İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ’NİN İŞSİZ BIRAKTIĞI İŞÇİLER

 

İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ’NİN İŞSİZ BIRAKTIĞI İŞÇİLER

İŞLERİNE GERİ DÖNMELİDİR.

CHP İL YÖNETİMİ VE SAYIN KOCAOĞLU İŞÇİLERİ AÇLIĞA MAHKUM

ETMEMELİDİR.

KADRO DAVASI AÇTIKLARI İÇİN İŞSİZ KALAN

İŞÇİLER

AÇIKLAMA YAPTI.

İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne karşı ilave tediye ve kadro davası açtıkları için işten atılan işçiler ve 48 gündür açlık grevinde olan  Mahir Kılıç   Eski Sümerbank önünde basın açıklaması yaparak, işlerine geri dönmeyi talep ettiler.

‘‘İş ekmek yoksa direniş Var, yaşasın onurlu mücadelemiz’’, ‘’Aziz Kocaoğlu tarafından hakarete uğradık, haksız yere işten atıldık işimizi ve adalet istiyoruz’’, ‘‘Engelli kadrosunda çalıştığım İzmir Büyük şehir Belediye’si gerekçesiz işten çıkardı, işimizi ve adalet istiyoruz’’  pankartları açan işçiler kimsenin yeni yıla aç girmesini istemediklerini söyledi.

İşçiler adına açıklamayı Barış Kaya yaptı. Kaya açıklamasında, atılan işçiler olarak, haksız ve hukuksuz şekilde işten atıldıklarını, sosyal demokrat, emek yanlısı belediye söylemi ile uygulamaların birbiriyle zıt olduğunu İzmir Büyük Şehir Belediye Başkanı ve bürokratlarının herkese adalet diye haykırdıklarını, emekçiler sizlerle birlikte haykırdığını, ancak  dava açmış kazanmış yüzlerce işçiyi işinden ekmeğinden edip açlığa mahkum ettiklerini, bu işçilerden biri olan Mahir Kılıç’ın iftira ve yalan iddialarla tazminatsız haksız hukuksuz işten atıldığını ve 49 gündür belediye önünde açlık grevi ile  işten atılan bir kısım işçi ile birlikte direndiğini yargı yoluyla kazandığımız kadro davalarını İz.BŞB vermediği gibi işçileri işsiz ve açlığa mahkum ettiğini söyledi.

İKTİDARIN KADRO DÜZENLEMESİ İŞÇİLERİN KAZANILMIŞ HAKLARINDAN VAZGEÇMELERİNİ ŞART KOŞAN BİR DÜZENLEMEDİR.

‘’Kamuoyunun bildiği üzere emekçiler için yeni bir KADRO düzenlemesi yayınlandı. Yasalaştırılmasındaki yönteme bakarak bile bunun KADRO hakkı değil aksine, taşeron işçinin yasa ve mahkeme yolu ile kazandığı haklardan bile vazgeçmeyi şart koşan bir düzenlemedir. örneğin  Belediyeler de yüzbinleri bulan işçileri kapsamamış, kazanılmış haklardan vaz geçmeyi şart koşmuştur. İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ işçileri olarak yıllar önce açtığımız ve bugün Yargıtay tarafından da onaylanmış davalar ile belediye işçileri için bu KADRO lu çalışma hakkını kazanmış işçileriz.

‘‘İktidarın KHK ile işçilerin elindeki hakları gasp etmesi ile İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ nin dava açıp kazananları işten atması aynıdır. Emekçiler konu olduğunda aynı zihniyette olduklarının açık kanıtıdır. AKP iktidarı belediye işçisine “kazanılmış haklarından vazgeçersen çalışabilirsin “diyor. CHP li sosyal demokrat belediye dava açan işçileri işten atmakla tehdit edip, işbirlikçilerine dava açanların listesini tutuşturup, “KADRO ve alacak davasından vazgeçmezseniz işten atılacaksınız” diyor. ‘’Yüzlercesini de işten atıyor. Daha bu KADRO yasası çıkmadan İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYESİ emek gaspı, zihniyetini hayata geçirmiştir.

CHP YÖNETİCİLERİ YÖNETİMDE OLDUKLARI BELEDİYELERDE HAK,HUKUK VE ADALETİ SAVUNMALI ATILAN İŞÇİLERİN İŞLERİNE DÖNMESİNİ SAĞLAMALIDIR

Buradan basın önüne geçip kürsülerden emek, emekçi, gibi  laflar eden CHP’li yetkililere sesleniyoruz, Buradan hiç samimi görünmüyorsunuz. Sormak hakkımız, sizin belediyeleriniz de olunca neden sessiz ve tepkisizsiniz. HAK, HUKUK, ADALET’ i iktidar gasp edince başka, sizin belediyeleriniz aynı gaspı yapınca  başka mı oluyor. Emekçiler söz konusu olunca sizlerin bakış açısı da aynı oluyor. Hepiniz sessiz, hak aramayan, yumruklayıp bayılttığınız da ekmek için susuyorum diyen işçiler istiyorsunuz.

HAKKIMIZ OLAN İŞİMİZİ İSTİYORUZ. YENİ YILDA KİMSE YATAĞINA AÇ GİRMEMELİDİR.

‘’Hakkımız olanı istiyoruz işimizi istiyoruz. Haklı olan biziz. Yeni bir yıla  DİRENİŞ ile giriyoruz. Yeni yılda da direnmeye devam edeceğiz. Yeni yıl dileği olarak “kimsenin yatağına aç girmemesini diliyorum” diyen İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYE Başkanına burdan sesleniyoruz. Eğer samimi iseniz, ADİL iseniz 48 Gündür devam eden MAHİR KILIÇ ın gün, gün açlıkla erimesine izin vermezsiniz. Haklarını ve işini geri verirsiniz.

KAYA, GENEL Ş SENDİKASI YÖNETİCİLERİNİ DAYANIŞMAYA VE MÜCADELEYE ÇAĞIRDI

‘’Saydığımız tüm bu hukuksuzluklara karşı Başarlı olabilmenin en büyük koşulu DAYANIŞMA dır. Biz bu DAYANIŞMA yı bugüne kadar geçen 48 gün içinde, duyarlı emek dostlarından, haberli dostlardan, sosyal medyada görebildik. Asıl dayanışmayı, Bu işçi mücadelesini yürütmesi gereken üyesi olduğumuz sendikadan henüz göremedik. Sizlerin önünde bir kez daha açık çağrı yapıyoruz. Gelin göreviniz olan direnişi destekleyin, işçi mücadelesinin yanında olun. Asli görevinizi yapın… Burdan faydamız var diye verdiğiniz her taviz, işçi haklarının kaybedilmesi ile sonuçlanmıştır. Sendikacılığa olan güveni sıfıra indirmiştir. Gelecek emekçiler için karanlıktır.. …Sizi direnmeye çağırıyoruz….

ATILAN İŞÇİLERE AKP TARAFINDAN  CHP VE SENDİKA ALEYHİNE KONUŞMALARI KARŞILIĞINDA KAMUDA İŞ VE MAKAM TEKLİF EDİLDİ, ATILAN İŞÇİLER REDDETTİLER.

