“Yeşil Kuşak”tan “Ilımlı İslam”a, Anadolu’ya Gömlek Biçenler
Nuret Çalıcı
“Türkleri silahsızlandırmak için Orta Anadolu’nun göller bölgesine kadar girip işgal etmeleri gereklidir”1
27 Mayıs-10 Temmuz 1980 tarihleri arasında yaşanan ve kamuoyunda Çorum olayları olarak bilinen dönem hakkında bir film, üç roman, üç araştırma kitabı, onlarca belgesel, yüzlerce makale bulunmakta; bu dönemde yaşanan bütün olaylar yalnızca bir mezhep
çatışması perspektifinden ele alınmaktadır. Peki gerçekten öyle midir?
Hititlere başkentlik yapmıştır. Bizans da dahil olmak üzere yolu bölgeden geçmiş tüm
uygarlıklar için her zaman önemli bir yerleşim merkezi olmuştur. Türklerin eline geçmesi ise
1075 yılında olmuştur. Çorum’un Karadeniz iklimi ile İç Anadolu iklimi arasında bir geçiş
alanı olduğu söylenebilir. İç Anadolu ikliminin etkisinde kalan iç kesimlerde stepler yer alır.
Bunlar ilkbahar yağışlarıyla yeşerir ve yaz sıcağıyla sararırlar. İlkokul sıralarından bildiğimiz
o tanıdık ifadeyle söylenecek olursa “yazlar sıcak ve kurak, kışlar soğuk ve yağışlı”dır.
İlkbahar kısa, sonbahar ise uzun sürer. Ol sebebten Çorum Türkmen bozlağımızın kendine
özgü bir hüznü vardır. Çığlık çığlığa avaz vermez duygusallığı, baskın kendine has tınısı ve
ritmi ile gönülleri titretir.
ülkemiz, Soğuk Savaş stratejilerinin ve uygulamalarının en çok hissedildiği alan olmuştur.
Soğuk Savaş stratejisini başlatan egemen emperyalist güç olan Amerika Birleşik
Devletleri’nin bölgeye yönelik planı, Sovyetleri kuşatmak için hazırlanan “Yeşil Kuşak”
teorisiydi. Bu yönde “Türk Gladyo şubesi ülkenin NATO’ya girmesinden bir yıl sonra
kuruldu. Örgüt ilk başlarda anti-terör örgütü olarak adlandırıldı ve Amerikan askeri
misyonunda yuvalanmıştı. Türk gladyatörler yirmi yıldan beri ülkede terör, katliam ve
işkenceye katılıyor. Türk gerilla örgütü, gizli NATO görevi içinde faaliyet gösteren en vahşi
ve en kanlık birliklerden biriydi”4
“…seçilmiş terörizm çarçabuk şuursuz terörizmi takip eder. […] Maksat görevli olan
tarafı halktan uzak tutmak, halkı mücadeleye sokmak ve asgari olarak halkın pasif suç
ortaklığını temin etmektir. Bu da memleketin muhtelif yerlerinde bazı kimseleri, halka en
yakın teması olan küçük rütbeli hükümet memurlarını, polis, postacı, belediye reisi, belediye
meclis azası ve öğretmen gibi insanlar öldürülerek yapılır”5 Bu noktada Malatya olaylarında
AP’li belediye başkanı Hamit Fendoğlu’nun gelen bombalı paketle ölmesi, aynı bombalı
paketten CHP’lilere de gitmesi sonrası yaşananlar ve Maraş’ta katliam başlamadan öldürülen
ilk öğretmen, sinemaya bomba atılması ve devamında yaşananlar hatırlanmalıdır.
