Basın meslek örgütleri sokağa çıktı: Cezasızlık  zırhına güvenmeyin! Size bu kanunsuz emri verenlerle birlikte mutlaka yargılanırsınız!

İstanbul’da ‘Onur Yürüyüşü’ sırasında boynuna basılarak gözaltına alınan  ve ölümden dönen Bülent Kılıç’ın  yaşadıkları ülke düzeyinde meslektaşlarını sokağa çıkardı.  İzmir’de Konak Meydanı’nda bulunan  Hasan Tahsin Anıtı önünde toplanan  basın meslek örgütleri ve İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  alkışlarla  saldırıyı protesto etti.

İzmir Gazeteciler Cemiyeti, Avrupa Gazeteciler Birliği (AEJ) Türkiye Temsilciliği, Basın Konseyi, Çağdaş Gazeteciler Derneği, Dicle Fırat Gazeteciler Derneği, Diplomasi muhabirleri Derneği,  DİSK Basın-İş Ekonomi Muhabirleri Derneği, Gazeteciler Cemiyeti, Haber- Sen,  Parlamento Muhabirleri Derneği, Samsun Gazeteciler Cemiyeti’nin imzasının yer aldığı metni İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi okudu.

Açıklama sırasında, basın açıklamasına katılanlar “Basın emekçileri yalnız değidir”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz”, “susmuyoruz, kormuyoruz, haber yapıyoruz”, “özgür basın susturulamaz” sloganlarıyla açıklamaya destek verdiler.

Açıklama şöyle;

“Anayasa ile güvence altına alınan protesto hakkı fiilen yasaklanmış durumda. Geçim sıkıntısı yaşayan, haksızca İşten atılan, mahallesine, ormanlarına, denizine sahip çıkmak isteyen, kimliklere saldırılmasına karşı çıkan insanlar,  polis ve jandarma şiddetine  uğruyor, seslerini duyuramıyor.

İşte, hakkını aramak için sokağa çıkan bu yurttaşları haberleştirmek gazetecinin kamusal görevidir.

Ancak meslektaşlarımız  toplum adına görevlerini yürütürken ağır şiddetle karşı karşıya kalıyor. İçişleri Bakanlığı’nın gösteriler sırasında polislerin görüntülerinin alınamayacağına yönelik yasadışı genelgesinin ardından, bu şiddet çok daha tehlikeli bir hal almış durumda.

26 Haziran Cumartesi günü LGBTİ+  bireylerin ve onlara destek veren yurttaşların düzenlemek istediği onur yürüyüşüne  müdahale eden güvenlik  görevlileri uygulanan şiddeti kayda almak isteyen Ajans France Press foto muhabiri  Bülent Kılıç’ı  yere yatırıp boynuna  bastırarak nefessiz bırakmak istediler.

Güçlükle “nefes alamıyorum” diyebilen Bülent Kılıç ölümden döndü.

Amerika’da bir polis tarafından aynı yöntem ve öldürülen George  Floyd’un  görüntüleri tüm  dünyada infial yaratmışken,  ülkemizdeki güvenlik güçlerinin bunu örnek alırcasına  şiddet uygulaması hepimizi derinden endişelendirmektedir.

Aynı aynı gün başka meslektaşlarımızın  da işlerini yapmaları engellendi.  Darp edilen, taciz edilen, çektikleri görüntüleri silmek zorunda bırakılan meslektaşlarımız oldu.

Kolluk güçleri bu kanun tanımaz uygulamaları ile halkın gerçekleri öğrenme hakkını engellemektedir. Nefessiz bıraktıkları yalnız meslektaşımız değil, halkın haber alma hakkıdır.

En büyük özelliği, olanı biteni tüm çıplaklığıyla belgelemek olan fotoğraf makinesi ya da kamerayı kullanan meslektaşlarımız suçunu örtmek isteyenlerin ilk saldırdığı kişiler oluyor.

Bu şiddet dalgasının amacı medya çalışanlarını bezdirmek ve görevlerini yapmaktan uzak tutmak ise,  bu amaca ulaşmanın mümkün olmadığını bir kez daha, gür bir sesle haykırıyoruz.

Gazetecilik suç değildir ve bizler gazetecilik yapmaya devam edeceğiz. Gazetecilere şiddet uygulanmasını kanıksamayacağız, asla kabul etmeyeceğiz!

Bu insanlık dışı yöntemlerde ısrar etmeyi düşünen memurları da uyarıyoruz: Cezasızlık  zırhına güvenmeyin! Size bu kanunsuz emri verenlerle birlikte mutlaka yargılanırsınız!

Gazeteciliği boğmanıza  asla izin vermeyeceğiz!”

İzmir Gazeteciler Cemiyeti Başkanı Dilek Gappi’nin açıklamaları sonrasında gazeteciler, kalemlerini, defterlerini, kamera ve mikrofonlarını yere bırakarak tepkilerini ortaya koydu.

 

Hak örgütleri İzmir’de ortak açıklama yaptı.İşkence İnsanlık suçudur ve mutlak olarak yasaktır.işkencesiz bir dünya mümkündür.

26 Haziran Birleşmiş Milletler (BM) İşkence Görenlerle Dayanışma Günün’ndeİzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği, İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, İmece Dostluk Dayanışma Derneği, Halklar  Arası Dayanışma Köprüsü Derneği, Türkan Saylan Kültür merkezi önünde ortak açıklama yaptı.  Açıklamayı Türkiye İnsan Hakları Vakfı(TİHV) Yönetim Kurulu Sekreteri Çoşkun Üsterci Yaptı.

Açıklama şöyle,

Her Şeye Karşın İşkencesiz Bir Dünya Mümkündür…

Bugün 26 Haziran. Ülkemizde ve dünyada insan hakları savunucuları açısından özel ve önemli bir gün. Çünkü Birleşmiş Milletler (BM) bugünü 1997 yılında “İşkence Görenlerle Dayanışma Günü” olarak ilan etmiştir. BM’nin bugünü seçmesinin nedeni ise “İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı ya da Onur Kırıcı Muamele ya da Cezaya Karşı Sözleşme”nin 26 Haziran 1987 tarihinde yürürlüğe girmiş olmasıdır.

Türkiye’nin de altına imza attığı bu Sözleşme, insanın sahip olduğu onur ve değeri korumak için işkenceyi mutlak olarak yasaklar. İnsanlık ailesinin ortak kazanımı olan ve modern insan hakları hukukunun en temel kurallarından birini oluşturan bu yasak, normlar hiyerarşisi açısından üstün kural, başka bir deyişle buyruk kural niteliğindedir. Dolayısıyla hiçbir koşulda istisnası olmaz. Sözleşmenin 2. maddesinin 2. paragrafında bu durum şöyle ifade edilir: “Hiçbir istisnai durum ne harp hâli ne de bir harp tehdidi, dâhili siyasî istikrarsızlık veya herhangi başka bir olağanüstü hâl, işkencenin uygulanması için gerekçe gösterilemez”.

Buna karşın işkence, hâlen dünyanın pek çok ülkesinde devletler tarafından toplumlara karşı insanlık dışı bir cezalandırma ve yıldırma aracı olarak kullanılmaktadır. Türkiye “İşkenceye Karşı Sözleşme”yi 1988 yılında kabul etmiş, Anayasa ve Ceza Kanunu’nda işkenceyi yasaklamıştır. Maalesef ülkemizde de işkence ve diğer kötü muamele sadece askeri darbeler döneminde değil neredeyse tüm cumhuriyet tarihi boyunca sistematik bir devlet pratiği olarak varlığını korumuştur. Ancak ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren mevcut siyasal iktidarın her geçen gün daha da artan baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. Ekte yer alan dosyada paylaşılan veriler mutlak yasağa ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkencenin Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olduğunu ortaya koymaktadır. “İşkenceye sıfır tolerans” sözü tarihsel ve olgusal olarak koca bir yalandan başka bir şey değildir.

Siyasal iktidarın giderek daha fazla otoriterleşmesi ile orantılı biçimde devlet erkinin çeşitli kademelerinde yaygınlaşan yasa, kural ve norm denetiminden kaçınma, keyfilik, bilinçli ihmal gibi sebeplerle usul güvencelerinin ihlal edilmesi, gözaltı sürelerinin uzunluğu, izleme ve önleme mekanizmalarının işlevsiz kılınması ya da bağımsız izleme ve önlemenin hiç olmaması, en yetkili ağızlardan işkenceyi bizzat teşvik edici söylemler, köklü cezasızlık politikaları vb. sonucunda resmi gözaltı merkezlerinde işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları tüm ağırlığı ve vehameti ile devam etmektedir.

Kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları da önceki dönemlerde görülmeyen bir boyuta varmıştır. Kolluk güçlerinin, evrensel hukukta ve ülke yasalarında tanımlanan zor kullanma yetkisinin çok ötesine geçen kural dışı, denetlenmeyen, cezalandırılmayan, siyasal iktidar tarafından görmezden gelinen hatta teşvik edilen bu şiddeti sıradanlaşmış, gündelik yaşamın bir parçası haline gelmiştir.   Bu çerçevede Covid – 19 salgınıyla mücadele kapsamında alınan tedbirlere uyulmadığı gerekçesiyle çok sayıda yurttaş, bireysel ya da toplu biçimde kolluk güçlerinin işkence ve diğer kötü muamele niteliğine varan şiddetine maruz kalmıştır. Keza yıl boyunca demokratik bir toplumun temelini oluşturan ve Anayasa tarafından da teminat altına alınmış olan toplanma ve gösteri yapma özgürlüklerini barışçıl biçimde kullanarak üniversitelerine atanmış rektörü protesto eden Boğaziçi öğrencileri, İstanbul Sözleşmesinden çıkılmasına itiraz eden kadınlar ve LGBTİ+’lar, sendikalı oldukları için işlerinden atılan ve hak arayan işçiler, hava, toprak ve sularına sahip çıkan köylüler ve yaşam savunucuları, demokratik muhalefeti büyütmek isteyen siyasi parti üye ve yöneticileri, temel hak ve özgürlükleri korumak isteyen insan hakları savunucuları bu zalimane ve utanç verici kolluk şiddetine maruz kalmışlardır.

