1 Mayıs’ta alanlara..

 

1 Mayıs Geliyor..

Fabrikalarda, atölyelerde, işyerlerinde , tarlalarda, okullarda hayatı yeniden üretenler, güneşin her doğuşunda  sömürü baskı ve zulmü yeniden yaşayanlar; açlıktan yoksulluktan düşük ücretle çalışmaktan ve sendikal örgütsüzlükten kurtulmak için güçlerini birleştirmek isteyenler; asgari ücretin de altında emekli maaşıyla yaşamaya çalışan emekliler; faşizme ve sermayeye yıllardır  boyun eğmeyen  adaletsiz, hukuksuz kararnamelerle işlerinden atılan ancak dik duran akademisyenler, öğretmenler,  kamu emekçileri, hukuksuz ve adaletsiz bir şekilde zindanlardaki aydınlarımız, gelecek güzel günler hepimizin olacak.. Birleşik mücadelemizle hayat daha güzel olacak, kuşkumuz olmasın, hayatı güzelleştirecek olan bizlerin bilinci ve kollarımızdır. 1 Mayıs’ta işçiler, emekçiler, ezilmek, yönetilmek istenenler olarak bizler, yok edilmeye çalışılan tüm haklarımız ve daha iyi bir yaşam için alanları dolduralım! Adalet için, haklarımızı kullanmak, korumak ve geliştirmek üzere alanlara çıkalım!

Siyasi iktidar  yürürlükteki burjuva hukuku ve  Anayasa Mahkemesi  kararlarını dahi tanımamakta, uygulamamaktadır; hak, hukuk, adalet askıya alınmıştır.  Devletin temel kurumları hukuk dışı uygulamaları  eksen haline getirmiştir. Faşizmin hukuk dışı zor uygulamalarıyla  neo liberal kapitalist saldırganlık programı birlikte yürütülmektedir.  AKP-MHP blokunun iktidarı döneminde işçiler ve emekçilerin tüm kazanımlarına saldırıldı, gasp edildi. Sermaye fabrikalarda, tarlalarda işçileri düşük ücretle, örgütsüz, sendikasız olarak çalıştırıyor, iş güvencesi  yok. İşçi, emekçi havzaları işçi cehennemine dönüşmüş; sigortasız, sendikasız, uzun çalışma saatleri içerisinde milyonlarca işçi neredeyse köleleştirilmiş durumda. İş kazaları-cinayetleri arttı. Greve çıkan, hakları için direnen işçilere saldırılıyor, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor, fabrika önleri gözaltı alanaları haline getirildi. Sermaye devleti kiralık işçi büroları aracılığıyla milyonlarca işçiyi düşük ücretlerle alınır- satılır hale getirdi, sendika seçme hakları bir yana, örgütlenmeleri dahi engellendi.  Bugün işçilerin emekçilerin yaşamını doğrudan ilgilendiren, alım gücünü düşüren KDV, ÖTV  artırılmaya  çalışılıyor, vergi daletsizliğ emekçiler aleyhine büyüyor; asgari ücretle temel gıdalara ulaşmak, satın alabilmek neredeyse olanaksız hale geldi, kiralar bile asgari ücreti aştı, bir emeklinin aylık ücretinden fazla; yoksulluk sefalete dönüşmüş durumda. İşçilerin kıdem tazminatını kaldırmanın ise formülü aranmaktadır.

Ülkemizde uzun süredir eğitim sisteminde ve okullarda iktidarın siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda piyasacı ve dinci bir kuşatmanın yaşandığı bilinmektedir. Toplumsal yaşam dinselleştirilmeye çalışılıyor, çağdaş-bilimsel niteliği bugün bile tartışmalı olan eğitim-öğretim eğitim materyalleri içerikleri  dahil değiştiriliyor. Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan Kur’an Kurslarında 4-6 yaş grubundaki çocuklara din eğitimi veriliyor, dini eğitime geçiş planlanıyor. ÇEDES projesiyle ilkokul öğrencilerine  öğretmenlik vasfı olmayan“din görevlileri”nin, imamların, vaizlerin görevlendirilmesi, danışmanlık yapması, okul içinde ve dışında etkinlikler konferanslar düzenlemesi, çocukları camilere götürmesi (toplu namaz kıldırma, sınıflarda Kâbe ve mezar maketleriyle yapılan etkinlikler) olanaklı kılınıyor.  Diğer yandan da devletin sadece bir dinin ve mezhebin öğretilerini, sadece belli bir inanca özgü değerleri tüm okullarda ‘tek doğru’ olarak öğretmeye çalışması farklı inançtan öğrencilere yönelik açık bir dayatma ve ayrımcılık anlamına geldiği gibi çocuklar arasında kardeşlik duygularının oluşumunu tehdit ediyor. Laik eğitime ve eğitim-öğretimin amaçlarına temelden aykırı uygulamalar yasallaştırılıyor.