çalışırken Amasya belediye başkanı aradı. ‘Burada bir Amerikalı diplomat var. Yöreyi
geziyor’ dedi. Alexander Peck idi diplomatın adı. […] Amasya belediye başkanının
söylediğine göre öğrenmek istediği şuydu: Burada bir çatışma çıkarsa nerede çıkar? Alevi-Sünni çatışması mı çıkar? Kömür ocağında göçük olursa, çalışanlar ve aileleri ile işverenler
arasında mı çatışma çıkar? Yoksa sağ-sol arasında mı çıkar? […]”.6 Dahası, Radikal gazetesi
yazarı Avni Özgürel de 2008 yılındaki köşe yazısında şöyle diyor: “Çorum olaylarında
suçüstü yakalanan ama Sivas’ta ve Malatya’da var olduğu bilinen Alexander Peck ya da
Mehmet Ali Ağca’yı İpekçi suikastı öncesinde tanıyan, onun hem askeri cezaevinden kaçışını
hem Bulgaristan’a geçişini sağlayan Frank Temple’ın olmadığı, özeti ‘Biz birbirimizi yedik’
olan anlatımlar öfkemizi diri tutmaktan başka bir şeye yaramıyor”.7
gerçekleştirilen sivil faşist saldırılardan biri, Çorum Ticaret Lisesi’nde yaşanır. Elbettesaldırganlar değil, saldırıya uğrayan solcu öğrenciler gözaltına alınır. Okul Aile Birliği ve
velilerin müdahalesi sonucu polis, öğrencileri bırakmak zorunda kalır. Ertesi gün Okul Aile
Birliği yönetiminden Çorum Eğitim Enstitüsü Öğretmeni M.Ö. gözaltına alınır. Polis, araçta
kendisine şiddet uygularken bir yandan da “Göreceksiniz burayı Maraş’a çevireceğiz!”
diyerek tehditler savurur. Bu olay yaşandığında, Gün Sazak suikastı henüz yaşanmamıştır.
Aslında malum olan, acemi “görevli” tarafından ilan edilmiştir.
kullanmakta ısrarlıdırlar ve Milönü Meydanı’nda 1 Mayıs etkinliği yapmaya karar verirler.
Ankara Asfaltı üzerindeki meydan, o gün erken saatlerde askeri cemseler ve polis panzerleri
ile doldurulur. Meydanın Gezi Caddesi tarafına sandık sandık cephane indirilir. Tatbikat
yapılıyormuşçasına gösterişli hareketlerle silahlara şarjörler takılıp çıkartılır. Çevre
kahvehanelerde oturanlar olan biteni şaşkınlık içinde izlerlerken, anayasal hakkını kullanmaya
kararlı, çoğunluğu genç olan kitle kararını hayata geçirir. Meydanda 1 Mayıs gösterisi başlar,
sloganlar meydandan çevreye yayılır. Cemse ve panzerlerin diğer tarafında kalanlar da slogan
atmaya başlayınca asker ve polis bir an şaşkınlığa düşer. Şaşkınlıkları geçtiğinde ise Milönü
yönündeki cadde barikatlarla kapatılmış, polis barikata ulaştığında kitle dağılmıştır.27 Mayıs 1980 akşamı, Gün Sazak’ın Eskişehir’de düzenlenen cenaze töreninden dönen kalabalık bir grup, şehir merkezindeki CHP’li ve solcu olduğu bilinen insanların işyerlerine, kitabevlerine ve Çorum Haber Gazetesi’ne saldırırlar. Kundaklama ve yağmalama eylemlerine güvenlik güçlerinin gösterdiği müsamaha ile daha da cesaretlenerek devam eden faşistler, Gezi Caddesi’nden Milönü’ne yönelir ama burada barikatlara takılırlar. Gece
karanlık bastığında, etkin oldukları semtlerdeki savunmasız ve solcu bildikleri insanların
işyerlerine ve evlerine yönelik saldırı, yağma ve kundaklama eylemlerine devam eder, yine
hiçbir müdahale ile karşılaşmazlar. 27 Mayıs-3 Haziran tarihleri arasında barikatları
kaldırmayan, gece gündüz barikat gerisinde kararlı bir şekilde direnen Çorum halkı,
barikatların kaldırılması yönündeki telkinlere ve tehditlere karşı “Barikat saldırı değil
savunma aracıdır. Bakın şehir merkezinden dumanlar yükseliyor. Neden oraya müdahale
etmiyorsunuz” cevabını verirler. Güvenlik güçleri kundaklama ve saldırılara müdahale
etmeye başlayınca, 3 Haziran’dan itibaren barikatlar da kaldırılır.