‘’Direnişimize yönelik karalamalara ve iftiralara gülüp geçiyoruz. Eğer bizim şahsi çıkar, makam mevki meselemiz olsaydı sırf televizyona çıkıp parti ve sendika aleyhine konuşma karşılığı olarak sunulan, kamu da iş ve makam teklifini elimizin tersiyle itmez kabul ederdik. Bunun da böyle bilinmesini istiyoruz. Biz sadece uğradığımız haksızlığın giderilerek işimize geri dönmek istiyoruz.    MAHİR KILIÇ ve işten atılan diğer işçiler olarak işimiz, ekmeğimiz için direniyoruz. Hakkımız olanı istiyoruz, işimizi istiyoruz. Haklı olan biziz.

CHP YÖNETİMİ VE SAYIN AZİZ KOCAOĞLU BU HAKSIZLIĞA ADALETSİZLİĞE DUR DEMELİDİR.

İŞÇİLER İŞLERİNE GERİ DÖNMELİDİR.

‘’ Yeni bir yıla  DİRENİŞ ile giriyoruz. Yeni yılda da direnmeye devam edeceğiz. Yeni yıl dileği olarak “kimsenin yatağına aç girmemesini diliyorum” diyen İZMİR BÜYÜK ŞEHİR BELEDİYE Başkanına sesleniyoruz.  Eğer samimi iseniz, ADİL iseniz 48 Gündür devam eden MAHİR KILIÇ ın  açlıkla erimesine izin vermezsiniz. MAHİR ve Direnen işçileri işlerine döndürmek için adım  atarsınız. Buradan birkez daha belirtmek isteriz ki, haklı olan biziz. Tek gücümüz haklılığımızdır. Direnişimize güç veren HAKSIZLIĞA, ADALETSİZLİĞE karşı koyuyor olmaktır. Direniş dostlarımız, emeğin,  emekçilerin yanında olanlar ile güçlüyüz. Buralar kamu kurumlarıdır, bugün var yarın yoksunuz. Biz buradayız. Emekçiler burada. Emeğin dostları burada. Nerde bir haksızlık varsa karşısında duracak yürekli dostlarımız var bizim. Bu nedenle sonuna kadar mücadele edecek irademiz var. Biz kazanacağız.

İŞÇİYİZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ.

İŞ EKMEK YOKSA DİRENİŞ VAR. ‘

Not: Ara başlıklar tarafımızdan oluşturuldu.

OHAL DEĞİL ACİL DEMOKRASİ -OHAL KALDIRILSIN

OHAL DEĞİL ACİL DEMOKRASİ -OHAL KALDIRILSIN

OHAL HUKUKSUZ YASAKLARDIR-KHK’LAR GERİ ÇEKİLSİN

KESK’Lİ İHRAÇLAR İŞLERİNE GERİ DÖNSÜN

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, 23 Aralık’ta Gündoğdu Meydanı’nda düzenlemek istediği “OHAL Değil Acil Demokrasi” mitinginin İzmir Valiliği’nce Ohal  gerekçe gösterilerek İller İdaresi Yasasına atfen yasaklamasının ardından basın açıklaması düzenledi.

Karşıyaka  Kemalpaşa caddesi çarşı girişinde  toplanan Eğitim-Sen üyeleriyle İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  üyeleri ve  yurttaşlar, “Ne darbe ne OHAL, demokrasi derhal” , “Karanlığa teslim olmayacağız” , ‘’Ohal Kaldırılsın KHK’lar geri çekilsin’’, ‘’İşimizi geri istiyoruz’’,“Zafer direnen emekçinin olacak” vb. sloganlarını attı.

Emek ve Demokrasi güçleri adına TMMOB İl Koordinasyon Kurulu Dönem sekreteri Melih Yalçın,  Ohal değil acil demokrasi mitingine valilikçe izin verilmediğini, belirterek; ‘’AKP iktidarı, kendinden olmayanlara baskıyı, zoru, yasakları reva görürken, tüm hak ve özgürlüklerin kendisi ve yandaşları için sınırsız kullanılmasında bir sakınca görmemektedir.

‘’OHAL’in kalkması ve demokrasi talebimiz acildir. Bu aciliyet gün gibi ortadadır. Ülkenin OHAL ile idare edildiği süre 18 aya yaklaşmaktadır. OHAL; yoksulların, emekçilerin, kadınların çıkarına değildir.

‘’ OHAL; sorgusuz sualsiz işini kaybetmek, hukuksuz, keyfi ihraçlar demektir, grev ve örgütlenme yasakları demektir, işsizlik, yoksulluk, pahalılık demektir, iktidar aygıtı olmayan basının susturulması demektir, parlamentonun tasfiyesi, belediyelere el konulması, halk iradesinin gaspıdır, hukukun yok edilmesidir. OHAL; basının karartılmasıdır. İşsizlik, yoksulluk, pahalılıktır.

‘’ OHAL, tek adam rejimi ve zorbalık demektir. OHAL; ne ekonomiyi daha iyi duruma getirmiş, ne istihdamı arttırmış, ne kadına yönelik şiddeti azaltmıştır. Bu nedenle, baskı rejimi için önemli bir araç olan ve sürekli bir hâl durumuna gelen OHAL’e karşı mücadele hepimizin öncelikli görevlerindendir. Yasak ile kısılmaya çalışılan ses sadece İzmir’den “OHAL’e hayır” diyen ses değil, Türkiye’de demokrasi ve özgürlük isteyen milyonların sesidir.’’

Kurumlar adına basın metnini okuyan Eğitim-Sen İzmir 2 No’lu Şube Başkanı Hasan Ali Kılıç, 17 aydır sürdürülen OHAL hukuksuzluğunun ülkede demokrasi, adalet, eşitlik, özgürlük, insanca bir yaşam isteyen milyonları hedef aldığını, kamu emekçilerinin işlerinden atıldığını belirterek, “Pazar günü yayımlanan iki KHK, OHAL olmadan ülkeyi yönetemeyecek hâle gelen siyasi iktidarın yaşadığı korkunun ürünüdür.

695 sayılı KHK ile toplam 2 bin 756 kamu çalışanı daha ihraç edildi” dedi.

İhraçlarda yine KESK’e bağlı sendikaların yönetici ve üyelerinin hedef seçildiğini belirten Kılıç, “TSK, Jandarma ve Sahil Güvenlik’ten ihraç edilenler çıkarıldığında geriye kalan bin 694 kamu görevlisinin 138’i KESK’e bağlı sendikalarımızın üyesidir. Türkiye genelinde 169 belediye çalışanı ihraç edilirken bunlardan 109’unun tüm belediyelerine kayyum atanan Van’da yaşanması, Van belediyelerinden ihraç edilen 109 kişiden ise 73’nün sendikamız Tüm Bel-Sen üyesi olması, siyasal iktidarın emek ve demokrasi düşmanlığını bir kez daha gözler önüne sermiştir.

Yeni KHK’ler ile sadece ihraçların yaşanmadığını, AKP’nin, 696 sayılı KHK ile iktidarına biat etmeyen tüm kesimleri hedef alan politikasına faşist rejimleri aratmayacak düzenlemeler ekledi.

