12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen faşist askeri cuntanın- darbenin üzerinden 44 yıl geçti. 12 Eylül darbesinin 44’üncü yıldönümünde faşizmi, darbeciliği lanetliyor, hayatını kaybeden direnç çiceklerini saygıyla anıyoruz. 44 yıl önce bugün, işçi sınıfının ve emekçilerin, halk gençliğinin, ilericilerin faşizme, faşist saldırılara, katliamlara ve sermayeye karşı direnişi toplumda yükselen özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadelesi ABD’nin ve NATO’nun kirli örgütlerinin ABD’nin Ortadoğu Masası yetkililerinin deyişiyle Amerikancı generallerin “bizim çocuklar” ın bir darbesiyle karşılık buldu.
12 Eylül faşist cunta yönetimi, TBMM’ni, siyasi partileri, sendikaları, çağdaş, ilerici, devrimci kurumları ve örgütlerini, gazeteleri, dergileri kapatmış, işçi sınıfının ve emekçilerin sermayeye karşı grevlerini direnişlerini yasaklamıştı. Yüz binlerce insan gözaltına alınmış işkenceden geçirilmişti. Yüzlerce kişi işkence ile öldürüldü, idam edildi, kaybedildi. Askeri cezaevleri, emniyet müdürlükleri ve kimi mekanlar işkence merkezleri haline getirildi. Faşist Askeri Cunta iktidarı döneminde her türden zulüm, zorbalık ve hukuk dışı uygulamalar devleti yönetme ekseni oldu.
Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi’nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyledir:
1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lendi.
650 bin kişi gözaltına alındı.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.
517 kişiye idam cezası verildi.
259 kişinin idam dosyası Yargıtay’ca onandı.
49 kişi idam edildi
71 bin kişi 141, 142 ve 163’den yargılandı.
98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi’ olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü.
171 kişinin ‘işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.
14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları ‘açlık grevi’ sonucu yaşamını yitirdi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.
1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.
47 yargıç görevden atıldı.
7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.
937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu.
İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
31 gazeteci cezaevine konuldu.
Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.
300 gazeteci saldırıya uğradı. 3 gazeteci öldürüldü
49 ton gazete ve dergi imha edildi, Yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi. Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113.607 kitap yakıldı. Sol yayınlarına el konuldu ve yakıldı. Yayınevi sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü.(1)
Faşist darbe dönemi siyasi iktidarın IMF ile yaptığı anlaşma ve 24 Ocak 1980 ekonomik kararlarının hemen ardından yapılmıştı. Siyasi iktidar yükselen işçi sınıfı ve emekçi hareketinin ekonomik demokratik talepleri için mücadelesini bastırma ve İMF anlaşmasını ve 24 Ocak ekonomik kararları uygulamayı faşizmin zoruyla gerçekleştirmeye çalıştı. Faşist cunta tekelci kapitalizmin neoliberal ekonomi politikalarına geçişi ve işbirlikçi tekelci kapitalist ekonomiyi dünya ekonomisine tam eklemlenmesini sağlayacak adımlar attı. Kamu idari yapısında gerici faşist dönüşüm, kamu iktisadi teşebbüslerinin her alanda özelleştirilmesi ve şirketleştirilmesinin yolu açıldı. İşçi sınıfının ve emekçilerin hakları gasp edildi, sendikalar ve örgütlü toplumun tamamen tasfiyesi ile işbirlikçi tekelci burjuvazinin istekleri gerçekleştirildi. Tekelci burjuvazinin partileri de yeniden yapılandırıldı. Faşist darbe ile ikinci dünya savaşında sonra kuşatma altına alınan sosyalist ülkeler, soğuk savaş yıllarında bu kuşatma ilerletilerek, ABD ve batı emperyalizminin “yeşil kuşak” projesine her anlamda hizmet edildi. Bunun sonucu olarak tarikatlar-cemaatler, dinci gericilik ve “Türk-İslam sentezi” desteklendi, güdük laikliğin tasfiyesi ve bugünkü siyasal dinci rejiminin yolu böylece açıldı.