Temmuz Başları: Yine Cami Bombalama Provokasyonu, Yine Savunmasız Sivillere Yönelik
Vahşi Cinayetler
“Yalanla gerçekleri yeneceklerini sandılar.”
8 Mayıs provokasyonunda barikatlara takılan derin güçler, yeni takviye ve hazırlıklarla
yeniden daha üst perdeden provokasyon planlarını uygulamaya koydular. Temmuz başlarında
Çorum merkezi ve diğer tüm ilçelerde ÜYD imzalı bildiriler dağıtarak “vatan hainleri için
sokaklar dolusu idam sehpası dikecek kadar gaddar” olduklarını ilan ettiler. Diğer yandan
üstlendikleri semtlerde, Çorum girişinde yollara tuzak kurarak köylerden şehre alışverişe
gelen sivil, savunmasız, yaşlı, çocuk, genç ayırmadan kendilerini yönlendiren derin güçlerin
istediği şekilde, CHP’ye oy veren veya Alevi köylerden şehre gelen her şeyden habersiz
savunmasız, silahsız insanları, kurdukları pusularla vahşice katletmeye başladılar. Şehir içinde
mayısta giremedikleri semtlere gece karanlığında, yine sonuçsuz kalan ani baskınlar
düzenlediler.
Bu sırada Çorum halkı, da daha kararlı bir refleks geliştirmiştir. Sivil, faşist saldırılar
kayıpsız püskürtülür. Cani güruhun gücü savunmasız, silahsız insanlara yetmektedir. O
günlerde kayıpların çoğunluğu bu şekilde olaylardan habersiz tuzağa düşen masumlardır.
Fakat ne yazık ki panzer ve resmi güvenlik kurşunları ile biri tıp öğrencisi olan Süleyman
Atlas ve diğeri hamile bir kadın olan Hatem Dursun olmak üzere beş sivil vatandaş hayatını
kaybeder.
“3 Temmuz günü MHP’li meclis üyesi kaygılı halde CHP’li belediye başkanı
Kılıçoğlu’nun yanına gelmiş ve MHP’de bir şeylerin olduğunu, parti örgütü binasına yabancı
insanların dolup taştığını, durmadan bir yerlere telefon edildiğini, bu konuşmalarda sık sık
‘cuma’dan söz edildiğini, bu nedenle cuma günü Çorum’da büyük olayların çıkmasından
kuşku duyduğunu söylemişti”.9
4 Temmuz Cuma günü henüz öğlen ezanı okunmadan, cami hoparlörlerinden ve
araçlarla yapılan yayınlarla Alaaddin Camii’nin bombalandığı ilan ediliyordu. Hemen
akabinde TRT, uyarılar yapılmasına rağmen haberi sürekli bu şekilde tekrar ediyordu. Yine
cami ve dini değerler kullanılarak inançlı insanlar galeyana getirilmeye çalışılıyordu. Ancak
işyeri tahribatı ve yağma dışında bu “cami bombalandı” provokasyonu, sadece Çorum değil
ülke çapında algı yaratmanın dışında Maraş benzeri bir boyuta yine ulaşmadı. Her görüşten
Çorum halkının büyük çoğunluğu, provokasyona tavır aldı. Provokatörlere, görevli olan çok
az sayıdaki bir kesim dışında cami cemaati itibar etmedi. Ama maalesef vahşi cinayetler
karanlık ve kuytu köşelerde yalnız yakalanan, masum ve savunmasız insanlara karşı
gerçekleştirildi. Mezhep çatışması algısının ülke çapında yaygınlaşması için de TRT ve
Hürriyet başta olmak üzere basın kullanıldı.
