YENİ DÖNEM ÖĞRENİM KATKI BURSU DUYURUSU

ÖĞRENİME KATKI BURSU DUYURUSU

2025-2026 Öğrenim Yılı “Öğrenime Katkı Bursu” için başvurular  25 Ağustos’ta başlayacak  10 Eylül de sona erecektir.

İzmir’de ikamet eden ya da bu ilde öğrenim görecek olup ta başvuracak olanların saat 13.00-15.30 saatleri arasında Derneğimize bizzat gelerek form doldurmaları gerekmektedir.

Bu iller dışından başvurular internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu.

İmece Dostluk Dayanışma Derneği (İmece-Der)

859 Sokak Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

www.imece-der.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri

Devam ettiğiniz ya da mezun olduğunuz lisenin
Adı:
İl ve İlçesi:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dershaneye devam ettiniz mi?

Bazı derslerden özel ders aldınız mı?
Dershanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Üniversite ve Fakülte Adı:

Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Devam edeceğiniz okulun bulunduğu

İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile    Yurt      Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu:
Beraberler      Boşanmış      Baba vefat     Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı, soy adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK    ES    Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba     Anne    Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor musunuz?
Alıyorsanız nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa kurum adı ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı (kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb  var mı?

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:

Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf, watsapp, signal  kullanıp kullanmadığınız; varsa;

E-posta…vb adresiniz:
Cep Tlf No:

İmece-Der’ i tanıyor musunuz, tanıyorsanız nereden?

İmece-Der’e ilk başvurunuz mu?

Bize ulaşmanıza vesile olanlar ( burs alanlar, aileniz, akrabanız, internet taraması..)

Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:

Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):

Verdiğim bilgiler bilgilerin tam ve doğrudur; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.

Tarih

İsim Soy isim

 

İmza

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu Şubeleri:Bayraklı Şehir Hastanesindeki yaşanan sorunlarla ilgili taleplerini açıkladı.

 

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu şubeleri,  Bayraklı Şehir Hastanesi’nde yaşanan sorunlara ilişkin sendikanın 1 Nolu Şubesinde basın toplantısı gerçekleştirdi. SES İzmir 2 No’lu Şube Eşbaşkanı Başak Edge Gürkan basın metnini okudu.

 

“BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği gibi Bayraklı Şehir Hastanesi de diğer şehir hastaneleri gibi Sağlıkta Dönüşüm Programının bir parçası olan Kamu Özel Ortaklığı Kanununa dayanan Yap-İşlet-Devret modeliyle açıldı.

Şehir Hastanesinin açılmasının ardından başlayan “Sağlık sistemi çöktü” isyanları hem sağlık emekçileri hem de sağlık hizmetine ulaşmaya çalışan vatandaşlar için her geçen gün büyümektedir.

Bilindiği gibi kamu kaynaklarının özel şirketlere aktarılması amacıyla hazine arazilerinin yapımcı şirkete bedelsiz devri, yurt içi ve yurt dışı finans kuruluşlarından hazine garantili kredi imkanları da sağlanarak, yapımı tamamlandıktan sonra Sağlık Bakanlığı tarafından %70 doluluk kapasitesi garanti edilerek, 25-49 yıllığına kiralanmakta; hastaneyi yapan şirket inşaattan kar ederken, yıllardır sağlıkta reform söylemleriyle kamudan koparılmaya çalışılan sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi toplum sağlığında ciddi yaralar açmaktadır. Giderek zorlaşan çalışma koşulları altında ezilen sağlık emekçileri hizmet üretemez hale gelmekte, hastalar randevu alamamakta, ameliyatlar yapılamazken yoğun bakımlarda yer bulunamamaktadır.

Yurtdışına gidenler, istifa edenler, intihar edenler, hasta veya yakını tarafından şiddete uğrayanlar, geçinemediği için ek iş yapanlar, kötü çalışma koşullarına bağlı artan akut ya da kronik fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar, evde bakımlarından sorumlu oldukları çocukları ya da yaşlılarıyla ilgilenemeyen sağlık emekçileri olarak bozulan halk sağlığının merkezinde yer almaktayız.

Yeni varyantlarıyla devam eden pandeminin süren kalıcı etkileri ise tartışılamaz.

İzmir öznelinde baktığımızda Bayraklı Şehir Hastanesinin açılması ile beraber Şehir Hastanesine taşınan hastanelerde ameliyathane, poliklinik ve bazı kliniklerin kapanması, personel, malzeme ve yatak yetersizliği vb sorunlar kriz haline gelirken, diğer hastanelerde de hasta başvurularının ve yatışların artması nedeniyle artan iş yükü kaosa dönüşmüştür.

Şehir Hastanesi açılması sürecinde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası 1 ve 2 Nolu Şubeler olarak İzmir İl Sağlık Müdürlüğü ile görüşmelerimizde “kapanacak hastane var mı? Personel istihdamı çözüldü mü?” gibi sorularımız hep “sorun yok” şeklinde yanıtlanmıştı. Oysa Ocak dönemi il dışı tayin münhal kadrolarında şehir hastanesine 500 hemşire kadrosu açılmıştır. Soruyoruz, bir hastane bu kadar yüksek hemşire ihtiyacı varken nasıl açılmıştır?

Ne yazık ki hiç kimsenin hiçbir şey bilmediğini, liyakatsizliğin diz boyu olduğunu, Şehir Hastanesinin inşaatını yapan şirkete acilen para aktarmak için açıldığını, diğer hastaneleri kapatmasalar da işlevsizleştirdiklerini, vatandaşın sağlık hizmetine ulaşamamasının umurlarında olmadığını yaşayarak görmekteyiz.

Şehir hastanesinin açılabilmesi için il genelinde tüm hastanelerden idarelere dahi sormadan görevlendirmeler yapılmış, şehir hastanesinin açılması uğruna diğer hastaneler işlemez hale getirilmiştir. Görevlendirmeler sebebiyle tüm hastanelerde personel yetersizliği artmış, nöbet listeleri dönmeyince de ya aylık nöbet sayıları bir insanın çalışabileceğinden çok sayılara çekilmiş (bazı hastanelerde ayda 10-11 nöbet) ya da nöbetçi ekipteki kişi sayıları düşürülmüştür ve aynı hizmetin devam etmesi istenmiştir. Buna bağlı olarak sağlık emekçilerine daha fazla angarya çalışma yüklendiği gibi aynı zaman da diğer hastanelere başvuran hastalar için sağlık hizmeti de aksamaktadır.

Geçici görevlendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı bilinmemektedir. Bir gece sosyal medya üzerinden personel görevlendirildiğini öğrenmiş ve yazılı bir tebligat yapılmadan şehir hastanesinde başlaması istenmiştir. 2 aylık sürenin sonunda rotasyon şeklinde geçici görevlendirilenin değişmesi gerekirken görevlendirmeler keyfi şekilde uzatılmıştır. Bazı görevlendirmelerin iptal edildiği, bazı görevlendirmelerin kişinin rızası olmadan uzatıldığı bilgisi tarafımıza gelmiş olup geçici görevlendirmeler yapılırken hangi kurala göre yapıldığını da İl Sağlık Müdürlüğüne soruyoruz.

Yandaş sendika görevlendirmeleri kendine üye yapmak için kullanmaktadır ve İl Sağlık Müdürlüğünün buna göz yumduğu bilinen bir gerçektir. Özel olarak Sağlık-Sen yöneticisinin tayinini şehir hastanesine çıkarttırdığı ve orda şube kurma çalışmalarında görevlendirdiği veya görevlendirmesinin iptal edilmesi için Sağlık Sen e üye olmasının istendiği duyumlar arasındadır.

Son duruma bakarsak; İl Sağlık Müdürlüğü şehir hastanelerine geçici görevlendirme yaparken hastanelere danışmadan yapmış, normalde rotasyon ile geçici göreve gidilmesi gerekirken bölümlerden daha önce görevlendirme yapılmış olanların görevlendirmeleri uzatılmıştır. Aynı zamanda şehir hastanesi idarecileri iş bilmezlikleri yüzünden hekime muayeneye çıkan çalışanlardan doğrudan istirahat raporu istemektedir.

Çok sayıda asistan hekimin Şehir Hastanesine görevlendirilmesi hekim eksikliği yarattığı gibi uzmanlık eğitimi almalarına engel olunmaktadır. Mevcut hastanesinde devam eden asistan hekimler açısından da pek çok öğretim üyesinin hastanelerden ayrılmış olması sebebiyle yine eğitim alacakları hoca kalmamıştır.

Tüm bu değerlendirmelerle beraber en öne çıkan sorunlardan biri acil servislerde yaşanan sorunlardır. Poliklinik randevusu alamayan hastalar acillerde yığılmaktadır. Ayrıca acilde yetkili hekim sayısı ve sağlık emekçileri sayısı son derece yetersizdir.

Sonuç olarak, gerek Şehir Hastanesinde gerekse de görevlendirme yapılan diğer hastanelerdeki sağlık emekçileri huzursuz, klinikler tam olarak açılmadığı için mesaiye hangi klinikte başlayacaklarını bilmeden çalışmaktalar.

Bütün bu olumsuz koşulların sağlık emekçilerine yönelik şiddeti artıran etkenlerden olduğu da unutulmamalıdır.

Ek olarak, hemşire sayısındaki eksikliklerle artan hemşire sorunları 24 saatlik nöbetleri dayatmaktadır. Bu koşullarda 24 saatlik nöbet tutturulması baskı, mobing ve şiddetin bir örneğidir. Yoğun bakımlarda yer olmaması nedeniyle kliniklerde yoğun bakım izlenmesi, kemoterapi ve benzeri özellikli ve riskli tedavilerin klinik ortamlarında yapılması ne hemşireler ne de hastalar için uygun değildir.

Uzun yemek kuyrukları, yemeklerin niteliksizliği, menülerin besleyici ve doyurucu olmaması ve de yemeklerden sık sık metal ya da böcek vs gibi yabancı maddelerin çıkması sorunları da her hastanede yaşanan ortak sorunlardandır. Mutfak, yemekhane hizmetlerinin taşeronlara devredilmesi ve çalışanların sağlığının önemsenmemesinin yol açtığı bu sorunlar sağlık emekçilerinin ve hastaların  sadece sağlığını bozmakla kalmamakta değersiz ve tükenmiş hissetmesine neden olmakta, ayrıca ya evden yemek getirmek ya da sürekli dışarıdan yemek sipariş etmek zorunda kalınması ekonomik yük getirmektedir.

Hastaneler borçları nedeniyle ihalelere girememekte cihaz bakımları yapılamamakta, bozulan cihazların tamiri ya da değişimi sağlanmamaktadır. Bu durumlar hem çalışanların iş yükünü artırmakta hem de hastaların teşhis ve tedavisi gecikmekte ya da özel merkezlere yönelmektedirler.

Sağlık emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük haklarının korunabilmesi ve geliştirilmesi ile birlikte  çalışma koşullarının düzeltilmesi ve de vatandaşın nitelikli ulaşılabilir sağlık hizmeti alabilmesi için  taleplerimizi bir kere daha yinelerken tüm sağlık ve meslek örgütlerini ortak mücadeleyi birlikte örgütlemeye çağırıyoruz

TALEPLERİMİZ

  • TÜM HASTANELER İÇİN PERONEL SAYISININ ARTIRILMASI, ATAMA BEKLEYEN SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ATAMASININ BİR AN ÖNCE YAPILMASI
  • 24 SAATLİK NÖBETLERİN VE 5 GECE NÖBETİNDEN FAZLA ÇALIŞMANIN YASAKLANMASI
  • SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ÇALIŞMA ALANLARININ DÜZENLENMESİ, NÖBET SÜRELERİNİN, NÖBETÇİ EKİPTEKİ KİŞİ SAYILARININ VE NÖBET SAYILARININ ÇALIŞILAN BİRİMİN İHTİYAÇLARINA UYGUN BİÇİMDE, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞINI GÖZETEREK PLANLANMASI
  • İL GENELİNDE HİÇBİR HASTANENİN KAPATILMAMASI, KAPATILAN BÖLÜMLERİN YENİDEN AÇILMASI
  • GÖNÜLLÜ PERSONEL HARİCİ ZORUNLU GÖREVLENDİRMELERİN DERHAL DURDURULMASI, GÖREVLENDİRMELERİN MUTKLAKA YAZILI OLARAK YAPILMASI
  • VAROLAN HASTANELERDE Kİ GİRİŞİMSEL İŞLEMLERİN YAPILDIĞI BİRİM VE AMELİYAT MASALARININ AZALTILMAMASI, YETERLİ SAYIDA OLMASININ SAĞLANMASI
  • BAŞTA ŞEHİR HASTANESİNE OLMAK ÜZERE ÇALIŞAN PERSONELİN ULAŞIM SORUNUN ÇÖZÜLMESİ, ÜCRETSİZ SERVİSLER KONULMASI
  • HASTALARIN SAĞLIK HİZMETİNE ULAŞMADA YAŞADIĞI MAĞDURİYETLERİN GİDERİLMESİ
  • 7/24 HİZMET VERECEK ÜCRETSİZ KREŞ SAĞLANMASI
  • NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETİ VERİLEBİLMESİ İÇİN MALZEME VB. EKSİKLİKLERİN GİDERİLMESİ
  • TÜM MESAİ SAATLERİ İÇİN GÜVENLİK SAĞLANMASI, ŞİDDETE YÖNELİK ÖNLEMLERİN ALINMASI”

Anayasa Mahkemesi Kararına uyulsun Can Atalay Serbest Bırakılsın

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay Kararı  uygulanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi, Hatay milletvekili Can Atalay’ın, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ile “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının” ikinci kez ihlal edildiğine ve tahliyesine hükmetmişti.

Anayasa Türkiye Cumhuriyetinin temel yasasıdır. Anayasanın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Ama hayır, Anayasa Mahkemesi Kararları, Ceza mahkemesini ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni bağlamıyormuş. “AYM’nin kararının hukuki değeri yok” muş.

Hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. Burjuva hukukunun kurallarını burjuvazi sınıf olarak kendisi koymuştur. Burjuva kapitalist düzen meşruiyetini ve hukuksallığını  yasal düzenlemelerden alır.  Her üretim biçiminde olduğu gibi kapitalist üretim biçimi de  kendine özgü hukuku ve  kurumlarını oluşturmuştur. Hukuk, burjuvazinin yani güçlü sınıfın hukudur, onu güvenceye alır.

Burjuva hukukun temel kaidesi, yargı ve yargıç bağımsızlığıdır. Yargıçların bağımsızlığı, yargıçların  yürütme ve yasama organlarına bağlı olmamasını , yasama, yürütmenin ve  idarenin yargıçlara emir ve talimat vermemeleri ya da tavsiyede bulunmamaları; yargıç bağımsızlığı, yargıcın karar verirken hukuka ve yasalara bağlı olarak  hiçbir dış baskı ve tesir altında bırakılmaması anlamına gelmektedir.  Yargıca baskı yapılması olasılığının bulunması dahi yargıcın bağımsızlığını zedeler, kararların objektif ve tarafsız olmasına gölge düşürür.

AYM’nin kararı ile ilgili olarak AKP-MHP iktidarı temsilcilerinin açıklamaları ise şöyledir:

 Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi.”…,“Anayasa Mahkemesi adalet ve hukuk düzenin safrası ve sancısıdır.”… “Kafası zehirlenmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hatırlatırım ki  Türkiye’de kuvvetler ayrımı netleşmiş, aralarındaki sınır çizgileri kalınlaştırılmıştır. Dahası yargı bağımsızlığının yanı sıra tarafsızlığı da anayasal hüviyet kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı zillet ittifakının yüksek yargıya yuvalanmış hastalıklı koludur.” ..” Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan  objektifliğini ve tarafsızlığını kaybetmiştir”…. ..”Türk devleti ile uğraşma, cesaretin varsa Kandile git.”  