“6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi kanununda yaptığı değişiklik gibi, yüz binlerce işçi ve emekçiyi yakından ilgilendiren kadro düzenlemesini dâhi parlamentodan, her tür denetimden kaçırarak yapmayı tercih etmiştir. En önemlisi eşitlik ilkesinin ihlal edildiği düzenleme yasa ile değil, KHK ile yapıldığı için mağdur olan taşeron işçilerinin yargıya, Anayasa Mahkemesi’ne başvurmasının yolu da kapatılmıştır. Emek kazanacak, demokrasi kazanacak, laiklik kazanacak,  barış ve kardeşlik kazanacak. OHAL ve KHK rejimi ile örülen açık faşizme karşı emek, demokrasi ve barış mücadelesinde tek ses, tek yürek olmaya çağırıyoruz.”

EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ ROBOSKİ KATLİAMINI UNUTMAYACAĞIZ VE UNUTTURMAYACAĞIZ

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Roboski katliamının yıl dönümünde  Roboski katliamını unutmayacağımızı ve unutturmayacağımızı ve her fırsatta sorumlulara dikkat çekeceğimizi açıkladı

Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde gerçekleştirilen basın açıklamasında “Roboski’nin hesabı sorulacak”, “Roboski’yi unutma, unutturma”, “Yaşasın halkların kardeşliği” vb. sloganlar atıldı.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına açıklamayı TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Dönem Sekreteri Melih Yalçın yaptı. Yalçın açıklamasında, katliamın üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen bugüne kadar kimsenin yargılanmadı ya da ceza almadığını belirterek, “Katliamın ardından dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Uludere, Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacak’ demişti. Oysa iktidar, katliamın sorumlularını yargı önüne çıkarmak şöyle dursun, ailelerin, yakınlarını diledikleri gibi anmalarına bile tahammül edememektedir” dedi.  Yalçın, “OHAL sopası sıklıkla olduğu gibi Roboski katliamının yıl dönümünde de ortaya çıkarılmış, Roboski’de katledilenleri anmak isteyen yakınlara, OHAL gerekçe gösterilerek katliam kurbanlarının her birinin ailesinden sadece bir kişinin anmaya katılımı sınırlaması dayatılmıştır. Ancak ailelerin direnci bu dayatmayı kırmış ve yasak konusunda geri adım attırmıştır. Bununla yetinilmeyip acılı aileler parayla terbiye edilmeye çalışılmaktadır. Uludere Kaymakamı Mehmet Fatih Eyüboğlu, ailelerin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne yaptıkları başvuruları çekmeleri halinde kendilerine tazminat ödenmesi vaadinde, yani adeta sus payı teklifinde bulunmuştur. Kaymakam Eyüboğlu, bundan 5 yıl önce ailelere tazminat ödemesi yapılmak istendiğini ancak onların bu ödemeyi kabul etmediklerini unutmakta, onurlarını satın almaya çalışmaktadır” dedi.

Açıklamada; “Eldeki mevcut günah keçilerini her türlü suçun üstünü örtmek için kullanan iktidara buradan sesleniyoruz: Eğer samimi iseniz, 28 Aralık 2011 sonrasında katliamın arkasında duranları, onları ödüllendirenleri de soruşturma kapsamına alın. Dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel’in, yine o dönem Genelkurmay İstihbarat Başkanı olan Yaşar Güler’in, bugün Genelkurmay Başkanı olan, o günün Genelkurmay ikinci Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, katledilen köylüler için “PKK adına kaçakçılık yapıyorlardı” diyerek katliamı meşrulaştırmaya çalışan dönemin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in ifadelerine başvurun, sorumluluklarını sorgulayın.  Hatta yaşananlardan birkaç gün sonra partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada Roboski katliamına değinerek, “Medyaya rağmen, hassasiyetleri için Genelkurmay Başkanı ve komuta kademesine teşekkür ediyorum” diyen dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı da unutmayın.  Tüm bu isimler katliam konusunda da muhtemelen “kandırıldıklarını” öne sürecekler, sorumluluklarını örtbas edeceklerdir. O gün Roboski’de yoksul Kürt köylülerini katledenler, bugün geride kalanları şiddetle, baskılarla, tutuklamalarla terbiye etmeye çalışıyor. İktidar, katliamın sorumlularını değil, bu sorumluları ortaya çıkarmak için çabalayan kesimleri hedefe koymaktadır.

‘’Tüm bu çabaları nafiledir. Biz sorumluları çok iyi biliyoruz: Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da, Cizre bodrumlarında gözünü kırpmadan insanları katleden, katledilmelerine göz yuman ve bunların hesabını verecek olanlar kimler ise, Roboski’nin hesabını da günü geldiğinde aynı isimler verecekler. Unutmayacağız, affetmeyeceğiz.

‘’Bugün iktidar, kolluk güçleri tarafından gerçekleştirilen katliamlarla yetinmeyeceğinin işaretini yaptığı düzenlemeler ile vermektedir. 696 sayılı KHK ile faşist paramiliter çetelere cezasızlık taahhüdü sunulmakta, katliam tehditleriyle toplum tamamen teslim alınmaya çalışılmaktadır. Ancak bu ve benzeri gözdağı çabalarına teslim olmayacağımızı, katillere katil demeye devam edeceğimizi, faşizme, ırkçılığa ve gericiliğe karşı mücadelemizi sürdüreceğimizi buradan bir kez daha hatırlatmak isteriz.

‘’Roboski katliamının üzerinden 6 yıl geçmişken yapılması gereken açıktır. Komuta kademesinden bakanlara, bürokratlara dek, katliamda payı olabilecek herkesin soruşturulması, sorumluların yargı önüne çıkarılması, halka karşı işledikleri bu insanlık suçunun hesabının sorulması gerekmektedir. Ancak AKP iktidarının böyle bir niyetinin olmadığını biliyoruz. İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak, Roboski katliamını unutmayacağımızı, unutturmayacağımızı ve her fırsatta sorumlulara dikkat çekeceğimizi buradan bir kez daha kamuoyuyla paylaşıyoruz.”

İşçimiz köylümüz halkımızla

Ülkenin dört bir yanından mücadele sesleri de geliyordu. 30 Ocak 1980 gecesi Ankara-Hoşdere caddesinde genç komünistler  faşist cuntayı protesto  eden duvar yazıları yazıyordu.  30 Ocak gecesi hava çok soğuk ve Yukarıayrancı  Hoşdere caddesi buzluydu.   Bir çift göz onları izliyordu. Bu MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in bir dönem korumalığını yapmış  MHP’li polis Süleyman Ezendemir’di. Ezendemir silahını doğrultarak Yurtsever  Devrimci Gençlik Derneği üyesi  ODTÜ öğrencisi 21 yaşındaki Sinan Suner’e ateş etti. kurşun arka yan kalçasından girip ön tarafından çıkmıştı. Hoşdere caddesinde evi bulunan tanık Ali Soyoğlu, Sinan’ı kendi arabasıyla götürmek istiyor, ancak MHP’li polis buna engel oluyordu. Daha sonra polis Ezendemir, Sinan’ı kendisinin getirttiği sarı bir mercedes arabaya bindiriyor ve Dikmen Polis Karakolu’na oradan bilinmeyen bir yere ve en son hastahaneye götürüyor ve aradan geçen iki saat sonra bilerek kan kaybından ölümü sağlanıyordu.Tanık hemşire Müjgan Taymaz ”15 dakika önce getirilseydi yarasını diker çocuğu kurtarırdık”  demişti.