Yakın tarihimizin en utanç verici insan hakları ihlallerinden biri olan insanlığa karşı suç niteliğindeki zorla kaçırma/kaybetme vakalarında OHAL’in ilan edildiği 2016 yılından bu yana yeniden bir artış görülmesi son derece endişe vericidir.

İşkence ve diğer kötü muamele uygulamalarının her açıdan yoğun olarak yaşandığı cezaevleri, Covid-19 salgını ile birlikte ülkenin yaşamsal açıdan en riskli mekânları haline gelmiştir. Adalet Bakanlığı tarafından salgın gerekçe gösterilerek alınan önlemlerle hapishanelerde mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da kısıtlanarak işkence ve diğer kötü muamele boyutuna varan yeni bir “normal” yaratılmıştır.

Bu arada mültecilerin/sığınmacıların özgürlüklerinden alıkonulduğu Geri Gönderme Merkezlerinde (GGM) yaşanan işkence ve diğer kötü muamele iddialarında bir artış görülmektedir. En son İzmir Harmandalı GGM‘ de Mayıs ayında yaşanan işkence ve diğer kötü muamele iddialarına henüz açıklık kazandırılamadan geçtiğimiz Çarşamba günü bu merkezde çıkan yangın sonucu bir mülteci şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiştir.

Açıklama ekindeki verilerle görünürlük kazandırmaya çalıştığımız endişe verici bu gerçeklik uluslararası önleme mekanizmalarının ve insan hakları kurumlarının raporlarına da yansımaktadır. Ne var ki, Anayasa başta olmak üzere hiçbir kural ve normla kendine sınırlandırmak istemeyen siyasal iktidar, uluslararası mekanizmaları, onların yaptığı eleştiri ve uyarıları da dikkate almamakta, işkenceyi önlemeye yönelik iyileştirmeleri yapmamaktadır. Aksine, mevzuatta işkence yasağının mutlak niteliğine aykırı düzenleme ve değişiklikler yaparak cezasızlığı “güvence” altına almaya çalışmakta, ihlalleri görünür kılmaya çalışan insan hakları savunucularına yönelik tehditlerle işkenceye karşı mücadeleyi engelleyebileceğini düşünmektedir. Hakikatin bu iç karartıcı niteliğine rağmen insan eliyle gerçekleştiği için işkenceyi yine de durdurmak mümkündür.

İşkenceyi önleme/durdurma yükümlülüğü öncelikle devletlere aittir. Dolayısıyla insan hakları savunuculuğunun bir gereği olarak yıllardır sabır ve ısrarla dile getirdiğimiz aşağıdaki asgari talepleri siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyor ve ivedilikle gerçekleştirilmesini istiyoruz:

  • İşkencenin ülkemizde bu boyutta olmasının en temel nedeni işkence yasağının mutlak niteliği ile bağdaşmayan çok ciddi bir cezasızlık kültürünün varlığıdır. Her şeyden önce sıradan bir kural haline getirilmeye çalışılan cezasızlık politikalarına son verilmelidir.
  • Her düzeyde yetkililer işkenceyi ve işkenceciyi öven, teşvik eden söylemlerden vazgeçmeli, uluslararası mekanizmaların tavsiyeleri doğrultusunda işkence uygulamaları kamuya açık bir şekilde kesin olarak kınanmalıdır. • Gözaltı koşullarında usul güvenceleri eksiksiz olarak uygulanmalıdır.
  • Gözaltı süreleri kısaltılmalıdır.
  • Mevcut Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu (TİHEK) kaldırılmalı OPCAT ve Paris İlkelerine uygun tümüyle bağımsız bir ulusal önleme mekanizması oluşturulmalıdır.
  • İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalıdır.
  • İşkenceye ilişkin iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır. Ancak şunu da hatırlatmak isteriz ki, insanlık onuruna sahip çıkmak ve işkenceyi önlemek aynı zamanda tüm toplumun da sorumluluğudur. İnsan ve yurttaş olmak için, bizi toplum yapan müşterek bağı korumak için işkencenin yol açtığı acıları görmek ve dayanışmayı büyütmek zorundayız.

Biz aşağıda imzası olan kuruluşlar olarak, dün olduğu gibi bundan sonra da tüm örtbas etme, korkutma, susturma çabalarına karşın, başlarına geleni kader olarak kabul etmeyip, yüksek sesle haykırabilmeleri için işkence görenlerin her koşulda yanında olmaya; maruz kaldıkları işkenceyi belgeleyip raporlamaya; fiziksel ve ruhsal onarım süreçlerine destek vermeye; adalete erişimlerine yardımcı olmaya; yaşadıkları acıların bir daha asla tekrarlanmaması için cezasızlıkla mücadele etmeye devam edeceğiz.

GÖRÜYORUZ, SUSMUYORUZ, MÜCADELE EDİYORUZ…

İNSANLIK ONURU İŞKENCEYİ MUTLAKA YENECEK…

İŞKENCESİZ BİR DÜNYA MÜMKÜN!”

 

 

 

İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz İzmir Kampanya Grubu 9. nöbet eylemini yaptı. Temel haklarımızdan vazgeçmiyoruz. Demokrasi ve barış mücadelesine yapılan saldırılar karşısında sessiz kalmayacağız. Deniz Poyrazı mücadelemizde yaşatacağız

İstanbul Sözleşmesinden Vazgeçmiyoruz İzmir Kampanya Grubu  Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde dokuzuncu  nöbet eylemini gerçekleştirdi.  Kadınları  polis  çember içerisine alarak  kullanacakları alanı darlaştırdı  ve kadınlara kullanacakları   hareket alanı kalmadı.  Kadınlar  polis ablukasına tepki olarak polise  ve  caddeye sırtlarını  dönerek eylemlerine devam etti. İzmir HDP İl Merkezine yönelik çok sayıda partiliyi öldürmeyi tasarlayarak  yapılan  silahlı saldırıda  ölen  Deniz Poyraz’ı  anan kadınlar  “Denizi mücadelemizde yaşatacağız”  dedi.  Kadınlar 1 Temmuz perşembe günü  Alsancak’da  sokakları yine dolduracaklarını  ve mücadele edeceklerini belirterek  katılım çağrısında bulundu.

İktidardaki faşist blok tarafından bir gecede tek adam  kararıyla fesh edilen  İstanbul Sözleşmesi, 1 Ağustos 2014 yılında yürürlüğe girmişti.  Siyasi iktidar kadına yönelik cinayetlerin ve  şiddetin arttığı ve ivmesinin giderek yükseldiği koşullarda  sözleşmenin etkin bir şekilde uygulanması için hiçbir çaba göstermediği  gibi,  dinci gerici tarikatlar ile el ele,  sözleşmeden imzasını çekmişti.

2021 yılının ilk dört ayında 154 kadın öldürüldü ve kadın cinayetleri artarak  sürmekte. Sözleşmenin hukuksuz bir şekilde fesh edilmesiyle birlikte  aile içi şiddetten kaçan ve sığınma evlerine yerleşip koruma talep eden kadınları  İçişleri Bakanlığı    korumamakta  ve  şiddete uğrayan kadınları evlerine göndermeye çalışmakta ve  aile içi şiddete direnmemeleri  istenmektedir.  Bakanlık Şiddete uğrayan tacize uğrayan kadınları korumamaktadır.

Kadınlar, tarikatçı-dinci örgütlenmelerin talepleri doğrultusunda en temel haklarından yoksun kılınmaya çalışılmaktadır. Çocuk yaşta evlilikler, aile içi taciz ve tecavüz, çocuk istismarinin ihbarı durumunda etkin, bağımsız ve hukuk ilkelerine uygun sorusturma, yargilama yapılmamaktadır. Çocuk evliliklerinin meşru görülmesi; tecavuz eden erkek ile tecavuz edilen kadının evlendirilmesi, cezadan kurtarılması; nafaka hakkının ortadan kaldırılmasına yönelik çalışmalar; Medeni Kanun’daki ve miras hukukunundaki yetersiz eşitliğin bile tasfiye edilmek istendiği bir dönemi yaşamaktayız.  Dinci gerici bir siyasal düzenleme yasallaştirilmaya çalışılmaktadır.  Şiddet uygulayan , kadın cinayetlerini işleyenler devletin mekanizmaları tarafından cezasız bırakılmakta , yargılamalar eril anlayışla erkekten yana sürdürülmekte, kadınların giyimi, davranışı, gülüşü ” tahrik” unsuru olarak görülebilmektedir. Kadınlar   bugün ses çıkarmazlarsa,  işyerinde, fabrikada, tarlada, okulda örgütlenmez ve mücadele etmezlerse,  faşist blok, gerici örgütlenmeler ve  tarikatlar,  kötülük zehirlerini   yasallaştıracak. Kadınlar  kazanılmış tüm haklarını korumak ve geliştirmek için mücadele etmekte.   İstanbul Sözleşmesi İzmir Kampanya Grubu 9. nöbet eyleminde  de temel hakları için  mücadeleye ve   toplumun her kesimini İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya çağırarak, aksi takdirde kaybedeceklerimiz İstanbul Sözleşmesi’yle sınırlı kalmayacak dedi.