Siyasi iktidar böylelikle Yargıtayı siyasal niteliği ve çıkarları doğrultusunda  yönlendirmiş, yargı bağımsızlığını ve yargıç güvenliğini ortadan kaldırmıştır.

Siyasi demokrasi ve özgürlüklerin güvence altında olmadığı koşullarda siyasi iktidarlar burjuva kapitalist düzende yürürlükteki hukuki kurallara ve yasalara uymayı  tercih etmemekte ve kendi sınıf ve iktidar çıkarlarına uygun olarak hukuk kurumlarına ayar verebilmektedir. Kendi karakterine  uygun “siyasal hukuku”nu  yargıda etkin duruma getirerek fiili olarak  faşist-gerici politik  uygulamalarını yaşama geçirmeye çalışmaktadır.

 Ülkemizde de siyasi iktidar ve ilgili bakanlık yetkilileri hukuk ve adaletin mevcut normlarına göre uygulanmasını değil,  fiilin hukuk dışı da olsa uygulanmasını,  ilgili mevzuatın yasal değişiklik ve kararnamelerle sonradan oluşturulabileceğini defalarca ifade etmiştir. Ne yazık ki adli ve idari merciler de konumları, makamlarını koruma uğruna hukuk ve normlarını uygulamaktan imtina etmişlerdir.

 Siyasi iktidar “Başkanlık” sisteminde edindiği yetkileri mevcut anayasa hükümlerine, hukuk normlarına aykırı olarak ya da yeni yasaları “torba yasa” kapsamına alarak kullanmakta, fiili olarak yeni bir yasa devleti dizaynetme adımlarını atmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, çevre konusunda idare mahkemelerinin kararlarını uygulamayarak yurttaşların yaşam alanlarını ortadan kaldırmakta;  KHK ile görevden alınan kişilerin iade kararlarına karşın göreve dönmelerini engelleyerek ya da geciktirerek ilgili mahkemelerin aldığı kararları tanımama yoluna gitmektedirler.  Yerel yönetimlerde siyasal muhaliflerini halkın iradesiyle seçilmiş olmalarına karşın görevden alarak yerlerine kayyımlar atayarak bunu gerçekleştirdiklerine yıllardır tanık olmuştuk.  Böylelikle seçme ve seçilme hukuku normlarına aykırı olarak idari pratik mevcut hukuksal burjuva normları da tanımamış, tasfiye etmiştir.

Bu hukuksuzluk adaletsizlik yolu terk edilmelidir.  Yargı üzerindeki baskı ve politik müdahalelerden vaz geçilmelidir.  Yargı, anayasa hükümlerine, uluslararası hukuk ilkelerine ve normlarına uyulmalı ve uygulanmalıdır. Anayasa Yüksek Mahkemesi’nin kararlarına zaman geçirmeksizin uyulmalı; Hatay halkının seçme iradesi olan Milletvekili Can Atalay derhal serbest bırakılmalıdır.

İmece Dostluk

 

Yaşasın 1 Mayıs-Bıji 1 Gulan

 İşçiler, emekçiler, gençler, kadınlar,

1 Mayıs işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günüdür.

1 Mayıs, bütün dünyada işçilerin, emekçilerin, tüm ezilenlerin fabrikada, işletmede, tarlada, yaşamın her alanında, meydanları mücadele isteği, coşkuyla ile doldurduğu gündür.

1 Mayıs işçi sınıfının “Yepyeni bir güneş doğar dağların doruklarından, Mutlu bir hayat filizlenir kavganın ufuklarından, Yurdumun mutlu günleri mutlak gelen gündedir” marşıyla alanlara yürüdüğü   “ Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı”  olsun diye ileri atıldığı bir gündür..

1 Mayıs,  dünya proleteryasının “Proletaryanın zincirlerinden başka kaybedecekleri şeyleri yok, kazanacakları bir dünya var. Bütün ülkelerin işçileri birleşiniz”  şiarını yükselttikleri, bir gündür.

1 Mayıs faşist diktatörlüğün zorbalığına, sermayenin amansız sömürüsüne, işsizliğe, yoksulluğa, pahalılığa, güvencesizliğe karşı mücadele günüdür.

1 Mayıs, bütün ülkelerin işçilerinin, sermayeye, faşizme, ırkçılığa, ulusal baskı ve zorbalığa, doğanın talan edilmesine ve çevre katliamına karşı birlik, mücadele, dayanışma günüdür.

1 Mayıs dünya proleteryasının  tekelci kapitalistlerin emperyalist paylaşım savaşlarına, savaş kışkırtıcılığına, siyasal- ekonomik yayılma ve güç tesis etmek üzere  ülkelerin işgaline karşı ulusal ve toplumsal kurtuluş mücadelesinin  bayrağını yükselttiği gündür.

Günümüzde Emperyalist büyük güçler dünyanın çeşitli bölgelerinde paylaşım savaşlarını sürdürüyor. Ukrayna’daki savaş, egemenlik ve paylaşım savaşıdır. Ukrayna savaşı emperyalist, gerici haksız bir savaştır. Ukrayna’da Rusya işgaline karşı çıktığımız kadar, devletin  sınır ötesi harekatlarına da  NATO’nun Rusya- Ukrayna savaşı bahanesiyle olası müdahalesine de savaş taktiklerine de karşıyız.

Emperyalizmin dönem dönem ağırlaşan krizine,  krizden çıkmak için saldırganlığına, halklar arasındaki farklılıkları kışkırtarak yaratmak istediği  düşmanlıklara karşı çıkıyoruz. Kapitalizmin insanı değil kârı esas alan barbarlığına, azgın sömürüsüne, çürümüşlüğüne ve kokuşmuşluğuna karşı, başka bir dünyanın mümkün olduğunu biliyoruz. Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissediyor, istiyor ve düşlüyor.

Kapitalizm yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya rüya değildir. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin ömrü sonsuz olamaz.. Yalnız sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanabilir. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında eşit, özgür bir Türkiye’yi kurabilir ve bu, bizler istersek mümkündür.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma mutlaka kazanacak!

İşçi sınıfı ve emekçiler zorunlu olarak çalıştıkları fabrikalar ve işyerleri başta olmak üzere bu 1 Mayıs’ ta haklı taleplerini haykıracaklar!  Talepleri hepimizin talepleridir; bizler de bulunduğumuz yer ve koşullara uygun olarak bu taleplere sahip çıkıyoruz, çıkacağız.

Her yer,  her alan 1 Mayıs!

Kapitalizme ve Faşizme Hayır!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Birliği, Mücadelesi, Dayanışması!

Yaşasın İşçilerin Birliği, Halkların Eşitliği- Kardeşliği!

Bıji 1 Gulan

Yaşasın 1 Mayıs

 

Öğrenime Katkı Burs Duyurusu

2021-2022 Öğrenim Yılı “Öğrenci Katkı Bursu” için başvuru 02-24 Eylül tarihleri arasında internet üzerinden imecedostluk@gmail.com e-posta adresine yapılacaktır.

İMECE-DER Yönetim Kurulu

Vatan İşhanı No:602 Kat:6 Konak/İZMİR
Telefon: 0 232 854 02 94 – 0 536 402 06 28
E-Posta: imecedostluk@gmail.com

İMECE-DER ÖĞRENCİ BİLGİ FORMU

Kimlik Fotokopisi-Kimlik Bilgileri

Okul Bilgileri
Devam ettiğiniz Lisenin
Adı:
İlçesi:
Bitirdiğiniz Lisenin Adı:
Bitirme yılı:
Bitirme Dereceniz:
Üniversiteye hazırlıkta dersaneye devam ettiniz mi?
Dersanenin Adı:

Devam Edeceğiniz Okulun Adı:
Bölümünüz:
Kaçıncı sınıf:
Okulunuz kaç yıllık öğrenim veriyor?
Gündüzlü mü?
2. Öğrenim mi?
Okulunuzun Bulunduğu İl :
llçe:

Öğrenim sırasında kalacağınız yer:
Aile   Yurt    Akraba    Arkadaş    Diğer:
Öğrenim Sırasında kalacağınız adres:
Kaldığınız yer için ödeme yapıyorsanız aylık toplam tutarı:

Aile Bilgileri
Anne-baba durumu
Beraberler    Boşanmış    Baba vefat    Anne Vefat
Ayrı iseler kiminle yaşıyorsunuz?
Adı:
Mesleği
Sosyal Güvenlik kurumu SSK   ES   Bağ-Kur
Birlikte yaşadığınız ebeveynin adı-telefon numarası:
Kardeş Sayısı (siz dahil):
Okumakta olan kardeş sayısı (siz dahil):
Devam ettikleri okullar ve sınıfları:

Evin geçimini kim sağlıyor? Baba   Anne   Diğer
Bakmakla yükümlü olduğu kişi sayısı:
Ailenin oturduğu ev kira mı?
Kira ise tutarı:
Eve giren gelir toplamı:
Ailenin başka geliri var mı?
Aile akraba ya da başka bir yerden maddi katkı alıyor mu?
Alıyorsa nereden ve tutarı:
Anne ya da babanızın vefatıyla size bağlanan bir maaş varsa tutarı:
Burs aldığınız kurumlar varsa isim ve burs tutarları:

Sağlık sorunuz var mı(kronik hastalık) ?
Kan grubunuz:
Aileniz ve sizin üyesi olduğunuz dernek, sendika..vb.

Sizinle ilgili ulaşabileceğimiz yakınınızın adı-soyadı, iletişim bilgileri

En son okuduğunuz kitaplar:
Hobileriniz; ilgi ve çalışmayı dilediğiniz alanlar:

Cep tlf,  watsapp kullanıp kullanmadığınız;
Belirtmek istediğiniz özel durumlar-notlar:

E-posta Adresiniz:
Cep Tlf No:
Size ulaşamadığımızda ulaşabileceğimiz kişilerin isim ve tlf numaraları:
İmece çevresinden size referans olabilecek kişi(ler)nin adı soyadı (doldurulması zorunludur):
Verdiğim bilgilerin doğruluğunu; durum değişikliği olursa anında bilgi vereceğimi kabul ediyorum.
Saygılarımla..

İsim Soy isim
İmza Tarih

Saygılarımla..

 

*Bursa hak kazanan öğrenciler 8 Ekimde belirlenmiş olacak ve cep msj yoluyla öğrenciye iletilecektir.

Burs alan her öğrencinin her dönem sonu transkripini Kurumumuza iletmesi; formdaki bilgilerde değişiklik olması durumunda bir hafta içerisinde Kurumumuzu bilgilendirmesi gerekmektedir.

İlk ödeme Ekim 2021 üçüncü hafta sonunda olup, haziran dahil her ayın üçüncü haftası yapılacaktır.

 

 

1 Mayısa Doğru

Covid-19 Virüsünün dünyadaki tüm insanları etkilediği ve yeni yaşam biçimleri ürettiği koşularda, 1 Mayıs yaklaşıyor. Ülkemizde işçi sınıfı ve tüm emekçiler fabrikalarda, işyerlerinde, tarlalarda üretmeye devam ediyorlar. Tekeci burjuvazinin temsilcisi, egemen sınıflar 65 yaş üstü ve 20 yaşa kadar olan insanlara sokağa çıkma yasağı koydu. Ancak bu yasaklama 20 yaş grubundaki işçiler, emekçiler ve tarım işçisi gençler için geçerli değil..Onlar çalışmaya ve üretmeye devam edecek. Yaş skalası açısından, üreten işçiler emekçiler fabrikalarda, atölyelerde, tarlalarda yaşamın her alanında, her gün yeniden üretmeye devam edecekler.

Kapitalizm ve devlet, Covid-19 virüsün yayılmasını önleyecek en önemli tedbirlerin başında gelen “Kişiler arasında fiziki teması kesme” kuralını fabrikalar, işletmeler ve tarlalarda uygulamamaktadır; İşçi sınıfının, emekçilerin ve onların ailelerinin sağlığı değil kapitalistlerin karı ve sermayelerini koruyup büyütmeleri önemlidir. İtalya, İspanya, Fransa, ABD, İngiltere’de de üretim durdurulmadığı için virüs çok yayılmıştır ve bugün on binlerce insanın yaşamını yitireceği beklenmektedir. 1 Mayısa doğru İşçi sınıfı ve tüm emekçilerin talebi, çalışması zorunlu olan işletmeler dışındaki tüm fabrika işletme ve işyerlerinde çalışmanın durdurulmasıdır.

Ülkemizde 11 Marttan bu yana görülen Covid-19 virüs salgını koşullarında kapitalizm ve devlet, işçilere ve emekçilere çalışmayı-üretmeyi dayatmıştır. Alınan önlemler yetersizdir, üretim ve çalışma yaşamı sürmektedir; bu nedenle salgının ivmesi artmıştır. Bilim çevreleri önümüzdeki iki aylık süreçte yeterli önlemlerin uygulanmasını zorunlu görmektedir. İktidar geç kalmıştır, önlemleri yetersizdir ve salgının gerisinden gelmektedir.

1 Mayısa doğru kapitalizmin ve devletin milyonlarca emekçi üzerindeki her türlü sömürüsüne, baskısına karşı mücadele ve dayanışma; düşük ücretlere, sendikalaşma ve sendika seçme hakkına dönük işten çıkarmalara, baskı, moobinge karşı güçlerini birleştirme çabasıyla bütünleşmiştir. Bu mücadele aynı zamanda, işçi sağlığı için güncel olarak Covid-19 a karşı gerekli önlemlerin alınmasıdır. Fabrikalarda, işletmelerde, işyerlerinde üretimin durdurulması istenmektedir. İşçilerin, emekçilerin ve ailelerinin sağlıklı kalmaları için üretimin durdurulması şiarı bir çok fabrikada, işletmede, işçiler, emekçiler sendikalar, meslek örgütleri, tıp ve bilim çevrelerince zorunlu görülmektedir. Siyasi iktidar ise işçilerin, emekçilerin ve sendikaların meslek örgütlerinin ve bilim insanlarının sesine kulaklarını tıkamıştır.

Covid-19 salgını koşullarında da sermaye fabrikalarda, tarlalarda işçileri örgütsüz, sendikasız olarak düşük ücretle çalıştırıyor. İşçi, emekçi havzaları işçi cehennemine dönüşmüş; sigortasız, sendikasız, uzun çalışma saatleri içerisinde milyonlarca işçi neredeyse köleleştirilmiş durumdadır. Covid-19 salgınını engellemenin ve milyonlarca işçi ve emekçinin yaşamını kurtarmanın yolu, işçi sınıfı ve emekçilerin güçlerini birleştirmesi ve mücadelesiyle mümkündür. Siyasi iktidar ve sermaye grupları, işçi sınıfının, emekçilerin ve bilim çevrelerinin haklı ve yaşamsal taleplerine kulak vermeli ve gerekli önlemleri almalıdır.

