HÜSEYİN GÜNDÜZ (01.03.1956-22.09.2023)
67 yaşında kanser hastalığı nedeniyle aramızdan ayrılan Hüseyin Gündüz, yaşamın seyrinde yuvarlanmadan dik duran, kararlılığı, fedakârlığı, mütevazılığı, devrimci bilinci ve iradesiyle devrim ve sosyalizm mücadelesinin direngen ve yılmaz devrimcisiydi.
Hüseyin Gündüz 01.03.1956 yılında Çorum ili Ortaköy ilçesine bağlı Dirgenli köyünde doğmuştur. (Dirgenli’nin adı daha sonradan Esentepe olarak değiştirilmiş.) Çiftçilik ve tarımla geçinen 11 çocuklu bir aileni 6.çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Babası ileri görüşlü, çocuklarını okutmak isteyen bir kişidir. Köyde okul olmadığından Hüseyin ve abisine bir oda-ev kiralayarak iki oğlunu okutur. İki çocuk Cevizli, Kavakalan ve Molla Hasan köylerinde okurlar. Ortaokulu Ortaköy’de yine babasının kiraladığı bir oda-evde yaşayarak bitirirler. İkisi de çok başarılı çocuklar olduğu için sürekli üst sınıflar ile yarışırlar. Abisi öğretmen okulu sınavını kazanıp gider ve Hüseyin bir sene oda-ev yaşam alanında yalnız kalır, ve temel ihtiyaçlarını kendisi karşılar.. Mezun olunca öğretmen olmak için sınava başvurur. Postacının gecikmesinden dolayı sınavı kaçırır. Başarılı olduğu için hala arkadaşları ona takılırlar “senin yüzünden neler çektik” diye. Sevdiği dersler matematik ve el işi dersleridir. Ağacı ya da bir ahşap parçasını ona verdiklerinde yaptıklarını görenler hayretler içerisinde kalır, hayran olurlar.
Yaz tatillerinde Esentepe Köyünde babasına yardım eder, koyun güder, tarlada çalışır, yaşamı çok yönlü kavrar. Sosyal yönü çok gelişkindir, köy ona dar gelir, okumayı çok sever. Evdekileri, köydekileri toplar onlara kitap okur yorum yapar, köyün öğretmeniyle çok iyi anlaşır.. Sınıf, demokrasi, cumhuriyet bağımsızlık konularında okumalarıyla düşünce dünyasını geliştirir. Öğretmeni okuması ve aydınlanması için yardımcı olur. Köydeyken Öğretmen İskender Şenol’la bir gün haydi ava gidelim derler ve giderler, annesi yanına bol miktarda yiyecek koyar. Ormana geldiğinde tuhaf bir ıslık çalar. İki kişi gelir çok samimi bir biçimde sarılırlar. Dört saat tartışırlar. Daha sonra o kişinin Hüseyin İnan olduğunu öğrenir, ondan öğrendikleri sadece siyasi anlatılar değil devrimcinin kararlı tutumu, tevazusudur.
Sınıf kökeni itibarıyla toprağı, üzerinde harcanan uzun zamanı, emeği çok iyi bilmektedir, toprağı sever, işlemeyi, ekmeyi, ektiğinden ürün almayı; ağaçları aşılamayı çocuk yaşlarda öğrenir, saksılarda fide yetiştirir sevdiklerine, konu komşuya vermekten çok haz alır. Tahta, ahşap oymacılığına da çok meraklıdır ve çok da iyi yapar. Kimi kez ev içerisinde kullanabilecek aletler, kimi zaman mahalledeki yaşlılara baston yapar; insanlarla iletişimi sıcak ve içtenliklidir, insanları çok sever. Aile içerisinde ve dost sohbetlerinde, yeri gelirse onu yetiştiren öğretmeninden sıklıkla söz eder; öğretmenin adı İskender ŞENOL’dur; sonradan faşistlerin saldırısı sonucu Yozgat’ta katledildiğini öğrendiğinde üzüntüsü isyana dönüşür.