Sinan’ın katledilmesi  yurtsever  devrimci gençliği harekete geçirdi. Devrimci gençler Sinan?ın ölümünü protesto etmek için yine Hoşdere caddesinde toplanarak,  Sinan’ın öldürülmesini protesto ediyorlardı. Askeri İnzibat  ekibi gösteriye müdahale ediyor; gençlere ateş ediliyordu. Çıkan çatışmada Zekeriya Önger adında bir er ölüyordu. Gözaltına alınan 21 genç insandan biri Erdal Eren’di.

Sadece üç duruşmada herşey tamamlandı. 19 mart 1980 tarihinde 17 yaşındaki,cuntanın korktuğu adama idam cezası verildi.  Avukatı Nihat Toktay’n anlatımıyla; Zekeriya Önger  asker arkadaşlarının silahından çıkan mermi ile vurulmuş olması olasıydı. Arkadan vurulmuştu.  Ateş eden yakın mesafeydi. Oysa ki Erdal Eren ve arkadaşlarıyla yüzyüze olması gerekiyordu. Mahkeme  tarafından tüm  inceleme talepleri  reddedildi. ..Dava ciddi bir şekilde yürütülmedi.

Erdal mahkeme heyetine sunduğu savunmasında  şöyle diyordu:

”Sayın yargıçlar;

Türkiye ve dünyada görülmemiş bir yargılama usülüyle karşı karşıyayız. Bu davanın o kadar çabuk sonuçlandırılmak istenmesi, olay dahi anlaşılmadan yukarıdan gelen emirlerle çoktan verilmiş bir kararın formalitesini yerine getirdiğinizi gösterir.

Benim hakkımdaki kararın üst düzeydeki sıkı yönetim komutanları tarafından verildiği o kadar açıktır ki normal hukuk usulleri dahi ayaklar altına alınmıştır.

Mahkemeniz sadece bu düzeni koruyan bir mahkeme değil, aynı zamanda askeriyenin hiyerarşik emirlerine de bağlıdır. Ve sizin burada emir kulu olmaktan, tanrıların kan isteğini onaylamaktan başka bir göreviniz yoktur. Bu o kadar açıktır ki mahkemenin bırakalım hukukun diğer kurallarını, sadece usule ilişkin yöntem bile bunun kanıtı olmak için yeterlidir.

Hakim sınıflar ve onların uşakları bu sömürü ve baskı düzenine yönelen her hareketi kanla boğmak istiyorlar. Bunun için olmadık tertipler tezgahlıyorlar. Halkın kurtuluşu için mücadele veren baskı ve sömürüye karşı çıkan herkes bu tezgahlara muhataptır. Ve siz bir mahkeme heyeti olarak bu tezgahın bir dişlisinden başka birşey değilsiniz. Benim hakkımda ne kadar peşin bir yargılama yapıldığı son derece ortadadır.Nitekim benimle ilgili olayın ertesinde Genel Kurmay Başkanının “çoktandır idam olmuyor. Bazı kişilerin idam edilmesi gerek” şeklindeki demeç vermesi benimle ilgili idam kararıdır. Ve size bu konuda ulaştırılan emirlerin açıkca dışa vurulmasıdır.

Hakim sınıflar ve uşakları kan isteklerini benim idamımla tatmin etmeyi düşünüyorlar. Ben bu olayın içerisinde kasten bir eri öldürmedim. Benim bu koşullar içerisinde bir eri öldürmek siyasi inancıma terstir .Kaldı ki, eğer ben isteyerek öldürmüş olsaydım bu öldürme olaylarını sürdürecek durumdaydım.

Herşeyden belli olduğu gibi sadece havaya iki el ateş ettim. Tabancamda beş mermi vardı. Ve ayrıca yedek şarjör doluydu. Askerlerin hemen hepsi benim hedef sınırlarım içinde olmasına rağmen ne öleni nede başkasını öldürmedim. Kastım olmadığından ateş etmedim. Kaldı ki o panik içerisinde askerler de bol miktarda mermi sıktılar.

Sıkı yönetim varlığıyla birlikte, halklar ve halk gençliğine başlı başına bir saldırıdır. Sıkıyönetimden bu yana dur ihtarına uymadığı gerekçesiyle onlarca vatandaş ve devrimci jandarma ve polis tarafından katledilmiştir.Ve benim katıldığım gösterinin nedeni olan, bir gün önce polis tarafından katledilen Sinan Suner’in ölümü de bunlardan biridir.

Her türlü demokratik hakkın hakim sınıflar ve sıkıyönetim tarafından ayaklar altına alındığı şu dönemde, biz devrimcilerin alçakça katledilen yoldaşlara son saygı görevini yasaları da çiğneyerek yapması meşrudur. Meşru olmayan şey sıkıyönetimin ta kendisidir.

Biz devrimciler sizlerin şartlandırılmış düşüncelerinizdeki gibi terörist veya anarşist değiliz. Biz devrimcilerin Türkiye halkının her türlü baskı ve sömürüden kurtulması dışında hiçbir kaygımız yoktur. Anarşi yaratmak veya terör estirmek bizim düşüncemizle çelişen bir şeydir. Tersine en büyük terörist ve katil bu devletin kendisidir. Buna sıkıyönetim öncesinde ve sonrasında  devletin güçleri tarafından katledilen halk ve halk gençliğinin kanları tanıktır.

Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru karar verecektir.

Faşist cuntanın acelesi vardı. 12 Aralığı 13 üne bağlayan gece saat 02.55 de  genç fidanı kırıverdiler, ”Gözdağı olur” dediler, ”devletin büyüklüğü” görülsün istediler. İşçilerin, emekçilerin,  halk gençliğinin  soyguncu, sömürücü, zulumcü  düzenlerine  karşı dirençlerini kırmak;  baskıya, zulme, sömürüye boyun eğen bir gençlik istediler.

Avukatı anlatıyor; ”Bize sarıldı öpüşürken göz kırptı. Sonrada yürüdü gitti çocuk. Resmen gitti. ”KAHROLUSUN FAŞİST DİKTATÖRLÜK YAŞASIN TDKP” diye haykırınca sehpayı ayaklarının altından çektiler..

…..

İşte Erdal Eren

Bir kahraman.

Faşistler sarmış çevresini.

Sehpada.

Boynunda ip.

Ve o son nefesiyle dalayıp ciğerini

Bir bıçak gibi vuruyor kelimeleri dişleri arasından

Haykırıyor: ”Faşizme Olüm Halka Hürriyet”….

Erdal Eren

Onurun bekçisi

Direnmenin.

