İZMİR’E SAHİP ÇIK PLATFORMU KURULUŞUNU AÇIKLADI.

 

İZMİR’E SAHİP ÇIK PLATFORMU KURULUŞUNU AÇIKLADI.

İzmir’e Sahip Çık Platformu kuruluşunu, 40 demokratik kurumun katılımıyla İzmir Mimarlık Merkezi’nde yapılan basın toplantısıyla açıkladı. TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu sözcüsü Melih Yalçın platform bileşeni kurumlardan temsilcilerin katıldığı toplantının açılışını yaptı. Basın toplantısında platform adına basına açıklamasını Şehir Plancıları Odası İzmir Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Özlem Şenyol Kocaer yaptı.

Şenyol Kocaer; ‘’son 15 yıl boyunca sürdürülebilir ekonomik bir model yerine ranta dayalı ekonomi politikaları uygulanması nedeniyle kentlerin, tarım alanlarının, kıyıların, ormanların, derelerin yapılaşmaya açıldığını ve talan edildiğini, kamu arazilerinin sermayeye peşkeş çekildiğini’’ belirterek, “Bunun sonucunda özellikle İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerde uygulanan rant politikaları ve gerek merkezi gerek yerel idareler tarafından uygulanan yanlış kentleşme politikaları bu kentleri yaşanmaz hale getirmiştir. Yaşanan trafik sorunları, hava kirliliği, kişi başına düşen yeşil alan miktarının azalması, sel felaketleri, heyelanlar ve benzerleri bunun en net örnekleridir” dedi.

“Ancak özellikle İstanbul’da ranta çevrilecek alanlar azaldıkça, yağmacı sermaye gözünü İzmir’de ranta çevrilecek alanlara dikmiştir. Daha önce defalarca dile getirdiğimiz gibi İzmir’de son yıllarda artan nüfusla birlikte parçacıl planlama anlayışıyla uygulanan şehircilik politikaları ile oluşan çarpık kentleşme,  deprem ve sel gibi doğal afetlerin gerçekliği ve  riskleri, su kaynaklarının tükenmesi, hava kirliliği gibi sağlıklı ve güvenli bir çevrede yaşama hakkını bire bir etkileyecek sorunlar İzmir’in kapısına dayanmışken, bunları göz ardı edip yasa ve yönetmeliklerde özellikle İzmir’de uygulanacak rant politikalarının önünü açan değişiklikler yapılmıştır.

‘‘İzmir–Manisa 1/100.000 Çevre Düzeni Planında İzmir için tarım alanlarının konut ihtiyacının ötesinde yapılaşmaya açılması ve dolayısıyla aşırı bir nüfus artışı, korunması gerekli doğal alanlarımızın doğal sit statülerinin yapılaşmaya açılması yönündeki değişiklik kararları, aynı şekilde kuzeyde Gediz Deltası’ndaki sulak alanların sınırlarına ilişkin değişiklik kararlarını bir bütün olarak düşündüğümüzde, İzmir’in yıllardır korunmuş alanlarının yapılaşmaya açılması yönündeki bu kararların, kentin trafik sorununu teğet geçtiği ve üst ölçek imar planlarında olmadığı ancak İzmir Körfez Geçişi (İKG) Projesi ile bağlantılı olduğu ve bu senaryoda önemli bir rol oynadığı ortaya çıkmaktadır.

‘‘Tarım alanları, meralar, makilik ve fundalık alanlar gibi doğal alanlarımızın, üst ölçek plan kararları ile yapılaşmaya açılmasının ardında, siyasi iktidarın 2025 yılı için öngördüğü gerçekçi olmayan yüksek nüfus öngörülerinin bulunduğunu ortaya çıkarmaktadır. Bu nüfus için planda önerilen yapılaşmaların yanına eklenecek olan sulak alan değişiklikleri ve doğal sitlerdeki değişiklikler ile özellikle ekolojik anlamda birçok önemli değeri barındıran Çeşme yarımadası yapılaşma baskısıyla büyük bir tehdit altına girecektir.

‘‘Körfez Geçiş Projesi, kuzeyde yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cenneti’nin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacaktır.  Tüm bu ardı ardına gelen yönetmelik, sit derecelerindeki değişiklikler, üst ölçek plan kararları ve mega proje niteliğindeki İzmir Körfez Geçişi (İKG) Projesi ile İzmir için gelecekte çizilen senaryonun; doğal yapısından gitgide uzaklaşan, ekolojik değerlerini kaybeden, betonlaşmaya teslim edilmiş, parça parça plan değişiklikleri ile yüksek rant artışlarının önünü açan, kıyılarını betona teslim eden rant talanı altında sağlıksız bir kent olacağı ortadadır. Bu gidişat bir an önce engellenmelidir. Yoksa Ege’nin incisi İzmir; tarihi, kültürel ve doğal hiçbir değerini geleceğe taşıyamayacaktır.

‘‘İzmir üzerinde planlanan rant politikalarının en önemli aracı imar planlarıdır. Kentimizi sermayenin şekillendirdiği yağmacı bir anlayışa teslim etmek istemiyorsak; imar planlarında şehircilik ilkeleri ve planlama esaslarından uzaklaşmamak ve kamu yararını öncelemek gerekmektedir. Merkezi yönetimin ranta dayalı planlama anlayışının karşında duracak en büyük gücün yerel yönetimler olması gerekir. Söylendiği gibi ‘İzmir’in İstanbul olması’ istenmiyorsa buradan başta İzmir Büyükşehir Belediyesi olmak üzere tüm İzmir halkına sesleniyoruz. Sözünü ettiğimiz talan projelerine bugün karşı çıkmazsak yarın çok geç olacak. Güzel İzmir’imizin tarihi, kültürel, doğal bütün değerleri gözümüzün önünde bir bir yok olup gidecektir. İzmir’e dayatılan bu rant ve talan politikalarına hukuki, siyasi tüm yolları kullanarak karşı çıkmamız gerekmektedir.

‘‘Bu karşı çıkışın daha koordineli ve örgütlü gerçekleştirilmesi doğrultusunda biz aşağıda isimleri bulunan kurumlar, ‘İZMİR’E SAHİP ÇIK PLATFORMU’nda bir araya gelme doğrultusundaki kararımızı kamuoyuyla paylaşmak isteriz. Bu birlikteliğin genişleyerek güçleneceğine inanıyor; doğa, kültür ve tarih talanına karşı kentimizin geleceği için mücadele vermek isteyen tüm meslek örgütü, sendika, demokratik kitle örgütü ve yurttaşları platformumuza ve platform çalışmalarına dâhil olarak İzmir’e sahip çıkmaya davet ediyoruz.” dedi.

Toplantıda 1 Mart Perşembe günü bilirkişi heyeti tarafından yapılacak keşif öncesinde saat 11.00’deMavişehir Balıkçı Barınağı’nda buluşulacağı belirtildi.

Platform şu kurumlardan oluşuyor:

BAYRAKLI KENT KONSEYİ İZMİR DÜŞÜNCE TOPLULUĞU
BORNOVA HALK FORUMU İZMİR GAZETECİLER CEMİYETİ
BUCA KENT KONSEYİ İZMİR KENT KONSEYİ
ÇEŞME KENT KONSEYİ KARABAĞLAR KENT KONSEYİ
DİSK EGE BÖLGE TEMSİLCİLİĞİ KARABURUN KENT KONSEYİ
DOĞA DERNEĞİ KARŞIYAKA KENT KONSEYİ
EGEÇEP KESK İZMİR ŞUBELER PLATFORMU
EMEK PARTİSİ KONAK KENT KONSEYİ
FLAMİNGOMA DOKUNMA MENEMEN KENT KONSEYİ
FOÇA ÇEVRE PLATFORMU NARLIDERE KENT KONSEYİ
FOÇA FORUMU PERŞEMBE BİSİKLETÇİLERİ
FOÇA KENT KONSEYİ PRAKSİS MÜZİK KOLEKTİFİ
GAZİEMİR KENT KONSEYİ SEFERİHİSAR KENT KONSEYİ
GÜZELBAHÇE KENT KONSEYİ SOSYALİST YENİDEN KURULUŞ PARTİSİ
HALKEVLERİ TEMA VAKFI İZMİR TEMSİLCİLİĞİ
HALKLARIN DEMOKRATİK KONGRESİ EKOLOJİ KOMİSYONU TMMOB İZMİR İL KOORDİNASYON KURULU
HALKLARIN DEMOKRATİK PARTİSİ TÜRKİYE KOMÜNİST PARTİSİ İZMİR KENT KOMİTESİ
HAZİRAN EKOLOJİ MECLİSİ URLA ÇEVRE PLATFORMU
İMECE-DER YENİ FOÇA FORUMU
İZÇEP YEŞİL SOL PARTİ

İZBAN’DA ARTI PARA-YENİ TARİFE HALKIN ÇIKARINA DEĞİLDİR. GERİ ÇEKİLMELİDİR!