1-Sokağa çıkma yasağı ilan edilmeli, COVID-19’a karşı mücadele kapsamında, güncel ihtiyaçlara cevap veren, zorunlu ve acil mal ve hizmet üretimi hariç olmak üzere, bütün fabrika ve işletmeler kapatılmalı; en az 15 gün süreyle, iş yerleri tatil edilmelidir. İşçilerin, emekçilerin dolayısıyla ailelerinin sağlığı korunmalı ve salgının yayılma hızı önlenmeli; bu süre içinde işçilere ücretli izin verilmelidir.
2-Ülkemizde işçilerin ücretinden yapılan kesintilerle oluşturulan işsizlik fonunda biriken 130 milyar TL aşan parayı, hükümet, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.
3-İşten çıkarmalar, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır. COVID-19 salgınının yeni bir işsizlik dalgasına yol açmaması, işin ve işçinin gelir sürekliğinin sağlanması için, COVID-19 ile mücadele döneminde, işverenin iş sözleşmesini fesih imkânı askıya alınmalıdır. İşten çıkarılmaların ve işlerin durdurulmasının yol açacağı gelir kaybına karşı, İşsizlik Sigortası Fonu kaynakları hızla devreye sokulmalı, işsizlik ödeneği ve kısa çalışma ödeneğinden yararlanmak için, işçi açısından gerekli olan koşullar kaldırılmalıdır.
İşten çıkarılmaların izlenmesi ve yasaklanması için Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı nezdinde Üçlü Danışma Kurulu bileşimine uygun bir izleme ve denetim mekanizması kurulmalıdır. İşsizlik maaşının süresi uzatılmalı, salgın süresince işsiz yurttaşlara yaşayabilir bir ücret yardımı yapılmalıdır.
4-Yoksul yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır. Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.
5-En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde, risk grubundaki kesimlerin ücretlerine 1000 TL ek destek yapılmalıdır.
6- Elektrik, su, doğalgaz, iletişim faturaları ve konut, taşıt kredileri ile kredi kartı borçları, salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.
7-Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.
8-Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.
9-Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır.
10-Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalı. Sağlık alanı ticari kar alanı olmaktan çıkarılmalı, sağlığa eşit erişim ücretsiz olarak sağlanmalıdır.
11-Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı, hasta olanlar saptanarak tedavi edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.
12-Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri hızla ve ivedilikle giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalıdır. Kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanmalıdır.
13-Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar belirlenmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek, gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı süreci işletilmeden ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları, akademisyenler ve diğer KHK’li kamu emekçileri işlerine dönmeli;
14-Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalı;
15-İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.
16-“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır. İstanbul Sözleşmesi,6284 Sayılı Yasa ve kadınların nafaka hakkı titizlikle uygulanmalıdır..
17- Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.
18- Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki gözetim ve denetim ağlarını baskıya dönüştürülmemelidir. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması, baskı ve bireysel özgürlüklerin, kişilik haklarının ihlaline yol açmamalıdır. Yurttaşların temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar, cezalandırılmalar kaldırılmalı.
19- Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini bir yana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikleri geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.
20-Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, hasta mahkûmlar, yaşlılar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.
21- Çoğu yabancı sermayeyle ortak olan petrol ve maden şirketleri, elektrik santralleri, kar hırsıyla dağları, ormanları, akarsuları, börtü böceği doğal ve kültürel değerlerimizi tahrip etmiş, etmeye de devam etmektedir. Kapitalizm yaşam alanlarımızı, havamızı, suyumuzu, havamızı zehirlemekte, yok etmektedir. Salgın koşulları fırsata çevrilerek doğanın tahribatı devam etmektedir. Tüm canlıların ve çocuklarımızın geleceğini karartanlar, doğa ve çevre savunucularının yolunu kesmekte, bu alanlara girmelerini, halkla bütünleşerek sorunların saptanmasını, çözüm yollarının birlikte üretilmesini engellemektedirler. İşçilerin emekçilerin, halkımızın ve çocuklarının sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı, doğal ve kültürel değerlerimizi korumaya yönelik mücadelesi her alanda sürecektir. Bu salgın ekolojik dengenin, tüm çeşitliliği, canlılarıyla sürdürülebilir ve geleceğe devredilebilir doğanın önemini bir daha göstermektedir. Bu ders herkes tarafından iyi anlaşılmalıdır.
22- İllerde bilim kurulları oluşturulmalı, ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı, demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerin de katıldıkları kriz masaları kurulmalı, bilgilendirme, değerlendirmeler ve çözüm mekanizmaları birlikte oluşturulmalıdır.

Kapitalizm doğası gereği krizde, salgın koşullarında bu kriz daha da ağırlaştı, ağırlaşıyor, kendi kendinini tüketiyor; kendisine bu krizden çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Bütün ülkelerdeki kapitalist devlet yöneticileri panik halindeler. Sermayelerini büyütme, karlarını arttırmanın, üretim maliyetlerini düşürmenin yeni yollarını arıyorlar. İnsan olmadan üretim, üretim fazlası olmadan kar olamaz. Kapitalistler ve devlet ‘üretim sürmelidir, salgın olsa da üretim durmamalıdır’ diyor. İşsizlikte işçi bulmak kolay, işçiler ücretli köle! Yani sermayedarlar sömürü ve kar hırslarından vazgeçmiyorlar.

Bu durumda İşçi sınıfı ve emekçiler kendileri için cehennem olan bu sistem karşısında yeni bir dünya özlemini daha çok hissedecek, isteyecek ve düşleyecekler. Kapitalizmin yerine, baskının, zulmün, sömürünün olmadığı yeni bir dünya gelecek. Bilime inanmayan ve onun aydınlatıcı yolundan yürümeyenlerin sonu gelecek.. Ancak yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler ve emekçiler çürümüş kapitalizme darbeyi indirebilecek. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçi sınıfı, emekçiler sahte değil, gerçek özgürlüğü kazanacak. Yalnızca sınıf bilinçli ve örgütlü işçiler, emekçiler sermayenin ve faşizmin düzeni yerine işçi sınıfı ve emekçilerin iktidarında aydınlık bir Türkiye’yi kuracaklar.

1 Mayısa doğru, büyük insanlığın kurtuluşu için, sermayenin boyunduruğu altında çalışan bütün halkların sağlığı, geleceği için, daha insanca çalışma ve yaşam koşullarını elde etmek için örgütlenme ve mücadele etme hakkı için yürütülen büyük mücadele ve dayanışma kazanacak!

Yaşasın İşçi sınıfı ve Emekçilerin Dayanışması!
Yaşasın İşçilerin Birliği Halkların Eşit Kardeşliği!
Barış İçin Savaşa, Kapitalizme ve Faşizme Hayır!
Yaşasın Birlik Mücadele ve Dayanışma
Yaşasın 1 Mayıs

Yaşamın kaynağı toplum sağlığıdır,halkın talepleri yaşamsaldır. Halkın talepleri gerçekleştirilmelidir.

Tüm dünyada küresel salgın halini alan ve ülkemizde varlığı 11 Marttan bu yana görülmeye başlanan Koronavirüs (Covid-19) salgını karşısında siyasi iktidar yetersiz kalmış, salgına karşı acil önlemler alınmamıştır. Siyasi iktidarın açıklamalarında çalışanların hakları, kadınlar ve yoksullarla ile ilgili bir önlem bulunmuyor.

Fabrikalarda, işletmelerde ve işyerlerinde işçiler, emekçiler toplu olarak çalışmaya devam etmektedir. Fabrika ve işletmeler bazındaki önlemlerin en olumlusu hijyen kurallarına uymakla sınırlıdır. Virüsünün yayılma ivmesi yüksektir. Alınan önlemlerle sorunun aşılması olanaklı değildir.

Bütün fabrikalarda, işletmelerde, organize sanayi sitelerinde, şantiyelerde, üretimin ve işin durdurulması önem taşımaktadır. Bugün salgının durdurulması sadece 65 yaş üstünün sokağa çıkmamasını istemekle engellenemeyeceği İtalya ve İspanya örneklerinden görülmektedir. Ve bu yaşanmışlıklardan gerekli dersler çıkarılarak derhal sokağa çıkma yasağı ilan edilmelidir.

Bunun için siyasi iktidar, Covid-19 salgınını önlemek için fabrikalar, işyerleri, şantiyelerdeki faaliyeti durdurmalıdır. İşçiler ücretli izne çıkarılmalıdır. Acil ve zorunlu işlerin yapıldığı işyerleri dışında diğer tüm işyerlerinin faaliyetlerini durdurarak çalışanlarını ücretli izne çıkarmalıdır.

Ülkemizde işçinin ücretinden kesilen paralarla oluşturulan işsizlik fonunda birikmiş 130 milyar lira bulunmaktadır. Hükümet, işçilerin maaşında kesilen primlerle oluşan işsizlik
fonunda biriken bu parayı, ücretli izne çıkarılan işçilerin ücretlerinin bir bölümünü ödemek için kullanmalıdır. Küçük ve orta düzeyde işletmelerin işçilik payını önemli oranda devlet ödemelidir.

İşten çıkarma, ücretsiz izin uygulaması yasaklanmalıdır.

Sokağa çıkma yasağı ilan edildiğinde yurttaşların temel ihtiyaçları devlet tarafından karşılanmalıdır.

Sağlık yardımı almakta olan 10 milyon dolayındaki “kayıtlı yoksullara” asgari geçim endeksine uygun bir maaş ödenmelidir.

En düşük emekli aylığı asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Korona virüsle mücadele döneminde 1000 TL destek eklenerek risk grubundaki bu kesimler korunmalıdır.

Konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları salgın riski boyunca faizsiz olarak ertelenmelidir.

Öğrenci yurtları ücretsiz olmalı, öğrencilerin yurt borçları silinmelidir.

Çiftçi borçları ve ihtiyaç kredileri, faizleri silinerek taksitlendirilmelidir.

Büyükşehirlerde ve illerde Covid-19 hastaneleri ve yurttaşların diğer sağlık sorunları için gidecekleri hastaneler de belirlenmeli ve açıklanmalıdır. Devlet hastaneleri ve özel hastaneler Covid-19 hastalarına ücretsiz sağlık hizmeti vermelidir. Buna uymayan özel hastaneler kamulaştırılmalıdır. Salgın sürecinde, özel sağlık kuruluşları kamu kontrolüne geçirilmelidir.. Halka yaygın bir şekilde test yapılmalı hastalar tesbit edilmelidir. Test sonuçlarının açıklanmasında ve salgınla ilgili siyasi iktidar şeffaf olmalı ve halktan hiçbir şey gizlenmemelidir.

Salgında hastalanma ve yaşamlarını kaybetme riski olan hekimler ve diğer sağlık çalışanlarının ekipman eksiklikleri giderilmeli ve Covid-19 testi öncelikle sağlık emekçilerine yapılmalı ve kamu-özel bütün sağlık kurumlarında Covid-19 hastalarıyla temas ya da temas şüphesi olan hekim ve sağlık çalışanlarından başlanarak bütün sağlık çalışanlarının testlerinin hızla tamamlanması, yurttaşların sağlıkları açısından da önem kazanmıştır. Covid-19 hastahanelerindeki sağlık çalışanlarının sosyal çevrelerini de hastalığa bulaştırmalarını engellemek için mesai sonrası kalacakları mekanlar tesbit edilmelidir. Ölümlerin artması ile hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin artacağını öngörerek gerekli tedbirler alınmalıdır. Yargı kararı olmadan ‘Kanun Hükmünde Kararnamelerle’ işlerinden atılan tüm sağlık çalışanları ve akademisyenler işlerine dönmelidir.

Fahiş fiyatlarla stok, ortalama kar marjının üzerinde zam yapanlara göz yumulmamalı, denetimler artırılmalı, fırsatçılık yapanlara yaptırımlar uygulanmalıdır.
İşçilerin ve emekçilerin temel gıda ve hijyen maddelerine erişimi için kamu kaynaklarına başvurulmalıdır. Virüsten koruyucu ürün ve malzemeler (maske, kolonya,klorak, sabun vb.) başta dar gelirliler olmak üzere halka ücretsiz dağıtılmalıdır.

“Evde kalma” nedeniyle kadına ve çocuklara yönelik ev içi şiddetin görünmez kılındığı koşullar yaşanmakta, kadınlar umarsız bırakılmaktadır. Şiddet çağrısı alındığında şiddet uygulayan erkekler öğrenci yurtlarında ayrı bir bölüme yerleştirilmeli, evden uzaklaştırma uygulanmalıdır.

Salgın süresinde doğalgaz, elektrik, su ve internet ücretsiz sağlanmalıdır.

Mülteci geri gönderme merkezlerinde gerekli tedbirler maksimum düzeyde alınmalı, bu merkezlerde olmayan mültecilerin konut, hijyen ve temel gıda malzemesi temini kamu kaynaklarıyla sağlanmalıdır.

Devlet salgını bahane ederek yurttaşlar üzerindeki baskı, gözetim ve denetim ağlarını yaygınlaştırmamalıdır. Virüs tehlikesinin getirdiği günlük yaşamdaki bazı kısıtlamalar, güdük temel hak ve özgürlüklerin ortadan kaldırılması ve açık bir faşizme geçilmesine yol açmamalıdır. Yurttaşlar temel hak ve özgürlüklerini kısıtlayan tüm uygulamalara son verilmeli, internet ortamındaki ifade ve düşünce özgürlüğü ve haber alma haklarına yönelik tüm yasaklamalar kaldırılmalıdır.

Tüketici, konut ve taşıt kredileri ile kredi kartı borçları ve elektrik, su, doğalgaz ve iletişim faturaları günlük olağan yaşama geçinceye dek ertelenmelidir.

Savaş koşullarında Covid-19’un artacağı düşünülerek, siyasi iktidar emperyal isteklerini biryana bırakarak, Suriye’deki ve Libyada’daki askeri birlikler geri çekmeli ve komşu ülkelerle; karşılıklı saygı, içişlerine karışmama ve barış politikası izlemelidir.

Öncelikle cezaevlerinde tutukluların hızla tahliyesi sağlanmalı; yaşam hakkı ve ifade özgürlüğü esas alınarak siyasi tutuklular, gazeteciler, yaşlılar, hasta mahkûmlar ve çocuklar tahliye edilmeli, infazlar ertelenmelidir.

Yerellerde, il/ilçe bazında belediyelerin ve muhtarlıkların da içinde yer aldığı demokratik kitle örgütü, meslek odaları ve sendika temsilcilerinin ve muhalif siyası partilerinde içinde yer aldığı kriz masaları kurulmalıdır.

Bu zor süreçte inisiyatif sadece siyasi iktidarda olmamalı, muhalefet partilerinin ve demokratik kitle ve meslek örgütlerinin toplumsal rol ve sorumluluğu artırılmalı, salgınla ilgili önlemlerin alındığı il ve ilçelerde bilim kurulları oluşturulmalı, başta tabip odaları olmak üzere meslek örgütleri, sendikaların ve siyasi partilerin bu kurullarda temsili sağlanmalıdır.

WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!


WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!

Four woman workers of the SF Trade Textile Plant have been picketing at the entrance of the Gaziemir Free Zone for 143 days for being involved in union activities.

The unionization of workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Industries, a joint venture between the Turkish Kale Group and the American Pratt&Whitney primarily for making engine parts for the F-35 fighter, spurred the capitalist bosses to action.

When workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Plant joined the All Metal Workers Union, the employer terminated 94 workers.

The plant management had effectively reduced wages to minimum wage with low raises, and had started to engage in mobbing against workers after the S-400 crisis with the US. As a result, the workers began to organize under the All Metal Workers Union, a member of DİSK. When the workers exercised their constitutional right and joined the union, the first move was to terminate 7 workers one night, for no reason. The terminated workers staged a demonstration in front of the plant. The workers who expressed support for their fired colleagues were terminated themselves within a few days. Soon, 94 workers had been fired. Then, the plant manager called the workers to a meeting and offered to re-hire them on the condition that they resign from the union. When the workers refused, they responded with threats and insults. The workers started a sit-in on February 29 at the entrance of the Aegean Free Zone to fight for their right to unionize.

The workers fight against the usurping of their legal and legitimate right to unionize, while the employer terminates workers for various reasons. It all boils down to a smear campaign using cherry-picked articles of the labor law, designed to make the employer look righteous on a legal basis. This is not new to the capital: it is a tested method used to break unionization. To prevent unionization among workers, they will identify union members and fire them using various excuses. This plays out once again in the SF Trade and Kale Pratt&Whitney Aero Engine plants.

