
1 Eylül Dünya Barış Günü’nde İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, Kıbrıs Şehitleri Caddesi’nde insan zinciri oluşturdu. İnsan zincirine Yeşil Sol Parti Milletvekilleri İbrahim Akın, Burcugül Çubuk ve Gülistan Kılıç Koçyiğit’de katıldı. insan zincirinde “Biji aşiti yaşasın barış”, “Savaşa hayır barış hemen şimdi” ve “Tecrite hayır tutsaklara özgürlük” sloganları atıldı. Zincirin ardından Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri adına açıklamayı İHD İzmir Şube Başkanı Ali Aydın okudu. Açıklamanın ardından etkinlik Praksis müzik grubu ve Kasım Taşdoğan’ın ezgileri ile sürdü.
Açıklama şöyle;
“BARIŞ HAKKINI SAVUNARAK BARIŞI GETİREBİLİRİZ!
Barış evrensel bir insan hakkıdır, bu hakkımızı savunmak üzere bir aradayız.
1 Eylül 1939 günü Nazi Almanya’sının Polonya’ya saldırısı ile 2. Dünya savaşı başlamış, tüm dünya genelinde 60 milyon insan bu savaş nedeniyle yaşamını yitirmiştir. Dünya işçi, emekçilerinin ve halklarının,faşist kıyımları, yaşanan acıları ve yıkımları unutmamaları, barış mücadelesini her zaman gündemde ve güncel tutmaları için BM Genel Kurulunca 1 Eylül Dünya Barış günü ilan edilmiştir.
Barış talebinin, medeni ve siyasi haklarla (yaşam hakkı, işkence yasağı, kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı, adil yargılanma hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü vb.) olduğu kadar; ekonomik, sosyal ve kültürel haklar (çalışma hakkı, konut hakkı, sağlık hakkı, eğitim hakkı, dil hakları) ile de ilişkisi bulunmaktadır.
Uluslararası metinlerde temel yaklaşım, barışın insan hakları ve özgürlüklere dayalı oluşudur. İnsanlar arasındaki her türden eşitsizlikler, hakların ve özgürlüklerin tanınmayışı, savaşların ve çatışmaların temel sebebidir. O nedenle, her şart altında ve dünyanın neresinde olursa olsun, barışın haklara ve özgürlüklere dayalı olarak sağlanabileceği düşüncesindeyiz.

BM Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesinin 20. Maddesi, Savaş propagandası ve düşmanlığı savunma yasağı başlığı altında “1. Her türlü savaş propagandası hukuk tarafından yasaklanır. 2. Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır.” Şeklinde hükümle Devletleri barışı koruma ve büyütmeye çağırmaktadır.
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi başlangıç bölümünde barışın temelini: “İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğunu” şeklinde vurgulamaktadır.
Türkiye etnik, dilsel, dinsel ve kültürel özellikleri bakımından çoğulcu bir dokuya sahiptir. Çoğulculuk, “herkes farklı, herkes eşit” sloganında ifadesini bulur. Çoğulculuk aynı zamanda demokrasinin de temelidir. Demokrasi ile insan hakları arasında koparılamaz bir bağ bulunmaktadır.
Bu nedenledir ki, Türkiye’nin temel sorunlarından birinin insan hakları ve demokrasi sorunu olduğunun altını çizerek ve bu temel sorunun en önemli halkasının da Kürt sorunu olduğu tespitinde bulunmaktayız.
Türkiye, Kürt sorunu gibi temel sorunlarını diyalog ve müzakereye dayalı çatışma çözüm yöntemleri kullanarak çözememiş ve ulusların kendi kaderlerini tayin hakkını tanımamış bir ülkedir. Bu nedenle silahlı çatışmalar ülke içi ve ülke dışında devam etmektedir.
Çatışma ve savaş ortamı ile birlikte oluşan baskı ortamında şiddetin öne çıkması ve beraberinde nefret dilinin zehrini akıtması kaçınılmaz olmuştur. Kadın ve LGBTİ + cinayetlerinin önlenememesi, kadına, LGBTİ + lara ve çocuklara yönelik taciz ve tecavüzün artması böylesi bir şiddet ortamı ile de izah edilebilir. Nefret saiki ile artan ırkçı saldırılarda ise yükseliş eğilimi artmaktadır.
Çatışmalı süreç, Türkiye’yi getirdiği rejim değişikliği ve otoriter bir yönetim anlayışının yarattığı sürekli bir baskı ortamı oluşturmuştur.
Yeni Osmanlıcı, yayılmacı, Kürt karşıtı cihatçı çetelerle işbirliği içinde yürütülen Ortadoğu politikası sonucu milyonlarca göçmen/sığınmacı/mülteci sorunu oluşmakta ve bununla birlikte mültecilere yönelik nefret söylemi ve saldırıları giderek artmaktadır.
Çatışmalı ortam ve savaşlar, ekonomide telafi edilemez ağır kayıplar meydana getirmekte kitleleri hızla yoksulluğa sürükleyerek sürekli bir ekonomik kriz hali oluşturmaktadır. Türkiye’de ve bölgemizde süren savaş ve çatışmalı ortam ekonomik krizi arttırmakta ve halkın daha da yoksullaşmasına neden olmaktadır. Şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki kaynaklarının büyük bir çoğunluğunu silaha ve savaşa ayıran ülkelerde yoksulluk artmaktadır. Ülkemiz Türkiye de bu kategoride yer almaktadır.