İZBAN’DA ARTI PARA-YENİ TARİFE HALKIN ÇIKARINA DEĞİLDİR. GERİ ÇEKİLMELİDİR!

İZBAN’da 15 Şubat 2018 tarihinde yürürlüğe giren mesafeye göre tarife ücreti emekçilere hem ekonomik hem de yeni bir çile yükledi.

İzmir Büyükşehir Belediye Meclisinde 15 Aralık 2017 tarihinde alınan kararla İZBAN’da 15 Şubat 2018 tarihinden itibaren yeni bir ücretlendirme tarifesine geçildi. Yeni tarifeyle 25 km. üzerindeki yolculuklarda gidilen her bir kilometre için standart ücrete ek ayrıca 7 kuruşluk bir ödeme alınıyor. İZBAN’a binerken ulaşım kartından en uzak mesafeye göre para çekilmektedir. En uzak mesafe ücreti yüklü olmayan kartlarla en yakın mesafeye gidecek yurttaşlar İZBAN’a binememekte ve kartta azami yol tarifesinin yüklü olması gerekmektedir. Halk, öğrenciler indikleri istasyonda geri yükleme para makinesine kartlarını okutmakta varsa alacağı geri yükleme sağlamaktadır. Birkaç gündür halk ve gençliği artı para yükleme makinesi önünde kuyruklarda çile çekmektedir. Kartlarını okutmayı unutan, kuyruklar nedeniyle ve başka sebeplerle kartlarını okutamayan emekçiler üzerinden haksız kazanç elde edilmektedir.

15 şubatta başlayan uygulama işçileri, emekçileri ve öğrencileri işyerlerine, hastahanelere, okullara ulaşımını zorlaştırdı ve pahalı duruma getirdi. Belediyeler kar üzerine kurulu kamu hizmeti yapmayı amaçlayamaz. Ekonomik krizin yoğunlaştığı günümüzde işçilerin ve emekçilerin bütçesine yeni bir zam eklemek kamu yararına değildir. Bu uygulamadan vazgeçilmelidir; geri çekilmelidir.

Kent içi ulaşım; belediyenin uygulamaları sonucu, İZBAN tarafından yapılmakta ve aktarma seferlere yönlendirilmektedir. Birçok hatta OTOBÜS seferleri iptal edilmiştir. Kent ulaşımında ağırlıklı olarak İZBAN kullanılmaktadır. İZBAN seferlerinin özellikle sabah ve akşam saatlerindeki yetersizliği ve ulaşım yükünün yoğunlaşması nedeniyle İzban vagonlarında izdihdam yaşanmakta ve halka çile çektirilmektedir

Kentimizdeki ulaşım sorunları esas itibariyle işçilerin, emekçilerin ve öğrencilerin sorunudur. İZBAN’da yeni ücretlendirme tarifesi işçilerin ve emekçilerin belini bükmüştür. Burjuvazinin ulaşım sorunu diye bir sorunu yoktur, bunun yanı sıra konut, beslenme gibi sorunu da yoktur. Bu sorunlar tekelci kapitalist düzende burjuvazinin sömürüsünden kaynaklanan sorunlardır. İşçilerin emekçilerin sorunudur.

Yerel yönetimlerin ulaşım hizmetlerinden kar elde etmesi düşünülemez. Yerel yönetimler ulaşım hizmetini diğer gelirlerinden sübvanse etmelidir. Kentlerde ulaşım hizmetleri yerel yönetimlerin kamusal bir görevidir. Kentte yaşayan tüm yurttaşların toplu taşıma hizmetlerinden yararlanması en ucuza olmalı ve esas olarak kamu taşımacılığı ücretsiz olmalıdır.

Özellikle kent içi ulaşımda özellikle raylı sitemde mesafeye göre ücretlendirme ve binişte en uzun mesafe ücreti alınması ve inişte geri yükleme makinesi önünde kuyruklarda bekleme ve zaman kaybı sosyal belediyecilik anlayışıyla bağdaşmayan bir yaklaşımdır. Halkın çıkarı, bu uygulamadan vazgeçilmesidir. Uygulama geri çekilmelidir.

Sayın basın emekçileri;

 

Sayın basın emekçileri;

İzmir Büyükşehir Belediyesi’nden işten atılan 280’e yakın işçinin içlerinden biri Mahir Kılıç 92 gündür (12.02.2018 tarihi itibariyle)  açlık grevinde. İşten atılan 8-10 işçi arkadaşıyla birlikte Konakta belediyenin önünde direnişlerini sürdürüyorlar. Konuya ilgili düşüncelerimizi ve Mahir Kılıçla yaptığımız röportajı sizlere de haber niteliğinde olduğu için sunuyoruz.

Çalışma hakkı, insanca yaşama hakkının ön koşuludur; çalışmak, sosyal güvence hakkının, sosyal güvence hakkı da sağlık hakkının zemin taşıdır.

İşçi ve emekçilerin çalışma hakkından edilmesi insanca yaşama, sağlık, beslenme,  varsa çocuklarının da sağlık ve eğitim haklarından yoksun bırakılmasıdır, kabul edilemez.

İşçi ve emekçilerin yaşam ve iş güvencesinin,  haklarının korunması, güvenceye alınması örgütlenmeleri, sendikalaşmaları ile mümkündür.

Sendikal örgütlenme ve mücadele tek düze bir hat izlemez. Ülkemizin sendika tarihi açısından bakıldığında şanlı direnişler kadar, uzlaşmalar, işverenlerle anlaşmalar, ihanetleri görmek te mümkündür.

Dolayısıyla iş, ekmek, özgürlük mücadelesi zor ve uzun uğraşlı yol yürünmesini, bedeller ödenmesini de  gerektirir ne yazık ki..

Sorunların çözümü için gerek işverene karşı örgütlenme gerekse de sendikal mücadelede izlenecek  hat, işçilerin, emekçilerin sorun ve talepleri etrafında bir araya gelmelerini, özgür ve demokratik yöntemlerle tartışmalarını; gereğinde eleştiri;  yanlış yaptıklarında samimi biçimde öz eleştiri araçları kullanarak birbirlerine güven ve yol arkadaşlıklarını,  birlikteliklerini güçlendirmelerini  zorunlu kılar. Eleştiri, öz eleştiri sendika içinde yönetimin iktidar olmasını engeller, yönetim-taban ilişkisini güçlendirir; işçinin inisiyatifini geliştirir, ufkunu, sorunlara ve çözümlere bakış açısını zenginleştirir.

Açlık grevleri mücadele aracı olarak tercih edilecek en son yoldur; işçinin iş gücü yaşamın teminatı; sağlığı da işgücünün ana kaynağıdır. Açlık grevleri aynı sorunu yaşamakta olan işçi-emekçiler açısından birleştiren, kitleselleşme yaratan bir mücadele hattı değildir.

Genel olarak fabrikalardan ve işyerlerinden atılan İşçiler ve emekçiler, hep birlikte; çalışan işçi ve emekçilerle birlikte, işyeri birimlerinde direnişleri yayarak işten çıkarmalara ve saldırılara kitlesel etkili bir mücadele örgütlemeyi esas alırlarsa kazanabilirler. Kuşkusuz bu konuda da sendikal örgütlülüğe önemli görevler düşmektedir. Sınıf sendikacılığı; işçilerin işten atılmalarına karşı iş durdurma eylemleri dahil sorunun çözümü için her türlü meşru ve haklı eylem biçimlerine yönelmelerinin dersleriyle doludur.

Ancak bazen çaresizlik, sendikaların ve toplumsal muhalefetin ilgisizliği, örgütsüzlük vb nedenler atılan işçileri emekçileri açlık grevi eylemlerine yönelmelerine yol açmakta ve çıkış yolu aramalarına neden olmaktadır.

Aşağıdaki röportajı, İzmir Büyükşehir Belediyesinden tazminatsız işten çıkarılan bir işçinin, ailesinin, arkadaşlarının çığlığının duyulması; bulunması çok ta zor olmayan bir çözüm yolunu açmakta kolaylaştırıcı olması dilek ve umuduyla sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Günseli Kaya

(İmece-Der Başkanı)

İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NDEN ATILAN İŞÇİLERDEN OLAN MAHİR KILIÇ İLE YAPTIĞIMIZ GÖRÜŞME:

AÇLIK GREVİNİN KAÇINCI GÜNÜNDESİNİZ?  AÇLIK GREVİNİ NEDEN YAPIYORSUNUZ?