Çorum Direnişi’nin Finali: Kitlesel Valilik Yürüyüşü ve Taleplerin İletilmesi
Yukarıda bahsedilen tüm çabalara rağmen sağ-sol, Alevi-Sünni çatışması algısını
yıkmak ve mağdur edilen vatandaşların taleplerini valiliğe iletmek için, yazılı (bildiri-duvar
gazeteleri) ve sözlü (kahvehane konuşmaları) yoğun bir kampanya yürüten devrimciler, evleri
yakılan ve yağma edilenlerin zararların karşılanması ve tazminat ödenmesi, saldırganların
hızla soruşturulup açığa çıkartılması, ve katillerin bulunup hesap sorulması talepleri
doğrultusunda Çorum Valiliği’ne her yaştan, her kesimden binlerce insanın katıldığı bir
yürüyüş düzenlediler. Yürüyüş esnasında en çok “Katiller bulunsun, hesap sorulsun!” sloganı
atıldı. Samsun Asfaltı’na çıkan bölgede polis, barikat ile kitleyi durdurdu. En önde yürüyen
kadınlar barikatı yardılar ve kitle kısa sürede valiliğin önüne ulaştı. Vali önce görüşmeyi
kabul etmedi. Bunun üzerine binlerce kişi yolda ve valilik bahçesinde oturma eylemi başlattı
ve “Zararlar tazmin edilsin, katiller bulunsun, hesap sorulsun” sloganları attı. Bir saatlik
bekleyişten sonra valilik, seçilen bir heyetle görüşmek zorunda kaldı. Heyet, yukarıda
belirtilen talepleri yineleyerek valiliğe yazılı olarak iletti ve aynı yoldan yine sloganlar atarak
kitlesel bir şekilde geri döndü. Çorum’u ortadan ikiye böldüklerini düşünenler bir kez daha
yenildi. Onca vahşete, mezhep kışkırtmalarına rağmen her kesimden Çorum halkı, şehir
merkezinde bozkırın direnişini ve gücünü gösterdi. İşte Çorum direnişinin finali budur.
Güvenlik görevlilerinin tarafgir ve hoyrat tavırları karşısında, insan onuruna saygılı
gerçek bir hukukçu olan, 1976-1981 yılları arasında Çorum’da başsavcı olarak görev yapan
Ertem Türker, 2011 yılında Radikal gazetesinden İsmail Saymaz’a verdiği röportajda
olaylarla ilgili gerçekleri şöyle dile getiriyor: “Çorum’da Amerika kaynaklı bir oyun oynandı.
Kamu görevlileri olarak oyunun aktörü olduk. Çorum davaları 3. Ordu Sıkıyönetim Askeri
Mahkemesi’nde, Erzincan’da görüldü. Davalar ayrı ayrı; sıradan öldürme, yaralama ve
hakaret davası gibi muamele gördü”. 10
Üretilen Algı ve Yaşanan Gerçek
Çorum olayları sırasında üretilen algılar şunlardı:
“Olaylar sağ-sol çatışması olarak başladı, Alevi-Sünni çatışmasına dönüştü.”
“Çorum ortadan ikiye bölündü; bir tarafta saldıranlar, diğer tarafta barikatlar.”
“Çorum katliamının amacı, Alevileri Çorum’dan uzaklaştırmak ve yok etmekti.”
Oysa yaşanan gerçekler şunlardı:
Olaylar, daha önceki bölümlerde görüldüğü gibi, Gün Sazak suikastinin çok öncesinde
planlanmış olup; tek taraflı MHP-ÜYD gibi sivil, operasyonel faşist yapıların saldırısı ile
başlamıştır. Zira MHP baş organizatör değil, Kontrgerilla’nın tetikçisi olarak rol oynamıştır.