Millî Eğitim Bakanlığı’nın patronlara ucuz iş gücü sağlamak için gündeme getirdiği, “Bir gün okul, dört gün iş” sloganıyla hayata geçirilen Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) uygulamasıyla çocuklar işçileştiriliyor; işçi kazaları-cinayetleri artıyor, “çocuk ve eğitim” merkeze alınmaktan tamamen uzaklaşılıyor. MESEM Projesiyle  300 bini çocuk olmak üzere, 1 buçuk milyonun üzerinde insanın emeği patronların hizmetine sunulurken, yüz binlerce çocuk ve gencimiz MESEM’in çarkları arasında acımasızca öğütülüyor; yüz binlerce çocuk ve gencimiz ‘çırak’ ya da ‘stajyer’ kimliğiyle işçi gibi çalıştırılıp emek sömürüsünün sınırları zorlanıyor. Çocuklarımız MESEM ve ÇEDES uygulamasıyla tehlikeli bir kuşatmaya alınıyor. Üniversiteler bilimden, özgür düşünceden, araştırma yapılan kurumlar olmaktan uzaklaştırılıyor,  demokratik seçim yolu kaldırılarak siyasi iktidara yandaş dekanlar, rektörler, yetersiz-liyakatsız öğretim üyeleri atanıyor, yetişmekte olan öğrencilerin mesleki yeterlilikleri de nitelikleri de düşürülüyor.

Kadınların üretimden, sosyal yaşamdan uzaklaştırılarak eve dönmeleri erkeğe itaat ve bağımlılık şiddet ve “namus” cinayetleriyle teşvik ediliyor. Kadın cinayetlerinin failleri tıpkı işkenceciler gibi cezasız bırakılarak şiddet meşrulaştırılıyor böylelikle cinayet failleri cesaretlendirilmiş oluyor. Kadın, erkekle eşit bir birey olarak değil kadın, erkeğin mülkü ve namusu olarak gösterilmeye çalışıyor. Kadının geleneksel muhafazakar toplumsal cinsiyet kalıplarının dışına çıkması istenmiyor. Üretim alanlarında kadın emeği ucuza alınıyor, ev içi emek, bakım emeği de dahil görünmezliğini sürdürüyor.

Emekleriyle her yeni günü yeniden üreterek bütün zenginliği yaratanlar, sermayeyi büyütenler, hayatları boyunca yoksulluk sınırının altında, işçi sağlığı, iş güvenliği ve güvencesinin, sendikal örgütlülüğün olmadığı koşullarda çalışmaya, yaşamaya zorlanıyor; yasalarda var olan sendika hakkını kullandıklarında işçiler işten çıkarılıyor, işverenlerce “kara liste”ye alınıyor, mücadele isteği açlık, yokluk, sefaletle “ıslah” edilmeye çalışılıyor. Sermaye ve AKP Hükümeti neo liberal kapitalist saldırgan politikalarını emekçilere her geçen gün daha fazla dayatıyor. Yasalarda grev hakkı var ancak grevler ya işverenin kar hesabıyla ya da “milli çıkar”lar bahanesiyle yasaklanıyor.

Sağlıkta muayene, ilaç katkı payları arttırarak, sağlığı ticarete dönüştürme hamlelerinin arkası gelecek. Kamu hastaneleri de yakında sınıf farkına göre ayrılabilir, üniversite hastanelerinin bir kısmı ihaleye açılarak sermaye kesimlerinin işletmesine devredilmek isteniyor. Hastalar sağlık kuruluşlarından randevü alamıyor, hastanelerde hayati branşlarda hekim azalıyor, cerrahi müdahaleler erteleniyor.

Tekelci burjuvazi ve siyasi iktidar, bir yandan faşizmi pekiştirmeye çalışırken diğer yandan da yeni neo liberal kapitalist saldırganlık programını dayatmaya hazırlanıyor. Düzenlemelerin ana eksenini, SGK çatısı altında birleştirilen ancak hala ciddi uygulama farklılıkları bulunan ücretli işçilerin, kendi adına çalışanlar ve kamu emekçilerinin  standartlarının birbirine yaklaştırılması- birleştirilmesi  adı altında işçi sınıfının ve kamu emekçilerinin kazanılmış hakları gasp etmesi oluşturuyor.

