeniyle sağlığında sorunlar başlar.  Son konulan teşhis kemik kanseridir. Ama o mücadeleyi bırakmaz, sağlık sorunlarına rağmen 1987- 1990 lı yılların yükselen işçi hareketinin içinde yer almaktan geri durmaz.

Ancak hastalığı ilerlediği için, 1991 yılında yatağa bağımlı hale gelir. Bu durumuna rağmen, onun mücadele isteği son bulmaz.  Yitirdiğimiz  güne kadar  işçi sınıfının ve emekçilerin iş ekmek ve özgürlük mücadelesi içerisinde olur.
Sevgi saygı ve özlemle..

EMOS KAYA GÜLTEKİN

                                                                    EMOS KAYA GÜLTEKİN (01.01.1951-03.01.2003)

Elazığ doğumlu.  İnşaat ustası Rıza ve ev kadını Besime’ nin kızı.  Yoksul bir ailenin çocuğu. Güçlükler içerisinde Elazığ’da ilkokulu ve ortaokulu bitirir.  1978 yılında İzmir’de Hüsnü Gültekin ile tanışır.  1988 yılında  evlenir.  Bir kız çocukluları olur.  PTT de  kamu emekçisi olarak çalışır. Siyasal düşüncelerinden dolayı çeşitli defalar kurum tarafından sürgün cezasına çarptırılır.  Memurların sendikal haklarını kazanma mücadelesinde  aktif olarak faaliyet gösterir. Kalp kapağındaki rahatsızlık sonucu  hastanede ameliyatta yaşamını yitirir.  Selçuk Mezarlığı’nda uğurlandı.

Bizlerle yaşayacak. Sevgi saygı ve özlemle.

 

FİKRİ HEPSEVER

                                                                                    FİKRİ HEPSEVER (1953-17.12.2002)

Fikri Hepsever, Mekodonya İskip doğumlu bir arkadaşımızdı. Ailesi İzmir’e göç etmişti. İlkokulu 27 Mayıs İlkokulu’da okudu. İzmir Atatürk Lisesi’ni bitirdikten sonra E.Ü İktisadi Ticari ilimler Akademisi’nde İşletme Bölümünde  okudu. Öğrencilik yıllarında  Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesiydi. Hertürden emperyalizme ve faşizme karşı  ve demokratik özerk üniversite mücadelesinde yer aldı.

Üniversiteyi bitirdikten sonra serbest muhasebe mali müşavirlik yaptı. Aktif olarak İdadik Dağcılık Kulubünde görevler aldı. 49 yaşında dağcılık faaliyeti yürüyüşü sırasında kalp krizi geçirmesi sonucu vefat etmiştir. İzmir Pınarbaşı Mezarlığında  uğurlandı..

CAHİT AKSAN

 

                                                                             CAHİT AKSAN (31.10.1952-15.09.2006)

Ödemiş Adagide doğumlu; ismini doktoru Cahit Denktaş’tan alıyor.  Babası kamu çalışanı,  annesi ev hanımı. İlkokulu Karşıyaka Ankara İlkokulu’nda başladı Tire’ de  tamamladı.   İzmir’de  Hacı Şakir Eczacıbaşı Orta Okulunda okudu; Lise öğrenimini ise  Namık Kemal Lisesi ve sonrasında Türkay Koleji’nde tamamladı.  Ege Üniversitesi Mühendislik Bilimleri Fakültesi İnşaat Bölümü’nü kazandı ve bitirdi.

Cahit lise öğrenimi döneminde  1947’li kuşağın 1960 – 1970 yılları arasında  okullarda, fabrikalarda ve tarlalarda demokrasi, bağımsızlık ve sosyalizm  mücadelesinden etkilendi.  Bu dönemde,  gençlik kitleleri de Vietnam’ın ABD emperyalizminin işgaline karşı  ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesinden etkilenmiş; 1967  Haziranında yaşanan  ABD emperyalizminin  desteğiyle altı gün süren Arap-İsrail savaşı sonunda 6 Filoya ait gemilerin   1967-1969  yıllarında  İzmir ve İstanbul limanlarını ziyaret etmesi gençlik yığınları tarafından protesto ve kitlesel  eylemlere karşılanmış ve Amerikan deniz piyadeleri denize de  dökülmüştü.   Liseli ve Üniversiteli devrimci-demokrat gençlik kitleleri  “yankee go home”, “Kahrolsun ABD emperyalizmi”, ” Bir iki üç daha fazla Vietnam, Ernestoya bin selam” sloganlarıyla anti emperyalist mücadeleyi  yükseltiyordu.

İzmir Atatürk Lisesi ‘den  bir öğrencinin İzmir  Amerikan Lisesi  öğrencileri tarafından dövülmesi, aşağılanması, hakaret edilmesi üzerine,  Atatürk ve Namık kemal Lisesi öğrencileri  Amerikan Lisesi  önüne giderek bu durumu protesto etmişti.  Bu öğrencilerden biriydi Cahit.   12 Mart yarı-askeri faşizm döneminde Denizlerin idamı, devrimci öğrencilerin evlerde sokaklarda infaz edilmesi,  Mahirlerin Kızıldere’de infazı gençlik yığınlarında derin bir öfkeyle deprem etkisi yaratmıştı..