Bugün 89 yarın tam 3 ay olacak açlık grevindeyim. Yaklaşık 3 aydır İzmir Büyükşehir Belediyesi önününde bank üzerinde işçi arkadaşlarımla birlikte oturuyorum. Açlık grevini devam ettiriyorum. Açlık grevini yapma nedenim İzmir Büyükşehir Belediyesi beni yaklaşık 4 ay önce tazminatsız işten attı. Attığı madde gereğince mahkemem bitmeden iş bulamıyorum. İşsizlik maaşı alamıyorum. Hakkım olan kıdem ve ihbar tazminatımı vermedi. Beni ve ailemi açlığa mahkum etti. Açlık ile beni terbiye etmeye çalışıyorlar. Bende aç kalacaksam açlık grevi yapar işimi ve emeğimin karşılığını isterim diyerek açlık grevi yapma karan aldım. Çünkü bir ailem var. Eşim hamile,9 yaşında bir kızım var. Evim kira ve hiçbir gelirim yok. Açlık tan öleceksem hakkımı arayarak ölmeyi tercih ederim. Onurum ve ekmeğim için açlık grevi yapıyorum.

KENDİNİZi TANITIRMISINIZ?

İsmim Mahir KILIÇ İzmir doğumluyum. Aslen Dersim’liyim, lise mezunuyum. 9 yıldır da İzmir Büyükşehir Belediyesi’nde çöp biriminde çalışmaktaydım. Katı atık tesisinde. Dediğim gibi evliyim bir kızım var 9 yaşında, eşim hamile kızım yaren e bir erkek kardeş geliyor. İsmini yoldaş koyduk şimdiden. Eşim çalışmıyor ev hanımı. Evimiz yok. Kira da oturuyoruz. Çalıştığım süre de evin bütün ihtiyaçlarım ben karşılıyordum. Kızım ilkokula gidiyor. Onun ihtiyaçlarını karşılayabiliyordum. Ancak tazminatsız atıldığım için, işsizlik maaşı alamıyorum. Şu an tüm ihtiyaçlarımı dostlarım ve birlikte işten atılan direnişte olduğum işçi arkadaşlarımın desteği ile karşılamaya çalışıyorum. Sonuçta onlar da işsizlik maaşı alıyorlar ve yetire bildiğimiz kadar dayanışma ile ve paylaşarak ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyoruz.

BELEDİYE DE NE İŞ YAPIYORDUNUZ?

Ben katı atık biriminde yani çöp biriminde çalışıyordum. İlk başta fen işleri birimin de boyacı olarak çalışıyordum. Ancak sonra kendi isteğim ile bu katı atık birimine gittim.

NEDEN İŞTEN ÇIKARILDINIZ KAÇ İŞÇİ ÇIKARILDI ?

İşten çıkartmalar CHP’nin ADELET yürüyüşünü başlattığı haziran ayın da başladı. Bu işten atılan işçiler daha önceki yıllarda kadro ve alacak davası açmışlardı. Bu davalar işçiler lehine sonuçlanmaya başlayınca belediye guruplar halinde işten çıkarmalara başladı. Bugüne kadar bildiğim 258 işçi çıkarıldı bunların yaklaşık 240 tanesi bu davaları açan işçilerdi. Haziran ayı boyunca 20, 30, 10, 2, 1, 3. guruplar halinde işten çıkarmalar oldu. Ben o zamanlar dava açmamıştım. Ben en son dava açan işçilerdenim. İşçiler işten atıldı ben onların basın açıklamalarına katılıp destek verdim. Ve bu süreçte dava açma kararı aldım. Benimle ilgili işten çıkarma süreci de tam bundan sonra başladı. Önce senelik izin de olduğum bir dönemde birimimi değiştirip beni sebze haline sürdüler. Orda işe başlarken oraya bakan Daire başkanı beni arayıp bak işten atılacaksın davanı geri çek dedi. Ben de yasal hakkım olduğunu, çekmeyeceğimi söyledim. Sonrasında arka arkaya 5 tutanak tutup disipline sevk ettiler ve beni tazminatsız işten altılar. İşten çıkarmak için kılıf yaratmak istediler.  Örnekleyeyim. Motorlu süpürge aracı var onu sürmek için eğitim, ehliyet ve vasıf gereklidir. Amir bana bunun ile temizlik yapmamı söyledi. Bende süremeyeceğimi, yetkim ve vasfım olmadığını söyledim. Verilen işi yapmıyor diye tutanak tuttular. Sonra izinsiz iki gün işe gelmediğim için tutanak tutuldu ve çıkışıma gerekçe gösterilen bir madde de budur. 2017 yılının eylül ayının 12, 13 diye hatırlıyorum. Duyarlı bir işçi olarak Nuriye ve Semih in ANKARA’ da mahkemesi vardır. Tarihlere bakarsanız o gün olduğunu görürsünüz. İzin istedim mahkemeye gideceğimi söyledim. Bana yazılı vermeye gerek yok git gel, geldiğini bildir yeter dedi oradaki amir. Gittim döndüm çalışmaya başladım. Bundan 19 gün soma bana tutanak tutuldu izinsiz işe gelmedi diye. Oysa buna şahit işçiler ve kamera var. Tüm bu diyalog kamera önünde yaşandı. Çalışma alanını terk etmekten tutanak tutuldu. Sebze hali büyük duvarlar ile çevrili bir yerdir. Her yanı kameralar ile 24 saat izlenir. Benim görev alanım tüm bu alan içinde temizlik yapmaktır. Bu alanın dışına çıkmadım ancak alan büyük başka bir tarafta temizlik yapıyordum. Görev yerini terk etmekten tutanak tuttular. Sonra saat 17.00 de mesaimiz bitiyor. Mesaim bitti elbisemi değiştim çıktım servisi beklemeye. Servis 17.30 da geleli geç kaldı. Geldiğinde içinde koliler, kasalar vardı. İzmir bunu boşalt dedi. Bende mesaim bitti, elbisemi değiştim, görevim de değil dedim. İzmir bana ismim ile hitap edemezsin dedi ben de, mesaim bitti sana başka bir şey demek zorunda da değilim dedim. Bunun için de verilen görevi yapmama, amire hakaret, üzerine yürüme gibi uydurmalar ile tutanak tutup disipline gönderdiler ve çıkışıma zemin yarattılar. Yani ben ne yapsaydım o tutunaklar tutulacak ve disiplin yoluyla işten atılacaktım. Çünkü disiplin yolunu izlemeden attıkları işçiler mahkemelerde de belediyeyi zor durumda bırakıyordu. En son atılan benim ve buna böyle bir kılıf uydurdular. İddiam budur. O alan da 24 saat kayıt yapan kameralar var. Bu iddialarını ispatlasınlar. Noter yolu ile tüm haklarımı mahkemeler dahil istemeyeceğim. Benimle birlikte  bulunan arkadaşlarım da aynısını yapacak. Tüm haklarımızdan vazgeçeceğiz. İspatlayamazlar çünkü bunların hepsi uydurma birer kılıf yaratmaktan başka bir şey değildi. Bize desteğe gelen çok işçi arkadaşımız vardı ancak çalışanları işveren tehdit etti ve arkadaşlar bunu bize ifade ettiler. Bu nedenler ile çok gelemiyorlar yanımıza. Ancak biliyoruz ki gönülleri bizimle beraber. İşten atılan insanlar ise birçok kez gelip gittiler yanımıza ama geçim dertleri, borçları gibi nedenler ile sürekli alan da olamıyorlar. Bedel ödemeyi göze almış içiler olarak 8-1O işçi bu direnişi sürdürüyoruz.

İŞ YERİNİZDE HANGİ SENDİKA ÖRGÜTLÜ VE SENDİKAL BİR GÖREVİNİZ OLDU MU?