The bosses of Kale Pratt&Whitney Aero Engine plant fire unionized workers on the one hand, while hiring new and non-union workers on the other to prevent the union from gaining majority. The forces of labor and democracy are obligated to defend the acquired rights of the working class against unlawfulness and injustice, and to rise in solidarity with the working class.

The workers and laborers will expose capitalist bosses for the frauds they are. Today, SF Trade Textile workers are at resistance at the entrance of the Gaziemir Free Zone, and Aero Engine workers are at resistance at the Izmir Fair Gate of the Free Zone. The working class and all people in support of labor stand with the textile and aero engine workers; they support them in solidarity, helping them feel that they are not alone. The justice of time will favor the workers. Workers who resist will finally and rightfully prevail. We stand with workers who recognize the power of organized struggle, who defy the capital and take a step for unionization.

Workers who resist and fight are not alone. The workers, laborers, friends of labor, and the makers of all value stand with them. 11.03.2020

Glory to the working class!
Glory to the workers’ resistance!

İmece Friendship Solidarity Association

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ VE TALEPLERİMİZ

YEREL YÖNETİM ANLAYIŞIMIZ ve TALEPLERİMİZ

Kente yönelik politika ve uygulamalarda, insan hakları, kentli hakları, kent insanları arasında kardeşlik-barış iklimi, birlikte yaşama, engelli, hasta, çocuk ve kadına duyarlı planlama, yerellerde hizmetlere eşit erişim, insan ve çevre sağlığı gibi kriterler temel referanslar olmalıdır.

Kentlerin sahibi o kentte yaşayan halktır ve yerel yöneticilerin demokratik biçimde seçilmesi ve başarısızlıkları durumunda geri alınması esas olmalıdır. Seçimler gibi, kente dair kararlar da kentlilerin katılımcısı olduğu demokratik süreçler, mekanizmalar  işletilerek alınmalıdır.

Fiziksel, doğal, tarihi ve kültürel değerleri korumak ve geliştirmek, koruma ve kullanma dengesini sağlamak, ülke, bölge ve şehir düzeyinde sürdürülebilir kalkınmayı desteklemek, yaşam kalitesi yüksek, sağlıklı ve güvenli çevreler oluşturmak  merkezi yönetimin olduğu kadar yerel yönetimlerin de görevidir.

Kentimiz İzmir’in yapılan araştırmalarda beş bin yıl öncesine kadar uzanan bir tarihi vardır. Yıllarca süren çalışmalarla ortaya çıkan tarihi mirasına sahip çıkan, bu mirası bilimsel temelde ciddi araştırmalarla zenginleştirici projeler üreten bir yerel yönetim anlayışı,  kentin tüm kültür ve doğal varlıklarını geleceğe taşıyabilir.

Kent yönetimine talip olan başkan adayları ve meclis üyelerinin kentin sorunlarının çözümü konusunda önerilerde bulunması bir program ortaya koyması kuşkusuz önemli, ancak yeterli değildir. Sermayeye karşı emekçi halkın çıkarlarını savunan  yerel yönetim adayları, tekellerin, uluslar arası ya da yerli sermaye gruplarının değil halkın taleplerini, çıkarlarını savundukları ölçüde halkın desteğini ve sevgisini kazanabilirler. Sermaye partilerinin adaylarından ayıran başlıca farklılık da ekonomik, sosyal ve siyasi demokrasi taleplerini savunması, buna uygun politikaları geliştirerek uygulamasıdır.

Kentimiz özellikle son yıllarda yoğun göç almış; hızla nüfusu artmıştır. Kentin  kamu yararından uzak sermaye odaklı planlanması gelecekte, hava kalitesi daha da kötü, yaşam standartları düşük, yeşil alanları  olmayan, ranta odaklı yapılaşma  ve ulaşım sorunları yaratmıştır.

‘‘ Körfez Tüp Geçiş Projesi, henüz yapım aşamasında olan İstanbul Otoyolu ile Çiğli’de sulak alanların ve Kuş Cennetinin olduğu bölgeden güneyde doğal sit statüsü değiştirilen İnciraltı ve Çeşme yarımadasını birbirine bağlayacaktır.” Bu proje Gediz deltasındaki kuş türlerinin yoğun bulunduğu bölgede sulak alanların tasfiyesi ile kuş, bitki, memeli hayvan, çeşitli kelebek türleri yok edilerek, ekolojik dengeleri tahrip edecek, betonlaşmaya yol açacak ve plan değişiklikleri ile yüksek rant artışlarının önünü açarak kıyıları betona teslim eden bir kentin yolunu açacaktır.’’(1) İzmir’in tarihi, kültürel ve doğal değerleri-zenginlikleri rant için tasfiye edilmiş olacaktır. İzmir’in İstanbul olmasını istemiyorsak bu ‘‘ihanet’’ projelerine karşı durmak İzmir’i yönetecek başkanların öncelikli görevidir.

Doğa Derneği’nin de içinde yer aldığı “İzmir’e Sahip Çık” platformu’nun da önerdiği, desteklediği 15 Şubat 2019 günü yeryüzünün en zengin ve benzersiz doğal alanlarından biri olan İzmir’in Gediz Deltası’nın UNESCO Dünya Doğa Mirası ilan edilmesi için çalışmalar hızla başlatılmalı; bu konuda yapılmakta olan çalışmalar desteklenmelidir.

Alsancak’taki tarihi Elektrik Fabrikası’nın arazisiyle birlikte,  Özelleştirme İdaresi Başkanlığı tarafından Devlet İhale Kanunu’nun kısıtlamalarına tabi olmadan satışa çıkarılması engellenmelidir. İzmir 1 No’lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nun 8 Ocak 1998 tarihli kararıyla ‘Korunması Gerekli Kültür Varlığı’ olarak tescillendiği temel alınmalı; 1943 tarihinde kamulaştırılarak İzmir Belediyesi’ne devredilen sahanın tekrar İBB’ye devri için meslek odaları ile kentliler birlikte kenti savunmalıdır.

Bayraklı bölgesini çok katlı beton blokların ısı adaları oluşturarak ekolojik dengeyi bozmasına engel olunmalı, kentin tarihi ve doğal dokusuna aykırı projelere onay verilmemelidir.

Egemen iradenin, siyasi iktidarın kürt sorunundaki şiddet yanlısı ırkçı, ayrıştırıcı, düşmanlaştırıcı, yandaşlarını kayırmacı politikalarına karşı kent düzeyinde eşitlikçi, özgürlükçü, yerel hizmetlerin  gerçekleşmesinde yoksul-dar gelirli yerleşimlere öncelikli, barışçıl ve demokratik projeler üretilmelidir.

Yönetime aday olanlar, alevilerin, farklı din, mezhep ve kültürlerin inanç özgürlüğünü ayrımsız savunmalıdır. İbadet mekanlarının restorasyonu desteklenmeli, güvenlikli kılınmalıdır Yönetmeye aday olanlar, sendikalaşmayı, sendika seçme özgürlüğünü, taşeron uygulamasına karşı kadrolu-güvenceli çalışma hakkını esas alan anlayış ve uygulamaların savunucusu olmalıdır.

Belediye emekçilerinin kadrolu, güvenceli istihdamını esas almalı, liyâkattan taviz verilmemeli, sendikaları tahakküm altına almaya çalışmadan, eşit ilişki kurabilmelidir. Sendikaların ve demokratik kitle örgütlerinin İzmir’de yerel demokrasinin gelişiminin bir parçası olduğu bilinmelidir. Kocaoğlu döneminde kadrolu olabilmek için hukuk yoluna başvuran ve işinden atılan tüm işçilerin yeniden iş başı yapmalarını sağlayacak adımlar atılmalıdır.

696 Sayılı kanun Hükmün’de kararnameyle  belediyelerde çalışan şirket işçileri, süresiz işçi statüsüne geçirilmişti.. Bu işçilere 2020 yılına kadar toplu iş sözleşmesi yapılmayacak, kadrolu işçi gibi 4 ikramiye verilmeyecek ve sosyal-ekonomik haklardan yararlanamayacaklar. Bu işçilere sadece düşük bir zam öngörülmektedir. Bu kararname eşitlik ilkesine aykırıdır. Kadroya geçirilme adı altında işçilerin ekonomik ve sosyal hakları gasp edilmiştir. Yerel yönetim adayları bu kararnameye karşı çıkmalı ve işçilerin ekonomik ve sosyal haklarını savunulmalı, eşitlik ilkesini temel almalıdır.

Toplu İş Sözleşmeleri (TİS) nin sendika, sendika olmayan iş kollarında işçi temsilcileriyle yapılmasını savunulmalı; grev hakkının önündeki engelleri kent bazında yok saymalıdır. Kıdem tazminatı hakkını güvenceye almalı; kiralık işçilik uygulamalarına karşı çıkmalıdır.

Çalışanlar arasında cinsiyet eşitliğini savunmalı; özellikle kariyer, kadro yükseltmede pozitif ayrımcı, ücret politikasında mutlak eşitlikçi olmalıdır.

Kentimizde kadın hak ve özgürlüklerine uygun koşulları oluşturmayı; kentin gecesi-gündüzüyle, toplu taşım araçlarıyla, sokaklarıyla güvenli kılıcı politikaları geliştirmelidir.

Gençliğin bilimsel-özerk-demokratik-parasız eğitim-öğretim hakkında her gün daha fazla artan eşitsizliğe karşı politikalar geliştirilmeli; barınma, ulaşım, beslenme konularında olanaklar yaratılmalıdır

Küçük üreticilere ve köylülere düşük oranlı kredi tahsisi, kooperatifleşme olanaklarını sağlamalı; Kooperatifleşmenin yaygınlaştırılması için üreticilere yardım ve destek politikaları (destekleme alımları) geliştirilmelidir. El emeği üretimi yapan kadınlara yerel pazarlarda ücretsiz  alanlar sağlamalıdır.

Tarım ve hayvancılığa yapılacak ekonomik destekleri yerel bütçe kaynaklarından yapmalı ve halka aracısız, ucuz beslenme olanaklarını sağlamalı; bunun için de üretim ve tüketim kooperatifleri kurulması için adımlar projelendirilmelidir.

Tarım emekçilerine yönelik bir ekonomik ve sosyal güvence ağı geliştirilmesini savunmalı; kırsal kesimde kadınlara yönelik özel bir sosyal güvenlik sistemini bu döngü içerisinde  projelendirilmesini savunarak uygulamasını gerçekleştirecek bir alan açmalıdır.

Tarım alanları, sulak alanlar, su kaynaklarının özelleştirmelere açılmasını, sermayeye bırakılmasına kararlılıkla karşı çıkmalıdır. Bu temelde HES, RES, Termik santrallerin yerlerini meslek örgütleri, uzmanlar ve yöre halkı ile belirlemeyi savunmalıdır. Güneş enerjisinden yararlanmanın yolları aranmalıdır.

Kentimiz yeşil alanlardan da il ve ilçe bazında otoparklardan da  yoksun durumdadır. Kentin yeşil alanları artırılmalı,ihtiyaçlar nüfus oarnında belirlenerek katlı otoparklar yapılmalıdır.

Hava kirliliği, araç yoğunluğu ve diğer nedenlerle yoğunlaşmıştır. Koah, astım, solunum yolu hastalıkları yüksek orandadır. Kentimizdeki hava kirliğini ortadan kaldıracak politikalar geliştirmek zorundayız.

Gıda güvenliğini denetimleri sıklaştırarak sağlamalı, BB bünyesinde araştırma laboratuarları kurmak projelendirilmelidir.

Yerel yönetimlerin ulaşım hizmetlerinden kar elde etmesi düşünülemez. Yerel yönetimler ulaşım hizmetini diğer gelirlerinden sübvanse etmelidir. Kentlerde ulaşım hizmetleri yerel yönetimlerin kamusal bir görevidir. Kentte yaşayan tüm yurttaşların toplu taşıma hizmetlerinden yararlanması asgari ücret esas alınarak yapılmalıdır.

Saygılarımızla

İmece-Der

 

  • 1.İzmire Sahip Çık

 

 

 

Olcay Çınar


OLCAY ÇINAR
10.08.1952 De Mardin’in Cizre ilçesinde doğdu.
Babası jandarma astsubayı, annesi ev hanımıdır. Dört kardeşin en büyüğüdür. Babasının mesleği dolayısıyla ilk okulu Bingöl ün Kığı, Mersin in Gülnar ilçelerinde, ortaokulu Kütahya da; liseyi İzmir Eşrefpaşa Lisesinde okudu.
Liseden sonra Ege Üniversitesi Makine Mühendisliğini kazandı. İlk yıllarında yurtsever devrimci hareketle tanıştı. Buca da özerk demokratik üniversite mücadelesi verirken bir yandan da faşizme ve emperyalizme karşı mücadelede Halkın Kurtuluşu saflarında yerini aldı.
Üniversiteyi bitirdikten sonra DSİ’de makine mühendisi olarak çeşitli görevlerde bulundu.
Kamu çalışanlarının sendika hakkı için mücadele etti ve KESK in İzmir deki yapılanması için çok emek verdi; Kamu İktisadi Teşebbüsü kurumların özelleştirilmesine;TEK in özel şirketlere devrine karşı mücadelede ön saflarda yer aldı.
Sevgili eşi Şenol la üniversite yıllarında anti faşist mücadele içinde tanıştı, mücadelede birlikleri evlilikle sonuçlandı. Bir erkek çocukları oldu.
Yakalandığı amansız hastalık nedeniyle 09.08. 2016 da aramızdan ayrıldı.
Bizlerle yaşayacak.

12 Eylül Askeri Faşist Darbesi 45.Yılında

 

12 Eylül Askeri  Faşist Darbesinin 45. Yılında

Faşizmi Lanetliyor Faşizme Karşı Mücadelede Direniş Çiçeklerini Saygıyla Anıyoruz

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen faşist askeri cunta darbesinin üzerinden tam 45 yıl geçti. Darbe, yalnızca ülkemizin demokratik kurumlarını yok etmekle kalmamış, işçi sınıfı, emekçiler, kadınlar, gençler ve ilerici güçler üzerinde kalıcı bir baskı ve terör rejimi oluşturmuştur. Bu nedenle bugün bir kez daha haykırıyoruz: Faşizme karşı mücadele, demokrasi ve özgürlük mücadelesidir.

12 Eylül: Halkın Mücadelesine Karşı Amerikancı Darbe

45 yıl önce, Türkiye’de işçi sınıfının, emekçilerin, gençlerin ve ilerici güçlerin yükselttiği özgürlük, demokrasi ve eşitlik mücadelesi, ABD ve NATO desteğiyle bastırıldı. Darbe ile:

TBMM, siyasi partiler, sendikalar ve ilerici kurumlar kapatıldı,

Grevler ve direnişler yasaklandı, toplu iş sözleşmeleri askıya alındı,

Yüz binlerce kişi gözaltına alındı ve işkence gördü. İşkenceyle öldürüldü.

Yüzlerce insan idam edildi, kaybedildi, akibeti, gömülü olduğu yerlerin hala nerede olduğu bilinmeyenler var;

Askeri cezaevleri, emniyet müdürlükleri, “gayrıresmi” mekanlar sınırsız, pervasız ve sistematik işkence merkezlerine dönüştürüldü.

Darbenin bilançosu resmi belgelerle sabittir:

Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi’nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyledir:

1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lendi.

650 bin kişi gözaltına alındı.

Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.

7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.

517 kişiye idam cezası verildi.

259 kişinin idam dosyası Yargıtay’ca onandı.

49 kişi idam edildi

71 bin kişi 141, 142 ve 163’den yargılandı.

98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi’ olmak suçundan yargılandı.

388 bin kişiye pasaport verilmedi.