Açıklama sırasında kadınlar

“Biz nasıl ki yaşamaktan vazgeçemeyiz, İstanbul Sözleşmesi’nden de vazgeçmiyoruz! ”

“Hayatlarımızdan  vazgeçmiyoruz”,  ” haklarımızdan vazgeçmiyoruz”,  “İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmiyoruz”,  “Canımıza göz dikenleri  kabul etmiyoruz” , “Haklarımıza müdahaleyi kabul etmiyoruz”,  “Hayatlarımıza müdahaleyi  kabul etmiyoruz”,  “Varlığımıza müdahaleyi kabul etmiyoruz.”,  “Eşit değilsiniz diyenleri kabul etmiyoruz.”,  “Şiddetin suçunu kadınlara atanları  kabul etmiyoruz”,  “Bize rağmen İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmasını  kabul etmiyoruz”,  “Yaşam kadın dayanışma “, ”  Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz”, “AKP elini sözleşmeden çek”, “nefrete inat yaşasın hayat”, ” Duy duy herkes duysun erkek şiddeti son bulsun”,  ” katil vuruyor, devlet kayırıyor”, ” Katledilen kadınlar isyanımızdır”  diye haykırdılar.

“Kadınlar adına açıklamayı Maile Ariç ve Pınar Usta birlikte yaptı.  Açıklama şöyle;

“İstanbul Sözleşmesi’nin aylardır yürütülen kadın ve LGBTİ+ düşmanı, dinci ve muhafazakâr kampanyalar sonucunda 20 Mart gece yarısı Cumhurbaşkanı Kararı ile tek tarafı olarak fesheildi. Şu andan başlayarak 1 Temmuz’a kadar, toplumun her kesimini İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkmaya, demokratik ve yaratıcı bir yöntem, söylem, eylemlilik sürecine, birlikte değiştirmeye çağırıyoruz. Aksi takdirde kaybedeceklerimiz İstanbul Sözleşmesi’yle sınırlı kalmayacak.

Her gün en az 1 kadın erkekler tarafından öldürülürken; kadınlar toplum yaşamından soyutlanırken-yoksullaşır ve ev içi işlere mahkûm edilirken; çocuk istismarcıları için af girişimleri gündemdeyken; şu andan başlayarak 1 Temmuz’a kadar, toplumun her kesiminin bu hukuksuz gidişe itirazını yükseltmesini, tek kişi kararının geri alınması için hükümete çağrı yapmasını, Sözleşme ‘de kalma ve etkin uygulama talep ve kararlılığını dile getirmesi gerekmektedir.

Biz nasıl ki yaşamaktan vazgeçemeyiz, İstanbul Sözleşmesi’nden de vazgeçmiyoruz!

Bunun üzerine 20  Marttan beri ülkede yaşanan olayların ardı ardı kesilmedi her geçen gün biz kadınlar öldürülmeye devam ediyoruz.

Bugün burada nöbetimizin 9. Haftasında tekrar ediyoruz

Kadınların tüm dünyada şiddete karşı on yıllarca süren mücadeleyle kazandıkları ve 2011 yılında meclis kararıyla kabul edilen İstanbul Sözleşmesi, bir gece yarısı tek bir adamın kararıyla iptal edilebilir mi? Hayatlarımızın siyasi pazarlık konusu edilmesini kabul edebilir miyiz? Elbette hayır

Tek adamın tek taralı bu fesih kararı, biz kadınlar nezdinde yok hükmündedir! Eşit yaşam hakkımızın güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi’nden de, haklarımızdan da vazgeçmiyoruz. Bizi cinsel yönelim, cinsiyet kimliği, konuştuğumuz dil, yaşadığımız hayat üzerinden ayrıştırma çabalarının karşısında, birimizin şiddet gördüğü koşulda hiçbirimizin güvende olmadığının bilinciyle, hep birlikteyiz. 20 Mart’tan beri katilleri değil kadınları engellemek için yaptıkları her şeye rağmen sokaklardayız, her yerdeyiz. Çünkü bu bizim için bir hayat mücadelesi!

Avrupa Konseyi’ne yapılan bildirimden itibaren üç aylık süre 1 Temmuz’da dolunca, Türkiye bir zamanlar ilk imzacısı olmakla övündüğü sözleşmeden ilk çekilen ülke olacak. Böylece tüm dünyaya toplumsal cinsiyet temelli şiddetle mücadele etme, kadınların ve LGBTİ+’ların eşit yaşamasını sağlama, kadın cinayetlerini engelleme niyeti olmadığını iyice ilan etmiş olacak. Bu saldırı böylesine hayatlarımıza, varoluşumuza yönelmişken biz ne yapacağız?

1 Temmuz’da bize hak görmedikleri o hayatı durduracağız! İtaatsizliğimizle iktidarı bu gayrimeşru çekilme kararını aldığına pişman etmek için sokaklarda olacağız, sesimizi yükselteceğiz. Eşit yaşama hakkımızı yok sayarak adımıza karar alanlara bir kez daha ilan edeceğiz: Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz – ne 1 Temmuz’dan önce, ne 1 Temmuz’dan sonra!

İstanbul sözleşmesinin kaldırılmasının ardından

Şiddet yanlısı erkekler bunu kadına şiddet ve kadın cinayeti serbestisi olarak algılamış olacak ki haberin duyulmasının ardından 12 saat içinde 6 kadın öldürüldü, yani iki saatte bir kadın hayattan koparıldı.

-Kimi erkekler avukatlarını arayarak ‘Sözleşmeden çıktık, karıma şiddetten aldığım cezayı toplam cezamdan düşebilir miyiz?’, ‘Şimdi çocuğumun velayetini alabilir miyim?’ gibi sorular sormaya başladı.

-Eşini, eski eşini öldürmekten ağırlaştırılmış ömür boyu hapis cezası alan iki erkek, istinaf mahkemesinde beraat ettirildi.

-İstanbul Sözleşmesi karşıtları, daha yüksek sesle ‘Sıra 6284’te, hatta Medeni Yasa’da’ demeye başladı.

-Gökkuşağı bayrağı her yerde hedef haline getirilerek üniversitelerdeki LGBTİ+  kulüpleri kapatıldı.

– AKP sürekli nafaka ve çocuk yaşta evliliği (sistematik istismarı) gündemde tutuyor. Her seferinde güçlü bir karşı koyuş konulsa da, ısrarla dillendirilmekte ve tekrar tekrar gündeme getirmektedir

-Kimi karakollar İstanbul Sözleşmesi kararından sonra 6284 sayılı yasa da kaldırılmış gibi davranmaya başladı. İstanbul Pendik’te kocasının şiddetinden kurtulmak için karakola sığınan ve sığınağa gitmeyi talep eden kadına “darp raporu ve tehdit edildiğine dair kanıt lazım” cevabı verildi. Oysa yürürlükteki 6284 sayılı yasaya göre şiddet gören kadının böyle bir kanıt sunmasına gerek yok. Başvurucu kadın yasayı hatırlatmasına rağmen, polisler kadını “Şiddeti Önleme ve İzleme Merkezi”ne yönlendirmedi. ‘Eski usule döndük artık, darp raporun olacak ki seni sığınma evine gönderelim’ dendi. Kadın, bizzat devlet eliyle şiddet gördüğü eve geri gönderildi.  (6 Nisan)

-Sosyal medya trolleri iyice rahatladı; Twitter’da #morardınızmı etiketleri açıldı, 12 Nisan tecavüz günü ilan edildi ve TT yapıldı.

-Antalya’da bir tarlada yarı gömülü halde cansız bedeni bulunan Dilara Kandak’ı öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan Ahmet Yorulmaz isimli erkek, istinaf mahkemesi tarafından beraat ettirildi. (8 Nisan)

-Iğdır’da Güner Çağraş cinayeti davasında verilen karar bozularak “haksız tahrik” indirimi uygulandı. (20 Nisan)

-Bursa’da aynı sitede oturan bir erkek tarafından şiddet gören bir kadın, karakola gittiğinde, aynı sitede oturmaları gerekçe gösterilerek koruma kararı çıkarılmadı.

-Kayseri’de defalarca koruma kararını ihlal eden boşandığı erkeği şikayet eden kadına savcı, “Buradan taşın” önerisi yaptı.

-Erzurum’da bir kadın, boşanma aşamasında olduğu ve koruma kararını defalarca ihlal eden erkeği yeniden şikayete gittiğinde, polisten “kavga ede ede ölürsün” yanıtı aldı.

-Antalya’da COVİD 19 infaz düzenlemesiyle serbest bırakılan Besat Doğan isimli erkek, tahliye edildikten sonra Rabia Doğan’ı öldürdü. Emniyet binasının önüne gelen failin arkadaşları, tezahüratlar eşliğinde cinayet zanlısını kutladı (!).

-Bilecik Belediyesi’nce hazırlanan İstanbul Sözleşmesi billboardları hakkında “polis ve öğretmenleri zan altında bıraktığı” gerekçesiyle İçişleri Bakanlığı tarafından soruşturma açıldı. (26 Mart)

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık, “Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi diye kadına yönelik şiddetle mücadelenin ya da kadın hakları kazanımlarının çöpe gittiğini söylemek büyük bir haksızlık olur” dedi. (26 Mayıs)

İstanbul Sözleşmesi’ni savunan kadınlara açılan davanın duruşmasının görüleceği Ankara Adliyesi önünde buluşan kadınlara polis saldırdı.(7 Haziran)

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu katıldığı bir programda Sedat Peker videolarının izlenme oranı ile alakalı “bir sürü insan çocuk pornosu da izliyor” cümlesini kullandı (25 Mayıs)

Ezgi Mola’ya Musa Orhan paylaşımı ile ilgili dava açıldı. (3 Haziran)

Musa Orhan’ın avukatı, Ezgi Mola’ya destek veren 16 sanatçı hakkında suç duyurusunda bulunduğunu açıkladı. (4 Haziran)

Bu süreçte AKP, LGBT düşmanı, ötekileştirici  politikalarına da devam ediyor. Bir LGBTİ+, öldüresiye dövülürken çekilen görüntüler, sosyal medyada paylaşıldı. (25 Mart)  ardından -İçişleri Bakanlığı, belediyelere resmi yazı yazarak soruşturma yürütür gibi temel görevlerini sorgulayıcı şekilde LGBTİ+ çalışmaları yürütüp yürütmediğini sordu.