Ben katı atık birimin de yaklaşık 4 yıl iş yeri baş temsilciliği yaptım. DİSK Genel- İş 2 No’lu Şube üyesiyim ve şubede temsilcilik yaptım. Temsilcilik yaptığım yıllar boyunca işçi haklan ve sorunları için işveren vekilleri ile çok sık karşı karşıya geldim. Çok tartışmalarım oldu. Ve bu nedenle tutanaklar disipline göndermeler oldu. Örnek vereyim. Çöpte çalışan 7 işçiye 3 günlük sakal için tutanak tutuldu. İçlerinde ben de varım. Ama bu nedenle disipline gönderilip 3 yevmiye cezası sadece bana verildi. Oysa sendika ve belediye arasındaki sözleşmede ceza cetvelin de sakal için kimseye 3 yevmiye cezası verilir diye bir karar yok. Çöp taşıyan büyük tırlar vardır. Onların kasası yırtılmış yollara çöp dökülüyor. Vekaleten bakan amir var. Sorumluluk almıyor. Biz işçiler de bunu birçok kez bildirdik. Trafik te zarara yol açar diye. Yapılmayınca daire başkanına resimleyip gönderdim. Teşekkür etti ve ilgileneceğini söyledi. Bu kez oradaki müdür beni nasıl asarsın deyip disipline gönderdi ve 3 yevmiye ceza aldım. Ha bu arada bu disiplin kuruluna giren birde sendikadan görevli var. Bu cezaları alırken onlar da bu kurulda idi.

Müdür ve şef bir kadının üzerine yürüdüler ve dövmek istediler. Ben insan olarak buna müsaade edemezdim. Onları bulundukları odaya gitmelerini sağladım ve hadi beni dövün dedim. Meydan okuduğum doğrudur. Adam olmadıklarını söylediğim doğrudur. Bunun için beni disipline gönderdiler yine ceza aldım.  Ama o kadın bugün belediyede çalışıyor ve sen istersen ben gelip olanları anlatırım, senin neyi niye yaptığına şahitlik ederim diyor. Bunun onuru bana yeter. İstedikleri cezayı verebilirler. Yine olsa yine yaparım.

SENDİKA İŞTEN ATILDIĞINIZDA DESTEK OLDU MU? SİZİN BEKLENTİNİZ NEYDİ?

İşten çıkarmalar benden aylar önce başladığı için sendikanın bir basın açıklaması dışında hiç bir şey yapmadığını görmüştüm zaten. Ben işten atıldığımda da bir destekleri olmadı 2 No’lu Şube bu konuda hiçbir şey yapmadı. Ben Genel İş Örgütlenme Daire Başkanı ile görüştüm sorunu bildirdim, yardım da istedim ancak uzak durdular. Benim için en onur kırıcı olanı ise kendi şubemin, işverenin tuttuğu tutanakları alıp basının önüne geçip “bakın bu adam çok disiplinsiz, çalışmayan, amirine saldıran, işe gelmeyen bir adamdır” demesiydi. Ben berbat bir işçi de olabilirim, uslanmaz, laf anlamaz bir adam da olabilirim. Ama sendikacılık tarihin de işveren belgeleri ile basına demeç veren sendikacı yoktur. Böyle bir sendikacılık kabul edilemez. Benim beklentim şuydu sendikamdan atılan tüm bu işçilerin arkasın da durması, işçinin iş güvencesinin bir patronun iki dudağı, arasın da olmadığını göstermesiydi. Ancak bunlar olmadı. Ben 3 aydır belediye önün de kışı geçirdim. Bir gün olsun gelip sormadılar; ne içersin neyle geçinirsin, ne istiyorsun demediler.  Bunlar en azından insani şeylerdir. Biz sendikaya düşman işçiler değiliz. Eleştirilerimiz vardır. Ama bunlar sınıfın çıkarınadır. Koltuklarında gözüm yok. En iyi onlar biliyorlar. Benim temsilciliğimi almak için disipline verdiler. Ben kendim baş temsilcilikten istifa ettim. Benim derdim emekçilerin çıkarlarıdır. Her şeyi doğru yaptım diyemem. Fevri, hatalı çıkışlarım ,söylemlerim de olmuştur. Ama bunlar düşman olmalarını gerektirecek şeyler değildir. Bu gün hala bunun bir işçi direnişi olduğunu, işçilerin iş güvenliği için önemli olduğunu kavramış değiller. Uzak duruyorlar.

CHP İZMİR BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ’NDE İKTİDARDA. CHP İL YÖNETİMİ VE BAŞKANLIĞI KONUYLA İLGİLENDİ Mİ? SİZİ DİNLEDİLER  Mİ?

CHP hak, hukuk adalet için yürüyüş yaptığı gün işçiler işten çıkarılmaya başladı. O günden bu yana işçi arkadaşlar 2 kez  ANKARA’DA CHP  gurubuna katıldılar, tüm İZMİR milletvekilleri ve yetkililer ile görüştüler.  Sorunları en ayrıntılı biçim de aktardılar. En on Kemal KILIÇDAROĞLU ile de görüştüler ve sorunu aktardılar. Ancak bu güne kadar hiçbir olumlu geri dönüm alamadık. Milletvekilleri  bir, AZİZ KOCAOĞLU’na söz geçiremiyoruz diyorlar. Siz haklısınız, bu olanlar doğru değil diyorlar. Sonrasında ama deyip duruyorlar. Şu an CHP’ li yetkililer içinde bu durumu bilmeyen kimse yok. Defalarca, defalarca bildirildi. . Ancak görüyoruz ki hak, hukuk, adalet diyenler konu emekçiler olunca söyledikleri ile yaptıkları aynı olmuyor. Sorun direk kendileri ile ilgilidir ve çözüm mercii de kendileridir.

SORUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN NE YAPILIRSA ÇÖZÜM KOLAYLAŞIR?

Bu konu da talebimiz çok basit. Ben çöpteki işime dönmek istiyorum. Arkadaşlarım işine dönmek istiyor. Bir haksızlık ve adaletsizlik var. Bunu ortadan kaldırmak onların görevidir. Bizi dinlemeleri çözüm için çaba göstermeleri sorunu çözecektir. Teşekkür ederim..

TTB merkez Konseyi Yöneticilerinin serbest bırakılması

 

Siyasi iktidardan, TTB merkez Konseyi Yöneticilerinin serbest bırakılmasını ve sindirme, gözdağı verme, ötekileştirme kampanyasına son vermelerini talep ediyoruz. Siyasi iktidar, temel hak ve özgürlükler alanındaki yükümlülüklerini eksiksiz yerine getirmelidir; kişilerin ve kurumların düşünce ve ifade etme, gösteri yapma, savaşa karşı barışı savunma vb. hakları yasaklanamaz

 

Savaş bir halk sağlığı sorunudur!

24.01.2018

Biz hekimler uyarıyoruz:

Savaş, doğada ve insanda tahribat yapan, toplumsal yaşamı tehdit eden, insan eliyle yaratılan bir halk sağlığı sorunudur.

Her çatışma, her savaş; fiziksel, ruhsal, sosyal ve çevresel sağlık açısından onarılmaz sorunlara yol açarak büyük bir insani dramı da beraberinde getirir.

Yaşatmaya ant içmiş bir mesleğin mensupları olarak, yaşamı savunmanın, barış iklimine sahip çıkmanın birincil görevimiz olduğunu aklımızdan çıkarmıyoruz.

Savaşla baş etmenin yolu, adil, demokratik, eşitlikçi, özgür ve barışçıl bir yaşam kurmak ve bunu sürekli kılmaktır.

Savaşa hayır, barış hemen şimdi!

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

Ortadoğu ve Suriye’de savaşa karşı barış

Ortadoğu ve Suriye’de savaşa karşı barış

Siyasi iktidarın iç politikası ile dış politikası birbirine bağlıdır. Dış politika iç politikanın aynasıdır. Siyasi iktidar iç politikaları OHAL’e dayanarak oluşturdu, parlamento işlevsiz kılındı, ülke kararnameler ile yönetilir duruma getirildi.

Temel hak ve özgürlükler, kadrolu çalışma, iş güvencesi, bağımsız yargı, yargı güvencesi, ceza evleri, vb. iktidarın her gün güncelleştirme politikalarıyla yeni biçimler almakta. İç politikanın yansıması olarak bölge ülkeleriyle kaos ve savaş politikası izlenmekte.

AKP’nin dış politikaları on beş yıllık süreçte içeride islami politikalarla iç içe uygulandı. Din, devlet politikalarını belirleyici oldu. Toplumsal yaşamın her alanında, devlet örgütlenmesi kurumları ve kadro atamalarıyla birlikte dönüştürülürken, komşu ülkelerle de savaş politikası izlendi.