14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.

30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.

300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü.

171 kişinin ‘işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.

14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları ‘açlık grevi’ sonucu yaşamını yitirdi.

30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.

1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.

1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.

47 yargıç görevden atıldı.

7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.

937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı.

23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu.

İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.

13 büyük gazete için 303 dava açıldı.

31 gazeteci cezaevine konuldu.

Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.

Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.

300 gazeteci saldırıya uğradı.  3 gazeteci öldürüldü

49 ton gazete ve dergi imha edildi, Yüzbinlerce yayına el konuldu ve imha edildi. Sadece Bilim ve Sosyalizm yayınlarına ait 113.607 kitap yakıldı. Sol yayınlarına el konuldu ve yakıldı. Yayınevi sahipleri gözaltına alındı, tutuklandı, işkence gördü. İlhan Erdost işkence yapılarak öldürüldü.(1)

Tüm bu rakamlar, 12 Eylül’ün toplumsal belleğimizde yarattığı derin ve kalıcı yaraları gözler önüne sermektedir.

Ekonomik ve Sosyal Etkiler; 24 Ocak Kararları ve Sendikal Baskı

12 Eylül darbesi, 24 Ocak 1980 kararlarının uygulanması ve neoliberal ekonomik dönüşümün önünün açılması için bir araç olarak kullanıldı. Darbe ile işçi sınıfı ve emekçilerin kazanılmış hakları sistematik olarak tasfiye edildi;

Sendikal faaliyetler durduruldu, grevler yasaklandı, toplu iş sözleşmesi hakkı askıya alındı, mücadeleci konfederasyon DİSK kapatıldı; yöneticileri gözaltına alındı, tutuklandı.

Nisan 1981–Eylül 1983 arasında 148 toplu iş sözleşmesi Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlandı;

1980–1987 arasında reel ücretler yüzde 40 geriledi,

Emekçilerin örgütlenme oranı yüzde 40’tan yüzde 10’lara düştü.

Bu süreç, işçilerin önce örgütlerini, sonra özlük haklarını, giderek iş güvenliklerini kaybetmelerine yol açtı. 12 Eylül ile başlayan ve Özal dönemiyle derinleşen özelleştirme politikaları, bugüne kadar kesintisiz şekilde sürdürülmekte; uluslararası sermaye ve çokuluslu şirketlere tam açılma, toplumsal zenginlik ve doğal kaynakların talanını hedeflemektedir.

Siyasal ve İdeolojik Dönüşüm

12 Eylül darbesi, yalnızca emekçileri değil, toplumun ilerici birikimini, kazanımlarını de hedef aldı. ABD’nin “Yeşil Kuşak” projesi doğrultusunda Türk-İslam sentezi resmi ideoloji haline getirildi:

Tarikatlar, cemaatler ve gerici yapılar devletin merkezine taşındı,

Din dersleri zorunlu hâle getirildi, toplumsal yaşamın dincileştirilmesinin önü açıldı.

Bu ideolojik dönüşüm, bugün hâkim olan siyasal İslamcı rejimin temellerini attı ve toplumun eğitim, kültür ve sosyal yaşamını doğrudan etkiledi.

Kürt dili, kimliği yok sayıldı, düşmanlaştırıldı; kürt olmak sorgu merkezleri ve cezaevlerinde işkence ve vahşetin ayrı bir nedeni olarak görüldü. Toplumda ayrıştırma, düşmanlaştırma politikaları uygulandı.

Darbenin Kurumsallaşması ve Günümüzdeki Sürekliliği

1982 Anayasası, cunta tarafından tekelci burjuvazinin iktidarını pekiştirmek için yapıldı. Bugün hâlâ, AKP iktidarıyla birlikte yeni mekanizmalar da devreye sokularak, hukuk tanımaz uygulamalarla faşizmin varlığı sürmektedir.

2010 ve 2017 Anayasa değişiklikleri ile kuvvetler ayrılığı fiilen yok edildi,

Parlamenter sistem tasfiye edilerek tek adam rejimi kuruldu,

Belediye başkanları, seçilmişler kayyımlarla görevden alındı, muhalefet susturulmaya çalışıldı;

OHAL ve KHK rejimiyle binlerce kamu çalışanı ihraç edildi,

Eğitim, sağlık, adalet ve medya-habercilik alanlarında gericilik ve sermaye çıkarları hâkim kılındı.

Bugün uygulanan politikalar, 12 Eylül’ün kurumlaşmış ve kalıcı sonuçlarıdır. AKP iktidarı, dincileştirilmiş, toplumsal cinsiyetçi uygulamaları yoğunlaştırarak, eğitim sistemiyle “dindar ve kindar gençlik” yetiştirmekte; doğa ve yaşam alanlarını çokuluslu şirketlerin talanına açmaktadır.

Faşizme Karşı Mücadele Günceldir

12 Eylül darbesi, işçi sınıfı ve emekçilerin yükselen mücadelesine karşı yapılmış bir saldırıdır. Bugün de emekçiler iş ve örgütlenme güvencesi, iş güvenliği olmaksızın düşük ücretle, işsizlik tehdidi altında, yoksullukla mücadele etmektedir; kadınlar ve gençler gericiliğin baskısı altında, gelecek belirsizliği içerisinde umarsızlaştırılarak ezilmektedir.

Tarih bize göstermiştir ki kaybedilen her şey yeniden kazanılabilir. Emekçilerin, kadınların ve gençlerin birleşik örgütlü mücadelesi, faşizmin karanlığını dağıtacak tek çıkış yoludur.

Sonuç

12 Eylül karanlığının 45. yılında bir kez daha haykırıyoruz:

Faşizme karşı mücadele, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik mücadelesidir.

Direnen, bedel ödeyen, hayatını kaybeden devrimci, ilerici ve demokratları saygıyla anıyoruz.

Yaşasın emek, özgürlük ve demokrasi mücadelesi.

 

(1) Tihv Dökümantasyon

İzmir’de Kadınlardan Filistinli Kadınlarla Dayanışma Eylemi. Soykırıma ve İşgale Direnen Filistinli Kadınlarla Mücadelemiz Ortak

İzmir Kadın Platformu ve Kadınların Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi, Karşıyaka’da Filistinli kadınlarla dayanışma için sokağa çıktı. Karşıyaka İZBAN İstasyonu önünde toplanan kadınlar, “Soykırıma ve İşgale Karşı Direnen Filistinli Kadınlarla Mücadelemiz Ortak – İsrail’e Tam Ambargo” pankartı açtı.

Buradan yürüyüşe geçen kadınlar, “Filistinli kadınlar yalnız değildir”, “Emperyalistler işbirlikçiler Ortadoğu’dan defol”, “Nehirden Denize Özgür Filistin”, “Filistin’e Özgürlük İsrail’e Boykot”,  “Soykırımcı İsrail Hesap Verecek”, “Filistin’de direnen kadınlara bin selam”, “Gazze’de Açlık Soykırım Silahı”, “Gazze’de Çocuklar Açlıktan Ölüyor” sloganları eşliğinde Kemalpaşa Caddesi boyunca ilerledi. Yürüyüşün ardından Karşıyaka İskele karşısında basın açıklaması yapıldı.

Basın açıklamasını Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’nden Aysel Önen okudu

“Soykırıma ve İşgale Direnen Filistinli Kadınlarla Mücadelemiz Ortak”

Açıklamada, İsrail’in Filistin’e yönelik saldırılarının bir soykırım olduğu vurgulandı. Gazze’de saldırılarda katledilenlerin büyük bölümünü kadın ve çocukların oluşturduğu, Filistinli kadınların açlık, sağlık sorunları, zorunlu göç ve cinsel şiddetle karşı karşıya bırakıldığı belirtildi.

Açıklamada, “Soykırım elbette bütün bir halkı hedef alıyor, ama soykırımın da işgalin de cinsiyetlendirilmiş bir boyutu var” denildi. Kadınlar, bombardıman altında yaşam mücadelesi veren Filistinli kadınların direnişini selamladı.

Türkiye’ye çağrı: “Ambargo uygulansın”

Kadınlar, AKP-MHP iktidarının İsrail karşısında yalnızca kınama ile yetindiğini, ticari ve diplomatik ilişkilerin sürdüğünü ifade etti. İsrail’e karşı somut yaptırımların hayata geçirilmesi gerektiğini vurgulayan kadınlar şu talepleri dile getirdi:

  • İsrail’e tam ambargo ilan edilmeli ve uygulanmalı,

  • Askeri, ticari, siyasi, akademik ve kültürel tüm ilişkiler kesilmeli,

  • Petrol sevkiyatı durdurulmalı, limanlar İsrail’e giden gemilere kapatılmalı.

“Nehirden denize özgür Filistin!”

Eylemde, geçen yıl Filistin’de dayanışma sırasında İsrail askerleri tarafından katledilen Ayşenur Ezgi Eygi de anıldı. Kadınlar, Eygi’nin mücadelesinin kendi mücadelelerinin bir parçası olduğunu vurguladı.

Açıklama, “Nehirden denize özgür Filistin!” sloganıyla sonlandırıldı.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“Soykırıma ve İşgale Direnen Filistinli Kadınlarla Mücadelemiz Ortak!

Bugün, Barışa İhtiyacım Var diyerek bir araya gelen, Kürt sorununda demokratik ve barışçıl bir çözümü savunan, Türkiye’de savaş politikaları, bölgesel savaş ve emperyalizm arasında bağlar kuran kadınlar olarak Filistin için buradayız, İsrail’e Tam Ambargo Uygulansın talebiyle 17 şehirde sokaklardayız. Geçen yıl 6 Eylül’de  Ayşenur Ezgi Eygi, Filistin halkıyla dayanışmak için gittiği işgal altındaki Nablus’un Beita kasabasında İsrail işgal güçleri tarafından başından vurularak katledildi. Ayşenur’un anısını mücadelemizde yaşatıyoruz.

Filistin halkı yüz yılı aşkın süredir siyonist işgale, etnik temizliğe, yerleşimci sömürgeciliğe ve ırk ayrımcı rejime karşı onurlu direnişini sürdürüyor. İşgalci İsrail, ABD başta olmak üzere emperyalist suç ortaklarının desteğiyle son iki yıldır tüm dünyanın gözü önünde soykırım suçu işliyor. 7 Ekim 2023’ten beri devam eden soykırım saldırıları sonucunda on binlerce Filistinli katledildi, binlercesi yaralandı, nüfusun tamamına yakını yerinden edildi, hastaneler, okullar, yaşam alanları bombalandı. Gazze halkı insani yardım ve tıbbi malzeme geçişinin dahi engellendiği abluka koşullarında açlığa mahkum ediliyor. Kıtlık ilan edilen Gazze’de yüzlerce insan açlıktan ölürken, bir torba un almak için ölüm tuzağına dönüşen dağıtım noktalarına gidenler kurşuna diziliyor. Tüm bunlara tanık olmanın ağırlığıyla buradayız ve biliyoruz ki bugün durum daha da acil, çünkü Ağustos ayında Gazze Şeridi’nde kara harekatı başlatarak işgali genişleten ve Batı Şeria’yı ilhak kararı alan soykırımcı İsrail, Filistin’den geriye kalan ne varsa imha etmeyi hedefliyor.

Soykırım elbette bütün bir halkı hedef alıyor, ama soykırımın da işgalin de cinsiyetlendirilmiş bir boyutu olduğunu biliyoruz. İsrail’in Gazze’yi hedef alan soykırım saldırılarında katledilenlerin yüzde 70’ini kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Binlerce kadın ve kız çocuğu kalıcı olarak engelli hale geldi. Tacize, tecavüze, erkek şiddetine, çıplak aramaya maruz kalan Filistinli kadınların başvurabilecekleri bir mekanizma ya da sığınabilecekleri güvenli bir alan yok. Gıdaya, ilaca, hijyenik pede ve hiçbir temel ihtiyaca erişim mümkün olmadığı için birçok kadın sağlık sorunları yaşıyor. Hamile ve emziren kadınlar yetersiz beslenme nedeniyle kansızlık, gebelik zehirlenmesi, kanama ve hatta ölüm riskiyle yaşıyor. Doğumda durumu ağırlaşan kadınlar gerekli medikal destek sağlanmadığı için hayatını kaybediyor. Bombardıman altında defalarca göç etmek zorunda kalan kadınlar bir yandan enkaz yığınına dönen yerlerde açlıktan ölmemek için yaşam mücadelesi verirken diğer yandan çocukların, yaşlıların, yaralıların bakımını üstleniyor. Kadınlar soykırım koşullarında direnirken siyonist İsrail’in Filistin’i, Suriye’yi, Lübnan’ı, Yemen’i ve İran’ı hedef alan saldırılarını “kadınları özgürleştirme” kılıfıyla servis ettiğini görüyoruz. Tüm bölgeyi savaşa sürükleyen suçlarını temize çekmek için kadın mücadelesini araçsallaştırmaya çalıştıklarına şahit oluyoruz. Bu siyonist propagandayı tüm dünyada sınırları aşan kadın dayanışmamızla yerle bir ediyoruz. Erkek egemen sisteme, yerleşimci sömürgeciliğe, soykırıma ve işgale karşı direnen kadınlarla mücadelemiz ortak diyoruz!

Yine aynı zamanda Türkiye’de Ermeni, Rum ve Yahudilere yönelik en büyük saldırılardan biri olarak tarihe geçen 6-7 Eylül’de yaşanan pogromun 70. Yıldönümünün üzerinden sadece birkaç gün geçti. Unutmuyoruz! 6-7 Eylül silinmeye çalışılsa, resmi tarih anlatısının parçası olmasa da, kendinden olmayanı nefret politikasıyla yok etmenin, evine, yaşamına çökmenin, devlet gücüyle ezmenin, bunu da yine kadınların bedenlerini ihlal ederek yapmanın hafızası oldukça canlı ve coğrafyaları aşıyor. 6-7 Eylül’ü yaşatanların mirası bugün bu topraklarda ırkçı ayrımcı politikaları sürdüren siyasal iktidarda ve toplumsal yansımalarında kendisini göstermeye devam ediyor. İsrail’in küresel destekçilerinden aldığı güçle Filistinlileri oradan oraya sürmesinde, sürdüğü yollarda katletmesinde, insan saymamasında da öyle. Pogromlara ve ırkçı saldırılara maruz kalan Rum, Ermeni, Yahudi kadınların, Mahsa Amini isyanıyla sokaklara dökülen İranlı kadınların, Rojava’da kazanımlarını savunan Kürt kadınların, IŞİD ve selefi çetelerin soykırımına direnen Ezîdî kadınların, HTŞ’nin ve güdümündeki cihatçı çetelerin soykırım saldırılarına direnen Alevi kadınların ve iki yıldır siyonist işgale ve soykırıma direnen Filistinli kadınların direnişi aynı mücadele hattında ortaklaşıyor.

AKP-MHP iktidarı ikinci yılına yaklaşan soykırım süreci boyunca hamasetten öteye geçmeyen göstermelik kararlar alıp, kınamakla yetinip, timsah gözyaşlarıyla izlemeyi seçti. Askeri, ticari, diplomatik, akademik ve kültürel ilişkiler kesilmedi. Somut yaptırım uygulanmadı. Sözde ticareti durdurma kararları alınsa da siyonistlerle ticaret son sürat sürdürüldü, petrol sevkiyatı kesilmedi, limanlar İsrail’e askeri mühimmat taşıyan gemilere kapatılmadı, Filistin’le dayanışma eylemlerine katılanlar tutuklanırken soykırımı besleyen İsrailli silah tüccarları İstanbul’da kırmızı halılarla karşılandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 Ağustos’taki Filistin gündemli olağanüstü genel kurulunun ardından yine bir kınama tezkeresi yayınlandı ve soykırımı durduracak hiçbir somut yaptırım kararı alınmadı. Soykırım saldırıları sürerken kınamakla yetinen, işgal devletiyle ilişkilerini kesmeyen devletler ve işgal devletinin saldırılarını finanse eden sermaye, soykırımda suç ortağıdır!