En son ” İstanbul Onur Haftası Komitesi’nin düzenlediği vegan piknik, önce Adalar İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından hukuk dışı yollarla fiili olarak yasaklanmış; ardından Maçka Parkı’na taşınan etkinliğe katılan LGBTİ+’lar, hedef seçilerek parktan zorla ve polis tarafından şiddet uygulanarak çıkarılmaya çalışılmıştır. Aynı zaman aralığında Şişli Kaymakamlığı  tarafından 30 gün boyunca LGBTİ+ temalı etkinlikler yasaklanmıştır. Bu son yaşanan hak ihlalleri ve saldırılar, LGBTİ+’lara yönelik düşmanlaştırma politikaların açıkça ortaya koymaktadır.

İstanbul Kadıköy’de kaldığı pansiyonun 3. katından düşerek hayatını kaybeden hemşire Şebnem Köker’in (29) ölümüne ilişkin gözaltına alınan şüpheli T.B. (34) Ailenin olayın cinayet olduğunu söylemesine rağmen  serbest bırakıldı.

17 haziranda İzmir HDP  İl binasına yapılan silahlı saldırıda Onur Gencer isimli katil ve işbirlikçileri Deniz Poyraz kız kardeşimizi katletti

Bu saldırı ve cinayet yalnızca  HDP’ ye değil demokrasiye ve toplumsal muhalefete yapılmış bir saldırıdır.

Eli silahlı adamların göz göre göre işlediği cinayetlerin tanığıyız.  Onlarca kez şikayetçi  olmasına rağmen korunmayan kadınların cinayetlerinin tanığıyız.   Musa Orhan örneğinde olduğu gibi devletin katilleri korumasında tanığız.

Demokrasi ve barış mücadelesine yapılan saldırılar karşısında kadınlar olarak sessiz kalmayacağız. Deniz Poyrazı mücadelemizde yaşatacağız”

Oturma eylemi 175. haftasında.Ohal Komisyonu lağvedilmeli tüm kararları geçersiz sayılmalı

Kesk İzmir Şubeler Platformu ve  İzmir Eğitim-Sen  2 No’lu Şube, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bir gecede hukuksuz haksız bir biçimde işinden olan kamu emekçilerinin işlerine geri dönebilmeleri için başlattığı mücadelenin 175 haftasında da, basın açıklaması ve oturma eylemini  Karşıyaka Çarşı’da  gerçekleştirdi.

Açıklamayı  KESK İzmir Şubeler Platform   Dönem Yürütmesi” adına  BES  (Büro Emekçileri Sendikası) İzmir Şube Başkanı Mustafa Güven yaptı.  Açıklama şöyle:

“İzmir’de geçen hafta HDP İl Binasına yapılan silahlı saldırıda Deniz POYRAZ siyasi bir cinayete kurban edildi. Aynı gün parti kapatma davası açılarak, toplumsal barışa ve bir arada yaşam iradesine atılan kurşunlardan sonra bir de hukuksal cinayet planlandığı aşikardır. Ülkeyi satıp soğana çeviren, kendi yolsuzluklarının üstünü kapatmaya çalışan, halka hesap vermekten korkan siyasi iktidar toplumu bir kez daha kutuplaştırılarak, kışkırtarak gemisini yürütmeye çalışmaktadır. Hem de bu gemide artık kokain vardır, kara para vardır, insanların mallarına çökme, emekçilerin haklarını yok etme, halkı yoksulluğa mahkum etme vardır. Yani ülkenin yeraltı yer üstü kaynaklarının emperyalist tekellere, mafyasal güçler aracılığıyla peşkeş çekilmesi vardır. Biz bu filmi çok izledik. Ve bu oyunlara karnımız tok. Tüm provokasyonlara, korku iklimi yaratma girişimlerine inat yolsuzlukların hesabını da soracağız, hukuksuzca işten atılan KHK’li ihraç arkadaşlarımızın hesabını da soracağız, Deniz POYRAZ’ın katillerinin arkasındaki karanlık güçlerden de hesap soracağız elbet bir gün !

Şimdi bu ülkenin üretenleri, emekçi halkları yani bu ülkenin gerçek sahipleri olarak demokrasiye, barışa, kazanılmış haklarımıza daha fazla sarılma, faşizme karşı ortak mücadeleyi yükseltme zamanıdır.

Sanki bir lağım patlamış gibi devletin her yerinden yolsuzluklar, rüşvet ilişkileri, ne kadar pislik varsa ortaya saçılmaktadır. Hukuksuzca işten atılmaları yetmiyormuş gibi yaklaşık 5 yıldır OHAL Komisyonu garabeti ile binlerce KHK’linin hak hukuk adalet arayışını yok edenlerin ne kadar şaibeli ilişkiler içerisinde olduklarını biz biliyorduk şimdi ise artık üstü örtülemez bir halde ortalığa saçılmıştır.

OHAL KOMİSYONU ARTIK LAĞVEDİLMELDİR TÜM KARARLARI GEÇERSİZ SAYILMALIDIR

Faşizan, hukuk dışı politikalarla on binlerce kamu emekçisi hukuksuzca ihraç edilmiş, iç ve dış kamuoyunun gözünü boyamak için hukuk dışı bir komisyon kurulmuş, böylece mağduriyet yıllara yayılmıştır. Özışık’ın ifşasından anlaşıldığı kadarıyla siyasal çıkara maddi çıkar da eklenmiştir.

 İçişleri Bakanına Mafyasal ilişkilerde aracılık ettiği iddia edilen Süleyman ÖZIŞIK yaptığı açıklamada” Ben gerek Süleyman Soylu’ya, gerek OHAL işlemleri komisyonuna, gerek diğer mercilere masum olduğuna inandığım binlerce insanın dosyasını götürdüm. Dedim ki ‘Bu insanlar eğer masum çıkmazsa hesabını benden sorun’. Araştırmalar yapıldı, hepsinin bir iftiraya kurban gittiği ortaya çıktı ve hepsi görevlerine iade edildi.”

Sözün bittiği noktadayız!

Böyle bir ülke böyle bir hukuk düzeni olabilir mi? Devletin her işinin rüşvete, yandaş ilişkilere bağlandığı yargının ortadan kaldırıldığı bir ülkede hukuk düzeninden bahsedilebilir mi? O zaman bizim arkadaşlarımızın dosyaları neden bekletiliyor, Mafyasal ilişkilerle aracılık ettiği ortaya çıkmış bu gazeteci müsveddesinin kefilim sözü yeterli ise yıllarca süren güya araştırmalara, OHAL Komisyonuna, kurum kanaatlerine, mahkemelere, TBMM ne gerek var? Biz 174 Haftadır bu ülkenin aydınlık yüzleri dürüst namuslu insanları olarak arkadaşlarımıza haddimiz olmadığı halde kefiliz diyoruz. Bu gazeteci görünümdeki şahıs mı bu ülkenin onurlu vatandaşı yoksa bu ülkede halka nitelikli kamu hizmeti verirken, bu ülkenin yarınları yetiştirirken, laik bilimsel anadilde eğitimi savunduğu için demokrasi ve özgürlükleri savunduğu için hukuksuzca işten atılarak ağaç kökü yesinler denilen KHK’li arkadaşlarımız mı bu ülkenin onurlu vatandaşı ?

Bir gazeteci düşününki kendini hakim yapmış, savcı yapmış, hatta cumhurbaşkanı yapmış ve demiş ki “ben bu arkadaşlara kefilim” sonra bu insanlar OHAL Komisyonu kararı ile işlerine iade olmuşlar. Böyle bir süreç olabilir mi o zaman buradan komisyona sesleniyoruz biz arkadaşlarımıza kefiliz derhal tüm arkadaşlarımızın işlerine dönmesini sağlayın öyleyse aksi takdirde iki elimiz yakanızda olacak ve elbet bir gün bu hesap size sorulacaktır. Bunu unutmayın. Tüm bu kirli ilişkiler bize OHAL Komisyonunun anlamsızlaştığını, hiçbir anlamda geçerliliğinin kalmadığını ortaya koymuştur.

Eğer bir terörist vatan haini aranıyorsa onlar maalesef devlet koruması altındadır. Deniz Poyraz’ın güvenliğini sağlayamayanlar, bizim vergilerimizle bu gazeteci müsveddelerine devlet koruması vermektedir. Üçkağıtçılara, mafyaya koruma, emekçiye işten atma, sefalete mahkum etme. Yok öyle yağma. OHAL Komisyonu derhal lağvedilmeli ve tüm sonuçlarıyla dosyası reddedilen arkadaşlarımız da dahil olmak üzere işlerine geri dönmesi derhal sağlanmalıdır.

Ortada bir suç varsa tüm toplumun gözü önünde Gazeteci Süleyman Özışık ile İçişleri Bakanı koltuğunda hala aymazca oturan hesap vermekten korkan Süleyman Soylu ile tüm OHAL Komisyonu üyeleridir. Bu kurum ve kişiler görevi kötüye kullanma suçu işlemişlerdir ve hala işlemektedirler.

Değerli Basın Emekçileri Sevgili Mücadele Arkadaşlarım;

Ülke artık yönetilemez bir duruma gelmiştir. Binlerce insanı işinden edenler, bir çok gazeteciyi, siyasetçiyi cezaevlerine atanlar, ülkede hepimizin kazanımı olan demokratik haklarımızı yok etmekle kalmıyor, emekçileri sefalete, küçük esnafı kredi borcuna, üretici köylüyü tekellerin insafına işçi emekçileri açlığa mahkum ediyor. Bu kirli mafya siyaset-rant üçgenini dağıtacak güç de yine işçi emekçi yoksul halk olarak, bu ülkenin üretenleri gerçek sahipleri olarak bizleriz. O zaman çocuklarımıza onurlu bir gelecek bırakmak, iş yerimizde, mahallemizde yaşamın her alanında emek, barış, demokrasi ve özgürlüklerimiz için halkımızı ortak mücadeleye çağırıyoruz. Faşizme karşı omuz omuza. İşimizi mutlaka geri alacağız.