Tarım işçilerinin ve mevsimlik işçilerinin sorunları sorun yumağı gibi. Düşük ücretlerle, uzun çalışma saatlerinin yanı sıra derme çatma naylon ya da bezlerden kurulan çadırlarda sağlıksız yaşam sürüyor. İşçilerin oluşturduğu çadır yerleşkeler, mutfak, tuvalet ve banyonun olmadığı, suya erişim imkânlarının kısıtlı olduğu alanlarda kurulu durumda. Yaşam koşullarının kötü olmasının yanında, aşağılanma, dışlanmaya, ötekileştirilmeye maruz kalıyorlar. Ötekileştirme çoğunlukla cinsiyet, etnik köken, bazı durumlarda da dini inançlar üzerinden yaşanıyor. Kürt kökenli mevsimlik tarım işçileriyle “göçmen” işçiler çeşitli sebeplerle fiziki saldırıya da uğramakta, birbirlerine karşı da kamu oyu nezdinde de düşmanlaştırılmakta. Bu koşullarda yaşayan ve çalışan mevsimlik tarım işçilerinin gittikleri yerlerde güvenlik sorunu yaratacakları ön kabulü-yargısı şiddetin uygulanması kadar yaygınlaşmasına da neden olmakta.

Çok düşük günlük ücretlerle, sosyal güvenceden, insanca çalışma koşullarından yoksun olarak kimi kez mevsimlik işlerde çalışan, üstelik çalışmadığı dönemde geçinebilecek kadar parayı biriktirmek için çalıştığı dönemde harcamalarını asgari seviyenin de altında tutmak zorunda kalan ailelerde kadın ve  çocuklar da tarımda geçici ve çok düşük ücretlerle işler bulmaya çalışmaktadır. Kadın ve çocuk işçiliğinin en yoğun alanlardan biri de tarım sektörüdür. Kamyon ve traktörlerle kapasite üzerinde ve kuralsız taşıma sonucu yaşanan trafik kazaları can yitimleriyle sonuçlanmaktadır.

AKP hükümetinin on beş yılı içerisinde tarım iflas etmiştir. AKP Hükümeti ve uyguladığı ekonomi-politikalar tarımsal üretimi ve çiftçiliği de bitirmiş durumdadır. Tarımsal girdilerde dışa bağımlılık arttı. Doların değeri TL karşısında her yükselişte tarımsal girdi fiyatlarını otomatik olarak artırıyor bu durumda ürün maliyetleri artıyor çekilen kredilerin geri ödenmesi, öte yandan ihtiyaç sahibi halkın da ürünleri satın alması olanaksız hale geliyor. Hükümet köylüyü, üreticiyi, halkı değil üreticinin sırtından para kazanan ithalatçı şirketleri, aracıyı, tefecileri koruyor; tohum, gübre, mazotta üreticilere sübvansiyon, destek alımları rafa kaldıralı çok oldu.

Sermaye iktidarı ve faşizm ormanları, akarsuları, dağları, börtü böceği  doğal ve kültürel değerlerimizi tahrip etti. Kapitalizm yaşam alanlarını yok etmeyi sürdürüyor. Özel şirketlere peşkeş çekilen geniş yaşam alanlarında şirketlerce uygulanan su, enerji ve maden politikalarıyla eko sistemi bozuluyor, tüm canlıların ve çocuklarımızın geleceğini karartıyor.  Buna karşın köylülerin, emekçilerin, halkımızın ve çocuklarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, doğal ve kültürel değerlerimizi korumaya yönelik mücadelesi her alanda sürüyor. Doğanın, insanın, hayvanların ve tüm canlıların yaşam haklarının  savunulması  ve direnme hattının birleşik bir mücadeleyle örülmesi dayanışmayla genişliyor, güçleniyor.

Kürtlerin yoğun yaşadığı Diyarbakır, Mardin ve diğer bazı kentlerde yakılan, yıkılan yerleşim bölgeleri rant alanı olarak değerlendirilmekte; toprağını, evini terk etmek zorunda kalanların geri dönerek üretim yapma, barınma, iş, eğitim, sağlık, insanca yaşama koşullarında yaşama koşullarının gerekleri yerine getirilmemektedir. Yerleşim bölgelerinde faşizm uygulamaları ile Kürt gençleri, çocukları seçeneksiz, geleceksiz bırakılarak sanki dağlara, isyana yönlendirilmektedir. Kapasitelerinin üzerinde dolu olan cezaevlerinin yenilerinin yapımı iktidar yetkililerince adeta müjde olarak açıklanmaktadır.