Faşist cunta 1982 Anayasasıyla tekelci burjuvazinin siyasi iktidarını güçlendirdi. Faşist cuntanın planlamasıyla dinci bir partinin iktidarının yolu AKP iktidarı ile ilerletildi. Burjuva modernizminin laiklik, çağdaş yaşam, eğitim, sağlık ve kamusal alanlardaki tüm kazanımları tasfiye edildi. AKP siyasi iktidarının ABD nin ve tekelci kapitalizmin Türkiye ‘ye biçtiği rol ile, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliği referandumu yapıldı, ardından kuvvetler ayrılığını tamamen yok eden 2017 Anayasa değişikliği referandumu gerçekleştirildi, 12 Eylül faşizminin halk düşmanı uygulamaları ile faşizm ve gericilik tüm mekanizmalarıyla yeniden yapılandırıldı. Türkiye’de parlamenter sistem tasfiye edilerek, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçildi. Böylece tek adam yönetimi-başkanlık sistemi gerçekleştirilmiş oldu. Bugün Anayasa mahkemesi kararları dahi uygulanmamaktadır. Milletvekili Can Atalay hukuksuz bir şekilde cezaevindedir. Tüm gezi tutukluları Anayasa mahkemesi kararlarına karşı mahpusta tutulmaktadır; siyasi iktidar kendi politikasina uymadığında Anayasa Mahkemesi’ni yok sayabilmektedir.
Bugün 12 Eylül yönetim çizgisi her anlamda sürmektedir. Parlamento işlevsiz kılınmıştır. Ülke kararnamelerle yönetilir duruma gelmiştir. Seçilmiş belediye başkanları görevden alınmakta, yerlerine kayyum atanmaktadır. 15 Temmuz darbe süreci fırsata çevrilerek OHAL uygulaması başlatılmış ve bu kapsamda çok sayıda Kanun Hükmünde Kararname (KHK) çıkarılmıştır. 100 binin üzerinde kamu çalışanı işten ihraç edilmiştir. Binlerce kamu çalışanı ve akademisyen yargı kararı olmaksızın mağdur edilmiştir. Üniversiteler ve okullar liyakat, birikim ve akademik birikim, donanım ve kariyere bakılmaksızın iktidarın yandaş memurlarınca yönetilir duruma getirilmiştir. Eğitim sistemi yap-boz politikalarıyla yönetilmektedir. Eğitim ve öğretim de laisizmin kırıntıları da tasfiye edilmiş, dincileştirme politikaları yerleştirilmiştir.
Sağlık sistemi her dönem oranı artan katkı paylarıyla, kademeli muayene ücretleriyle paralı hale getirilmiştir Sağlık sisteminin özelleştirilmesi ile halk sağlığı büyük bir tehdit altındadır. Adalet, hak ve hukuk yoktur; adalet iktidara siyaseten bağımlı durumdadır. Düşünce ve ifade etme özgürlüğü yoktur; iktidar politikalarına sözlü ya da yazılı olarak karşı çıkanlar gözaltına alınmakta, kitleler yargı kıskacındadır. Gazeteciler hukukçular hapishanelerde çürütülmektedir. Cezaevleri hasta tutsaklarla doludur. İnsanlar kaçırılmakta, muhbirlik teklif edilmektedir, gözaltında kişilere işkence ve kötü muamele yapılmaktadır, muhaliflerin özgürlükleri ve can güvenliği tehdit edilmektedir.