Ercan Koca, Erdal’ın yoldaşıydı. Erdal’ın idamını duyar duymaz  13 Aralık 1980 günü saat 17.00?de Demetevler’de, Erdal Eren’in idam edilmesini protesto eden bir pankart asıyordu. ”Erdal Eren’in hesabını Faşist Cuntadan Soralım-YDGF”  Pankartı astığını gören askeri tim komutanı Üsteğmen Yaşar Kunduh mahkemede ”Pankartı bizzat kendisine indirtmek için zor kullandık..”  diyecekti. Onyedi yaşındaki  Ercan Koca vahşice dövülecek, kafasına tabanca kabzası ile vurulacak, daha sonra ise Yenimahalle Polis Karakolu’na oradan da Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanlığına götürülecekti. Fenalaşan Ercan ancak ertesi sabah Gülhane Askeri Hastahanesine götürülecek ve orada yaşamını yitirecekti. Ankara 4. Kolordu Komutanlığı Askeri Mahkemesi Ercan Koca’nın yerlerin buzlu olması nedeniyle düştüğü ve beyin zarı kanamasından öldüğü belirtilecekti. Annesi Yaşar Koca  ”Elbiselerini aldığımızda çamur içinde olduğunu gördüm.Öyle bir kere düşmekle o kadar çamurlanması mümkün değildi. Ayrıca çevreden insanlar oğlumun dövüldüğünü görmüşler, eyvah çocuk gitti demişler.Ama hiç kimse korkudan bir şey söyleyemedi, şahitlik yapamadı” Ercanı, bir fidanı daha hoyratlıkla kırmışlardı.

”Yıldızlar metal metal düşmüş yere

Her yerde sessizlik kaynaşıyor, Kafalar susmuş omuzlar konuşuyor”

Ankara Karşıyaka mezarlığında üç fidan yatıyor. Dünya işçi sınıfına ve gençlerine selam gönderiyor. Zulme ve sömürüye karşı direnmiş üç komünist genç yatıyor, birbirine yakın sanki elele. Oradan geçenler, ziyaret edenler Ercan’ın mezarının üstündeki şu dizeleri okuyorlar.
”Dağ keçileri nasıl yerlerse taptaze sürgünleri

Seni de, tam sürerlerken

Alacakaranlıklardan masmavi göklere
Kopardılar, o koskoca umut ağacının
Dev gölgesinden.”

O dönem Mamak Askeri Cezaevi’inde bulunan  kadın yoldaşları  Erdal’ın Türküsü’nü yazdılar ve bestelediler. O türkü o zamandan bu zamana  dilden dile dolaşıyor.

ERDAL’IN TÜRKÜSÜ
O, genç bir yiğitti o..
O, genç komünistti o..

Küçücük gözleri, incecik elleri

Kocaman, kocaman, yüreğiyle.

Deniz’im, Yusuf’um, İnan’ım,

Tohum saçtınız çorak topraklara.

Ulaşmak istediğiniz hedefe varmak için

Bu toprak elif elif işlendi

Ve çelik su vere vere sertleşti.

Suların çağıltısı

Dalların uğultusu

Halkının, halkının onuruydu O

Halkının, halkının coşkusuydu O!

Erdal’ım,

Darağaçlarında Deniz’leri yaşatan

Körpecik fidanım benim!

Andın andımız,

Sevdan sevdamız.

Yıkacağız darağacı seni kurduranları

Kavgamız, kavgamız, kavgamızla,

İşçimiz köylümüz halkımızla.

Filistin’e ve ezilen halklara özgürlük !

ABD emperyalizminin İsrail ile ittifak içerisinde bölgemizdeki Kudüs hamlesi başta olmak

üzere tüm saldırgan ve hegemonyacı politikalarına karşı bölge halklarının ve Filistin

halkının haklı mücadelesinin yanındayız.

Emperyalizm yenilecek, direnen Filistin halkı kazanacak!

Filistin’e ve ezilen halklara özgürlük !

Şiirin Tufanında Lorca ve Neruda Yoldaşlığı

 

‘Şiirin Tufanında Lorca ve Neruda Yoldaşlığı”

Söyleşi: Fatma Subaşı

Tarih: 09 Aralık 2017 Cumartesi  Saat:15.30

Yer:İmece-Der Salonu

859 Sk. Vatan İş Hanı Kat:6 D:602  Konak-İzmir  İletişim:536 402 06 28

ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALACAK?

 

İmece-Der, Veli Der,Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi  15 Şubat 2017 tarihinde İmece-Der salonunda  basın toplantısı yaptı. Ortak metin aşağıdadır.

ZİLLER KİMİN İÇİN ÇALACAK?

Talim Terbiye Kurulu’nun hazırladığı müfredat programının ilk basamağı yaşama geçirildi, yeni ders kitapları basıldı,dağıtımı yapıldı ve iki gün sonra ders zilleri çalacak, yeni öğrenim yılı başlayacak.

Ziller kimin için, ne için çalacak?

Eğitimimiz, ezbercilikten uzak, bilginin sorgulanmasına fırsat yaratan, üretken, deneysel, öğrencinin zihinsel algı ve aktarım becerilerinin gelişimine katkı yapan bir karakterde mi olacak?

Eğitim başarısının sadece sınav sonuçlarıyla değerlendirildiği ülkemizde başarı ölçütleri nelerdir? Öğrencinin kişisel becerilerine uygun hedefler koymasını sağlayan, bu hedeflere ulaşabilmesi için ona rehberlik eden, sahip olduğu potansiyeli açığa çıkarması için fırsatlar yaratan; sosyo- ekonomik konumlarına göre sınıflandırılmayan, her ailenin ücretsiz ulaşabildiği, yararlanabildiği bir kamu hizmeti midir?

Eğitim-öğretim programları:

  • Özgüvenli, sorumluluk bilinci gelişmiş ama paylaşımcı
  • Yaratıcı ve üretken,
  • Düşüncelerini etkin bir şekilde ifade edebilen, ortak tartışma, akıl yürütme kültürünü tanıyan, benimseyen,
  • Farklılıklara saygılı, eşitlikçi, demokratik, laik;
  • Evrensel değerlerle uyumlu,
  • Bilimsel düşünen, sorgulayan çocuklar yetiştirmek için mi hazırlanmaktadır?

Bu soruları olumlu yanıtlamak ne yazık ki olanaksızdır.

On beşinci yılında siyasal iktidar, çobanlığını kolaylıkla yapabileceği sürüler yaratmak istemektedir. Farklı inançlar, aidiyetler arasında saygıyı, kardeşliği, eşitliği değil devletin resmi karakteri olarak gördüğü dini, mezhebi, üstün ve egemen gördüğü cinsiyeti koruyan-kollayan, geliştiren, güçlendiren bir politika izlemekte, bunun aracı olarak ta en önemli yapıyı, eğitimi araç olarak kullanmaktadır.