İktidar, Irakta izlediği yanlış politikaları Suriye’de sürdürdü. Ortadoğu’da ABD emperyalizminin savaş politikaları karşısında bu savaşın parçası olacak politikalar uyguladı; Emperyalistlerin savaş ve yağma politikası zaten Ortadoğu’yu bir savaş cenderesine çevirmiş, kimin eli kimin cebinde belli olmayan kaotik bir savaş ortamı  yaratmıştı. Uyguladıkları politikalarla Türkiye’yi Orta Doğu’daki örtülü savaşın bileşeni durumuna getirdiler. AKP’nin Suriye’ye yönelik örtülü savaş politikaları,beslediği silahlı örgütlerle birlikte savaşı tırmandırdı; kaosun ve savaşın tarafı durumuna geldi.

Siyasi iktidar gerici siyasi partilerle ittifakına yasal düzenleme de getiriyor. Afrin operasyonu ile aslolarak iç siyaseti belirleme ve yükseltilen milliyeçi-şöven iklimde  2019 seçimlerinde isteklerini gerçekleştirmeyi hedefliyor. Afrin operasyonu Türkiye’de halkın yararına değildir; başka bir ülkenin topraklarına izinsiz girmek, gelecekte vahim sonuçlara yol açacaktır.

İç politikaları ve siyaseti düzenleme; seçim yasası, seçim ittifakları, siyasi partiler yasası, iç güvenlik yasaları vb. dizayn etme operasyonu; yanı sıra ÖSO ve İdlib deki cihatçılara fiilen sahip çıkarak güçlendirmek, Ortadoğu coğrafyasında yeni sorunlar da yaratacaktır.

ABD’nin ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’nin eş başkanı olanlar, Ortadoğu ve Kuzey Afrika politikalarıyla ABD’nin halklara uyguladığı zulüm ve zalimliğe destek oldular, yeri geldi işgal politikalarına çanak tuttular. Suriye’de tekelci kapitalizmin savaş politikalarının parçası haline geldiler, Esad’ı yıkma adına Suriye’nin iç işlerine karışarak Esad karşıtı muhalif cihatçı silahlı örgütlere destek vererek; parçalanmış ve paylaşılmış bir Suriye yaratma politikasında ABD ile birlikte yürüdüler.

Emperyal güçler Suriye’de yayılmak ve kaynaklarını paylaşmak için kıyasıya çatışmaktadır. Suriye’de Rusya ve ABD arasındaki çatışma ve paylaşım kavgasında bölgede yaşayan kürtlerin ve silahlı örgütlerinin ABD tarafından silahlandırılması üzerinden politika belirlemek, bölgede yaşayan halklara yönelik savaş politikaları ile bataklığa girmek, çıkamamayı da içerir. Dün Suriye halkının ‘özgürlüğü üzerine’ söylev verenler, savaş politikaları ile  bölgemizde halklar arasında kırılma ve güvensizlik yaratmıştır.

Darbe ve OHAL in iki yıla yayılması ve uygulamaları, meclisin askıya alınması, her alandaki iktidar politikaları ülkemizi emperyalizmin operasyon sahası haline getirdi. Doğru politika yakın komşularımızla barış içerisinde bir arada yaşama politikasını savunmak ve komşu ülkelerin ve halkların iç işlerine karışmamaktır. Bunun için Suriye deki cihatçı örgütlerden, örtülü ilişkilerden ve savaş politikalardan uzak durulmalıdır. Sınır güvenliğinin sağlanması adına ya da farklı gerekçelerle cihatcı örgütlerle işbirliği yapılmamalı; taşeron örgüt olarak yararlanılmamalıdır. Suriye topraklarında yaşayan Kürt, Arap, Türkmen halklarıyla barış politikası izlenmeli, savaş politikalarından vazgeçilmeli; halkların kendilerini yönetme ve yazgılarını belirleme hakları tanınmalıdır. Tüm bölge ülkelerinin toprak bütünlüğü, güvenliği tüm yabancı askeri gücün o topraklardan çekilmesi, tehdit olmaktan çıkmasıyla mümkündür.

Tarih uzun süreli, sancılı, acılı da olsa, dünya halklarının ve ezilen ulusların emperyalist sömürgeci ve yeni sömürgeci yabancı boyunduruğundan kurtulmak için verdikler mücadelelerin tanığıdır.

Bölgede yaşayan halklar ABD, Rusya ve diğer emperyalist güçlerin izlediği politikalara karşı çıkmalıdır. Kürt, Arap, Türkmen ve diğer halklar yeni boyunduruklara ve insan ve doğal kaynaklarının, zenginliklerinin, alınterlerinin ve canlarının hiçe sayılmasına, yağmalanmasına izin vermemeli, emperyalizmin sadece kendi çıkarları için taktiksel manevralara girdiğini ve politikalar izlediğini görmelidir. Ortadoğu halkları esas düşmanlarının emperyalizm ve yerli gericilikler olduğunu ve bunlara karşı birleşmeleri, mücadele etmelerinin tek çıkar yol olduğunu anlamalıdır.

 

Suriye halklarının kendi geleceğine hiçbir emperyal güç ve ülke müdahale etmemelidir. Her müdahale yeni sorunlara ve çözümsüz yeni savaşlara halkların zenginliklerinin ve insan gücünün yitimine ve halklar arasında kin ve düşmanlıklara yol açar. Umut halkların eşitliği, özgürlüğü ve barıştır.

Hükümetin OHAL’i uzatma kararına karşı

 

C.Başkanlığı’nın ve Hükümetin OHAL’i uzatma kararına karşı İzmir’de siyasi parti, kitle örgütleri, sendikalar, meslek odaları, kent konseylerinden oluşan 46 kurum ortak açıklama yaptı.

Fuar-Kültürpark İsmet İnönü Kültür Merkezi’ndeki açıklamaya kurumlardan kitlesel katılım oldu. Kurumların ortak metnini TMMOB İzmir il Koordinasyon Kurulu Sözcüsü Melih Yalçın okudu
Tam metin şu şekilde:

OHAL DEĞİL ACİL DEMOKRASİ

OHAL, HUKUKSUZ KEYFİ İHRAÇLARDIR.

OHAL, PARLAMENTONUN TASFİYESİDİR.

OHAL HALK İRADESİNİN GASPIDIR.

OHAL, HUKUKUN YOK EDİLMESİDİR.

OHAL ÖRGÜTLENME YASAKLARIDIR.

OHAL, BASININ KARARTILMASIDIR.

OHAL, ZORBALIK DÜZENİDİR.

OHAL, EMEK DÜŞMANLIĞIDIR.

OHAL, İŞSİZLİK, YOKSULLUK, PAHALILIKTIR.

OHAL, KADINLARIN YAŞAMI VE HAKLARINA SALDIRIDIR.

OHAL, TEK ADAM REJİMİDİR.

Bizler aşağıda imzası bulunan Kurum ve Kuruluşlar sonuçlarını 11 madde ile özetlediğimiz OHAL’in derhal kaldırılmasını talep ediyoruz.
16.01.2018
KURUM
DİSK EGE BÖLGE TEMSİLCİLİĞİ
KESK İZMİR ŞUBELER PLATFORMU
TMMOB İZMİR İL KOORDİNASYON KURULU
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ
İZMİR GAZETECİLER CEMİYETİ
İZMİR KADIN PLATFORMU
İHD
TİHV
ÇHD
İZMİR DAYANIŞMA AKADEMİSİ
İZMİR DERSİM KÜLTÜR VE DAYANIŞMA DERNEĞİ
ALEVİ BEKTAŞİ FEDERASYONU İZMİR BİLEŞENLERİ
İZMİR DEMOKRATİK ALEVİ DERNEĞİ
ÖV-DER
ONBEŞLER BİRLİK VE DAYANIŞMA BİLİM VE KÜLTÜR DERNEĞİ
ODTÜ EGE MEZUNLAR DERNEĞİ
BUCA EVKA-1 KADIN KÜLTÜREVİ DERNEĞİ
EGEÇEP
İMECE-DER
TJA
KONAK KENT KONSEYİ
KARABURUN KENT KONSEYİ
BUCA KENT KONSEYİ
NARLIDERE KENT KONSEYİ
ÇEŞME KENT KONSEYİ
SEFERİHİSAR KENT KONSEYİ
KARŞIYAKA KENT KONSEYİ
BAYRAKLI KENT KONSEYİ
GAZİEMİR KENT KONSEYİ
SELÇUK KENT KONSEYİ
HDP
CHP
HDK
BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ
EMEP
SYKP
İZMİR HALKEVİ
ESP
HTKP
SOSYALSİT GENÇLİK DERNEKLERİ FEDERASYONU
SOSYALİST KADIN MECLİSİ
YEŞİL SOL PARTİ
PARTİZAN
DEVRİMCİ PARTİ
KALDIRAÇ
SOSYALİST MECLİSLER FEDERASYONU

‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ metnine imza attıkları için Dokuz Eylül Üniversitesi’nde görevlerinden uzaklaştırılan barış imzacısı akademisyenler

 

‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ metnine imza attıkları için Dokuz Eylül Üniversitesi’nde görevlerinden uzaklaştırılan barış imzacısı akademisyenlerde 3 araştırma görevlisinin sözleşmeleri uzatılmadı. İİBF’den Araş. Gör. Aydın Arı, Edebiyat Fakültesi’nden Araş. Gör. Özer Yersüren ve Mimarlık Fakültesi’nden Araş. Gör. Dilek Karabulut’un sözleşmeleri henüz yenilenmedi ve atamaları yapılmadı. Özlük haklarına ilişkin işlemler askıya alınmış durumda. Sözleşmeler yenilenmezse araştırma görevlilerinin üniversite ile ilişkisi kesilmiş olacak.