Eniştesi Fransa’ya gidince 1973 yılında İzmir’e ablasının yanına gelir. Emeğin kurtuluşu bilinci ile İzmir’de fabrika ve atelyelerde çalışır, “sınıfa karşı sınıf” perspektifiyle emek mücadelesinin içinde yer alır. O dönemde işçi mücadelesi veren sendikal yapılarda, işçi komitelerinde olabildiğince yer alır. Fabrikada iş bulamadığında gündüz inşaatlarda çalışır geceleri yoksulların, emekçilerin, emeğin kurtuluşu için siyasi faaliyetlerinde yerini alır. Bayraklı Kültür Dayanışma Derneği kurucusu olur. Alparslan mahallesinde çevresinde etkili bir devrimci siyasi kişiliktir. Bu durumu Bayraklı’daki faşist-ırkçı örgütlenmeler, kokuşmuş düzenin bekçileri tarafından tehlike oluşturduğu düşünülmüş olmalı ki, karakola alınarak işkence yapılır, itiraf almaya çalışırlar, istediklerini alamayınca falaka nedeniyle sabah yürüyemeyecek haldeyken serbest bırakmak zorunda kalırlar. Karakoldan çıktığında, sivil-resmi faşist işbirliği sonucu, sivil faşistler karakolun yanında bekler ve çıkınca saldırırlar. Sivil faşist Hüseyin’i vurmak için silahını doğrultunca kendisini sormaya, almaya gelen arkadaşı ya da arkadaşları kendilerini savunmak için silaha karşı silahla karşı çıkarlar ve Hüseyin’i de yanlarına alarak kaçarlar. Bir süre sonra Hüseyin karakoldan silahla çıkamayacağı, ateş etmesinin mümkün olmadığından hareketle “fail” konumunda görülmeyeceği yanılsamasına kapılır ve Karakola teslim olur. Sivil faşistler Hüseyin’in fail olmadığını bildiği halde suçu Hüseyin’in üstüne atıp yalancı şahitlik de yaparak onu mahalleden diskalifiye etmek ve mahallenin diğer devrimcilerine de gözdağı vermek için tanıklık yaparlar. Faşist terör halkın ve devrimcilerin en doğal yaşama hakkına can ve mal güvenliğine saldırdığı kadar, resmi kurumlarla da işbirliği içinde ihbarcı, yalancı tanıklık, provakasyon profesyonel meslekleri haline gelmişti. Bu davada da yalancı tanıklık yaparlar. Mahkeme heyeti de yalancı tanıklığı kabul eder. Hüseyin soruşturmanın ve yargılamanın hiçbir aşamasında suçu kabul etmediği halde vurularak öldürülen sivil faşistin faili olmakla yargılanır, 1976 yılında hapse düşer. Kuvvetle muhtemel vuranı ya da vuranları bildiği halde gördüğü işkencelere karşın itiraf etmez, kendi yaşadıklarının yoldaşlarına yapılacağından emin olarak onları korur ve dolayısıyla ‘suç’ Hüseyin’in üstüne kalır; yargılama sonucu ceza alır ve hiçbir dönemde kimseyi ihbar etmez ve on yıla yakın süre mahpus yatar.
Faşist teröre ve can güvenliğine karşı, silahlı saldırı karşısında halkın ve devrimcilerin direnişi doğal ve meşru bir haktır. Faşist terör ve silahlı saldırılar karşısında direnme hakkınızı kullanmazsanız devrimci kimliğinizi, düşüncelerinizi koruyamaz hatta yaşayamazsınız.
Ceza evlerinde dönemin koşulları içinde sistematik baskı ve işkenceler yaşar, cezaevi isyanı nedeniyle sürgün edilir, mahpusta yaşadığı süre içerisinde yaşadığı işkence izlerini bedeninde taşır.