Cahit üniversiteye başladığı yıl  yurtsever devrimci gençlik içerisinde yer aldı.  İzmir Yüksek Öğrenim Derneği’nin kuruluş çalışmalarına katıldı.  Onun  faaliyetten men edilmesinin arkasından açılan Yurtsever Demokrat Gençlik Derneği   ve Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’nin kuruluş çalışmalarına katıldı.   Basılıp dağıtılan bir bildiri nedeniyle gözaltına alındı. YDGD Yönetim Kurulu’nda görev aldı.  Devrimci-demokrat faaliyetlerinden dolayı soruşturmalara uğradı.  YDGD’nin bir bildirisinden dolayı açılan bir dava sonucu ceza aldı.

1980 yılında uluslararası komünist  gençlik toplantısına  katıldı. Ailesinin,  davaları olduğunu öne sürerek yurt dışından dönmemesini istemesine karşın İzmir’e döndü.

Cahit 1978 yılında Hülya ile evlendi.  Büyük oğlu  23 Mart 1980 de doğdu.  İsmail Gökhan Edge’nin anısına  Gökhan adı verildi, Küçük oğlu 17 Ekim  1987 doğumlu  Taylan Özgür’e atfen  Taylan adı verildi.

12 Eylül  askeri faşist cunta döneminde  aranmaya başlandı.  1983 de Kiraz ilçesinde öğretmenlik yapan eşini ve oğlunu görmeye gidince yakalandı. İki yıl ceza evinde kaldı.  Cezaevinden çıktıktan sonra 2006 yılına kadar aile şirketinde  çalıştı. Geçirdiği  kalp krizi sonucu Urla Kalabak’ta   inşaatını kendi yaptığı evde yaşamını yitirdi.  Arkadaşları ve halkın  katılımı ile Urla  İskele Mezarlığı’na uğurlandı.

Saygı, sevgi, özlemle anıyoruz.

 

 

 

ISRAFİL HODUL

ISRAFİL HODUL (14.02.1955-06.08.2017

İktisadi Ticari Bilimler  Fakültesinden  arkadaşımız, dostumuz İsrafil’i kalp krizi sonucu kaybettik.  Develi lisesini bitirdikten sonra  İTBF’de öğrenimi döneminde  İzmir Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’nde bağımsızlık demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde omuz omuza birlikte olduğumuz  yoldaşımıza sevgi ve özlemle..

Olcay Çınar


OLCAY ÇINAR
10.08.1952 De Mardin’in Cizre ilçesinde doğdu.
Babası jandarma astsubayı, annesi ev hanımıdır. Dört kardeşin en büyüğüdür. Babasının mesleği dolayısıyla ilk okulu Bingöl ün Kığı, Mersin in Gülnar ilçelerinde, ortaokulu Kütahya da; liseyi İzmir Eşrefpaşa Lisesinde okudu.
Liseden sonra Ege Üniversitesi Makine Mühendisliğini kazandı. İlk yıllarında yurtsever devrimci hareketle tanıştı. Buca da özerk demokratik üniversite mücadelesi verirken bir yandan da faşizme ve emperyalizme karşı mücadelede Halkın Kurtuluşu saflarında yerini aldı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra DSİ’de makine mühendisi olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Kamu çalışanlarının sendika hakkı için mücadele etti ve KESK in İzmir deki yapılanması için çok emek verdi; Kamu İktisadi Teşebbüsü kurumların özelleştirilmesine;TEK in özel şirketlere devrine karşı mücadelede ön saflarda yer aldı.
Sevgili eşi Şenol la üniversite yıllarında anti faşist mücadele içinde tanıştı, mücadelede birlikleri evlilikle sonuçlandı. Bir erkek çocukları oldu.
Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle 09.08. 2016 da aramızdan ayrıldı.
Bizlerle yaşayacak.

ŞAHİN TURGUT

S                                                                           ŞAHİN TURGUT (28.08.1958-16.05. 2016)

Şahin Turgut, Aksaray’ın Taşpınar köyünde doğdu. Babasını erken yaşta kaybetti. Şahin’i annesi büyüttü.1977 yılında Erzurum Atatürk Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümünü  kazandı. 1978 yılı  kasım ayında, Ege Üniversitesi’ne yatay geçiş yaptı.  Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği (YDGD)  üyesi bir arkadaşımızdı.    1983 yılında okulu bitirdi. Milli Eğitim Bakanlığına öğretmen olarak tayini için başvurdu. Ancak sakıncalı diye 1991 yılına kadar öğretmen olarak tayini yapılmadı. Önce Iğdır ilinde sınıf öğretmenliği yaptı. .Daha sonra Mersin’de kendi branşında öğretmenlik yaptı. Amansız bir hastalık  olan gırtlak kanserinden kaybettik. Şahin’in bilgisayar mühendisi bir kızı var. Şahin yaşamı boyunca  devrimci demokrat  düşüncelerinden taviz vermeyen bir dostumuzdu.

Sevgi ve özlemle anıyoruz.