Akademisyenlere açılan soruşturma süreci ile  ilgili rektörlük önünde imzacıların üyesi olduğu Eğitim Sen İzmir Üniversiteler Şubesi ve SES İzmir Şubesi ortak açıklama yaptı. Açıklamada barış talep etmenin suç olmadığı hatırlatılarak soruşturma komisyonunun lağvedilmesi ve akademisyenlerin görevlerine dönmesi istendi. Açıklamaya Dokuz Eylül Üniversitesinden öğrenciler ve emek ve demokrasi güçlerinin temsilcileri de katıldı. Basın metnini okuyan Eğitim Sen İzmir 3 Nolu Şube Başkanı Ulaş Yasa, okudu.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

Basına, Kamuoyuna ve Dokuz Eylül Üniversitesi Çalışanlarına,

Dokuz Eylül Üniversitesi’nde iki yıldır yaşanan garabete ve husumete tanıklık etmek için buradayız. Bundan tam 2 yıl önce, diğer birçok üniversitede olduğu gibi, üniversitemizde bir “cadı avı”nın fitili ateşlendi. 15 Ocak 2016’da “Barış Akademisyenleri” diye bilinen 12 öğretim elemanı hakkında soruşturma başlatıldı. 3 farklı rektör, 4 farklı komisyon ve 12 farklı soruşturmacı gördük. Bu iki yıl içinde üniversiter değerlerin aşama aşama nasıl ayaklar altına alındığına tanıklık ettik. Yaşananlar, ifade özgürlüğünün ve barış isteğinin yargılanma çabasıdır maalesef.

Yaratılış kuramını savunanlar, ırkçı düşünceleri fütursuzca yayanlar, eşini dostunu işe sokanlar, şikeci yollarla unvan devşirenler, intihalciler, darbeci olan/olmayan cemaatler için gizlice çalışanlar akademisyen olabilirler; olmaktadırlar. Oysa arkadaşlarımız, bilim dünyasının parlayan yıldızları, hepimizin ve ülkemizin yüz akı hocalarımız ise üniversiteden ihraç edilmeye çalışılıyor.

Dün itibariyle olmayan yönetmeliği bile işletmiş olsalar, iki yıllık zaman aşımı da dolmuştur. Çünkü YÖK Başkanlığı’ndan gönderilen talimat üzerine, Rektörlük tarafından 15 Ocak 2016 tarihinde soruşturma açılmıştı.

Soruşturmacı olarak görevlendirilen Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel tarafından 1 Mart 2016 tarihinde Soruşturma Raporu hazırlanmıştır. Ve bu rapor YÖK’ün itirazlarına rağmen hocamız tarafından ikinci kez aynı şekilde rektörlüğe sunulmuştur. Prof. Dr. Meltem Kutlu Gürsel, raporunu düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğüne ve bilimsel özerkliğe dayandırmıştır. Bu raporda ayrıca adlî sürecinin sonlanmasının beklenmesi gerektiği ifade edilmiştir. Oysa yeni göreve gelen Rektör Prof. Kasman ve ardından göreve gelen Prof. Çelik, hocamızın bu ders niteliğindeki görüşünü göz ardı etmişler ve soruşturma komisyonunu kafalarına göre değiştirmeye devam etmişlerdir.

Arkadaşlarımız, Prof. Kasman döneminde kendi oluşturduğu komisyonun teklifi üzerine 28 Haziran 2017’de açığa alınmışlardır. Haklarında soruşturma açılan 12 meslektaşımızdan dördü emekli olmak zorunda kalmıştır. Diğer sekiz arkadaşımız ise, 203 gündür açıktadır; öğrencilerinden, hastalarından, akademiden uzaklaştırılmışlardır.

Söz konusu açığa alma kararlarına karşı avukatlarımız İzmir İdare Mahkemelerinde yürütmeyi durdurma istemli iptal davaları açmış; ancak yürütmeyi durdurma taleplerimiz reddedilmiş olup söz konusu açığa alma işleminin iptaline ilişkin davalar devam etmektedir.

Rektörlük, ancak geçen ay arkadaşlarımızdan yazılı ifade isteyebilmiştir. Kaldı ki, hemen ardından da komisyon şimdilik son kez değişmiştir. Hukuktan nasibini almamış ifade talebine, usul itirazlarımızı yaptık. Dosyayı görmek istedik. Hiçbirini kabul etmediler.

Arkadaşlarımız ne ile suçlanmaktadır? Belli değil. Ortada bir disiplin yönetmeliği bile yok. Soruşturma hangi mevzuata dayandırılmış, bilen yok.

Defalarca değişen soruşturma komisyonu, bugünkü haliyle bir kumpas çetesi halini almıştır. Yeni komisyon üyelerinin İİBF’den Prof. Dr. Recep Kök, İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Dr. Himmet Konur ve Mühendislik Fakültesi’nden Prof. Dr. Mustafa Akgün olduğunu öğrendik. Prof. Kök ve Prof. Konur, kamuoyuna “Vatansever Türk Aydınları Bildirisi” başlığıyla ilan edilen metnin imzacısıdırlar. Prof. Kök aynı zamanda, 7 Haziran seçimlerinde Milliyetçi Hareket Partisi’nin İzmir milletvekili adayıdır. İzmir Türk Ocaklarının eski başkanıdır. İmzacı akademisyenlerden biriyle sıhrî hısımlık bağı bulunuyor. Ayrıca anabilim dalı başkanlığı sıfatıyla iki imzacının yeniden atanmaması için olumsuz görüş vermiştir. Ve maalesef Prof. Kök’ün çabaları sonuç vermiş bulunuyor. Bu arkadaşlarımızdan Araş. Gör. Aydın Arı’nın yeniden atama vakti geçmesine rağmen henüz yapılmamıştır. Bugün itibariyle Aydın Arı’nın maaşı yatmamıştır.

Ve benzer şekilde Edebiyat Fakültesi’nden Araş. Gör. Özer Yersüren ve Mimarlık Fakültesi’nden Araş. Gör. Dilek Karabulut’un yeniden atama süreçleri de aksamaktadır. Bundan şu sonuç mu çıkmaktadır? Dokuz Eylül Üniversitesi, barış akademisyenlerini, hukuksuz bir şekilde sözleşmeleri yenilemeyerek sistemli bir şekilde tasfiye etmeye mi çalışmaktadır?

15 Eylül 2017’de Dokuz Eylül Üniversitesi rektörlüğüne vekâleten atanan Prof. Dr. Erdal Çelik’in imzacı akademisyenlerin özlük haklarına ilişkin tasarrufları ve görevlendirdiği soruşturma komisyonu hukuksuzdur.

Hepinize şunu bir kez daha belirtmek isteriz. Barış imzacısı arkadaşlarımız, hiçbir suç işlememişlerdir. Düşünceyi açıklamak suç değildir. Kendilerini savunmak zorunda değillerdir. Ama bu büyük husumete karşı hep beraber onlara sahip çıkacağız. Bu husumete karşı, biz de büyük bir dayanışma ve mücadele platformuyuz. Asla vazgeçmeyeceğiz.

Dokuz Eylül Üniversitesi ise bir yol ayrımındadır. Dünyada sayısız örneği olan, Boğaziçi, ODTÜ, Galatasaray, Hacettepe vb. gibi mi olacaktır; yoksa diğer kurumlar gibi cadı avına devam edip üniversite vasfını mı yitirecektir? Üstelik bugünler geçicidir. Kötülük baki değildir. Yeniden demokratik, özgürlükçü bir ülkeye ve üniversiteye kavuştuğumuzda, şimdilerde yaşananların asla unutulmayacağının, bir utanç vesikası olarak muhataplarının CV’lerinde yer alacağının ve bu CV’lerin kurulacak Dokuz Eylül Üniversitesi Müzesi’nde ibretlik olarak sergileneceğinin sözünü veriyoruz.