Biz kadınlar, emperyalistlerin ve siyonistlerin siyasi, askeri ve ticari çıkarları için körüklediği bölgesel savaşın, derinleşen sömürünün ve soykırımın karşısında hayatları için direnen Gazzeli kadınlarla dayanışmaya devam edeceğiz. Çünkü bizim için barış, bu coğrafyada eşit ve özgür bir yaşam kurabilmek demek. Tüm kadınları Filistin halkına yönelik soykırıma karşı mücadeleyi birlikte yükseltmeye çağırıyoruz.

Bugünlerde 50’yi aşkın gemiyle yola çıkan Sumud Filosu İsrail’in Gazze’ye uyguladığı ablukayı kırmaya çalışırken biz de sokaktayız. Siyonist işgal devletinin iki yıldır Filistin halkını hedef alan soykırım saldırılarına karşı kadınlar olarak göstermelik kınama tezkereleri ve işlevsiz hamaset değil somut yaptırım uygulanmasını talep ediyoruz. Savaşın, soykırımın ekonomisine, rantına dokunmadan hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyoruz. Barışa İhtiyacım var diyen kadınlar olarak ilk günden beri ısrarla söylediğimiz gibi bugün de Gazze’deki kadınların ölüm, açlık, taciz, tecavüz ve göçe zorlanma ile bedenlerinin savaş alanına çevrildiğini haykırıyoruz. Bu savaşı yürüten İsrail’in durdurulması için Filistin halkının ve Filistinli kadınların soykırım karşısında kınamaya değil acil ve gerçek bir dayanışmaya ihtiyacı var:

  • İsrail’e tam ambargo ilan edilmeli ve derhal uygulanmalıdır!
  • İsrail ile askeri, siyasi, ticari, akademik ve kültürel tüm ilişkiler kesilmeli, bütün anlaşmalar feshedilmelidir!
  • Petrol sevkiyatı durdurulmalı ve limanlar İsrail’e giden gemilere kapatılmalıdır!

Nehirden denize özgür Filistin!

Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi

İzmir Kadın Platformu”

 

 

KHK ile İhraç Edilen Eğitim Emekçileri Oturma Eyleminin 337. Haftasında Direnişte

KHK ile İhraç Edilen Eğitim Emekçileri 337. Haftasında  Direnişte

Öğrenim döneminin başlamasıyla birlikte KESK’e bağlı Eğitim-Sen İzmir 2 Nolu Şube, Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilen kamu emekçilerinin işlerine geri dönmesi talebiyle Karşıyaka Çarşı girişinde sürdürdüğü oturma eylemlerine devam ediyor. Bugün eylemin 337’ncisi gerçekleştirildi.

Eylemde basın açıklamasını Eğitim-Sen İzmir 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli okudu. Açıklamada, 15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden geçen 9 yılı aşkın sürede OHAL’in kaldırılmış olmasına rağmen fiili OHAL uygulamalarının ve KHK rejiminin devam ettiği vurgulandı. Danyeli, KHK’ların emekçileri “ağaç kabuğuna muhtaç etme, ekmekle terbiye etme” anlayışıyla hayata geçirildiğini, on binlerce kamu emekçisinin hukuksuz biçimde ihraç edildiğini dile getirdi.

Açıklamada ayrıca, KESK üyelerinin barış talep ettikleri, parasız ve anadilinde eğitim istedikleri, kadın cinayetlerine karşı çıktıkları ve ekolojik yıkıma dikkat çektikleri için ihraç edildiklerinin altı çizildi. Barış Akademisyenleri örneği hatırlatılarak, Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü kararına rağmen iade süreçlerinin sürüncemede bırakıldığı belirtildi.

Danyeli, “İktidara bir kez daha çağrıda bulunuyoruz: Yargıyı araçsallaştırmaktan vazgeçin ve hukuksuz ihraç edilen tüm KESK’li KHK’lıların geriye dönük tüm haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmesini sağlayın” ifadelerini kullandı.

Basın açıklamasının ardından Grup Susika müzik dinletisi sundu ve halaylar çekildi.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Basına ve Kamuoyuna

15 Temmuz darbe girişiminin üzerinden 9 yılı aşkın bir süre geçti. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun görev süresinin bitiminin üzerinden yaklaşık üç yıl, 7 kez uzatılan OHAL’in kaldırılmasının üzerinden ise 7 yıl geçti. Ancak fiili OHAL uygulamaları ve KHK rejimi hâlâ devam etmektedir. Askeri darbe dönemlerinde dahi görülmemiş yoğunlukta ve hukuksuzlukta hazırlanan KHK’lar, “ağaç kabuğuna muhtaç etme”, “ekmekle terbiye etme” anlayışıyla hayata geçirilmiş, emekçileri açlığa, yoksulluğa ve dışlanmaya mahkûm etmiştir.

Uzun yıllar iktidarın merkezinde yer alan Gülen cemaati ile AKP arasındaki ilişki 17/25 Aralık 2013’te gün yüzüne çıkmış, 2016’ya kadar devam eden bu çatışma 15 Temmuz darbe girişimiyle sonuçlanmıştır. Bu süreçte cemaatin nasıl devletin ortağı haline getirildiği, “Ne istediler de vermedik” sözleriyle bizzat itiraf edilmiştir. 300’e yakın yurttaşın hayatını kaybettiği darbe girişimi, iktidar tarafından “Allah’ın lütfu” olarak nitelendirilmiş ve OHAL döneminde çıkarılan KHK’lerle muhalif  tüm kesimlere yönelik saldırılara zemin yapılmıştır.

OHAL boyunca Bakanlar Kurulu, 36 KHK yayımlamıştır. Bu kararnamelerle on binlerce kişi işten çıkarılmış, kadın ve çocuk dernekleri kapatılmış, kültür ve dil kurumları tasfiye edilmiştir. 16 Nisan 2017 Anayasa değişikliği referandumunun ardından ise uyum yasalarıyla bu düzenlemelere yenileri eklenmiştir.

Darbe girişimi ve OHAL, çalışma yaşamında da fırsata çevrilmiştir. Grevler yasaklanmış, kamu çalışanları gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanan listelerle işlerinden edilmiştir. Oysa bu arkadaşlarımızın büyük bir kısmı hakkında daha önce hiçbir soruşturma dahi açılmamıştır.

Toplamda 125.612 kişinin ihraç edildiği bu süreçte, 4259’u KESK’e bağlı sendikaların üyesidir. KESK’liler, Gülen cemaatinin devletin her kademesinde etkin olduğu dönemde dahi cemaat baskılarıyla, tutuklamalarla ve sürgünlerle karşılaşmıştır.  KESK’li KHK’lılar, barış istedikleri için, parasız, bilimsel, anadilinde eğitim istedikleri için, hak, hukuk, adalet istedikleri için, sendikal hak ve özgürlükler için mücadele ettikleri için, ekolojik yıkıma dikkat çektikleri için, yeraltı ve yerüstü kaynaklarının talan edilmesine hayır dedikleri için, kadın cinayetlerine son vermek için ve savaşa karşı mücadelenin unsurları oldukları için KHK ile ihraç edilmişlerdir. Kamu çalışanlarının büyük bir kısmı hakkında daha önce hiçbir soruşturma dahi açılmadan, gece yarısı Resmi Gazete’de yayımlanan listelerle işlerinden edilmiştir.

En çarpıcı örneklerden biri de Barış Akademisyenleridir. Bugün Kürt sorununda yeniden barışa dair umutların filizlendiği bu dönemde, büyük bedeller ödemelerine rağmen duruşlarından taviz vermeyen Barış Akademisyenleri şahsında tüm ihraç arkadaşlarımızı selamlıyoruz.

Hatırlanacağı üzere, bölgede yaşanan hak ihlallerinin son bulması ve çözüm sürecine geri dönülmesi talebiyle 11 Ocak 2016’da 1128 akademisyenin imzasıyla “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildiri yayımlanmıştı. Ardından akademisyenler hakkında soruşturmalar açıldı, davalar yürütüldü, cezalar verildi. Ancak Anayasa Mahkemesi, bildirinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu açıkladı. Buna rağmen OHAL Komisyonu, 2021 yılında verdiği kararlarda bu içtihadı dikkate almayarak başvuruları reddetti. Göreve iadeler ise üniversitelerin itirazlarıyla hâlâ sürüncemede bırakılmaktadır.

Yargının siyasallaşmasının en somut örneği, ihraçlarla ilgili çelişkili kararlarında görülmektedir. Aynı içerikteki dosyalar bir mahkemede reddedilirken, diğerinde kabul edilmiştir. 1800’e yakın dosya ise hâlâ beklemektedir. Bu durum açıkça “düşman hukuku” uygulandığını göstermektedir.

Çok yönlü bir iktidar kuşatması altında sendikal örgütlenme ve hak mücadelesi yürütüyoruz. Dayanışma ve mücadeleyle emeğin onurlu tarihinde yerimizi aldık. Biz, bu faşizan uygulamalar son buluncaya; emek, barış ve demokrasi mücadelemiz sonuç alıncaya kadar kesintisiz olarak mücadele edeceğiz.

İktidara bir kez daha çağrıda bulunuyoruz: Yargıyı araçsallaştırmaktan vazgeçin ve hukuksuz ihraç edilen tüm KESK’li KHK’lıların geriye dönük tüm haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmesini sağlayın.

337 haftadır bu alanda söylüyoruz:

Savaşa karşı barışı, ölüme karşı yaşamı, tekçiliğe karşı çoğulculuğu, karanlığa karşı aydınlığı savunmaya devam edeceğiz.

KESK’li ihraçlar onurumuzdur.

 Yaşasın örgütlü mücadelemiz, yaşasın KESK!

Eğitim Sen İzmir 2 Nolu Şube Başkanı Zeliha Danyeli”

 

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Halkın İradesi Gasp Edilemez. Kayyumlara Hayır

İzmir’de “Kayyuma Hayır” Eylemi

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, CHP İstanbul İl Yönetimi’ne kayyum atanmasına tepki göstererek Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde basın açıklaması yaptı. “Halkın iradesi gasp edilemez, kayyımlara hayır” pankartı açılan açıklamada “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kayyum darbedir, darbeye hayır” ve “Gün gelecek devran dönecek AKP halka hesap verecek”, “Kurtuluş devrim de sosyalizm de”,  “Devrimci tutsaklar onurumuzdur” sloganları atıldı.

Açıklamayı İzmir Tabip Odası Genel Sekreteri Dr. Süha Yüksel okudu. Yüksel, Doğu ve Güneydoğu’da yıllardır uygulanan kayyum politikalarının şimdi ülkenin batısına taşındığını belirterek, CHP İstanbul İl Başkanlığı’na atanan kayyum kararını “hukuk garabeti” olarak nitelendirdi.

“Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden geçiyoruz” diyen Yüksel, iktidarın halk iradesini gasp ederek muhalefeti siyaset dışı bırakmaya çalıştığını ifade etti.  Yüksel “Herkes için demokrasi, adalet, eşitlik ve özgürlük” çağrısını yineleyerek mücadeleyi sürdüreceklerini vurguladı.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli Basın Emekçileri ve Sevgili İzmir Halkı!

Ülkemiz demokrasi, hukuk ve özgürlükler açısından çok karanlık bir dönemden geçmektedir. Baskıcı, var olan demokratik kazanımların hemen hemen hepsini yok eden, yok edemediğini de kendi lehine kullanan, halkın iradesini ve demokratik işleyişi asla ve asla sindiremeyen totaliter bir yönetim sistemi ile karşı karşıyayız. Tüm bu yönetememe anlayışına rağmen iktidarın “öteki” dedikleri ülkede demokrasi ve özgürlük mücadelesi veriyor!

Doğu ve Güneydoğu’daki belediyelere yıllardır atanan ve olağanlaştırılmaya çalışılan kayyum tipi ‘demokrasi’ bugün ülkenin batısında da uygulanmaktadır. Demokratik yollarla halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanları, bürokratlar, siyasiler birer birer cezaevine atılıyor. Böylece iktidar kaybettiği belediyeleri halka rağmen ve halkın iradesini gasp ederek “kayyumlar” vasıtasıyla geri almak istiyor. Ancak eşitlikten, barıştan, demokrasiden ve adaletten yana olan halkımız buna dur, diyor ve demeye devam edecektir.
Son birkaç gündür CHP İstanbul İl Başkanlığı özelinde gerçekleşen olaylar hepimizin malumudur. CHP İstanbul 38. Olağan İl Kongresi’nde başkan seçilen Özgür Çelik ve yönetimi, Disiplin Kurulu, Asıl ve Yedek Üyeleri hukuken hiçbir şekilde görevli olmayan İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ihtiyati tedbir kararı ile görevden uzaklaştırılmış ve İstanbul İl Başkanlığı’na Gürsel Tekin ve ekibi kayyum atanmıştır.

Kararın hukuka aykırı olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü ,günlerdir hukukçular tarafından tartışılan bu konu ile ilgili “hiçbir kanun ve usulde böyle bir kararın alınmasının mümkün olmadığı” dile getirilmiş ve hatta barolar konunun hukuki yönünü çok açık ve net bir şekilde dile getiren ortak bir basın açıklaması bile bu hukuk garabetini durduramamıştır. Bu hukuk garabeti devamında, CHP İstanbul İl Merkezi’nin polis ablukasına alınmış, partililer ve yöneticiler binaya sokulmamış. Buna rağmen insanlar üyesi oldukları partinin binasına barikatları yıkarak ve polis ablukasını delerek girmiştir. Kayyum olarak atananlar her ne kadar ‘baba ocağı’, ‘evimiz’, ‘partimiz’ gibi söylemler ile ortamı yumuşatmaya çalışsa da iktidarla birlikte ana muhalefet partisini hukuk dışı yollarla fiilen siyaset dışı bırakmaya çalışmaktadır. Bu antidemokratik uygulamaların Türkiye demokrasi tarihinde en kara lekelerinden birisi olarak anılacağından hiç şüphemiz yoktur.

Değerli basın emekçileri,

Türkiye tarihinin en karanlık dönemlerinden geçiyoruz. Bu dönemde ekonomik kriz siyasi krizle birleşmiş, yönetenler eskisi gibi yönetemez, yönetilenler ise bu şekilde yönetilmeyi istemez hale gelmiştir. Bu kriz, daha fazla demokrasi, ekonomik refah, adalet, hukukun üstünlüğü ve çoğulculuk ile aşılabilecekken toplum tam tersi antidemokratik uygulamalar ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Bu Krizden çıkışın yolu iktidar tarafından tek bir muhalif sesin bile çıkmadığı, hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı, hukukun yok sayıldığı, toplumun kayyumlarla idare edildiği, edilemeyenlerin ise cezaevlerine atıldığı bir ülke öngörmektedir. Bu yolun bir çözüm olmadığı çok açıktır.

Bir kez daha hatırlatmak istiyoruz; bu karanlık dehlizlerden çıkmanın tek bir yolu vardır:
Herkes için Demokrasi,
Herkes için adalet,
Herkes için eşitlik,
Herkes için özgürlük ve
Herkes için hukukun üstünlüğü gibi çoğulcu ve demokratik uygulamalardır…

Ülkemizde bu çoğulcu ve demokratik uygulamalara ulaşabilmek için İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri olarak üzerimize düşen mücadeleyi sürdüreceğimizi ve hiçbir gücün bunu durduramayacağını bir kez daha belirtiyor, herkesi saygı ve sevgi ile selamlıyoruz…
İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Adına
Dr. Seha Yüksel”

Kayyım Rejimine Karşı Halkın İradesi Kazanacak!