 KESK İzmir Şubeler Platform   Dönem Yürütmesi”

 

HDP ‘ne yönelik saldırıyı lanetliyoruz. HDP yalnız değildir..

 

KAMUOYUNA

Bugün  ilimiz İzmir’de sabah saatlerinde, HDP’ nin  il örgütü binasına silahla faşist bir saldırı düzenlenmiştir. Saldırı sırasında il binası tahrip edilmiş, yangın çıkarılmak istenmiş en kötüsü ise, Partinin çalışanı genç bir kadın katledilmiştir.

Siyasi iktidarın terör örgütü gibi göstermeye çalıştığı, kapatmak için çalışmalar yürüttüğü, ırkçı-milliyetçi kışkırtmalarla hedef gösterdiği koşullarda HDP ye yönelik saldırı iklimi oluşturulmuştur.

Düşünce ifade özgürlüğünün kısıtlandığı, iktidar karşıtı sosyal medya mesajlarının gözaltına alınma, tutuklanma ve dava konusu olduğu ülkemizde, sosyal medya paylaşımlarıyla katliamı neredeyse haber veren faşist saldırgan pervasız, saldırgan davranabilme “özgürlüğü” yaşabilmektedir.

Bu saldırıyı yapan(lar ?), tetiği çeken, yaptığı katliamın fotoğrafını çekip nefret söylemiyle paylaşabilecek kadar rahat davranan katil zanlısı bu gücü, bu rahatlığı nereden almaktadır? Kimler tarafından yönlendirilmiş(ler)dir?

Ekonomik, sosyal sistemin çöktüğü, emekçi halkımızın yoksullaşmasının dibe vurduğu günümüz koşullarda, siyasi cinayetlerle yeniden bir korku ve kaos ortamı mı yaratılmak, halkımız arasında kin, düşmanlık yaratılarak halkın birleşik özgürlük ve demokrasi mücadelesi mi engellenmek istenmektedir?

Bu saldırı, faşizmin saldırganlığının yükselen bir ivme kazanacağının işareti midir?

Saldırının etkin bir soruşturma yürütülerek yalnız tetikçinin değil, azmettiricilerin de açığa çıkarılması gerekmektedir.

Ülkemizin Kürt, Türk, Ermeni, Laz, Çerkez her etnik, ulusal aidiyetten, dinden, mezhepten emekçi halkı tüm güçlerini faşizme karşı mücadelede birleştirerek,  faşizme karşı mücadeleyi yükselterek bu cinayetlerin sorumlularının açığa çıkarılmasını sağlayacaktir.

Halkarın eşitlik, kardeşlik temelinde gönüllü birlikteliğini savunan İmece Dostluk Dayanışma Derneği  olarak bu faşist saldırıyı lanetliyor, Deniz Poyraz’ın ailesine ve  yakınlarına,  HDP İl Örgütüne dayanışma duygularımızla yanlarında olduğumuzu bildiriyoruz. 17.06.2021.

İmece-Der Y.K.

 

 

Ölen her bir madenci bizim yoldaşımızdır. Onlara sözümüz devrim olacak! Bu pisliği halk temizleyecek! Bu pisliği devrim temizleyecek!

Video: Duvar Gazetesi

Soma işçi katliamı davasında karar açıklandı. Yargıtay’ın bozma kararından sonra yeniden görülen davada  Kömür İşletmeleri A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Can Gürkan’a 20 yıl hapis cezası verildi. Yönetim Kurulu Üyesi Haluk Evinç beraat etti, mühendisler Efkan Kurt ile Adem Ormanoğlu ise 12 yıl 6 ay hapis cezalarına çarptırıldı. Gerçekte sermaye   cezasızlıkla  aklandı..

Sermayenin kar hırsı sonucu iş güveliğini sağlamayan  ve  işçilerin tüm uyarılarına karşın gereken tedbirleri  almayan ve  katliama yol açanların sözde yargılandığı  dava  öncesi, ölen işçilerin yakınları ile çok sayıda sendika,  siyasi parti  ve kitle örgütü temsilcileri ve CHP Grup Başkan Vekili Özgür Özel ve HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay  Akhisar İstasyon Meydanı’nda bir araya gelerek  “Unutmadık, unutmayacağız” ve yaşamını yitiren 301 madencinin isminin yazıldığı pankartın arkasında toplanarak,  Ağır Ceza mahkemesi  önüne kadar yürüyüş gerçekleştirdi.

Yürüyüş sonrası Madenci yakınları ve  katılımcılar  aranarak  cep telefonları,  anahtar vb. metal eşyaları alınarak  mahkeme salonuna geçtiler. Yargıç kimlik tespitinden sonra kararı okudu. Avukatlar ve madenci yakınları  karara tepkilerini çeşitli biçimlerde gösterdiler. Mahkeme  heyeti  salonu terk etti.  Hükmün açıklanmasından sonra aileler, mahkeme salonundan çıkmadı.  Çevik Kuvvet madenci yakınlarına barikat kurdu..

Avukat Can Atalay madenci yakınlarını ve  katılımcıları mahkeme önünde yapılacak basın açıklamasına davet etti. Madenci yakınları ve davanın avukatları ve CHP Milletvekili Özgür Özel, HDP Milletvekili Serpil Kemabay dava sonucu ile ilgili düşüncelerini açıklayarak davanın bundan sonraki aşamalarında da takipçisi olacaklarını ve “biz bitti demeden bu dava bitmez” dediler.

Çağdaş Hukukçular Derneği’nden Avukat Nergis Tuba Aslan, “Katliamın üzerinden 7 yıl geçti ve gözlerimiz kepazelik gördü. 7 yıldır bu aileler adaletin peşinde adaleti yakalayabilmek için canlarını dişine takip mücadele veriyorlar. Bu davayı, sermayeyi koruyan, kollayan patronlara arka çıkan tüm kamu görevlileri, bürokratlar tüm sermayedarlar bir gün hesap verecek…Bizler vazgeçmeyiz. Asla vazgeçmeyiz.. Türkiye’nin en büyük katliamından sonra başka işçiler, bu çürümüş düzende çarklar arasında ezilip hayatını kaybetmesin istiyoruz. Bu kararla bundan sonra,  işçilerin katliamına ferman çıkarmışlardır , utansınlar utansınlar.. Bizler burdayız.   Asla vazgeçmeyiz….Bu  davada tek tutuklu ise ailelerin avukatı , Çağdaş Hukukçular Derneği Başkanı  sevgili Selçuk Kozağaçlı . Bu davanın en başından beri emek sarfeden , gayret sarfeden arkadaşımız, bu dosyanın tek tutuklusu, başka bir şey söylemeye gerek yok.. patronlar yöneticiler dışarıda elini kolunu sallarken bu davanın, ailelerin avukatı   bu dava nedeniyle tutuklu.. Davaya katılması engellenen ..bunları kabul etmeyeceğiz. .. Bizim acımız büyük, öfkemiz katlanarak artıyor.. Biz asla vazgeçmeyiz..  Bozuk düzeni elbirliğiyle omuz omuza  mücadele ile insanca bir yaşam için inşa edeceğiz…Aileler ve biz davanın avukatları söz veriyoruz”

Avukat Can Atalay “Bu feryadın nedeni duyulan acı değil. Kundaktaki bebek duruşma salonlarında büyüdü. Can Gürkan’a 20 yıl dediler, yatarı yok. Adem’le Efkan’a 12 yıl dedi, yatarı yok. Haluk’a beraat dedi. Bu memlekette kimse ekmeğini kazanırken öldürülmesin diyedir davamız. Bundan sonrasını bırakmayacağız. Sorumlular hesap verecekler”

Halkevleri Hukuk Dairesi üyesi Av. Seçil Ege Değerli açıklamalarda bulundu: “Ölen her bir madenci bizim yoldaşımızdır. Onlara sözümüz devrim olacak! Bu pisliği halk temizleyecek! Bu pisliği devrim temizleyecek!” dedi.

 

İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz. İzmir Kampanya Grubu 7. nöbet eylemini yaptı. “Bugün bir kez daha İstanbul Sözleşmesini savunmak, yaşamlarımızı savunmak İçin nöbetteyiz.

10 Haziran Perşembe günü İstanbul Sözleşmesinden Vazgeçmiyoruz İzmir Kampanya Grubu  Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde yedinci nöbet eylemini gerçekleştirdi.  Nöbet eylemi öncesinde katledilen kadınların adları okundu, katılımcılar  “burada”  ve “isyanımızdır”  derken faillerin adları okundu  “katildir”  diye haykırdılar.  Basından bir  haberi aktardılar;  R.T.

Erdoğan’ın  Beylerbeyi’nde bir dondurmacıya oturup dondurma yediğini ve dondurmacıda daha önceden oturmuş bacak bacak üstüne atarak dondurmasını yiyen bir kadına  Erdoğan ın korumasının işaretle oturuşunu düzeltmesini ihtar ettiklerini öğrendiklerini aktaran Grup sözcüsü bu “ikaz”ın öncekileri anımsattığını belirtti.  Kadınların nasıl oturup kalkması, nasıl gülmesi, giyinmesi, davranmasının erkeklerin iznine ve anlayışına göre belirlenemeyeceğini vurguladı.  Kadınların bağımsız bir kimliği,  kişiliği olduğunu, bedenlerine,  yaşam biçimlerine karışılmasına izin vermeyeceklerini söyledikten sonra yaşanılan durumu bir mizansen ile kınadılar. Topluluğu temsilen beş kadın sandalyelere bacak bacak üzerine atarak aldıkları dondurmalarını yediler. Erkek egemenliğine karşı protestolarını böyle ifade ettiler.