  • Rektörlük, soruşturma komisyonunu lağvetsin! Recep Kök ve Himmet Konur soruşturmacılık görevinden alınsın!
  • Arkadaşlarımızın suçsuzluğu teyit edilsin!
  • Aydın Arı, Özer Yersüren ve Dilek Karabulut’un yeniden atamaları ivedilikle yapılsın!
  • Arkadaşlarımız işlerine geri dönsünler!
  • Yeni, özgür bir üniversite için, birlikte mücadele edeceğiz!

Eğitim Sen İzmir 3 No’lu Şube Yürütme Kurulu

SES İzmir Şubesi 

Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü

 

Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü

10 Ocak artık ‘’Çalışamayan Gazeteciler Günü’’ oldu.

Basın ve düşünce özgürlüğü siyasi iktidar tarafından yok sayılmaktadır.

Gazeteciler içerde ve onlarca gazete, dergi ve tv kapatılmış, el konulmuştur.

Türkiye basın tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor.

Basın emekçileri hukuksuz, adaletsiz bir şekilde gözaltına alınıyor, tutuklanıyor aylarca mahkemelere çıkarılmıyor.

Gerçekleri yazmak suçtur. İktidarın politikalarına uyum göstermeyen iç ve dış haberler, suç haline getirilmiştir. Gerçekleri yazmayın diyorlar. Basın ve düşünce özgürlüğünü kullanınca zindanlara konuyorsunuz.

Hatta Ahmet Şık gibi dönemine uygun, suç isnatları yaratılarak, içeride tutulan gazetecilerimiz var. Yaptıkları haberlerden dolayı  ‘‘hain, casus’’ ilan edilen gazetecelerimiz var, onlarca yıl hapis cezası veriyorlar.

Bunlar yetmiyor, dış basından gazetecileri tutukluyorlar. Aylardır mahkeme karşısına çıkarmıyorlar.

Gazetecilerin yoksulluk sınırlarında ücret aldığı, sendikasız çalıştırıldığı, on bin gazetecinin işsiz olduğu  koşullar yetmiyor ki ceza davaları, tazminat davaları ile  susturulmaya çalışılıyorlar

Türkiye’de ve dünyanın birçok çatışma bölgelerinde siyasi iktidarlar, militarize güçler tarafından içeride ve dışarıda gerçekleri yazdığı için öldürülen, kaçırılan, baskıya uğrayan işkence yapılan yapılan gazeteciler var. Basın tarihimiz, öldürülen, işkence yapılan  gazetecilerin tarihidir.

Gazeteciler direniyor. Basın ve düşünce özgürlüğü için canlarını veriyor zindanlarda bedel ödüyorlar.

Tüm baskılar ve zor politikaları  nafiledir.

Basın ve ifade özgürlüğünü yasaklayamazsınız.

Basın emekçilerini susturamayacaksınız. Uğurlar, Metinler, Hrant’ların daha yüzlercesinin korkmadan yazdığı,  can bedeli ödediği gelenek var..

Selam olsun, gerçekleri yazan, gazetecilere..

ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNE SAHİP ÇIKALIM, HAKLARINI GÜVENCE ALTINA ALALIM.

 

ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİNE SAHİP ÇIKALIM,  HAKLARINI GÜVENCE ALTINA ALALIM.

AKP 15 yıllık siyasi iktidarı döneminde hayatı ve gündelik yaşamı yeniden biçimlendirmeye çalıştı.  Bu süreçte hayatı değiştirmenin, islami esaslara uyumlu duruma getirmenin alanlarından birisi çocuklar ve kadınlar oldu. Kadın cinayetlerindeki duyarsızlığın yanı sıra cezasızlık, ceza indirimi, karakol aşamasında erkeği kollama-şiddeti olağanlaştırma-barıştırma uygulamalarına sıklıkla tanık olduk.

Çocuk yaşlarda evlenmeyi meşrulaştırma ve teşvik politikaları; ana okulları, kreşlerde ve kamu okullarında uygulanan din bilgisi müfredatlarına yansıdı. Toplumsal ve aile yaşamında en büyük zararı kadınlar ve çocuklar gördü. Toplumun geleceği çocuklarımız ve onları doğuran annelerimiz  gündelik yaşamda,  işte, evde, eğitimde, yurtlarda,  gerici, yıkıcı, şiddet politikalarıyla fiziksel ve ruhsal olarak örselendi. Aile içi şiddetten en çok ta çocuklar etkilendiler, paylarına düşeni yaşadılar. Aile içinde, tarikat yurtlarında sıbyan mekteplerinde bedenleri kötüye kullanıldı, çocuklukları- düşleri-masumiyetleri hoyratça kırıldı..

İktidar destekli vakıflar, tarikatlar, cemaatlerle ilişkili yoksul aile çocuklarının; yaşam alanı yurtlarda, sıbyan mekteplerinde çocuklara şiddet ve  istismar artarken;   “babanın kızına şehvet duyması haram değil” fetvasıyla ensesti, “küçüğün rızası” ve ‘’bademleme’’  söylemiyle  tacizi- tecavüzü aklayan açıklamalar, yazılı ve görsel yayınlar yapıldı. Kadına yönelik şiddet   ‘’erkek kadınını dövebilir’’ açıklamaları ile zihinler çarpıtılıyor, çarpık zihniyetli erkekler cesaretlendiriliyor; şiddet erkek şiddeti cezasız bırakılarak, cezai indirimlerle ya da ceza ertelemeleriyle  toplumun günlük yaşamı İslami referanslara uygun hale getiriliyor. Diyanet İşleri Başkanlığı web sitesindeki sözlüğü, yayınları, verdiği fetvalarla toplumu gericileştiriyor, kadını toplumsal yaşama katılamaz hale getirmeyi kolaylaştırıyor.Cumhuriyetle kazanılmış kadın ve çocuk hakları, 1948 Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi ve 20 Kasım 1989 tarihinde BM tarafından benimsenen, 2 Eylül 1990 tarihinde de bizde yürürlüğe giren Çocuk Hakları Bildirgesi kazanımları fiilen rafa kaldırılmış, tasfiye edilmiş oluyor.

Diyanet İşleri Başkanlığının resmi internet sitesinde, Dini Kavramlar Sözlüğü bölümünde: “ buluğ “çağına ulaşmak, yetişmek, iş gayesine varmak gibi” anlamlara gelen bulûğ, fıkıh terimi olarak, bir kimsenin çocukluk dönemini bitirip, ergenlik çağına ulaşması demektir. Bulûğ çağına ulaşan kimseye bâliğ denir. Ergenlik yaşı çocuğun vücut yapısına ve iklim şartlarına göre değişebilir. İslâm hukukçularınca bulûğ çağının alt sınırı, erkekler için 12, kızlar için 9 yaş olarak belirlenmiştir. Bu yaşa ulaştıktan sonra erkeğin ihtilam olması, baba olabilme devresine girmesi; kızın da adet görmesi, gebe kalabilme çağına ulaşması fiilî olarak bâliğ olmalarıdır. Ancak erkek ve kızlar 15 yaşlarına ulaştıklarında, kendilerinde bu erginlik alametleri görülmese de bâliğ olduklarına hükmedilir. Buluğ, kişinin dinen mükellef sayılıp, yetişkin insan statüsünü kazandığı dönemdir. Bu çağa ulaşan ve akıllı olan kimse artık tam edâ ehliyeti kazanır. Böylece, ibâdet, helal ve haram gibi dinî hükümlere muhatap; cezâî, malî ve hukukî yükümlülüklere ehil olur’’ yazıyor.

Diyanet İşleri Başkanlığının bu açıklamasına göre; “kızlar 9 yaşında erkekler 12 yaşına ulaştıktan sonra  erkeğin baba, kızın da gebe kalabilmesi ile yetişkin insan statüsü kazanır,  ibadet,helal,haram gibi dini hükümlere muhatap,ve cezai,mali hukuki yükümlülüklere sahip olur” deniyor.