Cezaevinde yaşadıklarını anlatmayı pek sevmez, mapushane zor evleridir, zordur yaşam, insanı öğütme mekanlarıdır “dam”lar, oraya neden “düştüğünü” bilirsen insan olarak, kişilik bütünlüğünü koruyarak çıkılabilirsin dışarı ancak. Bunu bilenlerdendir Hüseyin. Ender olarak anlattığı mapus yaşamından bir anekdot olsun; kaldığı ceza evinde fare çoktur ve bir gün haksız, zor uygulamalarına karşı açlık grevine giderler, 4. gün bulunduğu hücreyi değiştirirler, farelerden çok korkan bir mahpusun hücresine verirler, fare deliğinden çıkar, hücre arkadaşı görür görmez paniğe kapılır ve korkudan tekme atar, fareyi kaçırır. Bir süre sonra o fare peşine bir sürü fare takarak hücreye girer ve arkadaşına saldırır, arkadaşı kıyameti koparır, Hüseyin ona gardiyanların açlık grevindekilerin iradelerini kırmak üzere koğuş parmaklıklarına sıkıştırarak bıraktıkları içi peynirli ekmekleri parça parça kopararak farelere vermesini söyler ve fare bunlar peynirli ekmekten vazgeçebilirler mi hiç..böylece sorunu çözerler ama bu eylem istedikleri tüm hakların verilmesini değil de bazılarının idarece kabul edilmesiyle sonuçlanır; bu anekdotu, çocuklarına olasılıkla her mücadelenin başarıyla sonuçlanmayabileceğini ancak her hakkın mücadele sonucu alınabileceğini anlatmak üzere aktarmıştır. Hayatınızı iyileştirmek istiyorsanız, fabrikada, tarlada, okulda talepleriniz için mücadele etmelisiniz..Mücadele etmeden hayatı kazanamazsınız.
İçerde ve dışarıda tanıştığı geçici ilişkiler dahil dostlarıyla, arkadaşlarıyla çok rahat ve kesintisiz iletişim kurmada rahat ve çok mahirdir. Bir ortama girdiği zaman bu iletişim becerisiyle dikkati çeker, ilgi odağı olur ve güncelden, gündemden hareketle siyasal durumun teşhirinden, birleşmenin, örgütlenmenin gerekliliğinden söz etmekten hiç vazgeçmez, muhabbeti hoştur, ilgi odağıdır. İleri görüşlülüğü, sezgisi , günlük yaşamdan örneklemelerle anlatımı, ortam uygunsa müzikle, şiir dizeleriyle sohbeti birleştirebilmesi dikkat çeken özelliklerindendir. Bu arada çok iyi bağlama çaldığını, halk ozanı kimliğinde beste yaptığı ve türkü söylediğini de söylemek gerekir.
Ceza evinden çıkar çıkmaz Hüseyin’i askere alırlar. “Sakıncalı” kimliğinden dolayı Denizli, Samsun, Diyarbakır ve Van’da askerliği yapar, bitirir. Buca ceza evinde tanıştığı, yazıştığı bir kadın arkadaşla 1987 yılında evlenir. Eşi de hak mücadelesi nedeniyle cezaevine girmiştir ve birbirlerine düşünsel olarak ta duygusal olarak da bağlanırlar. İki çocukları olur: İlk oğlu Şaban Eren 1988 yılında, İkinci oğlu Diren Gündüz 1992 yılında doğar. Ailesine çok düşkündür. Eren 13 yaşından sonra kronik sağlık sorunları yaşar ve açık öğretimde ancak 1 yıl iktisat okuyabilir. Diren Bursa Uludağ Üniversitesi Tekstil Mühendisliği’nde okumaktadır. Diren’in üniversiteyi bitirdiğini görmeyi çok ister; kendisi de üniversiteye girmeyi isteyecek kadar okumayı, öğrenmeyi seven bir yapısı vardır, oğlunun fakülteyi bitirmesinden sonra hukuk fakültesine girmeyi hedefine koymuştur; heyhat..bunu gerçekleştirecek yaşam zamanı kalmamıştır.
Her dönemde işgücünü, emeğini satarak yaşar; İZULAŞ’a kontrolör olarak girer, disiplinli çalışması, dürüstlüğüyle dikkat çeker bir süre sonra otoparklar başkan yardımcı olur ancak Burhan Özfatura’nın Belediye Başkanlığı döneminde işten çıkartılır. Aktif dağıtım kargo şirketinde denetim elemanı olarak başlar, Ege bölgesi ve Akdeniz bölgesi operasyonlar müdürü olarak Aktif dağıtımdan emekli olur. Daha sonra 8 yıl EDAK Ecza deposunda dağıtım müdürü olarak çalışır. Çalıştığı her sektörde, alanda disiplini ve çalışkanlığı, iş arkadaşlarıyla kurduğu bağ, sevecenliğiyle tanınır, bilinir, sevilir.
Anısı işçi sınıfının ve tüm ezilenlerin kurtuluş mücadelesinde, dostlarının, yol arkadaşlarının, tüm sevenlerinin yüreğinde, sosyalizm mücadelesinde yaşasın!