Korkmadan, susmadan, en yüksek sesimizle sesleniyoruz… Kadınlar barış istiyor!

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi Kadın Komisyonu, Konak’ta eski Sümerbank önünde ‘kadınlar barış istiyor’  açıklaması yaptı. Açıklamayı Cemile Karakaya okudu.

Açıklama şöyle;

“Korkmadan, susmadan, en yüksek sesimizle sesleniyoruz…

Kadınlar barış istiyor!

7 yaşından itibaren saçlarımızı örtmezsek okula gidemeyiz ya da bir işe giremeyiz, bu cinsiyet ayrımcılığı rejiminden bıktık diyen İran’lı kadınlar , kadınlar barış istiyor diyerek yanınızdayız.

Soruyoruz ? Kimsenin saç üzerinden kadınlara tahakküm kurmadığı bir dünya zor mu dur gerçekten?

Geçmişten bu güne tüm baskıcı rejimler kadına baskıyı meşru görmektedirler. Çünkü Kadına yönelik şiddet toplum üzerindeki şiddettir. Kadın özgürse toplum özgürdür.

Aşağıda saydıklarımız Baskıcı rejimlerin desteklediği erkek zihniyetinin kadın düşmanlığı üzerinden kendini var etmeye çalışması üzerine birkaç örnektir sadece.

Uluslararası Af Örgütü’ne göre, savaş dönemlerinde bazı askeri komutanlar, özellikle askerlerin zorla silah altına alındığı dönemlerde, askeri birlikler içinde bir uyum duygusu yaratmak ve sürdürmek için askeri bir strateji olarak toplu tecavüzü kullanmışlardır.

Kadın tarihi yazarı Gerda Lerner’e göre de, savaş dönemlerinde işgalci bir grubun kadınlara tecavüz etme eylemi, milattan önce 2000’li yıllardan günümüze kadar, savaş ve fethin bir özelliği olmuştur.

Romalı devlet adamı ve yazar olan Çicero’ da kitaplarında savaş ve kadın konusuna şöyle değinmiştir; Düşmanın servetine ve mülküne el konulması başlı başına meşru bir savaş nedenidir. Kadınlar ‘mülke’ dahil edilmiş ve erkeğin, kocanın, köle efendisinin veya vasinin yasal mülkiyeti olarak kabul edilmiştir.

Eski Yunanlılar ise, savaşta kadınlara tecavüz edilmesini ‘savaş kuralları dahilinde toplumsal olarak kabul edilebilir bir davranış’ olarak görmüşlerdir.

İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda da, Kızıl Ordu askerlerinin yaklaşık 200 bin Alman kadına tecavüz ettiği tahmini olarak belirtilmektedir.

Elbette ki, 1939 yılının Eylül ayında Polonya’nın işgali sırasında Yahudi kadın ve kız çocuklarına tecavüz eden

Alman kuvvetlerinin askerleri de göz ardı edilemez. Bu suçlar ayrıca toplu infazlar sırasında Polonyalı, Ukraynalı, Belaruslu ve Rus kadın ve kız çocuklarına karşı da işlenmiştir.

Belçikalı gazetecilerin yaptığı araştırmalardan ve eldeki kanıtlardan da anlaşıldığı gibi , 1943 yılında Sicilya’nın işgalinden sonra İngiliz kuvvetleri tarafından defalarca tecavüz ve cinsel taciz suçu işlendiği doğrulanmış ve daha sonra bu suça ortak olan İngiliz askerleri de yargılanmıştır.

20. yüzyılın sonunda ise Bosna Savaşı sırasında kasten oluşturulan ‘tecavüz kamplarının’ olduğu açıklanmış, bu kampların amacının ise, esir olarak tutulan Müslüman ve Hırvat kadınları hamile bırakmak olmuştur.

Kadınların sıklıkla hamileliğin son aşamasına kadarda hapsedildiği belirtilmiştir

Buradan da görüyoruz ki; Kadınların dışlandığı politikalarla savaşlara karar veriliyor. Kutsanan şiddetin bedelini ise en çok kadınlar ve çocuklar ödüyor. Öldürülen, kayıpların yasını tutan, ağıt yakan kadınlar olurken, barış için savaşın olmaması gerektiğini de en iyi kadınlar biliyor.

Kadınlar, ölümden değil yaşamdan yana ses çıkardıkça kadın bedeni üzerinden eril şiddet yeniden üretiliyor. Kadınların barış dediği ilk günden bu güne geldiğimizde ise değişmeyen tek şeyin kadınların barış talebi olduğunu görüyoruz.

Savaşların sonucu hep aynı: Zorla yerinden edilen insanlar, ölümler, kayıplar ve yoksulluk…

Kadınlar; savaş dönemlerinde işsizlik, hastalık, açlık gibi durumlarla mücadele ederken savaş sonrası süreçte ise silahlara ayrılan bütçe nedeniyle eğitim ve sağlık gibi hizmetlerden mahrum kalıyor. Savaş dönemlerinde ganimet olarak görülen kadınların maruz kaldığı cinsel şiddet de cezasızlıkla sonuçlanıyor. Savaşın sona ermesi kadına yönelik şiddeti sona erdirmiyor aksine erkek otoritesine dayanan örgütlenme şekli güçleniyor ve yapısal şiddet gündelik hayatımızda devam ediyor.

Kadınların ne savaşa giden süreçte ne barış müzakerelerinde muhatap alınmadığı, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin ifade edilmeyip bu eşitsizliğin sonuçlarının ortadan kaldırılmadığı yerde barış elbette tesis edilemez. Barışın tesisi için öncelikle savaşın ‘’savaş’’ olduğunu kabul etmeliyiz.

Aksi takdirde ya sessiz kalıp savaşa, ölüme ve yıkıma ortak olacağız veya en yüksek sesimizle barış talebimizin arkasında duracağız.

Yaşadığımız toprakların içinde bulunduğu savaş ortamından çıkışı, kadınların yaşamını tehdit eden bu şiddet ortamının sonuçlarının konuşulması ve barışa giden yolda kadınların sözünü söylemesiyle mümkündür.

Tüm bu anlattıklarımızın özü; Kadınlar barış istiyor, özgürlük istiyor, eşitlik istiyor. Mücadele edeceğiz ve kazanacağız.

Ve biliyoruz ki; Yaşamımızı sürdürdüğümüz bu toprakların kadın direnişine her zamankinden çok ihtiyacı var.

Saçlarını özgürce rüzgarda savurmalı, özgürlük şarkılarını okumalıdır kadınlar.

Derneği İzmir Şb. Kadın Kom.”

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.