Sol ve devrimci güçler ise savunmada kalmıştır. Olaylar esnasında barikatların kaldırılmasını
isteyen yetkililere verilen cevaplardan da anlaşılabileceği gibi barikat, adı üstünde, bir saldırı
aracı değil, savunma aracı olarak kullanılmıştır. Nitekim, hiçbir yetkili bu savunmanın
karşısında mantıklı bir cevap bulamayarak barikatların meşruluğunu kabullenmiştir. Olayların
ilk günlerinde Alevi-Sünni çatışmasına dönüşmesi ise söz konusu değildir. Bu biçimde bir
söylenti dahi yoktur. Bunlar yalnızca, TRT ve Hürriyet başta olmak üzere, dönemin deyişiyle
“boyalı basının” körükleyip yaydığı bir yalandan ibarettir. Kuytu köşelerde cinayetler Sünni
vatandaşlar tarafından değil, bir kısmı resmi, bir kısmı sivil olan derin güçlerin “tetikçileri”
tarafından işlenmiştir. Bunlar inançlarının gereğini değil görevlerinin gereğini yapmışlardır.
Bu, mahkeme ifadeleriyle ve sonradan gazetelere verilen demeçlerle de kanıtlanmıştır.
Hürriyet Gazetesi, gerçekten de bölünmeyi gösteren bir harita yayınlamıştır. TRT ve
diğer basında da “Çorum İkiye Bölündü” manşetleri atılmıştır. Oysa gerçek böyle değildir.
Yukarıda bahsedilen ÜYD bildirisi, “Bizi komünistlerin kurşunu değil, milletimizin susuşu
öldürüyor”11 diye bitmektedir. Dolayısıyla yapılan çağrılar, karşılık bulmamaktadır. Nitekim
dönemin ÜYD yöneticisi, 2011 yılında Zaman gazetesine verdiği bir röportajda “‘Cami
bombalandı’ söylentileri on dört camide aynı anda çıktı. Hatta Ulu Cami’de bunu söyleyenin
kim olduğu dahi biliniyordu. Bu kişiler hiç aranmadı. Halkın yüzde doksanı olaylara hiç
karışmadı. Hem Alevi hem Sünniler evlerinden hiç çıkmadılar. Ortada dolduruşa gelmiş
gençler vardı.” demiştir. Görüldüğü gibi Çorum halkı ortadan ikiye bölünmemiş, her iki
taraftan bozkırın insanı, topyekün direnmiştir.
Katliam provokasyonunun amacı, daha uzun vadeli olarak, toplumun siyasal yönelim
ve algılarını sınıfsal siyasal bakış açısından uzaklaştırıp, mezhepsel ve dinsel bakış açısına
hapsetmektir. “Yeşil Kuşak”, “Ilımlı İslam” ve benzeri planlar, uzun vadeli (50-100 yıllık)
düşünülmüş olup, süreç olarak da devam eden uygulamalardır. Nitekim Çorum-Fatsa (Nokta
Operasyonu) sonrası iktidara gelen 12 Eylül cuntası, bu planın bir parçası ve uygulayıcısı
olarak, önceden MHP’nin kullandığı (Soğuk savaş konsepti olarak MHP’ye biçilen misyon)
“Ya tam susturacağız, ya kan kusturacağız” sloganını hayata geçirmiştir. Üretilen algılar
topluma mal edilmiş, 80’li, 90’lı ve 2000’li yıllarda oy kullanma tercihlerinde maalesef bu
üretilen algıların büyük etkisi olmuştur. Burada sol-sosyalist çevrelerin (12 Eylül darbesinin
ana hedefi olarak ezilmesivle) bu derinliğe uygun ve uzun vadeli alternatif politikalar ve
örgütlenmeler üretememelerinin de katkısı vardır. Bir dönem Türkiye’de CIA ajanı olarak
çalışan, daha sonra CIA’nın eski Orta Doğu merkez şefi Graham Fuller, 1 Kasım 2004
tarihinde Vatan Gazetesi’nden Devrim Sevimay’a verdiği röportajda şu itiraflarda
bulunuyor12.
S – “Yeşil Kuşak” ilk kimin fikriydi peki? ABD’nin değil mi?