Yeni müfredat programında: “erkekler güç ve kuvvet yönünden daha ileri olduğundan, ailenin sorumluluğunu birinci derecede onlara yüklenmiştir…”denmekte,

“İslam erkeğin üstlendiği mesuliyetlere karşılık kadının da kocasına itaat etmesini istemiş ve bu itaati ibadet saymıştır.Ailede çocukların büyütülüp terbiye edilmesi daha çok anne tarafından yerine getirilir.Ailede erkek vazifesini yapar, ailesine karşı güzel davranır,; kadın da ona karşı gereken muhabbet, hürmet ve itaati gösterirse aile içinde düzen ve uyum sağlanmış olur” diye yazmaktadır yeni müfredatın ders kitabı.(1). ‘Erken yaşta evlilik toplumsal bir örf’ olarak ifade edilerek çocuk yaşta evlilikler meşrulaştırılmak; öğrenim yaşındaki kız öğrenciler evliliğe hazırlanmak isteniyor.

Yani kadına biçilen rol erkeğin arzularına göre eğitim süreçleri üzerinden hayata geçirilmeye çalışılıyor. Kadın toplumsal üretim ve yaşamın dışında, kocasının ve çocuklarının hizmetinde itaat eden bir varlık olarak resmediliyor körpe beyinlerde, buna göre biçimlendirilmeye çalışılıyor. Erkek egemen sistemin toplumsal cinsiyet algısı giderek gerici bir anlayışta derinleştiriliyor. Çalışan kadınlar da, özgür düşünceli özgür kadınlar da yok, hatta “kabul görmez” sayılıyor.

Din bilgisi müfredatta zorunlu ders olarak yerini almış, liselerde ders saati arttırılmıştır. Milli Eğitim Balkanlığı eğitime ideolojik yaklaşımıyla sorunların derinleşmesine eğitimin tek tipleşmesine hız vermiş durumda; Anadolu lisesi, Fen lisesi ile sosyal bilimler liseleri il ve büyükşehir statüsündeki illerin nüfusu 50.000’in üzerinde olan ilçelerinde açılabiliyor. Ayrıca büyükşehir statüsünde olmayan illerin ilçelerinde açılabilmesi için ilçe nüfusunun en az 20.000 ve il merkezi ile birlikte toplam nüfusu en az 200.000 olması;

Güzel sanatlar lisesi açılabilmesi için; okulun açılacağı yerin il merkezi ya da büyükşehir statüsündeki illerin en az 100.000 nüfuslu ilçelerinden birinde ve okulun açılacağı il sınırları içinde sanat ağırlıklı en az bir yükseköğretim programı olması,;

Spor lisesi açılabilmesi için; okulun açılacağı yerin il merkezi ya da büyükşehir statüsündeki illerin en az 100.000 nüfuslu ilçelerinden birinde ve okulun açılacağı il sınırları içinde spor ağırlıklı en az bir yükseköğretim programı olması gerekiyor (2). Bu ne demek oluyor? Ziller Anadolu’nun küçük il ve ilçelerinde sadece İH OO ve liseleri için çalacak. Dinci ve tekçi eğitim sistemi, dinsel dayatmaların en yoğun yaşandığı Yatılı Bölge Okullarında okumak zorunda kalan çocukların ailelerinden uzaklaşma süreçlerine, yabancılaşmaya hem kendi kimlikleri, inançlarından uzaklaşmalarına yol açacaktadır.

Dersi saati azaltılan biyoloji dersi müfredatında yüzlerce yıldır bilime konu olan evrim tema olarak yer bulmaz iken tarih kitabında 15 Temmuz 2016 darbe girişimi tarihsel olgu olarak yer almıştır; bir yıl önce yaşananlar “tarih” olurken, cumhuriyet tarihiyle ilgili çok sayıda bölüm kitaplardan çıkarılmıştır. “Değerler eğitimi” adı altında kitaplarda yer alanlar evrensel hakları, değerleri değil her fırsatta cihat ı tanımlanmakta, anlatmaktadır. “Cihat bilmeyen çocuğa matematik öğretmenin faydası yoktur. Namaz dinin direğiyse, cihat çadırdır. Direksiz çadır bir işe yaramaz” (3) düşüncesinde olanlar eğitim-öğretime yön vermektedir.

“Fen Liseleri’nden katılan öğrenciler PİSA’(2) dan 534 puan aldılar; 534 hangi ülkenin puanına denk geliyor, onu söyleyeyim size Estonya’nın, Japonya’nın. Yani dünyanın ikincisi Japonya538; üçüncüsü Estonya 534. Dolayısıyla sadece Fen Lisesindeki öğrenciler girmiş olsaydı, bugün aldığımız derece dünyanın ilk üç arasındaydı”.(4) diyen Milli Eğitim Bakanı’dır oysa; ama orta dereceli okulların hala hızla İHL ne dönüştürülmesi sürmektedir.

Bizler, sınıf sömürüsü ile cinsiyet ayrımcılığının birbirini besleyen iki olgu olduğunu biliyoruz.. Cinsiyet ayrımcılığı bu siyasal iktidarla başlamamıştır kuşkusuz fakat AKP cinsiyet ayrımcılığını kendi zihniyeti doğrultusunda derinleştiren bir politika izlemiştir, izlemektedir. Sömürünün en yüksek olduğu kayıt dışı sektör kadın ve çocuk emeği üzerinden yükselmektedir. Kadınların eş, anne gibi geleneksel cinsiyet rolleri üzerinden tanımlanması, üretim süreçlerinin esnekleştirilmesine hizmet eder. Kadın ihtiyaç olduğunda üretime katılmakta ama çalışma yaşamının asli unsuru olarak kabul edilmemektedir. Kadının yerinin evi olduğu söylemi, sosyal güvenlik açısından babaya kocaya bağımlı hale getirilmesi, çocuk doğurma direktifleri kadını çalışma yaşamından uzaklaştırır, toplumsal üretime, yaşama katılımını düşürür.

Düşünmeyi, soru sormayı, tartışmayı, araştırmayı değil itaat ettirmeyi hedef belirleyen eğitim sistemi; yoksulluğu kader zanneden, sermayenin daha çok kar etmesi için emeğinin haklarından vazgeçen, sınıf ve cinsiyet bilincinden mahrum kalmış, şükür ve kader arasına sıkıştırılmış modern görünümlü köleler yaratmak amacını taşır.

Demokratik, bilimsel, laik, kamusal eğitim önündeki engeller artarak devam etmektedir. Türkiye de eğitim kurumları, iktidarın ırkçı, mezhepçi, ayrımcı uygulamaları nedeniyle gerçek işlevlerinden, evrensel insanlık, çocuk hakları sözleşmesinin ana ilke ve ruhundan uzaklaşmaktadır Kamu kaynakları yeni paralel cemaatlere, vakıflara, siyasi iktidara yandaş derneklere (Ensar Vakfı,TÜRGEV, TÜGVA, Anadolu Gençlik Derneği..vb) açılmamalı, bu vakıflarla sosyal, kültürel, sportif, mesleki ve teknik kurslar açılması kapsamında düzenlenen protokoller iptal edilmelidir.

Öğrenciler için barınma hizmetleri kamusal olmalı; çocuklarımız tarikat, cemaatlerin kucağına terk edilmemelidir. Öğrenci yurtları geliri yoksulluk sınırı altındaki gençlerimiz için parasız olmalıdır.