Eylem süresince :

“Bugün İstanbul Sözleşmesi nöbet eylemimizin 7.haftasındayız. Yedi haftadır ve öncesindeki birlikteliğimiz ile haklarımıza ve hayatımıza sahip çıktığımızı ve mücadelemizden asla vazgeçmeyeceğimizi haykırıyoruz.

Kadın, lgbti+,  çocuk düşmanı politikalara karşı sokaklarda mücadelemizi büyütmeye devam ediyoruz. Yaşasın mücadelemiz, kadın dayanışmamız!

Tüm baskılarınıza, şiddetinize, kadın düşmanı politikalarınıza rağmen kadınlar susmayacaklar, boyun eğmeyecekler, aşağı bakmayacaklar ve #İstanbulSözleşmesiBizimVazgeçmiyoruz demekten geri adım atmayacaklar.

NÖBETTEYİZ, isyandayız,  birlikte güçlüyüz!

Bir  yılı aşkın bir süredir yönetilemeyen pandemi koşullarını yaşamaktayız. Halkın sağlığını düşünmeyen, intiharların ve ekonomik krizin sorumlusu olan iktidar böylesi bir dönemde dahi İstanbul Sözlesmesi’nin feshini, çocuk istismarı af yasa tasarısını gündemine alabiliyor. Kadın, lgbti+,  çocuk düşmanlığını gözler önüne seriyor. Bizler bu politikaları kabul etmiyor, İstanbul Sözleşmesi’nin feshine, çocuk istismarı suçlularının serbest bırakılmasına karşı çıkıyoruz.

Gülistan doku 5 Ocak 2020 tarihinden beri kayıp. Şüpheliler hakkında işlem yapılmıyor. İpek Er’e tecavüz eden Musa Orhan  hala serbest.  Nadira Kadirova, Yeldana  Kahraman cinayetlerinde failler bir türlü bulunamıyor. Ve daha kaç kadın katili tecavüz suçlusu erkek elini kolunu sallaya sallaya aramızda dolaşabiliyor. Ülkenin içişleri bakanı ise bu ülkede faili meçhul kadın cinayeti yok hepsinin faili ya teslim oluyor ya intihar ediyor diyerek adeta kadın cinayetleriyle övünüyor.

Faili meçhul yok diyerek de işin içinden çıkamazsınız. Bu ülkede emniyetini alamadığınız her olaydan sorumlusunuz. “  dediler ve

Kadın cinayetlerinden

Trans cinayetlerinden

Çocuk istismarından

Erkek şiddetinden SORUMLUSUNUZ !

Tacizlerden

Tecavüzlerden

Şüpheli ölümlerin aydınlatılmamasından

Nefret cinayetlerinden

Çocuk istismarlarından

Katliama indirim isteyenlerden

Cezasızlık politikalarından SORUMLUSUNUZ!

KORUMA AKLAMA YARGILA!

ERKEK ADALET DEĞİL GERÇEK ADALET!  diye haykırdılar.

Mücadeleyle mutlaka biz kazanacağız. Geri döneceğiz

İzmir Eğitim-Sen  2 No’lu Şube, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile bir gecede hukuksuz haksız bir biçimde işinden olan kamu emekçilerinin işlerine geri dönebilmeleri için başlattığı mücadelenin 173 haftasında da, basın açıklaması ve oturma eylemi  Karşıyaka Çarşı’da gerçekleştirildi.

AKP- MHP faşist bloğunıu  toplumun bütün kesimlerine karşı yürüttüğü ekonomik ve siyasi saldırılar yoğunlaşırken , Eğitim-Sen 2 No’lu Şube’nin “Mücadeleyle mutlaka biz kazanacağız. Geri döneceğiz” şiarıyla başlattığı  oturma eyleminin 173. Haftasındaki basın açıklamasına, CHP İzmir il Başkan Yardımcısı ve Emek ve Demokrasi  Güçleri’nin bazı temsilcileri de katılarak  eyleme destek verdi, dayanışma gösterdi.

Açıklamayı  Eğitim-Sen 2 No’lu Şube Başkanı Veyis Beyazadam okudu.  Açıklama şöyle:

“Modern zamanın bireyi öne çıkaran, kişisel hak ve hürriyetleri gözeten, yaşamı bir bütün olarak doğanın tüm bileşenleriyle birlikteliğini amaçlayan yaklaşımı insanlık tarihinin verdiği mücadele ve bedellerle oluşmuştur. İnsan türünün ortaya çıkardığı medeniyet elbette akıldan, bilimden, kolektif anlayıştan, uzlaşıdan uzak olamaz. Aksi ise dayatmadır, yok saymaktır, tekçi zihniyettir, baskıdır. Bugün de maalesef dünyanın az gelişmiş ülkelerinde bu türden otoriter yönetimler vardır. Ancak büyük insanlık tarihi karanlıkları aydınlığa dönüştürecek güce sahiptir. Günlerin bugünlerde Anadolu coğrafyasına getirdiği baskı, zulüm ve kan olabilir. Yönetenler daha fazla kar hırsı ile ülke toprağını, yer altı ve yer üstü zenginliklerini paraya tahvil etmeye yeltenmiş olabilir. Adalet duygusunu hiçleştirerek vatandaşının ülke ile bağını zedelemiş olabilirler. Yolsuzluk ve yoksullukla mücadele etmesi gerekenler çöpten gıda toplamaya çalışan vatandaşlarını nankörlükle suçlayabilirler. Bilimin rehberliğinden korkup gericiliği ve ırkçılığı geçer akçe yapmaya çalışmış olabilirler. Elbet büyük insanlığın da cevabı olacaktır. Elbet bu ülkenin insanından her zaman umut vardır. Elbet işçinin, emekçinin, kadının ve gencinin diyecekler vardır. Elbet her gecenin bir sabahı vardır.

Yaklaşık beş yıldır KHK hukuksuzluğunu teşhir edip işlerinden ihraç edilen kamu emekçilerinin işlerine iade edilmeleri için bu alanda direnmekteyiz. Yapılan türlü haksızlıkları anlattık durmadan, yılmadan. Daha da anlatırız bıkmadan, usanmadan.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası bu memlekette yapılanlar, darbe pratiğinin sonuçlanmasından farklı değildir. Darbe olmuş olsaydı ne olurdu sorusunun yanıtı 15 Temmuz sonrası yapılanlara bakılarak gözler önüne serilmiştir. Kişisel hak ve hürriyetlerin silindir gibi üzerinden geçenlerin gücü kamu emekçilerine yetmiştir. Uluslar arası alanda itibar kaybına neden olanlar ile kendi itibardan tasarruf edilmez diyenler aynı kesimdir. İhraçların kursağındaki lokmaya göz koyanlar ile dünyanın en zenginleri arasına girenler aynı kesimdir. Kendi bekalarını sağlamak için savaş çığırtkanlığıyla gençleri ölüme sürükleyen aynı kesimdir. KHK zulmüyle kamu emekçilerinin diplomalarını hükümsüz kılanlar ile diplomasız iş yürütenler aynı kesimdir. Adalet sarayları yapıp adaleti ve vicdanı o yapıların altında ezenler aynı kesimdir.

Adına OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu verdikleri süreci oluşturanlar, kamu emekçilerini adeta ikinci bir cezalandırmaya tabi tutmaktadırlar. Bu topluma ve büyük insanlığın erdemlerine sahip çıkmaktan başka bir icraatı olmayan arkadaşlarımız tertemizdir. Haktan ve adaletten, eşit bölüşümden, demokrasi ve barış mücadelesinden yana tutum takınan arkadaşlarımız masumdur. Aradan geçen uzun süreye rağmen arkadaşlarımızın dosyaları komisyon tarafından gündeme alınmamakta adeta sümen altı yapılmaktadır. Hukukun üstünlüğü üzerine yemin edenler hukuksuzlukta ısrar etmektedirler. Yargılama usül ve esaslarından olan “makul süre”nin çoktan aşılmış olması ülke itibarını zedelediği gibi toplumsal vicdanı da yaralıyor. Çok merak ediyoruz beş yıldır bakıp bakıp bulamadığınız nedir? Arkadaşlarımızın dosyalarını değil kendinizi yargılayın. Bizler biliyoruz ki iktidarın seçmeni bile bugünkü tablodan ve yapılan hukuksuzluklardan yana değil. KHK hukuksuzluğu asıl olarak toplumu eksiltmiştir, zayıflatmıştır. Bu denli zor zamanlardan geçtiğimiz bir dönemde arkadaşlarımızın bilgi ve birikimlerine ihtiyacımız varken onlardan mahrum bırakıldık. Her zaman söyledik: Onların değil bizim toplum olarak ihraç arkadaşlarımıza ihtiyacımız var. Kimse olmasa bile biz arkadaşlarımızla tam bir dayanışma içerisindeyiz. Her bir arkadaşımız işine iade edilene kadar da mücadeleden asla vazgeçmeyeceğiz.

Türlü yönlerden mağdur edilen arkadaşlarımızın kendilerine yapılan haksızlıklara dair cevabı vardır ve var olmaya devam edecektir. Bulunduğumuz her alanda arkadaşlarımızın yanında olduğumuzu ve mutlak bir dayanışma içerisinde bulunduğumuzun da bilinmesini isteriz. Adeta terbiye edilmeye çalışılan hiçbir arkadaşımızı karanlığa teslim etmeyeceğiz. Önünde sonunda karanlıklar aydınlığa kavuşacak ve arkadaşlarımız işlerine iade edileceklerdir. Tüm kayıplarını alıp mücadelelerine de kaldıkları yerden devam edeceklerdir. Bizler de daha yaşanabilir bir ülke umudunu onların mücadele azminden alıyoruz. Bilinmelidir ki direnenler mutlaka kazanacak. Arkadaşlarımızın ortaya koyduğu tavır ülkenin emek ve demokrasi mücadele tarihindeki yerini almıştır. Bu tarih, insanlığı daha medeni bir topluma evrilten bir etkiye sahiptir. Bu tarih, toplumun tümünün yararını gözeten bir emektir. Bu tarih, emek ve demokrasi mücadelesinde aldığımız ve geleceğe teslim edeceğimiz mücadelenin tarihidir.