Kayyım Rejimine Karşı Halkın İradesi Kazanacak!
Siyasal iktidar, halkın iradesini gasp etmeye devam ediyor! Kürt illerinde yıllardır seçilmiş belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kayyım atayan iktidar, şimdi de Cumhuriyet Halk Partisi’ne saldırmıştır. 8 Ekim 2023’te İstanbul’da yapılan 38. Olağan İl Kongresi’nde seçilen yönetim, mahkeme eliyle görevden uzaklaştırılmış, yerine kayyım atanmıştır. Bu karar, hukukun değil sarayın buyruğunun ürünüdür!
Bugün Türkiye’de işleyen “ikili hukuk düzeni” vardır: İktidarın çıkarlarına hizmet eden bir hukuk ve halkın iradesini yok sayan bir yargı. Bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitiren mahkemeler, muhalefeti tasfiye etmenin, halkı susturmanın aracı -sopası haline gelmiştir.
Kayyım, gasp demektir! Kayyım, darbe hukukunun güncellenmiş biçimidir! Kayyım, demokratik siyasetin boğazına geçirilen ilmek, halkın iradesine vurulan kelepçedir!
Bizler halkın iradesini yok sayan bu kayyım rejimini kabullenmiyoruz. Seçme ve seçilme hakkının dokunulmaz olması gerektiğini savunuyoruz
Halk iradesi gasp edilemez!
Kayyımlar gidecek, halk kazanacak!
Demokrasi, eşitlik ve özgürlük mücadelesinden vaz geçmeyeceğiz.
Siyasal iktidara bir kez daha hatırlatıyoruz: Halkın iradesine saygı duymak, yargıyı baskı aracı olmaktan çıkarmak ve ulusal–uluslararası yükümlülükleri yerine getirmek zorundasınız.
Halkın iradesine sahip çıkmak, kayyım rejimini dağıtmak ve gerçek bir demokrasi inşa etmek için faşizme karşı omuza omuza !

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: 1 Eylül Dünya barış Günü. Barış, Eşitlik, Özgürlük ve Adalet İstiyoruz.

İzmir’de 1 Eylül Dünya Barış Günü Yürüyüş ve Mitingi.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla yürüyüş ve miting düzenledi. Cumhuriyet Meydanı’nda bir araya gelen sendikalar, siyasi partiler ve kitle örgütleri, “Barış, özgürlük, eşitlik ve adalet istiyoruz” yazılı pankart arkasında kortej oluşturarak Gündoğdu Meydanı’na yürüdü.

Yürüyüş ve miting hafta içi mesai günü ve akşam saatine denk gelmesi nedeniyle katılım görece düşük oldu. Yürüyüş boyunca “Savaşa değil emekçiye bütçe”, “Filistin halkı yalnız değildir”, “Katil İsrail Filistin’den defol”, “Yaşasın halkların kardeşliği”, “Yaşasın barış – Biji aşiti” sloganları atıldı.

Miting alanında ortak açıklamayı İzmir Barosu Başkanı Sefa Yılmaz ve DEM Parti İl Kadın Meclisi Sözcüsü Türkan Aslan Ağaç okudu.

Açıklamanın tam metni şöyle:

“Değerli Basın Emekçileri, Değerli Arkadaşlar

Bugün, insanlık tarihinin en büyük yıkımlarından birine yol açan İkinci Dünya Savaşı’nın başladığı günün yıldönümünde; 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde halklar dünyanın dört bir yanında barışın, eşitliğin ve özgürlüğün sesini yükseltmek için buluşuyor.

Sadece haksız savaşlarla değil; doğasız, çevresiz, işsiz, aşsız, umutsuz ve geleceksiz bırakılarak da yok edilmek istenen toplumlar için barış, en büyük kurtuluş umudu haline gelmiştir. Bugün daha iyi anlıyoruz ki barış, hiçbir sömürücü güce bırakılmayacak kadar kutsal ve hayati bir duruştur. İçinden geçtiğimiz barbarlık çağında bu gerçek, her zamankinden daha açık biçimde karşımızdadır.

1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan İkinci Dünya Savaşı, tarihin gördüğü en büyük trajedilerden biriydi. 60 milyondan fazla insan hayatını kaybetti, milyonlarcası göçe zorlandı, şehirler haritadan silindi. Savaşın ardından “bir daha asla” sözü milyonların dilinde yankılandı. Ancak geçen on yıllar, bu sözün sermaye düzeninde sadece bir temenni olarak kaldığını gösterdi.

Bugün de tablo değişmiş değil:

  • Ukrayna’da emperyalist blokların çıkar çatışmaları halkları ateşe sürüklüyor.
  • Filistin’de İsrail işgali altında yaşam hakkı yok sayılıyor.
  • Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’ya kadar halklar savaşın, darbelerin ve açlığın pençesinde kıvranıyor.

Bütün bu savaşların ortak paydası kapitalist sömürü düzenidir. Kapitalizm, eşitlik değil; savaş, yıkım ve sömürü üretir.

Her yıl dünyada silahlanmaya trilyonlarca dolar ayrılıyor. Uçaklara, tanklara, füzelere harcanan kaynaklar; açlıktan ölen milyonlarca insana, eğitimsiz bırakılan çocuklara, sağlıksız koşullarda yaşayan işçilere aktarılmıyor. Oysa Birleşmiş Milletler raporlarına göre, dünyada her gün 20 binden fazla çocuk yoksulluk ve açlık nedeniyle hayatını kaybediyor. Yalnızca birkaç günlük silahlanma harcaması, bu çocukların tümünü yaşatmaya yetebilir. Bu tablo, savaşın ve yoksulluğun “kader” değil; sermaye düzeninin bilinçli tercihi olduğunu açıkça göstermektedir.

1 Eylül, yalnızca savaşın yıkıcı sonuçlarını hatırlama günü değildir. Aynı zamanda kapitalizmin yarattığı sömürü düzenine, emperyalist işgallere, militarizme ve her türlü baskı ile gericiliğe karşı ortak mücadele çağrısıdır.

Barışa ulaşmanın ya da onu korumanın, yalnızca iyi niyetli dileklerle veya saf duygularla mümkün olmadığı, içinde yaşadığımız barbarlık çağında her gün yeniden kanıtlanmaktadır. Savaş, kötü niyetli birkaç siyasetçinin kaprisi ya da film sahnelerindeki karikatürleşmiş kötülüklerden ibaret değildir. Aynı şekilde barış da, yalın bir temenni ya da soyut bir ideal değil; somut bir toplumsal ve siyasal mücadelenin ürünü olabilir.

Bugün açıkça görülmektedir ki, savaş üretmeyen bir kapitalizm mümkün değildir. Zira kapitalizm, doğası gereği sömürüye, rekabete ve yeniden paylaşım savaşlarına dayanır. İki büyük dünya savaşından sayısız bölgesel savaşa kadar bütün kanlı deneyimler, bu düzenin barış üretemeyeceğini, aksine savaşı yeniden ve yeniden üretmek zorunda olduğunu göstermiştir. Silah tekelleri devasa kârlarını savaşlardan sağlamaktadır; emperyalist devletler enerji kaynakları ve pazarlar uğruna uluslararası hukuku ayaklar altına alarak halkların üzerine bombalar yağdırmaktadır. Bu tablo, savaşın yalnızca “dış politikadaki bir tercih” değil, bizzat sermaye düzeninin devamlılığı için zorunlu bir mekanizma olduğunu kanıtlamaktadır.

Bugün Ortadoğu’dan Afrika’ya, Latin Amerika’dan Asya’ya, Ukrayna’dan Filistin’e, Suriye’den Sudan’a kadar milyonlarca insan savaş, işgal, açlık ve göç ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Filistin’de halk, önce bombalarla, sonra açlık ve susuzlukla katledilmektedir. Bu durum tesadüf değil; emperyalizmin ve kapitalist tekellerin çıkarlarının doğrudan sonucudur. Dolayısıyla barışın yolu, savaş üreten düzenin teşhir edilmesinden, yani kapitalist sömürünün ve emperyalist işgallerin karşısında örgütlü ve ortak bir mücadele hattının kurulmasından geçmektedir.

Değerli basın emekçileri,

Barış, halkların dilinde gerçek, anlamlı ve yaşatıcıdır. Ne var ki bugün dünya siyasetine yön veren güçlerin dilinde barış, çoğu zaman yalnızca bir aldatmacadır. Savaş üretenlerin, silah tekelleriyle iş tutanların, halkları açlığa ve göçe mahkûm edenlerin barıştan söz etmesi, aslında yeni bir savaşın hazırlığını gizlemekten öteye gitmez. Kapitalizmde barış, egemenler için yalnızca geçici bir nefes, çıkarlarının yeniden düzenlendiği bir mola olabilir. Oysa gerçek barış, sömürünün sona ermesiyle, halkların eşitlik, özgürlük ve kardeşlik temelinde kendi geleceklerini kurmalarıyla mümkündür.

Savaşın ekonomik doğası emperyalist sömürü düzenine sıkı sıkıya bağlıysa, barış mücadelesi de sadece romantik barış çağrılarıyla sınırlanamaz. Barış, işçilerin, emekçilerin, köylülerin, kadınların, gençlerin ve tüm ezilen halkların dayanışmasını büyütmek; sömürüye, baskıya, doğanın talanına ve cinsiyetçi eşitsizliklere karşı örgütlü bir direniş inşa etmekle mümkündür. Barış, sınıf mücadelesinden ve halkların özneleşmesinden ayrı düşünülemez. Açlığa, yoksulluğa, kadınların ikinci plana itilmesine “evet” deyip yalnızca savaşlara “hayır” demek, barışın eksik ve çelişkili bir tanımıdır.

Türkiye’de barış talebi, yalnızca bir seçenek değil, toplumsal varlığımızın hayati bir gereğidir. Kürt meselesinde çözüm arayışı, toplumun tüm kesimlerinin katılımına açık, demokratik, şeffaf ve adil bir süreçle yürütülmelidir. Evrensel hakların tanınması, eşitlik ve özgürlük temelinde güvence altına alınan bir zemin oluşturur; ancak bu şekilde halklar birlikte, eşit ve özgür bir geleceği inşa edebilir.

Barış, sadece “savaşsızlık” değildir. O, emeğin hakkının teslim edildiği; işçinin insanca yaşadığı, köylünün emeğinin değer bulduğu; kadınların eşit, gençlerin umutlu olduğu; halkların kendi kaderini tayin hakkını özgürce kullanabildiği bir toplumsal düzenin adıdır. Barış, bir toplumu ayakta tutan adaletin, özgürlüğün ve eşitliğin somut karşılığıdır.

Barış, kadınların eşitlik ve özgürlük mücadelesinden ayrı düşünülemez. Çünkü savaşların en ağır yükünü taşıyanlar, çoğu zaman kadınlardır. Göç yollarında parçalanan ailelerin yükünü omuzlayan, kaybolan hayatların yasını tutan, yıkılmış kentlerin enkazında kalan yine onlardır. Kadınların barış talebi, yalnızca hayatta kalma mücadelesi değildir; yaşamın her alanında eşit, özgür ve görünür olma iradesidir. Gerçek barış, ancak kadınların toplumsal yaşamın öznesi haline geldiği, karar mekanizmalarında yer aldığı, eşit yurttaşlıkla güçlendiği bir dünyada anlam bulur. Aksi halde barış, erkek egemen düzenin geçici bir suskunluğu olmaktan öteye gidemez.

Gençler, bugün geleceksizliğe, işsizliğe ve savaşın gölgesinde yaşamaya mahkûm edilmek isteniyor. Onlara umut yerine güvencesizlik, bilim yerine dogma, özgürlük yerine baskı dayatılıyor. Oysa gençlik, barışın en dinamik ve en yaratıcı gücüdür. Onların emeğe, bilime, sanata ve özgürlüğe açılan yollarını kapatmaya çalışan her düzen, aslında barışın düşmanıdır. Gençlerin yükselttiği itiraz, yalnızca bir öfke değil; aynı zamanda yeni bir dünyanın kurucu sesidir. Barış mücadelesinin en güçlü nefesi, gençliğin örgütlü enerjisinden ve değişim iradesinden doğar.

Barış, yalnızca coğrafi sınırlarla veya politik anlaşmalarla sınırlı bir kavram değildir; farklı inançlara, kimliklere, kültürlere ve yaşam tarzlarına saygıyı da içerir. Etnik, dini veya kültürel ya da yönelim farklılıklar birer çatışma kaynağı değil; toplumsal zenginlik ve dayanışma zemini olarak görülmelidir. Gerçek barış, kimliği, inancı veya yönelimi ne olursa olsun her bireyin eşit haklara sahip olduğu, önyargıların, ayrımcılığın ve baskının ortadan kaldırıldığı bir toplumda mümkün olur. Halkların bir arada yaşama iradesi, farklılıkların çatışmaya değil, birlikte üretime ve ortak dayanışmaya dönüşmesi, barışın en sağlam temelidir.

Barış mücadelesi yalnızca meydanlarda değil; düşüncede, kültürde ve sanatta da verilir. Çünkü emperyalist ideoloji, medya ve kültürel araçlar yoluyla savaşları meşrulaştırmaya, şiddeti olağanlaştırmaya, sömürüyü görünmez kılmaya çalışmaktadır. Bu nedenle aydınların, sanatçıların, yazarların, bilim insanlarının sorumluluğu büyüktür. Bir şiir, bir şarkı, bir tiyatro oyunu ya da bir resim, tanklardan ve füzelerden daha güçlü bir barış çağrısı olabilir. Kültür ve sanat, halkların belleğini diri tutar, gerçeği görünür kılar ve barışın toplumsal zeminini inşa eder. Barışın dili, en çok sanatın özgür yaratıcılığında hayat bulur.

Kapitalist düzen yalnızca savaşlarla değil, doğanın hoyratça talan edilmesiyle de insanlığa ölüm getiriyor. Enerji tekelleri, maden şirketleri ve büyük sermaye grupları kâr hırsıyla hem savaşların hem de ekolojik yıkımların kaynağıdır. Savaş alanlarında yakılan ormanlar, kirletilen nehirler, bombalanan topraklar; doğanın da insanla birlikte savaşın kurbanı olduğunu gösteriyor. Oysa barış, yalnızca silahların sustuğu bir an değil; doğayla uyumlu, sürdürülebilir, yaşamı ve tüm canlıları koruyan bir düzenin kurulmasıdır. İnsanlığın barış hakkı, doğanın yaşam hakkıyla iç içedir. Doğasız bir barış, barış değildir.

Değerli halkımız,

Bizler, emeğin, özgürlüğün ve halkların kardeşliğinin savunucuları olarak bir kez daha yineliyoruz:

  • Emperyalist savaşlara ve işgallere hayır!
  • NATO’ya, militarizme ve silahlanmaya hayır!
  • Yaşasın halkların eşitliği ve kardeşliği temelinde gerçek barış!

Emeğin sömürülmediği, halkların özgür olduğu, kadınların eşit ve gençlerin umutlu bir geleceğe sahip olduğu; doğanın ve tüm canlıların korunduğu bir dünya için barışa evet!

1 Eylül Dünya Barış Günü’nü bu duygularla anıyoruz. Kutlamıyoruz, çünkü ortada kutlanacak bir barış yoktur. Kutlamıyoruz, çünkü her dakika masum insanlar haksız savaşlarda katledilmektedir. Bu barbarlık sona ermeden 1 Eylül, ancak bir mücadele günü olarak anılacaktır.

Ülkemizde ve dünyada halkların eşit, özgür ve barış içinde yaşayabileceğine olan inancımızla mücadelemizi sürdürüyoruz. İnancımızı koruduğumuz sürece, er ya da geç barış kazanacak ve bizler kazanacağız.