Toplumun tüm kesimleriyle birlikte çocukların yetenekleri doğrultusunda, aklın ve bilimin ışığında kendilerini gerçekleştirebilecek, eşit, özgür bireyler olarak yetişmeleri için çoğulcu, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı, demokratik, laik bir müfredat oluşturulması için bizler üzerimize düşenleri yapacağımızı, çocuklarımızın geleceğinin karartılmaması için mücadele edeceğimizi buradan kamu oyuna açıklıyoruz.Aksi durumda, bilmeliyiz ki ziller geleceğimizin karartılması için çalıyor olacak.15.09.2017.

Veli Der İzmir Şubesi

Halkevleri Eğitim Hakkı Meclisi

İmece-Der

(1) Hz.Muhammed’ in Hayatı’ adlı zorunlu öğretimin 8. Sınıf ders kitabından.

(2) PISA :

Açılımı “Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı” olan PISA, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) tarafından üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırmadır.

(3) 24.06.2017 Sayı 30106 MEB Kurum Açma Kapatma ve Ad Verme Yönetmeliği Md: 7/orta öğrenim kurumları açma yetkisi

(4) MEB İsmet Yılmaz

(5) BMM Eğitim Kom.üyesi AKP M.vekili A.Hamdi Çamlı

NÜFUS HİZMETLERİ KANUNUNDAKİ DEĞİŞİKLİK TASLAĞINI GERİ ÇEKİN!

NÜFUS HİZMETLERİ KANUNUNDAKİ DEĞİŞİKLİK TASLAĞINI GERİ ÇEKİN!

25 Temmuz 2017’de Nüfus Hizmetleri Kanununda değişiklik tasarısı Meclise sunuldu ve medyada olduğu kadar kadın örgütlerinde, meslek odalarında ve yaşam alanlarında tartışma yarattı.

Daha öncesinde, 2015 Mayıs’ında Anayasa Mahkemesi, Türk Ceza Kanunu’nun “Birden çok evlilik, hileli evlenme, dinsel tören” başlıklı maddesi 230/5 ve 6. fıkralarını iptal ederek, imam nikâhı kıymak için önce resmi nikâh kıyma şartını kaldırmış ve tartıştığımız yasadaki değişiklik önerilerinin de yolunu açmıştı.

Biz kadınlar şu an içinde bulunduğumuz günlerin ayak seslerini ta o zamanlardan duyar olduğumuzu sokak eylemliliklerimizle ifade etmiştik. Resmi nikâh önceliğinin kalkacağını, dini nikâhın resmi nikâhın alternatifi olacağını, kadınlar açısından hukuki ve ekonomik sorunlar hatta kayıplar yaratacağını, kararın laiklik ilkesine ve kazanılmış haklarımıza aykırı olacağını dile getirmiştik.

27.07.2017 günü Nüfus Kanununda yapılması düşünülen taslak ile “müftülere nikah kıyma yetkisi” tanınacağı haberi artık gündemimize oturdu. Nüfus Kanunu’nda öngören değişiklik taslağını incelendiğimizde tasarının İslam Hukuku’nun evliliğe bakışını içerdiğini görmemek mümkün değildir.

İslam Hukuku açısından kadın-erkek eşitliğinin objektif bir ilke olarak kabul edilmediği bilinmektedir. Medeni Kanun kabul edildiğinden bu yana İslam hukukunu savunanlarca en çok eleştirilen yanlardan biri evlilik hukuku ve özellikle boşanmaya dair eşitlikçi kurallar olmuştur. Çünkü bu yetki, kanunda yazılı sebeplerin varlığı halinde, ulemaya, din adamlarına değil mahkemelere verilmiştir.

Tasarıda 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanunu’nun 15. maddesinde yapılması düşünülen değişikliğe dikkat çekmek isteriz.  “Bu değişiklikle Sağlık personelinin takibi dışında doğan çocukların doğum bildirimi nüfus müdürlüklerine sözlü beyanla yapılır.” düzenlemesi yeterli görülmektedir. Özellikle son on yılda adli mercilere “ulaşabilen” cinsel şiddet vakaları, çocuk istismarı olguları gün yüzüne çıkmış ve artmış iken bu düzenleme ile çocuklara yönelik cinsel istismar vakalarının artacağı, çocuk evliliklerinden doğmuş bebeklerin doğum tarihlerinin gerçekten uzak olması olasılığı; anne ve bebeklerin sağlık izlemlerinin yapılamayacağı gerçekliği; “reşit” olmamış ergenlik çağındaki kız çocuklarına yönelik tecavüzlerin örtbas edileceği, cezasız kalacağı açık ve ne yazık ki kaçınılmaz olacaktır.

Bu tasarıdaki 6. madde ile “İl ve İlçe müftülüklerine de evlendirme memurluğu” yetkisi verilmektedir.

Türk Medeni  Kanunu 17.02.1926’da kabul edilmiştir ve bu kanun ile izleyen yıllarda örgütlü kadın mücadeleleri sonucundaki kazanımlar sonucu yapılan değişikliklerle:

-Ailede kadın-erkek eşitliği sağlandı; aile reisliğinin erkek olduğu ifadesi değiştirildi.

-Evlilikte resmi nikâh zorunluluğu getirildi.

-Erkekler için tek eşle evlilik esası getirildi.

-Kadınlara, istedikleri mesleğe girebilme ve çalışma hakkı tanındı.

-Mahkemelerde tanıklık yapma, miras ve boşanma konularında kadın-erkek eşit hale getirildi.

Kazanımlarımızdan vaz geçmeyeceğiz; var olanlarla da yetinmeyeceğiz. Eşitlik ve özgürlük mücadelemizi her alanda sürdürmeye kararlıyız.

Tasarınızı geri çekin!  Kadınların birleşik ortak mücadelesi bu tasarıyı da geçersiz kılacaktır.

Üç Fidan her geçen yıl yeni sürgünler vermekte..

 

Üç Fidan her geçen yıl yeni sürgünler vermekte..

İdam cezasının geri getirilmesi “Başkan”ın gündeminden düşmüyor.  Referandum sürecinde AKP’nin muhafazakar tabanı idam cezası üzerinden de etkilenmeye ve yönlendirilmeye çalışıldı. Muhafazakar taban için 15 Temmuz sonrası darbe girişimi fırsat bilinerek  ‘’idam için gerekirse referandum” yapılacağı gündemleştirildi.

Türkiye’de idam cezası Avrupa Birliği Uyum Paketi doğrultusunda 2002 yılında 4771 sayılı kanunla  kaldırılmış;  2003 yılında ölüm cezasını kaldıran  ‘‘6 Nolu Ek Protokol’’ onaylanmıştı.. 2004 yılında da 5218 sayılı kanunla idam cezası her koşulda mutlak olarak kaldırıldı; 2006’da da ‘‘13 No’ lu Protokol’’ onaylandı. Bu yasaları TBMM çıkarmış dönemin Cumhurbaşkanı da onaylamıştı.