Biz kazanacağız, işimize geri döneceğiz!”

 

Yaşam savunucuları, ekolojik yıkıma ve talana karşı dayanışma, direnme ve mücadeleye çağırıyor..

Dünya Çevre Günü için bir araya gelen yaşam savunucuları  çevre sorunlarının; sağlıklı yaşam, hak, adalet, demokrasi ve sermayeye karşı emeğin mücadelesi olduğunu  vurgulayarak ekolojik yıkıma karşı direnme ve mücadele çağrısında bulundu.

Yaşam savunucuları  Alsancak’ta bulunan Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması gerçekleştirdi. İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, TMMOB İl Koordinasyon Kurulu, Konak Kent Konseyi, Karşıyaka kent Konseyi, Ege Kent Konseyleri Birliği, İzmir Kent Konseyleri Birliği,  EGEÇEP, İZÇEP ve İzmir Yaşam Alanları, Halkevleri , İmece Dostluk, Çevreci Eczacılar Kooperatifi, HDK Ekoloji Komisyonu, Polen Ekoloji, Doğanın Çocukları’nın katılımıyla gerçekleşen açıklamada ” Kentte Ekolojik yıkıma ve talana karşı dayanışma var direniş var” pankartı açıldı.

Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Helin  İnay  Kınay, İzmir Tabip Odası Başkanı Lütfi Çamlı, Gıda Mühendisleri Odası Başkanı  İbrahim Uğur Toprak söz alarak  yaşam mücadelesinin önemine  ve  sağlıklı yaşam hakkını, havayı,  suyu, toprağı ve doğayı korumak için mücadelenin önemini vurguladılar ve doğadan , yaşamdan yana mücadeleyi desteklediklerini belirtiler.

Kurumlar adına Konak Kent Konseyi Başkanı Hamit Mumcu tarafından yapılan açıklama  sırasında sık sık “AKP elini doğamızdan çek”, “Cengiz defol bu memleket bizim”, “Hayvana, doğaya, yeryüzüne özgürlük” sloganları atıldı.  Açıklamadan sonra  Gündoğdu Meydanına  yürümek isteyen yaşam savunucularını  polis çember içerisine alarak,  yürütmedi..

Açıklama şöyle;

“Dünyanın doğal dengesinin korunması için insan ve doğal varlıklara öncelik veren bir anlayışın
egemenliğinde tanımlanmış “Dünya Çevre Günü” tüketim kültürünün bir parçası olarak tek güne
indirgenerek “kutlanıyor”. Oysa kutlayabileceğimiz sevineceğimiz, mutlu olabileceğimiz bir durum
yok. Biz 5 Haziran Dünya Çevre Gününü kutlamıyoruz. Kentlerimizde, yaşam alanlarımızda çevre
sorunlarına, ekolojik yıkıma dikkat çekiyor, mücadele çağrısı yapıyor, “Ekolojik Yıkıma” karşı
direniyoruz.

Sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışı ile birlikte çevre sorunları da geçmişten günümüze artarak
devam ederken, kapitalist düzenin kar hırsına dayanan ve tüketimi sürekli destekleyen ve yönlendiren
yönetim anlayışı, doğanın yaşamsal varlıklarını giderek artan bir hızla ortadan kaldırıyor.
İnsan eli ile yürütülen tüm faaliyetler, küresel ölçekte felaketler yaratmaya devam ederken ekolojik
yıkımı yaşadığımız süreç, geri dönüşü olmayan yaşamsal bir sorun olarak büyüyerek devam ediyor.

Çevre Gününde mesajlar, yok ettiğimiz Ekosistemi iyileştirebilmek, geri döndürebilmek için veriliyor.
Geçtiğimiz yıllarda, çevre sorunlarının çeşitli yönlerine dikkat çekmek amacıyla “Çölleşme, Yeşil
Kentler, Dünyaya Bir Şans Ver, Birçok Tür Tek Gezegen Tek Gelecek ve Küresel Isınma, Yeşil Ekonomi,
Doğa ile Temasta Ol” gibi farklı temaların işlendiği Dünya Çevre Gününün 49.Yılında, ekolojik yıkım
kabul edilmiş ve bu yılın Teması “Ekosistem Restorasyonu” olarak belirlenmiştir.

Bugün yüzeysel ve yeraltı su varlıklarımız, toprağımız, havamız kirlenmiş durumda. Kentlerimizde
hava kirliliğinin boyutları giderek artıyor. Yeşil alanlarımız yok denecek kadar azaldı. Var olanlar da
çarpık kentleşmenin ve sermayenin saldırısı altında. Tarım alanlarımız, meralarımız yapılaşma, sanayi,
enerji gibi yatırımlarla amaç dışı kullanılıyor.

Ormanlar, tarım alanları, meralar, doğal karakteri korunması gereken alanlar; mevzuatlar eli ile
maden, sanayi, enerji turizm, konut gibi faaliyetlere açılarak kaybediliyor. Özellikle son yıllarda; çılgın
projeler, faaliyetler, izinler ile ülkemizin hemen her yerinde doğamız ve yaşamımız talan ediliyor.
Bütün bunlara ek olarak, Çernobil ve Fukuşima felaketlerini görmezden gelerek Nükleer Santral
Macerasına sürükleniyoruz.

Kaz Dağları, Salda, Akkuyu, Sinop, İğneada, Kuzey ormanları, Aliağa, Bergama, Trakya, Alakır Vadisi,
Alpu Ovası, Gediz Ovası, Gördes, Menderes, Murat Dağı, Munzur Dağı, Çataltepe, Karadeniz, Aydın,
Karaburun, Yarımada, Ovacık, Soma, Yatağan, Kazdağları, Kanal İstanbul, Çeşme, İkizdere ve adını
buraya sığdıramadığımız daha pek çok yerde yürütülen ekolojik yıkım projeleri, artarak devam
ediyor…

Ekolojik Yıkıma Karşı Direniş ve Dayanışma kentimizde devam ediyor;
 Aliağa’da yaşadığımız kirliliğe karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Bergama’da, Efemçukuru’nda, Turgutlu ÇalDağ’da, Gördes’te Madencilik Projelerinin yarattığı
çevresel yıkıma karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor
 Kültürpark’ta parka zarar verecek, gereksiz inşaat planlarına ve amaç dışı kullanıma karşı
Direniş ve Dayanışma 6 yıldır devam ediyor.
 Gaziemir’de çözüm bulunmayan radyoaktif ve tehlikeli atıklara karşı Direniş ve Dayanışma 14
yıldır devam ediyor.2
 Gemi Söküm Tesislerinde söküm için gelen asbest ve tehlikeli atık yüklü gemilere karşı Direniş
ve Dayanışma devam ediyor.
 İnciraltı’nı ranta ve talana açacak “Kalkınma Projesine” karşı Direniş ve Dayanışma devam
ediyor.
 Yarımadayı, Çeşme’yi “Turizm Projesi” ile parselleyenlere karşı Direniş ve Dayanışma devam
ediyor.
 Gediz, Küçük Menderes, Büyük Menderes’te suyumuzu, yaşamımızı kirletenlere, canlı yaşamını
hiçe sayanlara karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Başta Gediz, Büyük Menderes, Küçük Menderes deltaları olmak üzere, kıyı ve sulak
alanlarımızın ranta peşkeş çekilmesine karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Büyük Menderes ve Gediz havzalarında, vahşi bir şekilde işletilen ve bu havzaları kirlettiği
bilirkişi raporlarıyla kesinleşen jeotermal sondaj ve santrallere karşı Direniş ve Dayanışma
devam ediyor.
 Planlanamayan, betonlaşan, sağlıksız kentleşmeye karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Depremi, yağmuru afete dönüştüren canımızı, yaşamımızı ranta feda eden anlayışa karşı
Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Doğal Sit Alanlarımızı, Ormanlarımızı, tarım alanlarımızı, meralarımızı yağmalayan politikalara
karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Kültürel varlıklarımızın talana açılmasına karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.
 Geleceğimizi tehdit eden nükleer santral macerasına karşı Direniş ve Dayanışma devam ediyor.

Bizler çevre sorunlarının yaşamdan, toplumsal sorunlardan ayrılamayacağını biliyoruz. Çevre
mücadelesinin aynı zamanda bir yaşam mücadelesi, hak mücadelesi, emek mücadelesi, adalet
mücadelesi, demokrasi mücadelesi olduğunu biliyoruz. Bu mücadele içerisinde bilim, mühendislik ve
planlama ışığında kamu ve halkın yararına, kentimizde, ülkemizin her köşesinde varız, var olacağız.

İzmir halkı Anayasal hakkını; sağlıklı yaşam hakkını, yaşam alanlarını, havasını, suyunu, toprağını
korumak için mücadele ediyor. Doğadan ve yaşamdan yana bu mücadeleyi destekliyor,
Bu Kentte Ekolojik Yıkıma Karşı Dayanışma Var diyoruz.

İZMİR BAROSU ** İZMİR TABİP ODASI
TMMOB İZMİR İL KORDİNASYON KURULU
KONAK KENT KONSEYİ ** EGE KENT KONSEYLERİ BİRLİĞİ**
İZMİR KENT KONSEYLERİ BİRLİĞİ
EGEÇEP ** İZÇEP ** İZMİR YAŞAM ALANLAR”

İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz. İzmir Kampanya Grubu 6. nöbet eylemini yaptı. “Bugün bir kez daha İstanbul Sözleşmesini savunmak, yaşamlarımızı savunmak İçin nöbetteyiz.

İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz İzmir Kampanya Grubu altıncı nöbetini Alsancak’ta Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde  gerçekleştirdi.  “İstanbul Sözleşmesi bizim vazgeçmiyoruz” pankartının açıldığı eylemde kadınlar  “İstanbul Sözleşmesi Bizimdir, Vazgeçmiyoruz”, “Kadın cinayetleri politiktir “, “Musa Orhan tecavüzcüdür”, “Erkek-devlet şiddetine son” ve “Kadınlara değil mafyaya barikat” sloganlarını  attı.

Kadınlar yaptıkları  açıklamayı  sloganlar ve zılgıtlarla  bitirdi.

İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmiyoruz İzmir Kampanya Grubu adına yapılan açıklamada  şunlar söylendi;

“Bugün bir kez daha İstanbul Sözleşmesini savunmak, yaşamlarımızı savunmak İçin nöbetteyiz.

Kadın düşmanı iktidarınızı da erkek şiddetini de tolere etmiyoruz. Bir taraftan İstanbul Sözleşmesi gece yarısı kararname ile fesh edilerek kadınlar her türlü şiddete açık hale getiriliyor, bir taraftan da mafya-devlet iç hesaplaşmasında erkekler adeta kadınlarının bedeni, hayatları üstünden birbirine laf edip üstümüzde tepinmeye çalışıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise cinsiyetçi söylemler ile siyasetçileri hedef gösteriyor. Her gün biz kadınlar erkek şiddeti ile öldürülürken Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık kadın cinayetlerinin tolere edilebilir olduğunu söylüyor. İç İşleri Bakanı Süleyman Soylu ise her seferinde kadın cinayetlerinin abartıldığını iddia ediyor. Kadın cinayetlerini saklayarak, üstünü örterek gizleyemezsiniz. Bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz yok biz tolere etmeyeceğiz, size de ettirmeyeceğiz. Yok sayılan hayatlarımız, bedenimiz, hayallerimiz, arzularımız, yıllarca mücadele ederek kazandığımız haklarımız bizim!

Erkek şiddetini tolere etmiyoruz

Kadın cinayetlerini tolere etmiyoruz

Trans cinayetlerini tolere etmiyoruz

Kadın düşmanlığınızı tolere etmiyoruz

LGBTİQ+ düşmanlığınızı tolere etmiyoruz

Musa Orhan kimdi hatırlayalım. Batmanlı 18 yaşındaki İpek Er intihar etti. Bıraktığı mektupta  uzman çavuş “Bozkurtlar” üyesi Musa Orhan’ın tecavüzüne uğradığını şikayet edeceğini söylediğinde saçlarından sürükleyerek darp edildiğini, “nereye şikayet edersen et bana bir şey olmaz!” dediğini yazdı. ipek Er’e tecavüz ederek hayatına son vermesine sebep olan Musa Orhan hala serbest, tecavüze ses çıkaran oyuncu Ezgi Mola hakkında ise Orhan’a hareket ettiği iddiasıyla dava açıldı. Ezgi Mola’nın sözlerini yineleyelim: Tecavüzcüye tecavüzcü denir!

ipek Er’in failini biliyoruz!

11 yaşındaki Rabia Naz, Giresun’daki evinin önünde yaralı olarak bulunduktan sonra kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Rabia Naz’ın ölümü ile ilgili yürütülen soruşturma da ölümü nedeni yüksekten düşme dendi. Adli  tıp raporları ölüm nedenine yüksekten düşme olamayacağını belirtse de Meclis komisyonları kurulmuş olsa da Rabia Naz’ın ölümü aydınlatılamadı. Ancak olayla ilgili araştırma yapan gazeteciler gözaltına alındı. Kızının ölümünden dönemin AKP’li belediye başkanının yeğenini sorumlu tutan baba Şaban Vatan ise defalarca tehdit edildi, ruh ve sinir hastalıkları hastanesine yatırıldı.

Rabia Naz’ın failini biliyoruz!

23 yaşındaki üniversite öğrencisi Feray Şahin, evinde silahla vurularak öldürüldü. Feray’ın katilinin öldürüldüğü silahın sahibi polis memuru Fatih Burak Aykul olduğu anlaşıldı. Kasten değil “taksitle öldürme” suçundan 5 yıl 3 ay ceza alan ve iyi hal indiriminden yararlanan katil Fatih 1,5 yıl hapis yattıktan sonra 4 Ocak 2019 tarihinde serbest bırakıldı. Dava dosyası hala Yargıtay’da. Katil Fatih Burak Aykul ise elini kolunu sallayarak aramızda dolaşıyor.

Failleri biliyoruz!

AKP milletvekili Şirin Ünal’ın evinde çalışan 24 yaşındaki göçmen işçi Nadira Kadirova, Ünal’ın evinde ölü bulundu. Ünal’ın silahıyla intihar ettiği söylendi ama olay yeri polis kamera kaydında odasının üç ayrı noktasında birbirine mesafeli alanda kan birikintisi görüldü. Nadira ölmeden önce arkadaşına Ünal tarafından taciz edildiğini anlattı. Nadira’nın otopsisi bir gün içeri topar yapılarak cesedi Özbekistan’a gönderildi. Şüpheli ölümü Hakkı’nda etkin bir kovuşturma yürütülmedi. AKP’li vekil hakkında hiçbir soruşturma yürütülmedi.

Faili biliyoruz!

Üniversite öğrencisi 21 yaşındaki Gülistan Doku, bir buçuk yıldır kayıp. Gülistan’ı son gören kişi eski sevgilisi Zaynal Abakarov. Önceki günlerde Abakarov’un Gülistan’ı darp ettiğine, zorla bir araca bindirdiğini dair tanık ifadeleri var. Gülistan’ın kaybolması ile ilgili baş şüpheli olan Zaynal, emniyette verdiği ifadenin ardından şehri terk etti. Olay günü Zaynal’ın polis memuru olan babasına ait aracın Çamura bulanmış olması delil açısından değerlendirilmedi. Gülistan’ın ailesi defalarca tehdit edilip Gülistan Doku nerede diye soran kadınların karşısına polis dikilirken Zaynal elini kolunu sallayarak dolaşıyor.

Faili biliyoruz!

Boşandığı eşi tarafından tehdit edilen Ayşe Tuba Arslan 23 kez savcılığa suç duyurusunda bulundu. Savcılık fail Yalçın Özalpay hakkında bir işlem yapmazken uzlaştırıcı aracılığı ile Ayşe Tuba faili ile uzlaştırılmaya çalışıldı. Ayşe Tuba, 11 Ekim 2019 tarihinde Özalpay tarafından katledildi. Ayşe Tuba Arslan’ Internet 23 kez şikayetini görmezden gelen, uzlaştırmacı aracılığı ile bizi faillerimizle uzlaşmaya zorlayan erkek yargıyı tanıyoruz.

Faili biliyoruz!

Çok uzağımızda değil, bir kaç sokak ötemizde Bornova sokağında seks işçisi trans kadın Hande Buse Şeker, 9 Ocak 2019 tarihinde polis memuru Volkan Hicret tarafından cinsel saldırıya uğradı ve evinde katledildi. Hande için adalet arayanlar “genel ahlak” gerekçesi ile mahkeme salonlarına alınmadı, kapalı kapılar ardında bir yargılama gerçekleşti.

Faili biliyoruz!

21 yaşındaki üniversite öğrencisi  Yeldana  Kaharman, kontrgerilla şefi Mehmet Ağar’ın AKP milletvekili oğlu Tolga Ağar’ın evine röportaj yapmak için gitti. Sonrasında jandarmaya giderek cinsel saldırıya maruz kaldığını söyledi. Şikayetten bir gün sonra Tolga Ağar özel helikopterle şehri terk etti. Bir gün sonra Yeldana ölü bulundu. Olaya yayın yasağı getirildi, soruşturma karartıldı, otopsi raporunu gündeme getiren gazeteci hakkında soruşturma başlatıldı. Geçtiğimiz günlerde ise mafya suç örgütü lideri  Sedat Peker’in sözleri ile Yeldana cinayeti yeniden gündeme geldi. Biz kadınlar Yeldana’ya, Nadira’ya ne oldu diye sormaya faillerini söyledik. Soylu AKP döneminde faili meçhul cinayet yok diyor. Faillerimiz meçhul değil faillerimizi biliyoruz. Faillerimiz; mafya-kontrgerilla-devlet-milletvekili, asker, polis….

İstanbul Sözleşmesi uyarınca kadınları şiddete karşı etkin biçimde koruması gerekenlerin iktidar piramidinin en tepesinden en alt basamaklarına kadar kadınlara karşı işlenen suçları aklayan, koruyan, cezasız bırakan bir suç örgütü gibi çalıştığını biliyoruz. İstanbul Sözleşmesi’ni iptal edenlerin iktidar piramidinin en tepesindeki kadın katillerini koruyanlar olduğunu biliyoruz.

Suçları cezasız bırakarak erkek şiddetini cesaretlendiren İstanbul Sözleşmesini gece yarısı kararıyla iptal ederek şiddetin önünü açanların aldığı karar hükümsüzdür, tanımıyoruz! Gayri meşru kararları tıpkı iktidarları tıpkı kadına karşı şiddet gibi gayri meşrudur, tolere etmiyoruz!

Kadınlara karşı iktidarın en tepesinden en basamaklarına kadar oluşturulan suç örgütlerinin dağıtılmasını kadına yönelik şiddetin önlenmesinde devleti sorumlu tutan İstanbul Sözleşmesi’nin derhal uygulanmasını, gayri meşru kararının iptal edilmesini istiyoruz.

Tüm kadınları İstanbul sözleşmesini savunarak ve öldürülen tüm kadınların hesabını sorarak isyanı büyütmeye sokaklarda evlerde işyerlerinde hayatın olağan akışını sarsacak bir kadın isyanını örgütlemeye çağırıyoruz. 1 Temmuza kadar 1 Temmuz’da ve daima kadınların hayatları ve haklarını savunmak için sokaktayız!”