Seçilmiş milletvekilleri kürsü dokunulmazlıkları yok sayılarak tutuklanmış; bazıları istenen ceza sürelerini aşan tutukluluk müddetleri tamamlandığı halde serbest bırakılmamaktadır. Yerel yöneticiler, belediye başkanları dahil, halkın seçen iradesine karşı görevden alınmış, tutuklanmış, seçme-seçilme hak ve iradeleri yok sayılmış, zindanlarda tecrit altında rehin gibi tutulmaktadır. Yereller kayyımlarca yönetilmeye çalışılmış belediyeler de borç batağına sürüklenmiştir. Barış isteyen akademisyenler, emekten, eşitlikten, özgürlükten yana olan yazarlar, gazeteciler, devrimciler siyasi iktidarın baskı ve zulmüne uğramaktadırlar; bütün bu  saydıklarımız bir bütünün birbirlerini tamamlayan parçaları olarak yaşama geçirilmiş memleket adeta tutsak edilmiştir.

Savaşa ve faşizme  karşı çıkmak genç kuşak başta olmak üzere hepimizin gelecek güvencesi, yaşama, eğitim, sağlık, barınma hakları için; bitki ve hayvan çeşitliliğini korumak, doğal yaşamın, ekolojik dengenin, sürdürülebilir ve devredilebilir yaşam alanlarının korunması için zorunluluktur.

AKP hükümeti orta doğuda ülkemizi savaşın bileşeni durumuna getirmiştir. Siyasi iktidar Suriye ve Irak’ta savaşın parçası olma ısrarını sürdürmektedir. Bu politikayla, bizim olmayan bu savaşta, başka ülke topraklarında halkın çocuklarının ölmesinin önü açılmıştır. Çevremizdeki tüm ülkelerle de sorunsuz komşuluk ilişkileri tasfiye edilmiştir. Bizler bölge ülkelerinin içişlerine karışılmasını ve çıkar çatışmalarına girilmesini istemiyor, bölgede barış, kardeşlik, eşit saygın ilişkiler; halkların, ulusların kendi kaderlerini belirleme hakkının tanınmasını istiyoruz.

Savaş koşullarından dolayı ülkesini terk etmek zorunda kalan milyonlarca insan, mülteci işçi düşük ücretlerle, sigortasız, güvencesiz çalıştırılmakta; işsizliğin her geçen gün artmasıyla birlikte ülkemizde ve bulundukları diğer ülkelerdeki işçi ve emekçilerle bağ kurmaları ideolojik, kültürel, politik argümanlarla engellenerek mücadelede ortaklık kurmalarına set çekilmeye çalışılmaktadır hatta işsizliğin, düşük ücretlerin nedeni olarak gösterilerek hem düşmanlaştırılmakta hem de kapitalizmin kan emici, barbar sömürgen karakteri gizlenmektedir. Mülteci işçiler diğerleriyle eşit işe eşit ücret almalı, çalışma koşullarındaki ayrımcılık, aşağılama, eşitsizlik giderilmeli, insanca yaşam koşulları sağlanmalıdır. Bizler tüm ülkelerin mültecilere kapılarını açmasını ve evrensel anlamdaki haklarını güvenceli olarak kullanmalarının koşullarının sağlanmasını savunuyoruz.

Bugün Ortadoğu savaş alanı haline geldi. HAMAS’ın El Kassam Tugayları’nın saldırısı sonrasında İsrail’in Netenyahu hükümetince Gazze’de Filistinliler yerleşim yerlerinden edildiler, on binlerce can yitimiyle kırıldılar, katledildiler, Gazze yıkıldı..Başta ABD ve diğer emperyalist büyük güçlerin, faşist-siyonist İsrail devletinin arkasında yer almasıyla Gazze halkına yapılan katliam, Gazze’nin yok edilmesi, hastanelerin dahi bombalanması, basına yönelik saldırılarla durumun uluslararası kamu oyunda teşhiri engellenmek, savaş suçları gizlenmek isteniyor; savaş hukuku açıkça çiğneniyor, Siyonist saldırganlık azgın saldırısını sürdürüyor, savaşın bölgeye yayılma riski büyüyor; güçlü kapitalist devletlerin B.M gibi uluslararası mekanizmaları cılız-etkisiz karşı çıkışlarla ikiyüzlülüklerini sergilemekten kaçınmıyorlar.