Diyanet İşleri sitesinde nikahı nasıl açıklanıyor, bir de buna bakalım:

‘’Buluğ çağına erişmiş kadının velisi olmaksızın kendisinin nikâhlanabilmesi mümkün olmakla birlikte, velisinin de bulunması menduptur. Nikâhın sahih olması için, evlenecek kişilerin evlilik engelleri bulunmamalıdır. Şartlarına uygun olarak gerçekleşen evlilik; dinin izin verdiği ölçüler içinde eşleri birbirine helâl kılmakta, hısım akrabalığı, nesep, miras, mehir, nafaka gibi hukukî sonuçlar doğurmaktadır. Hukuken tanınmayan evlilikte, bu sonuçlar güvence altına alınamadığından, resmen tescil ettirilmeyen evlilik kanunen suç olduğu gibi, dinen de doğru değildir.’’

“9 yaşında buluğ çağına ermiş kız çocuğu yetişkin statüsü kazandığı için nikahlanması mümkündür” diyor. Ayrıca velisi olmadan da nikahlanabilmesi mümkün görülüyor. 9 Yaşındaki kız çocuğunun evlenebileceğini, cezai ehliyete sahip olduğunu söylemek insani değerler açısından de evrensel hukuk açısından da suçtur.

Siyasi iktidarın eğitim sisteminde 11 Nisan 2012’de ”İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” adıyla Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe koyduğu değişiklikle kız çocuklarını 4+4+4 eğitim sistemi ile erken okuldan ayrılmasıyla kırsal alanlar  başta olmak üzere çocuk yaşta evliliklerin yolu da açılmıştı.

2 Aralık 2017 de Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren yönetmelikle İçişleri Bakanlığı, il ve ilçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu görev ve yetkisi veriyor, yetkiyi kullanacaklar da Bakanlıkça belirlenecek.. Yakın zamanda her düzeyde din görevlisinin nikah kıyma yetkisi alabileceği düşünülürse kız çocuklarının erken evlendirilmesi, rıza dışı evliliklerin de yaygınlaşacağını söylemek zor olmasa gerektir.

Toplumsal yaşamda laisizmi savunmadan ve gerçekleştirilmesi için mücadele etmeden çocuklarımızı, yani geleceğinizi  koruyamayacağımız açıktır. Kadınları ve çocukların haklarının güvenceye alınmasının yolu laisizmin gerçekleşmesidir. Din, devlet işlerinden gerçek anlamda ayrılmalıdır. Devletin dinsel kurumlara, vakıflara, derneklere parasal desteği kesilmelidir.

Kamu kaynakları “yeni paralel” cemaatlere, vakıflara, siyasi iktidara yandaş derneklere (Ensar Vakfı, TÜRGEV, TÜGVA, Anadolu Gençlik Derneği..vb) açılmamalı, bu vakıflarla sosyal, kültürel, sportif, mesleki ve teknik kurslar açılması kapsamında düzenlenen protokoller iptal edilmelidir.

Diyanet İşleri ve siyasi iktidara yandaş vakıf gibi araçlarla eğitimin dinci karakter kazanması girişimlerine son verilmelidir. İnanç ve ibadetin politikanın aracı olarak istismarı önlenmeli ve herkes için din, vicdan ve ibadet özgürlüğü güvence altı­na alınmalıdır.

Bu talepler için mücadele etmeliyiz. Çocuklarımızın din üzerinden istismar edilmelerine, çocuk evliliklerine, kız çocuklarının itaatkar cinsel kölelere dönüştürülmesine izin vermeyeceğiz. Çocuklarımıza sahip çıkmalı gündelik yaşamın gericileştirilmesine, dinselleştirilmesine barikat oluşturmalıyız.

Kadınların, çocuklarımızın geleceğinin karartılmasına izin vermeyelim. Birlikte güçlü mücadele, dayanışma her tür engeli aşacak güçtedir.

2018 UMUDUN VE DİRENCİN YILI OLSUN!

 

2018 UMUDUN VE DİRENCİN  YILI OLSUN!

Yeni bir yıl, yaşanacak yeni günlerdir. Yeni günler emekçiler için eskisinden daha yaşanılır olmalıdır.

Yaşanılası bir ülke ve dünya için mücadele, dünyanın tüm ezilenleri için her zamankinden yakıcı, güncel, yaşamsal  bir sorun; ya dünyayı ve tüm insanlığı kurtaracak çözümler üreteceğiz ya da dünyamız emekçiler için bir cehennem ve yaşamın tükendiği bir duruma gelecek. Bütün bilimsel veriler dünyanın ve tüm yaşamın yok oluşunun işaretlerini veriyor.  Dünyanın yaşamsal sorunları politik rejimler ve tekelci kapitalizmin özünden kaynaklanıyor.

Dünyanın bir çok ülkesi faşizm ve gerici siyasal rejimler tarafından yönetilmekte ve tüm ezilenler ve emekçiler bütün bir hayatlarını tekelci kapitalizmin sömürü, baskı ve  kötü yaşam koşulları altında geçirmektedir.

Ülkemizde faşizm tüm baskı ve zor aygıtları ile hayatı özgürlük ve demokrasi yanlılarını cendere altında tutmaya çalışmaktadır. Yaşam, çalışma, barınma ve düşünce-ifade hakkı fiili olarak yasak kapsamı içerisine alınmış durumda. Siyasal iktidar uygulamalarıyla herkesi otoriteye boyun eğen, kimliksiz, kişiliksizleştirmeye çalışmaktadır. Özgürce düşünmek, eylemek, aydınlanma ve aydınlatma araçlarını edinmek-kullanmak hayatın her alanında engellenmekte, zorlaştırılmakta ve toplum buna uygun yeniden biçimlendirilmeye çalışılmaktadır.

Çıkış yolumuz faşizme karşı olan tüm güçlerin birleşmesi ve demokrasi, özgürlük mücadelesini yükseltmesinden geçmektedir.. Askeri ve sivil darbeciliğe, tek adam rejimine ve  faşizme karşı birleşik, demokratik güç birliği ve demokrasi cephesi oluşturmanın önemi açıktır.

2018 yılı tüm ezilenleri ve emekçileri birleşmeye ve tüm insanlığı daha yaşanılır bir hayatı kurmaya çağırmak hepimizin görevidir. Daha iyi bir yaşam ve gelecek için 2018 yılında gerçekleşmesini istediklerimiz:

*Olağanüstü Hal kaldırılmalıdır.

*KHK’lar iptal edilmeli; haksız, hukuksuz olarak işten atılanlar işine iade edilmeli;

*Yargı bağımsızlığı ve yargıç güvencesi sağlanmalı;

*Tüm yurttaşlar ayrım gözetmeksizin demokratik hukuk devleti ölçütlerine göre etkin  ve yansız olarak yargılanmalı. işkence, kötü muamelede zaman aşımı, cezasızlık olmamalı; idam cezası tartışmaları gündemden çıkarılmalı;

* Düşünce ve ifade özgürlüğü tüm yurttaşlar için ayrımsız gerçekleşmeli.

* Düşünce ve ifade özgürlüğünün ayrılmaz araçları olan basın-yayın; toplanma ve barışçıl gösteri hak ve özgürlüğü sağlanmalı;

* Siyasal, demokratik, mesleki, mahalli, sosyal örgütlenmeler üzerinde baskı ve tehditler kaldırılmalı.

*Kürt sorunun barışçıl ve demokratik çözümü için müzakere yolu açılmalı, can yitimleri son bulmalı;

*Alevilerin farklı mezhep, din ve kültürlerin inanç özgürlüğünü geçekleşmeli; devletin din, dinin devlet işlerinden tamamen bağımsız olmalı; demokratik laisizm gerçekleşmeli;

*Taşeronlaştırma son bulmalı, kıdem tazminatı korunmalı ve kiralık işçi büroları..vb emeğin köleleştirilmesine karşı mücadele edilmeli;

*Kadın hak ve özgürlüklerinin koşulsuz savunulmalı, kadına yönelik şiddete ve cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadele etmeli;

*Gençliğin bilimsel-özerk-demokratik-parasız eğitim-öğretim hakkı; iş ve gelecek mücadelesi; YÖK’ün kaldırılması talebi desteklemeli;

*Mimar ve mühendisleri ilgilendiren Uluslararası İş Gücü yasası iptal edilmeli..

*Herkese sağlıklı bir yaşam ve parasız sağlık hakkı olmalı

*HES, RES, termik santrallere karşı halkın çıkarları savunulmalı, yaşanabilir, gelecek kuşaklara devredilebilir doğal yaşam alanlarına sahip çıkmalıyız.

2018 Yılında da emek ve demokrasi güçleriyle yolumuzda onurla yürüyeceğiz.

2017  yılının hayatı değiştirme ve direnme  direnci, mücadelesi  2018 yılına  umut olsun!

Umudumuzu, direncimizi, mücadele ve dayanışmamızı  büyütelim. 01.01.2018.

İmece-Der