C- Bütün dünya radikal İslam’ı Sovyetlere karşı kullanmak istedi. Sadece ABD değil. […]
Yardım ettiler. Parayla, silahla… Her şekilde. […] Çok da haklı bir tezdi. Çok çok doğruydu,
komünizme karşı gerçek bir duvar oluyordu İslam.
S – Peki Türkiye’yi niye kattınız bu kuşağın içine? Tam da Türkiye’de laik reform
oturtulmaya çalışılırken?
C – Çünkü Türkiye’de çok kuvvetli bir sol vardı. Aynı şekilde İran’da da. 1950’lerde,
60’larda, 70’lerde komünizm hareketi iki ülkede de çok kuvvetliydi. Ve Türkiye’de İslam
komünizme karşı çok efektif değildi. İslam zayıf ama solculuk güçlüydü. […]
Bu röportajdan bir ay sonra Fuller, Ruşen Çakır ile Katar’daki ABD-İslam Dünyası
Forumu sırasında yaptığı röportajda bu kez şöyle diyor: “[AKP] İslam’dan çıkan bir parti
olmasına karşın, bu sözümü yanlış anlayabilirler ama, çok ılımlı bir İslam gibi de olsa artık
entegre oldular. Türkiye’den hariç siyasal İslam normal bir parti haline gelmedi. […] Eğer
[İslam dünyası] Türkiye’yi örnek görürlerse bu çok güzel olur. Bunu İslamcılığı çok sevdiğim
için söylemiyorum. Bilhassa ABD’ye, İsrail’e karşı, yaşadıkları şartlara karşı İslam
dünyasında çok büyük öfke var. Çok radikaller. Bunları evcilleştirmek lazım. Bu aşağılayıcı
bir tabir gibi görünebilir. Amacım bu değil ama onların da realiteyi öğrenmesi gerekir, siyasi
hayata iştirak etmesi lazım”.13
İşte proje, işte sonuç: 60’lı yıllar (Fuller’ın Türkiye’de olduğu yıllar), 70’li yıllar ve
sonrasındaki “Komünizmle Mücadele Dernekleri”, “kanlı pazar”, Sivas, Malatya, Maraş
Provokasyonları… O dönem CHP ve Ecevit (Başbakan olarak Bağlantısızlar Hareketi’ne
ilgisi, Tito ile görüşmeleri) dahi CIA’in hedefindeydi. Mezhep çatışmalarının doğrudan CIA
görevlisinin denetiminde organize edildiği bu illerde ve sonrası süreçte bugünlere uzayan oy
kullanma tercihleri, son yirmi yılda yaşananlara da ışık tutmaktadır. Olaylar ve
provokasyonlar öncesi son yapılan 1977 seçim sonuçları illere göre birinci parti ve oy oranı
ile 2018 genel seçim sonuçları karşılaştırması şöyledir:
Malatya 1. parti CHP oy oranı: %52 – %16,62
Sivas 1. parti CHP oy oranı: %42 – %15,05
Tokat 1. parti CHP oy oranı: %42 – %20,84
Maraş 1. Parti CHP oy oranı: %34 – %9,46
Yozgat 1. Parti CHP oy oranı: %30 – %11,38
“Sağın Kalesi” diye algı yaratılan Yozgat, Orta Anadolu’da 1965 seçimlerinde TİP’in
milletvekili, 1968 yerel seçimlerinde ise Türkiye çapında TİP ilçe belediye başkanın seçildiği
tek şehirdir. Bunun dışında, Çorum direnişini mezhep üzerinden yorumlayan kişi ve kurumlar,
sağ ve soldan siyasiler, üç beş oy ve delege için dini olguları bireysel çıkarı için araç olarak
kullanan kişilerdir.
“Çorum’u Bırak Fatsa’ya Bak!”
Çorum’da vahşete, onlarca insanın katledilmesine, ülkenin gündemine oturan günler süren
gerginliklere karşın, Başbakan Demirel meşhur çağrısını yaptı: “Çorum’u bırak Fatsa’ya
bak!”
