Silahlar susuyor, sorunlar nasıl çözülecek..
Barışa giden yolda reformist bir adım mı, tarihsel bir kırılma mı?
2025 yılı Kürt sorununda ve Türkiye’nin siyasal tarihinde yeni bir sayfanın açılabileceği bir gelişmeye tanıklık ediyor. 19 Haziran’da Abdullah Öcalan’ın çağrısı üzerine 11 Temmuz da PKK’ye bağlı 30 gerilla Güney Kürdistan’ın Süleymaniye kırsalında bulunan Şikefta Casenê’de törenle silahlarını bıraktı; silahlar yakıldı, kararlı cümlelerle “Demokratik siyaset ve hukuk zemininde mücadeleye geçiyoruz.”denildi.
Yıllardır süren savaş, dağlarda, kırsal alanlarda silahların konuştuğu, çatışmaların yaşandığı şehirlerde ise devletin zor politikalarının hüküm sürdüğü bir karanlığı büyütüyor, sayısını hala tam bilemediğimiz can yitimleri yaşanıyordu. Şimdi silahlar susuyor ancak sürecin şeffaf yürütülmemesinden kaynaklı olarak arka perdesini bilemediğimiz önümüzdeki aşamalara ilişkin sorular da birçok platformda tartışılmaya başlandı.
‘Kürt Özgürlük Hareketi’ (KÖH) nin yıllardır süregelen mücadelesi, süreç içerisinde bağımsız devlet kurma hedefinden uzaklaştı. Kültürel haklar ve demokratik talepler için silaha sarılmak hem meşruiyetini hem de toplumsal desteğini giderek yitirdi. Bugün gelinen noktada silahlı mücadelenin sonlandırılması birçok açıdan olumlu bir adımdır. Halklar arasındaki nefret ve düşmanlık zeminini zayıflatma, ırkçılığı, milliyetçiliği geriletme iklimi oluşturabilir ve en önemlisi işçi sınıfı ve emekçilerin, yoksulların mücadelesinin önünü açabilir.
Ancak bu gelişmeyi yalnızca bir “barış” hamlesi olarak görmek eksik kalır. Zira bu karar, aynı zamanda KÖH’nin son yıllarda izlediği çizginin mantıksal sonucudur. Silahlı mücadeleyi bırakmak, sisteme entegre olmayı kabul etmek anlamına da gelebilir.
Kuzeyde, Rojava’da ve Güney Kürdistan’da sürdürülen askerî operasyonlar, üsler, hava bombardımanları derhâl durdurulacak mı? Yoksa Ortadoğu’da emperyalist güçlerin bölgemizi yeniden düzenleme politikalarına da uygun atraksiyonlarla faşizmin ve tekelci kapitalizmin zor politikalarının yeni bir yükselişini mi göreceğiz?
Siyasi iktidar ne yapacağını, demokratik mekanizmaları yaşama geçirerek, halka, parti ve siyasal çevrelere açık, şeffaf olarak tartışmaya, önerilere açabilecek mi? Hakların kullanımı ve demokratik talepler konusunda bir çözüm sunabilecek mi? Sürecin demokratik karakter kazanmasına yönelik adımlar atabilecek mi? PKK silah bıraktı şimdi sıra devlette. Eğer bu süreç gerçek bir barış zemini yaratacaksa, halk iradesine karşı yapılan müdahaleler, haksız, hukuksuz yaptırımlar, yargı kıskaçlarına son verilmelidir. Sınır dışı operasyonlara son verilmeli, Ortadoğu’da sürmekte olan yeni sömürgeci yeniden paylaşımcı savaşta paydaş olmamalıdır; işgalci, yayılmacı, soykırımcı savaşta emperyalizme ve işbirlikçilerine ticaret dahil prim vermeyi bırakmalıdır.
Yine aynı şekilde:
Cezaevlerinde dörtyüz bini aşkın mahpus bulunmaktadır; bunlar arasında onbini aşkın siyasal tutsak olduğu düşünülmektedir. Siyasal nedenlerle tutuklanan, hüküm giyenler öncelikle serbest bırakılmalı, insanlığa karşı işlenen suçlar, kasten, planlayarak işlenen cinayetler, kadın ve çocuklara yönelik tecavüzler, cinayetler dışında af ilan edilmelidir.
Kayyım uygulamaları iptal edilmeli, halkın seçtiği yerel yöneticiler göreve iade edilmelidir. Halkın iradesi gasp edilemez. Tüm soruşturma ve kovuşturma süreçleri adil yargılanma ilkeleri, kişilerin hukuki hak ve özgürlüklerinin ihlal edilmeden yürütülmelidir. Bütün belediye başkanları ve bürokratları serbest bırakılmalı, adil ve bağımsız mahkemelerde yargılanmalı; tutukluluk bir ceza biçimi olmaktan çıkarılmalıdır.
Anadilde eğitim ve eşit yurttaşlık anayasal güvence altına alınmalıdır.
Kürt dili, kültürü ve kimliğine yönelik tüm yasaklamalar kaldırılmalıdır.
Aksi takdirde bu “barışçı” adımın altı boş kalır; umutlar yeniden hayal kırıklığına dönüşür.
Elbette silahların susması, çatışmalara son verilmesi değerli bir başlangıçtır. Ama unutulmamalıdır ki gerçek barış, sadece silahların susması, çatışmaların durdurulmasıyla değil; halkların eşitliği, kardeşliği ve özgürlüğü temelinde kurulan yeni bir düzenle mümkündür.
Bugünkü devlet yapısı, burjuva egemenliğine dayanıyor. Bu egemenlik sürdükçe halklar arasında gerçek eşitlik, Kürt sorunun çözümü ya mümkün olmayacak ya da sınırlı reformlara indirgenecek, konjonktürel değişimlere açık olacaktır.
Barış sadece bir masa başı süreci de değildir. Barışın gerçek güvencesi, sokakta, mecliste, fabrikada, tarlada, okulda; her yerde sözünü yükselten halkların kendisidir. Bugün susan silahlar, halkların konuşmaya başlayacağı bir sürecin önünü açarsa; işte o zaman barış, sadece bir söz değil, bir yaşam biçimi haline gelir.
Gerçek barış, halkların birleşik, örgütlü ve faşizme ve emperyalizme karşı devrimci mücadelesiyle mümkündür. Demokratik kazanımlar ancak bu mücadeleyle kalıcı hale gelir, güvence kazanır.
Bugünün görevi açıktır: Faşizme ve emperyalizme karşı birleşik, devrimci, demokratik bir mücadele hattı örmek.
Türkiye işçi sınıfı ve emekçileri, halkların kardeşliği, eşitlik temelinde onurlu birliktelikleri ve özgürlüğü için emperyalist bağımlılığa, manipülatif oyunlara, savaş politikalarına ve faşizme karşı örgütlü bir direniş geliştirebilirse barış mücadelesi zaferle sonuçlanır.
Süreci halklardan, hak ve özgürlüklerden yana evirmek, örgütlü birleşik mücadele ile mümkündür.