İnsan hakları ve özgülüklerinin bir parçası olarak ölüm cezasının kaldırılmasından on iki yıl sonra iç siyasete dönük olarak yeniden idam cezası  gündeme getirildi. Milliyetçi muhafazakar, sözde muhafazakar demokrat AKP politikacıları  dara düştükleri zaman  kazanılmış temel hak ve özgürlükleri rafa kaldırarak ülkenin refaha ve mutluluğa erişeceği; ‘terör’ün ortadan kalkacağı propagandası yürütüyorlar. Ülkenin dört bir yanında devlet olanaklarıyla düzenlenen mitinglerde;  sonrasında kurumsal yıl dönümlerinde, toplantılarda Başkan’ın  konuşmalarında ölüm cezasının yeniden getirilmesinin zemini hazırlanıyor. Faşist askeri cuntanın başı Kenan Evren’in  ‘’asmayalım da besleyelim mi?’’ anlayışı ve uygulamaları günümüze taşınma telaşı yaşanıyor.

12 Mart yarı-askeri faşist iktidarının idam ettiği üç fidan her yıl yeni sürgünler vermekte; mücadeleye her geçen yıl onların adlarıyla, onların sınıfsız eşit ve kardeşçe yaşam özlemleriyle gençler katılmakta..

O günden bu güne idam cezalarının kaldırılması mücadelesi yürüten sosyalistler, devrimciler, demokratlar, insan hakları savunucuları, aydınlar ve hatta liberaller  için ”Başkan” ın idam cezasını yeniden seçmenlere onaylatarak geri getirme istemi o kadar kolay olmayacaktır. Referandum sürecinde ‘’ idam cezasının getirilmesine var mısın onu söyle?’’kışkırtmalarıyla referandumun “hükmen galibi” görünen Başkan için bu, öyle kolay olmayacaktır. İdam cezasının yeniden getirilmesi söylemi bile AKP ve Başkanının hangi çağ dışı görüşlere sahip olduğunun, kin-nefret-öç alma gibi ilkel duyguları harekete geçirerek toplumu iyiden iyiye gericileştirme hattının dışa vurumudur.

İslami Cumhuriyet kurma yolunda yürüyüşlerini sürdürenler bilmelidir ki ‘’idam cezası ile’’  çağdışı bir cumhuriyet kurma politikalarınıza karşı bu ülkenin yurttaşları, demokratları, aydınları, insan hakları savunucuları devrimcileri, sosyalist güçleri  mücadele edeceklerdir.  Dünya ve ülkemiz geri dönülmez-onarılamaz ceza yaptırımlarıyla değil, emekten yana güçlerin mücadelesiyle kazanılacak özgürlüklerle değişecektir.

Referandum üzerine

Referandum üzerine;

OHAL koşullarında muhaliflerin ağır baskılarla gözaltı, tutuklamalarla karşı karşıya kaldığı bir ortamda anayasa oylamasına gidilmiş; Anayasa referandumu önceki darbe anayasalarında olduğu gibi tepeden inmeci tarzda yaşama geçirilmiştir. Sendikalar, meslek ve kitle örgütleri; siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan bir kurucu mecliste tartışılmamış, en az üçte iki çoğunluk aranmamış, demokratik mekanizmalar oluşturulmamış dolayısıyla da meşruiyet kazanmamıştır. Referanduma hazırlık koşulları anti demokratik olarak yaşanmış; propaganda da fırsat eşitliği yok sayılmıştır. Sonucun açıklanma zamanlaması var olan yasalara da aykırı ve hukuki olmamış, insanlığın evrensel adalet ve hukuk birikimine de aykırı düşmüştür.

Başbakan referandum sonucunu yangından mal kaçıran bir ruh hali içinde, sandıkların tümü açılmadan ve oy sayımı bitmeden açıklamıştır. Cumhurbaşkanı da Yüksek Seçim Kurulu oylama sonuçlarını resmi olarak açıklamamış iken ‘’atı alan Üsküdar’ı geçti’’ demiştir. Yasalara ve hukuka aykırı yapılan bu açıklama yeni ve şaşırtıcı bir olgu değil, Tayyip Erdoğan ve AKP kurmaylarının hukuk ve adaleti kendilerine uygun düzenleme ekseninin dışa vurumudur. Cumhurbaşkanı akabinde ilk balkon konuşmasında idam yasasının çıkarılmasından güdük demokratik kazanımları yeniden dizayn edeceğine vurgu yapmıştır. Trump ile yaptığı görüşme sonucu Suriye politikalarında da savaştan yana ve işgalci tutumunu sürdüreceğini açıklamıştır.

Muhalif kesimler ise yasalara uyulmadan ve devlet olanakları kullanılarak bir evet kampanyası yürütülmesini ve kanunun açık hükmüne rağmen sandık kurulu mühürü olmayan oy pusulalarının geçerli sayılmasını YSK’nin kabul etmesine karşı itiraz başvurusunu yapmıştır.

AKP hükümeti, oylama sonrası saldırgan söylem ve politikasını giderek yoğunlaştırıyor. AKP’ye, bu saldırgan politikaları pervasızca uygulama cesaretini veren başlıca iki dayanak var: On beş yıldır oluşturduğu sermaye, devlet aygıtı; din, inanç, muhafazakar gelenek ve İslami geleneksel kültür üzerinden yedeklediği, azımsanmayacak bir kitle desteği. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet yöneticileri, CHP’nin başlıca temsilcisi olduğu burjuva parlamentarist muhalefete, Kürt hareketine, demokratik haklardan yana tutum alan aydınlara, gazetecilere, akademisyenlere, parti ve örgütlere; hakları için mücadeleye yönelen işçi, emekçi ve gençlere karşı sınır tanımaz açıklamalar yapıyorlar.. Halk içerisinde muhaliflere karşı ayrımcılık ve ötekileştirme politikasını yükseltiyorlar.

AKP’nin tüm saldırgan politikalarına karşın emekçi halkın sermaye düzenine karşı HAYIR politikası sürecektir. Referandumda ortaya çıkan sonuç gösteriyor ki, faşist-gerici sermaye düzeni aklanmamıştır. Tahkim edilmek istenen faşist düzene önemli bir itiraz olmuştur. Faşist sermaye düzenine karşı verilen itiraz ve mücadele AKP iktidarının tüm düzeni tahkim etmesine ve açılan çatlakları yeniden düzenlemesine karşı sürecektir. Emekçilerin tek adam diktatörlüğünün şekillendirileceği ve sermaye düzeninin tahkim edileceği yeni dönemde faşizmin çok yönlü saldırılarına karşı siyasi demokrasi talepleri temelinde mücadeleyi geliştirmelerinin önemi açıktır. İşçi sınıfı ve emekçiler kentlerde ve kırlarda kendi talepleri temelinde faşist-gerici sermaye düzenine karşı ileri atılım yaptığı ölçüde kürt halkının eşitlik ve özgürlük mücadelesi de ilerleyecek ve demokratik, paylaşmacı bir toplumsal düzenin yolu açılacaktır.

Gün işçilerin, emekçilerin, ilerici aydınların, kokuşmuş düzene karşı isyan duygularıyla dolu genç kuşakların, kürt halkının, yoksulların, ötekileştirilenlerin, siyasal parti ve çevrelerin tek adam diktatörlüğüne, faşizmin ve sermayenin baskı ve kuşatmasına karşı tüm güçlerini birleştirme günüdür!