Ortadoğu halkları artık yeni bir hayata gözlerini açmak istiyor. Kürtler, Araplar, Türkmenler, Hiristiyanlar, Ezidiler, Dürziler, Ermeniler artık savaş istemiyor. Emperyalizmin, monarşinin, faşizmin savaş politikalarıyla kırılmayı, yok olmayı değil halkların eşit, özgür ve kardeşçe yaşadıkları yeni bir hayatı ve sistemi istiyor. İşçilerin, emekçilerin, aydınların örgütlenme, düşünce ve ifade etme özgürlüğüne barışa, emekten, ezilenden yana demokrasiye ihtiyacı var. Faşizmin ve sermayenin gücü örgütlü ve egemenlik mekanizmaları yerleşik, sistematik ve açık terördür. Bu haksız, adaletsiz, acımasız gidişi ancak milyonlarca emekçinin gücüyle yenilgiye uğratabilir. Ancak bölgemizde, içerde ve dışarda faşizmin ve sermayenin savaş politikalarına karşı fabrikalarda, tarlalarda, okullarda tüm çalışma alanlarında işçilerin ve emekçilerin ortak talepler etrafında birleşmesi, örgütlenmesi; özgürlük ve demokrasi taleplerini, barış şiarlarını haykırması savaş politikalarının önünü kesebilir. 1 Mayıs Türkiye’nin farklı milliyetlerinden, kökenlerden , din ve mezheplerden işçilerin, emekçilerin ve halklarının birlik içerisinde seslerini yükselttikleri bir gün olmalıdır.

İşçiler, emekçiler, güçlerini birleştirerek fabrikalardan, iş yerlerinden alanlara akmalı, her alan  işçilerin emekçilerin taleplerini haykırdığı 1 Mayıs alanı olmalı! İşçi sınıfı grev hakkını, sendikaların yasal ve meşru varlığını, örgütlenme, sendika seçme hakkını; barışçıl gösteri, yürüyüş-toplantı hakkı ve basın özgürlüğünü, seçme ve seçilme hakkını, seçmen iradesini faşizmin açık saldırılarına karşı savunmaya devam edecektir. Tüm emekçiler, burjuva demokratik hakları için mücadele etti, işçi sınıfımız bu haklarını korumak için bütün gücüyle mücadele edecek; tüm demokratik kazanımların her katresini sonuna kadar savunma ve bunları genişletmek için 1 Mayıs’ta alanlara çıkacaktır.

Faşizmin, gericiliğin, siyasi iktidarın acımasız, hukuk, kural tanımaz uygulamalarına, hepimizi boğan yoksullaşmaya, vergi adaletsizliğine; işsizliğe, düşük ücretlere, sömürünün her biçimine yani ekonomik politikalarına DUR demek üzere; özel sektörde ve tüm iş yerlerinde 8 saatlik, sosyal güvenceli, sendikalı yaşam için; hafta sonu tatilinin iki tam gün olarak uygulanması; İnsanca çalışılacak koşullar ve yaşanacak ücret almak için; İşçi sağlığı ve iş güvenliği sağlanması, denetimlerin  tam yapılması, gereklerinin yaşama geçirilmesi; iş cinayetlerinin etkin soruşturulması, sorumluların bulunması, adil ve hukuka uygun yargılanması, cezalandırılması ve cezaların ertelenmemesi için; Sağlıkta katkı paylarının kaldırılması; Parasız eğitim ve sağlık hakkı talebimizin yaşam bulması; İhraç edilen kamu emekçilerinin, barış akademisyenlerinin işe iade edilmeleri, zararlarının tazmini için seslerimizi birleştirelim, gürleştirelim. Okulların dinselleştirilmesine çocuklarımızın tarikatların eline bırakılmasına karşı, laik-bilimsel-çağdaş eğitimle demokratik toplum talebimizi yükseltelim. Filistin halkına uygulanan yok etme politikalarına, emperyalist oyunlara karşı alanlara çıkalım.

İş, ekmek, özgürlük ve barış  hakkı için;

Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşitliği, Kardeşliği!

KHK ler sonuçları ortadan kaldırılarak iptal edilsin!

Zindanlar boşalsın, düşmanlık “hukuku” son bulsun!

Emperyalizme, Faşizme, Savaşa Hayır!

Yaşasın Sosyalizm

Yaşasın 1 Mayıs!

Bıjî yek Gulan!

 

İmece-Der Y.K.

 

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.