Unutulmamalıdır ki barış yalnızca bir özlem değil; uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınmış temel bir haktır. Birleşmiş Milletler Şartı’ndan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne, Helsinki Nihai Senedi’nden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne kadar pek çok metin, halkların barış hakkını açıkça tanımaktadır. Bu nedenle barış talebimiz hem hukuki hem de meşru bir haktır.

Bizler bu hakkı elde edinceye ve kalıcı hale getirinceye kadar mücadelemizi sürdüreceğiz. Çünkü barış ertelenemez, pazarlık konusu yapılamaz ve hiçbir gücün insafına bırakılamaz bir insanlık hakkıdır.

Barış Hemen Şimdi! Yaşasın Barış!”

 

1 Eylül Dünya Barış Günü: Emperyalist Savaşa ve Faşizme Karşı, Halkların Barış Mücadelesi

1 Eylül 1939’da Nazi Almanyası’nın Polonya’yı işgaliyle başlayan II. Dünya Savaşı, insanlık tarihinin en kanlı dönemlerinden biridir. Yaklaşık 70 milyon insanın yaşamını yitirdiği bu savaş, yalnızca askeri cephelerde değil, sivillerin günlük yaşamlarında da ağır yıkımlar yarattı. Bugün, savaşın başlamasının üzerinden 86 yıl geçmiş olmasına rağmen, savaş ve militarizm dünyanın pek çok bölgesinde hâlâ halkların, ulusların varlığını tehdit eden bir olgudur.

II. Dünya Savaşı, emperyalist devletler arasındaki ekonomik, siyasal ve askeri paylaşım savaşının bir ürünüydü. Bugün de benzer bir tablo gözlemlenmektedir. ABD ve NATO’nun genişleme stratejileri, Rusya’nın yayılmacı politikaları, İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımı ve saldırıları, emperyalist ve işbirlikçi güçlerin halkları savaş kıskacına almasının güncel örnekleridir. Emperyalizmin kâr ve hegemonya mücadelesi, halklara kan, gözyaşı ve zorunlu göç dışında bir şey getirmemektedir.

Ortadoğu, emperyalist müdahalelerin ve vekalet savaşlarının en yoğun yaşandığı coğrafyalardan biridir. Filistin’de İsrail işgali ve saldırıları, Suriye’de iç savaş, Yemen ve Lübnan’daki çatışmalar halkları yıkıma sürüklemektedir. ABD emperyalizmi ve İsrail Siyonizm’i, bölgedeki savaşı tırmandırarak savaş alanını, egemenliğini genişletmektedir.

Türkiye’de ise AKP-MHP iktidarı, faşizm ve savaş politikalarını iç ve dış siyasetin merkezine yerleştirmiştir. İşçi sınıfının grev ve direnişlerinin yasaklanması, sendikasızlaştırma politikaları, siyasal baskılar, seçilmişlerin tutuklanmaları, kayyım atama politikaları, gazetecilerin, sanatçıların tutuklanması, muhalif basına, Tele 1, Halk TV ye RTÜK cezaları, ekonomik kriz, demokratik hakların gaspı ve Kürt sorununun çözümsüzlüğü bu politikanın birer sonucudur. Türkiye’nin dış politikasında da yayılmacı “stratejik derinlik” söylemleri, ülkeyi bölgesel savaşların bir tarafı haline getirmiştir.

Kalıcı barışın sağlanması, emperyalist güçlerin müdahalelerinin son bulması ve halkların kendi iradeleriyle eşit, özgür, demokratik ve kardeşçe bir yaşam kurmalarından geçmektedir. Kürt sorununun barışçıl çözümü, Türkiye’de demokratikleşme sürecinin de anahtarıdır. Halkların eşitliği-kardeşliği ve ortak mücadelesi, hem ülkemizde hem de bölgede barışın ön koşuludur.

1 Eylül Dünya Barış Günü, yalnızca geçmişin acılarını hatırlamak için değil, bugünün savaşlarına ve faşizmine karşı ortak mücadeleyi büyütmek için de tarihsel bir fırsat ve çağrıdır. Halkların çıkarı savaşta değil barıştadır. Barış ve demokrasi mücadelesi, bugün emekçiler ve ezilen halklar için ekmek ve su kadar temel bir ihtiyaçtır.

Ortadoğu başta olmak üzere dünyada  emperyalizmin (kapitalizmin en yüksek aşamasının) ekonomik-siyasi ideolojik-kültürel yayılmacı politikalarına karşı YAŞASIN HALKLARIN BİRLEŞİK MÜCADELESİ!

Karşıyaka’da 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Yürüyüş ve Barış Zinciri

Karşıyaka’da 1 Eylül Dünya Barış Günü Eylemi

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu, 1 Eylül Dünya Barış Günü dolayısıyla Karşıyaka İZBAN önünde basın açıklaması yaptı. “Dağlar, insanlar ve hatta ölüm bile yorulduysa şimdi en güzel şiir barıştır” pankartının açıldığı açıklamada, çok sayıda dilde “Barış” dövizleri taşındı.

Açıklama sırasında “Savaşa hayır, barış hemen şimdi”, “Suriye’de Alevi katliamı var”, “Yaşasın halkların kardeşliği” ve “Bijî aşitî yaşasın barış” sloganları atıldı. DEM Parti İzmir Milletvekili İbrahim Akın’ın da katıldığı eylemde basın metnini platform adına Zeliha Danyeli okudu.

Basın açıklamasının ardından kitle, sloganlar eşliğinde Karşıyaka Çarşı girişine yürüyüş gerçekleştirdi. “Jin Jiyan Azadî”, “Filistin halkı yalnız değildir”, “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz” ve “Savaşa değil halka bütçe” sloganlarının atıldığı yürüyüş, çarşıda oluşturulan barış zinciriyle sona erdi.

Basın açıklamasının tam metni şöyle:

“EMPERYALİST SAVAŞ POLİTİKALARINA KARŞI EMEK, BARIŞ VE DEMOKRASİ MÜCADELESİNİ SAHİPLENİYORUZ!

1 Eylül 1939 günü Nazilerin Polonya’yı işgaliyle başlayan, insanlık tarihinin en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşı olan, büyük çoğunluğu siviller olmak üzere milyonlarca insanın ölümü ile sonuçlanan II. Dünya Savaşının üzerinden 86 yıl geçti. Emperyalizmin bu kanlı paylaşımında en az 70 milyon insan yaşamını yitirdi ve o dönem, Dünya nüfusunun %3’ne denk gelen bu kayıpların tamamına yakını emekçi ve yoksul insanlardı.

Aradan geçen bunca zamana rağmen emperyalistler daha fazla kar elde etme adına sermaye ihracına, tekelleşmeye, silahlanmaya hız kesmeden devam ediyorlar. Finans kapitalin ve sanayi kapitalin neo liberal politikalar eliyle sınırsız sömürüyü derinleştirmeleri yeni çatışmaların ve savaşların da önünü açıyor.

Savaşın olduğu coğrafyalarda insanlığın tüm kazanımları yok edilirken 21. yüzyılın ilk çeyreğinde kadınlar ve kız çocukları köle pazarlarında satılmakta, tecavüz, işkence, mal varlıklarına el koyma, talan ve doğa katliamları işgalci güçlerce yaygınlaştırılmaktadır. Savaşın çıkmasında hiçbir rolü olmayan coğrafyanın emekçi yoksul halkları zorla yerlerinden edilerek sürgün yollarında tarifsiz acılar yaşamakta, sığındıkları ülkelerde insanlık dışı şartlar nedeniyle yaşayan ölüler haline gelmektedirler.

Maalesef geldiğimiz aşamada ‘savaş suçları’ dahi dava konusu yapılmamaktadır! Nitekim Gazze’de BM’nin resmen ilan ettiği kıtlık nedeniyle toplu ölümlerin an meselesi olduğu bugünlerde bırakalım savaş suçlarının yargılanmasını Gazze’nin işgal ve ilhak edilmesi “çare” diye sunulur noktaya gelinmiştir. Savaşta dahi hedef olmaması gereken sağlıkçıların,  gazetecilerin öldürülmesi ve uluslararası kamuoyunun buna sessiz kalışı nasıl vahim bir tablo ile karşı karşıya olduğumuzun da göstergesidir.

Suriye’de demokrasi, barış, eşit yurttaşlık, laiklik, kadın ve çocuk hakları, ekoloji mücadelesi veren tüm toplumsal güçlerin reddini temsil eden bir rejimin uygulayıcısı olan HTŞ eliyle Alevilere, Dürzilere karşı gerçekleştirilen savaş suçlarına karşı da aynı kesimlerin ve ideolojik birliktelik yaşayanların ses çıkarmaması katliamların kanıksanmasına ve duyarsızlaşmaya yol açmaktadır. Şundan eminiz ki, bu kanlı rejime ve katliamlarına dolaylı dolaysız destek veren, sessiz kalan tüm güçler tarih önünde hesap verecektir.

Ülkemizde de silahlanmaya ayrılan paylar her yıl katlanarak devam etmekte, alt emperyal yayılmacı heveslerle ülkemiz sonu belirsiz maceralara sürüklenmek istenmektedir. “Stratejik derinlik” adına girilen bazı kirli ilişkilerin ülkemizin de vekalet savaşı yürüten ülkeler arasına girmesine neden olmaktadır.

Dünyada ve ülkemizde 1 Eylül, savaşa karşı barış ve demokrasi taleplerinin yükseltildiği bir gün iken; geldiğimiz siyasi ve ekonomik zeminde ülkemizde, ölüm, kan ve gözyaşı dışında bir sonuç üretmeyen savaş/şiddet odaklı bu politikalarda ısrarın bedelini emekçiler ve ezilenler olarak ülkenin %99’u ödemektedir. Ekmeğimize, geleceğimize, aşımıza, ormanımıza, suyumuza göz dikenler ile halkların bir arada yaşama iradesini hedef alanlar geriye kalan %1’lik sömürü odaklarıdır. Savaştan nemalananlar ile emekçileri açlık ve yoksulluğa mahkûm edenlerin aynı çıkar çevreleridir.

Başta Ortadoğu olmak üzere, savaş ve militarizmin; emperyalizmin tüm yıkıcı işgaline karşı, ancak tüm ezilen halkların ve emekçilerin kendi özgür iradesini, taleplerini ifade edebileceği, güvence altına alınacağı demokratik düzenlerin, bu coğrafyalarda kalıcı barışı sağlayacağını biliyoruz.

Dolayısıyla barış ve demokrasi talebi emek ve demokrasi güçleri için ekmek ve su kadar temel ihtiyacı haline gelmiştir.

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu olarak savaşa karşı, barışın ve demokrasinin örgütlü sesi olmanın sorumluluğunu taşıyoruz. Bugün bu tarihsel kavşakta, Kürt meselesinin çözümsüzlüğünden kaynaklı yüreğimizde derin acılar bırakan çatışmalı dönemin tekrarlanmaması adına, devam eden sürecin emek, barış ve demokrasi lehine, halkların kardeşliğini ve bir arada yaşam zeminini güçlendirecek şekilde kalıcı barışla sonuçlanması için çaba göstermeye, süreci sahiplenmeye devam edeceğiz. Biz, kalıcı bir barışın halkların doğrudan katılımı ve sürecin sadece parlamentoya sıkıştırılmayan, demokratik kitle ve emek-meslek örgütlerinin de sözünü kurabildiği bir demokratik işleyişle; toplumla birlikte açık ve şeffaf şekilde paylaşılarak ilerlemesini önemsiyoruz.

Karşıyaka Emek ve Demokrasi Platformu olarak 1 Eylül Dünya Barış Günü vesilesiyle; tüm saldırılara, savaş ve kutuplaştırma, tek tip yaşam tarzı dayatmalarına karşın ısrarla ve örgütlü, kararlı bir mücadele ile dünyada, Ortadoğu coğrafyasında ve ülkemizde, barışı savunmaya devam edeceğiz. 2. Dünya savaşının yıkıcı mirasının önünde emekçilerin ve ezilen halkların, sermaye tarafından cephelere sürülmesine ve yok edilmesine izin vermeyeceğiz.

Adaletin, eşitliğin, özgürlüğün, laikliğin, dayanışmanın, insanca bir yaşamın kalıcı hale getirildiği bir dünya ve ülke kuruncaya kadar barış mücadelesinden bir an olsun vazgeçmeyeceğiz. ”

 

 

Gazze’de İşgal Derhal Son Bulmalıdır!

İSRAİL’İN GAZZE’Yİ KALICI İŞGAL GİRİŞİMİNİ HALKLARIN MÜCADELESİ DURDURABİLİR!

İsrail hükümeti, iki yıldır Gazze’de sürdürdüğü soykırımı derinleştirerek Gazze’yi tamamen işgal etme planını devreye soktu. Başbakan Netanyahu’nun başkanlığında toplanan Güvenlik Kabinesi’nin onayladığı bu plan, önümüzdeki günlerde 1 milyondan fazla Filistinlinin yerinden edilmesine yol açacak.

Günler süren bombardıman ve topçu ateşinin ardından İsrail ordusu, Gazze kentinin dış mahallelerinde üsler kurmaya başladı. Ağustos ayında alınan karar doğrultusunda, 60 bin yedek asker de Eylül başı itibariyle göreve çağrıldı. Harabeye dönmüş Gazze’de yüz binlerce Filistinliye şehri terk etmesi dayatılıyor; milyonlarca insan enkazlar arasında açlık, susuzluk ve yoklukla yaşam mücadelesi veriyor.

Ekim 2023’ten bu yana devam eden soykırımda en az 60.000 Filistinli yaşamını yitirdi, 150.000’den fazla kişi yaralandı. Çocuklar ve kadınlar bu barbarlıktan en fazla etkilenenler arasında. İsrail’in Gazze’ye uyguladığı mutlak ambargo nedeniyle su, süt, bebek maması, ilaç ve sağlık malzemeleri ulaştırılamıyor. Mart ayından bu yana kıtlık derinleşti; bugüne kadar en az 281 kişi —114’ü bebek ve çocuk— açlıktan hayatını kaybetti. İsrail böylece gıdayı, suyu ve ilaçları da birer silaha dönüştürmüş durumda.

Bu işgal planı, ABD’nin uzun süredir gündeme getirdiği Filistinlileri Gazze’den sürme ve bölgeyi “Orta Doğu’nun Rivierası”na dönüştürme stratejisiyle tamamen uyumludur. İsrail yalnızca Gazze’de değil, Batı Şeria’da da 3400 yeni Yahudi yerleşim planını onaylayarak işgal ve soykırımı genişletmektedir.

BM kararları, “uluslararası hukuk” ve diplomatik tepkiler İsrail’i durduramıyor. Çünkü İsrail, emperyalizmin Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak Batılı güçler tarafından korunuyor ve destekleniyor. Türkiye’deki iktidar ise sözde karşı çıkıyormuş gibi görünse de, ticaret ve siyasal işbirliğiyle bu politikaya eklemleniyor.

İsrail’i durduracak olan emperyalistler değil, halkların, işçilerin, emekçilerin enternasyonal dayanışmasıdır!

TALEPLERİMİZ NETTİR:

Gazze’de işgale derhal son verilsin!

İsrail hükümeti insani yardımların girişine izin versin, Filistinlilerin en temel ihtiyaçları sağlansın!

Soykırımın tüm failleri ve sorumluları hesap versin!

İsrail ile her türlü anlaşma ve ilişki derhal kesilsin!

ABD Ortadoğu’dan defol!

Kahrolsun ABD emperyalizmi!

Kahrolsun Siyonist barbarlık!

Yaşasın Filistin halkının direnişi!