Fatsa’da her kesimden oy alarak seçilmiş, devrimci bir belediye başkanı vardı. Nitekim
Demirel’in yaptığı çağrının akabinde Fatsa AP-CHP-MSP ilçe yönetimleri ortak basın
açıklaması yaptılar: “Her yerde kan var. Biz burada huzur içindeyiz. ‘Fatsa’ya pasaportsuz
girilmiyor’ gibi söylentiler yalandır. Fatsa halkı için dosyalardan, dedikodulardan,
fısıltılardan aldığınız bilgilerle karar vermeyin. Bizlerle değil, halkla görüşün!”.
14. Fatsa özelinde yıllarca çözümsüz bırakılmış, hastalık ve ölüm saçan bataklık, yol, tefecilik başta
olmak üzere sorunlar, halkın desteğini de alarak çözülmüştü. Çevre ilçelere örnek olmaya
başlamıştı. Peki bu bariz gerçeklere karşın, dönemin başbakanını bu skandal açıklamaya
yönlendiren güdü ne olabilir? Bu sorunun cevabının belgesini Kenan Evren’in anılarında
görüyoruz. Evren’in anılarından öğreniyoruz ki dönemin emniyet müdürü, 16 Haziran 1980
tarihinde Ankara’da yapılan 6. Sıkıyönetim Koordinasyon toplantısında yaptığı konuşmada,
özetle, Çorum’da yaşananlardan bahsederken saldırganları değil, saldırıya uğrayanları
suçluyor: “Buralara asker polis giremez yazıları yazdılar.” Böyle bir yazılama olmadığı gibi,
olsaydı dahi fotoğraflar kontrgerilla basınında boy boy çıkardı, Hürriyet gazetesi barikat
fotoğraflarındaki boş çöp bidonlarının altına “Saldırı anında patlatılacak benzin bombaları!”
yazıyordu. Fakat valilik yürüyüşü hazırlık döneminde hazırlanan ve üzerinde halkın meşru
taleplerinin yer aldığı duvar gazetelerinin tamamı, panzerler eşliğinde emniyet güçleri
tarafından kameraya alınmıştı. Yetinilmemiş, deftere yazıyla kaydedilmişti. Buna Çorum
halkı tanıklık etmiştir. Çarpıtmalarından sonra söz Fatsa’ya getirilerek “Bir vatan
oluşturmada hayli mesafe kat edildiği görülmektedir. […] Görüldüğü üzere bir illegal
örgütlenmenin varlığı ve etkin olduğu intibaı alınmaktadır.” denilmiştir.15
Çorum Direnişi’nin Bugüne Işık Tutan Dersleri: Bu Oyun Nasıl Bozulacak?
“Türkiye’de ılımlı İslamcı hükümetin işbaşına getirilmesi öteki Müslüman ülkeler için
ne anlam ifade etmektedir? Dahası Fethullah Gülen’in geniş, ılımlı ve oldukça apolitik
İslamcı hareketi Türkiye’de yeni bir ılımlı İslam’ın gelişimine nasıl bir katkı vermektedir?”16
Çorum ve Fatsa, olayların yaşandığı dönem ile sınırlı değildir; öncesi ve sonrası
vardır. Dolayısıyla bu süreç, henüz tamamlanmamıştır. Bugün de devam etmektedir.
Anadolu’ya gömlek biçenler, önce 12 Eylül darbesi, arkasından Özal’lı yıllar ve devamında
Sovyetlerin dağılmasından sonra değişen dünya konjonktüründe “Yeşil Kuşak” teorisinin
yerini “ılımlı İslam”ın alması ile önemli başarılar elde etmişlerdir. Fakat “Nuh’a beşikler
vermiş” kadim Anadolu ve onun öz evlatları, henüz son sözünü söylememiştir. Bu oyunun
bozulması için ise kısa vadeli, günübirlik, politik, soyut söylemlerle yetinmek yeterli değildir.