Bugün AKP iktidarının özlemini çektiği ve hedef olarak ortaya koyduğu biat eden “kindar ve dindar” gençlik projesi, 12 Eylül darbesinin bir sonucudur. Bu proje 4+4+4 Kesintili Zorunlu Eğitim Yasası ve müfredat değişikliği ile de hayata geçirilmiştir; taşımalı eğitimler köyler (yeni adıyla mahalleler) yoksul tarım emekçilerinin çocuklarını eğitimden uzaklaştırmakta niteliksiz işçiler olmaya zorlamaktadır. MESEM projesiyle emek gücü ücretsiz, güvencesiz olarak sermayenin kullanımına sunulan meslek okulları öğrencisi çocukların yaşamı sermayeye peşkeş çekilmektedir. 12 Eylül Darbesi’nin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersini Anayasada zorunlu hale getirilmesi, kuran kurslarının yaygınlaştırılması, denetlenmemesi, ÇEDES projesiyle okullara atanan öğretmenlik vasfı olmayan danışmanlar, bilişsel, bedensel duygusal olarak karar verme olgunluğuna sahip olmayan çocuklarımız için bir tehdit, eğitimi gericileştirmek için attığı adımların en önemlisidir. 12 Eylül’ün getirdiği siyasi ortamdan beslenen AKP, din temelli birçok seçmeli dersi program çizelgelerine yerleştirerek, çocukları bilimden, sorgulayıcı, araştırıcı olmaktan uzaklaştırmayı hedeflemektedir . Bu uygulamaların yanı sıra birçok okul imam hatip okullarına dönüştürülerek, velilerin, öğrencilerin tercih ve istemlerine karşıt olarak dayatılmaktadır ayrıca bu politikalar sonucu tekrar mektep-medrese ikilemi yaratılmaktadır. Günlük yaşamın dincileştirilmesini yolu böylece tamamen açılmaktadır. Toplumun erkek egemen, biatçı, şükürcü karakteri kadın yaşamını ciddi boyutlarda tehdit altına almakta kadın cinayetleri her geçen yıl artmakta; çocuk istismarları gündemden düşmemektedir. Tüm bu politikalar 12 Eylül ün güncel olarak kurumlaşmış sonuçlarıdır.
Doğa, yeraltı-yerüstü milli zenginlikler talan edilmektedir. Ormanlarımız, topraklarımız maden ve altın uğruna çokuluslu şirketlerin talanına açılmıştır. Jeotermal enerji adı altında Aydın ovası bitirilmek istenmektedir. Orman ve zeytinlik alanlarımızda maden ocağı, taş ocağı vs adı altında talan yapılmaktadır. Ormanlarımız korunmamakta ve her yıl binlerce hektar orman yakılmaktadır, yangın söndürmek için teknik araçlar helikopter vb. alımına ödenek verilmemekte; eko sistem geri dönüşü yüzyıllar alacak tahribatlara uğramaktadır. Yer altı sularımız plansız kullanılmakta; nehirlerimiz barajlarla ya da özelleştirilerek yaşamın kaynağı sularımız halkın kullanımdan alınmaktadır.
Bütün komşu ülkelerle iç sorunlara müdahaleci, sorunlu bir dış politika izlenmektedir; halkları, ulusları düşmanlaştırıcı politikalarla savaş koşullarına zemin hazırlanmaktadır. Sorunlar saymakla bitmemektedir.
Emekçiler, işçiler, emekliler düşük ücretler ve hayat pahalılığı karşısında güç durumdadır. Ancak Kürt, Türk, Laz, Emeni hangi ulusal ya da etnik kökenden olursa olsun, kadın, erkek aynı sorunlar altında ezilen emek ve demokrasi güçlerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle bir çıkış bulmak mümkündür. Emek ve demokrasi güçlerinin önüne birlikte mücadeleyi, kaybedilen herşeyi yeniden kazanmayı, emeğin ve bilimin aydınlatacağı başka bir Türkiye için mücadele görevini koymaktadır.
12 Eylül’ün koyulaşan karanlığından başkaca bir çıkış yolu yoktur.
(1) Tihv Dökümantasyon