Ülkemizde açlık ve yoksulluk dile getirildiğinde yetkililer “bir mermi kaç paradır, biliyor musunuz?” diyerek yoksulluğun en önemli nedeninin savaş ve çatışmalı ortam olduğunu çıplak bir şekilde beyan etmektedir. Seçim çalışmalarında, üretilen insansız hava araçları, tank ve benzeri silahların üretimi ve yürütülen çatışmalı ortam propaganda malzemesi yapılmaktadır. Silahların üretimi ülkenin kalkınması olarak gösterilmektedir.
Savaşlarda kullanılan kimyasal silahların doğayı yok ettiğini 2 Dünya Savaşının sonuçları göstermektedir. İkinci Dünya Savaşında Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan atom bombalarının çevresel etkileri aradan geçen 79 yıla rağmen devam ettiği görülmesine rağmen kimyasal silahlar halen kullanılmaktadır.
Bütün bu olumsuzluklardan kurtulmamızın en önemli adımlarından biri ülke ve dünya barışın sağlanması ile mümkün olacaktır. Kürt sorununda inkâr politikalarından vazgeçilmeli, kalıcı bir barış için çatışmanın tarafları sorumluluk almalıdırlar.
Başta İmralı Hapishanesi olmak üzere yürütülen ağır tecrit koşulları tüm hapishaneleri sarmış durumdadır. Tüm siyasi tutuklu ve hükümlülere karşı bir norm haline getirilmek istenen bu insan hakkı ihlaline karşı mücadele edilmelidir.
Hapishanelerdeki tüm siyasi mahpuslar serbest bırakılmalı, “Mahpus, suç” ayrımı yapan, hukukilikten uzak ve ayrımcı kanun ve uygulamalardan vazgeçilmeli, keyfi infaz yakma ve disiplin cezalarına son verilmelidir.
Siyasi ve toplumsal muhalefet üzerindeki her türden baskı, İfade, örgütlenme ve toplanma hakkının önündeki engeller kaldırılmalıdır.
Sorunun tarafları diyalog kurarak, Nasıl bir barış istiyoruz? Nasıl bir çözüm istiyoruz? Sorularına cevap bulmak için müzakere ve uzlaşı yolu bulmalılar. Bu süreçlere siyasal ve toplumsal kesimlerin katılması sağlanmalı, süreçlerin yasal güvencesi oluşturularak nihayetinde ise anlaşma ile anayasal ve yasal çözümler bulunmalıdır.
İşsizlik artıyorsa, insanca yaşayacak bir ücret alınamıyorsa, üniversite öğrencileri yurt bulamıyorsa, depremde binalar insanların üzerine çöküyorsa, adaletsizlik, liyakatsizlik, insan kayırmalar oluyorsa, muhalifler cezaevlerini dolduruyorsa, ülkenin yüzde sekseni yoksulluk ve açlık sınırının altında yaşıyorsa bunun en önemli nedenlerinden biri barışın sağlanmamasıdır. Devletlerin bütçelerinin insanların insanca yaşayacak bir düzen için değil de savaşa, yayılmacı emperyalist uygulamalara harcanmasındandır.

Şu anda yanı başımızda sürdürülen Ukrayna-Rusya savaşı da NATO’nun yayılmacı ve emperyalist paylaşım savaşının bir parçası olup, savaşa taraf devletler, savaşı bahane ederek silahlanmanın bütçedeki paylarını arttırıp emekçilerin, işçilerin, halkların haklarını kısıtlayıcı yasalar çıkarmaktadırlar. Ortadoğu halklarını ve emekçileri etnik ve mezhepsel boğazlaşmaya mahkum eden, bir bütün olarak dünya halklarını açlığa sürükleyen emperyalizmin savaş örgütü NATO’nun derhal dağıtılması, dünya halklarının barışı açısından elzem bir yerde durmaktadır. Bununla birlikte emperyalistler elini Ortadoğu’dan çekmeli, bölge halkları kendi kaderini tayin etmelidir.
Ülkemizde de siyasi iktidar yetkilileri savaşa ayrılan bütçeyi artırırken, halka ise “porsiyonu küçültme” tavsiyesinde bulunmaktadırlar.
Türkiye’nin siyasi partileri ve toplumsal muhalefeti barışa odaklandığı taktirde kesinlikle yeni bir barış sürecinin önünün açılacağı düşüncesindeyiz.
Emek ve demokrasi güçleri olarak; kendi karları ve iktidarları için halkları birbirine düşman eden, barışı tehdit eden kapitalist emperyalist sisteme bu sisteme karşı ortak mücadele yürütmeyi sürdüreceğiz.
Emek ve Demokrasi güçleri olarak, Türkiye’de barışa giden yolun barış hakkı mücadelesi ile olacağını biliyoruz.
Emek ve Demokrasi güçleri olarak, ülkemiz başta olmak üzere tüm dünyada barışın egemen olduğu bir yaşam için barış hakkı mücadelemizi sürdüreceğiz.
Savaşsız, sömürüsüz bir Dünya için hep birlikte Barış diyelim!
Savaşsız, sömürüsüz bir Dünya için hep birlikte Aşiti diyelim!
İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ”