Kitle çizgisinde ısrarcı olmak, uzun vadeli ve kalıcı bir söylem ve örgütlenme alternatifi
oluşturmak zorunludur. Yukarıda bahsedilen üst düzey devlet toplantısında Emniyet Genel
Müdürü’nün Çorum’da bölgenin en kitlesel devrimci grubu Halkın Kurtuluşu’nu hedef
göstermesi, ardından Fatsa’da ve ülke çapında en kitlesel örgüt olan Devrimci Yol’u (ki bu
yapı, Suluova Yeni Çeltek’te devletin zarar ettiği gerekçesiyle kapatmaya çalıştığı madeni
Yeraltı-Maden-İş öncülüğünde tek kuruş kayıp vermeden kara geçirmiştir) hedef göstermesi
manidardır. Oysa o dönem Gün Sazak ve Nihat Erim suikastları gibi sansasyonel eylemlerden
bahsetmeyip, kitle çizgisi izleyen, bunda ısrar eden ve başarılı örnekler yaşanan yerler “vatan
kuruyorlar” diye hedef gösterilmiştir. Bu manidar seçim ve korku, bugün izlememiz gereken,
faşizmi korkutan, uzun erimli, zahmetli, ama hedefe ulaştıracak olan, izlememiz gereken
temel yönelimi de gösteriyor.
Dini “inanç”, yani manevi huzur ve ahlak olarak yaşayan “çoğunluk” ile; onu bir
“araç”, yani siyasi ve ticari rant olarak kullanan “azınlık” kesimi birbirinden ayıracak söylemi
bulmalıyız. “Türk halkının çoğunluğu sağcıdır” söyleminin kendisi sağcı ve gerici bir söylem
olup, bilime aykırıdır. Sol-sosyalist yapılar, kitlelere yönelik söylemlerindeki soyut içerikten
uzaklaşıp, halkın somut sorunlarına somut çözümler içeren ortak bir strateji ve ortak bir
söylem geliştirebilmelidir. Görmeyi ve okumayı bilenler için içinde bulunduğumuz koşullar,
tarihte eşi görülmemiş bir tarihsel fırsat sunmaktadır. Kadim Anadolu’nun bozkırı gericiliğin
değil uygarlığın, boyun eğmenin değil, Babailerden Kuvay-ı Milliye’ye, başkaldırının toprağıdır.
Sonuç olarak yukarıda anlatılanlardan, Fatsa Operasyonu’nun hedefindeki, 12 Eylül işkenceleri sonrası cezaevinde canını vermiş olan seçilmiş belediye başkanı Fikri Sönmez için Can Yücel’in şu tespiti bize bir iz gösterebilir: “Fikri, gayet iyi okuyan, okuduğunu bilen, okuduklarından bulunduğu çevre hesabına sonuçlar çıkarabilen, köklerinden kopmamış ağır bir adam. Terzi, ama değişik bir terzi. Kumaşı farklı, biçmesi farklı”17. Bizde de bir terzi“işçiliği” ve terzi “Fikri” olmalıdır. Yoksa başkaları gelir, bir gömlek de onlar biçer, kırk yıl çıkaramayız
Kaynaklar:
Yayınları, İstanbul 2012, s. 57.
2 .Şekip Şahadoğru, “Malum Olsun Sana
4. Leo A. Müller, Gladio (Kontrgerilla) Soğuk Savaşın Mirası, Çev. Emin Karaca, Pencere
Yayınları, İstanbul, s. 47.
Zamanlar Yayıncılık, İstanbul 1992, s.103.
6. Hasan Fehmi Güneş, “Amasya’daki CIA Ajanı”, Rapörtör: Işık Kansu, Cumhuriyet
Gazetesi, 25 Ocak 2012.
7. Avni Özgürel, “12 Eylül öncesi Beyazıt Meydanı”, Radikal Gazetesi, 4 Mayıs 2008.
1989, s. 383.
Dördüncü Baskı, 1990, s. 451.
16. Fuller, Yeni Türkiye Cumhuriyet: Yükselen Bölgesel Aktör, Çev. Mustafa Acar, Timaş
Yayınları, İstanbul 2008, s. 36.