Faşizm yenilecek, emekçiler kazanacak!

12 Eylül faşist cunta yönetimi, TBMM’ni, siyasi partileri, sendikaları, kitle örgütlerini kapatmış, işçi sınıfının ve emekçilerin sermayeye karşı grevlerini direnişlerini yasaklamıştı. Yüzbinlerce insan gözaltına alınmış işkenceden geçirilmişti. Askeri cezaevleri ve emniyet müdürlükleri işkence merkezleri haline gelmişti
Faşist Askeri Cunta iktidar döneminde hertürden zulüm,zorbalık,ve hukuk dışı eylemler devleti yönetme ekseni oldu.
Araştırmalara göre 12 Eylül Askeri Darbesi’nin toplumsal ve siyasal bilançosu şöyledir:
1 milyon 683 bin kişi ‘fiş’lendi.
650 bin kişi gözaltına alındı.
Açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı.
7 bin kişi idam istemiyle yargılandı.
517 kişiye idam cezası verildi.
259 kişinin idam dosyası Yargıtay’ca onandı.
49 kişi idam edildi
71 bin kişi 141, 142 ve 163’den yargılandı.
98 bin 404 kişi ‘örgüt üyesi’ olmak suçundan yargılandı.
388 bin kişiye pasaport verilmedi.
14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı.
30 bin kişi siyasi mülteci olarak yurtdışına gitti.
300 kişi ‘kuşkulu bir şekilde’ öldü.
171 kişinin ‘işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı.
14 kişi cezaevindeki uygulamaları protesto etmek için yaptıkları ‘açlık grevi’ sonucu yaşamını yitirdi.
30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten atıldı.
1402 sayılı yasa nedeni ile 3 bin 854 öğretmenin ve 120 öğretim görevlisinin işine son verildi.
1402 sayılı yasa nedeniyle 9 bin 400 kişi kamu görevinden atıldı ya da sürüldü.
47 yargıç görevden atıldı.
7 bin 233 devlet görevlisi bölgeleri dışına sürüldü.
937 film ‘sakıncalı’ bulunduğu için yasaklandı.
23 bin 667 derneğin faaliyeti durduruldu.
İstanbul’da gazeteler toplam 300 gün yayımlanmadı.
13 büyük gazete için 303 dava açıldı.
31 gazeteci cezaevine konuldu.
Gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi.
Gazetecilere toplam 3 bin 715 yıl hapis cezası verildi.
300 gazeteci saldırıya uğradı.
3 gazeteci öldürüldü.
49 ton gazete, dergi ve kitap, sakıncalı olduğu için imha edildi.(1)

Bugün 12 eylül yönetim çizgisi her anlamda sürmektedir. Parlemento işlevsiz kılınmıştır. Kararnamelerle ülke yönetilir duruma gelmiştir. Seçilmiş belediye başkanları görevden alınmakta ve yerlerine kayyum atanmaktadır. Binlerce kamu çalışanı ve akademisyen yargı kararı olmaksızın mağdur edilmiştir. Üniversiteler ve okullar liyakat, birikim ve akademik kariyere bakılmaksızın iktidarın yandaş memurlarınca yönetilir duruma getirilmiştir. Eğitim sistemi yap-boz politikalarıyla yönetilmektedir. Eğitim ve öğretim de laisizm tasfiye edilmiştir. Sağlık sistemi tamamen katkı adı altında paralı hale getirilmiştir. Halk sağlığı büyük bir tehdit altındadır. Doğa, yeraltı-yerüstü milli zenginlikler talan edilmektedir. Ormanlarımız maden ve altın uğruna çokuluslu şirketlerin talanına açılmıştır. Jeotermal enerji adı altında Aydın ovası bitirilmek istenmektedir. Ormanlarımız korunmamakta ve heryıl binlerce hektar orman yakılmaktadır.. Yangın söndürmek için teknik araçlar helikopter vb. yetersizdir. Bütün komşu ülkelerle sorunlu bir dış politika izlenmektedir. Suriye’nin içişlerine karışan ve iç savaşın tarafı olan bir askeri-siyasi bir politika izlenmektedir. Tarım bitirilmiştir. Sorunlar saymakla bitmemektedir. Emekçiler, işçiler düşük ücretler ve hayat pahalılığı karşısında güç durumdadır.
Emek ve demokrasi güçlerinin birleşik örgütlü mücadelesiyle bir çıkış bulmak mümkündür.
(1) Tihv Dökümantasyon

Faşizme ve savaşa karşı omuz omuza mücadeleye..

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde yapacağı mitingle ilgili DİSK Ege Bölge Temsilciliği binasında basın toplantısı yaptı.

Açıklamayı DİSK Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı yaptı.

“Basına ve Kamuoyuna

Insanlık bilim ve teknolojide ilerlemeye devam ediyor. Mars’ta yeni yaşam tasarımları yapan insanlık, her gün yeni bir buluş ve icat peşinde. Tüm bu bilimsel gelişmeler kimi zaman gündelik hayatı kolaylaştırmakla birlikte, olması gerekenin aksine savaşları durdurmadı. Yüksek teknolojili silahlar, İHA’lar ve Türkiye’de S-400 füzelerinin alınması gibi; emperyalist -kapitalist sistem silahlanmaya ve dünyada ezilen halkları savaş politikalarıyla zapturapt altına almaya devam ediyor. İnsanlığın bilimsel olarak ilerlemesi savaşları kendiliğinden yok etmiyor. Dünya çapında silahlanma giderek artıyor, bizim gibi az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla silah satmak için emperyalist ülkeler her geçen gün yeni bir savaşçı politika üretmekten kaçınmıyor. Son on yılda IŞİD barbarlığının kana buladığı Ortadoğu’da, milyonlarca insan yurtlarını, köylerini terk etmek zorunda kaldı. On binlerce insan sebebini bile bilemedikleri savaşta yaşamlarını yitirdiler.
Türkiye’de de siyasal iktidar dünyadaki emperyalist paylaşım politikalarının paralelinde başta Kürt sorunun demokratik çözümü ile ilgili adımları yani müzakere süreçlerini ortadan kaldırarak milliyetçi, tekçi bir anlayışa yöneldi. Toplumsal muhalefetin demokratik barışçıl yöntemlerle yapılmasına tek adam rejimi ve OHAL KHK’leriyle darbe vuruldu. İşçilerin, emekçilerin hak arayışlarının engellendiği, grevlerin yasaklandığı, tüm toplumsal kesimlerin baskılandığı, korkunun, savaş dilinin egemen kılındığı, halkın iradesinin gasp edildiği, seçimlerin araçsallaştırılarak halkın demokrasiye, hukuka, adalete, bir arada yaşamaya inancının yok edilmeye çalışıldığı bir süreçte; her şeyden fazla barışa ve demokrasiye açız.

Dünya halklarını zapturapt altına alan İkinci Dünya Savaşı’nda milyonlarca insanı katleden Hitler faşizmini; insanlığın yenmesinin 74. yılında “Faşizme ve Savaşa Karşı Demokrasi ve Barış” için 1 Eylül pazar günü saat 18 de Gündoğdu Meydanında yapacağımız mitingde buluşuyoruz. Bir barış kenti olan İzmir’de tüm İzmir halkını barışı demokrasiyi savunmaya davet ediyoruz.
Faşizm kaybedecek insanlık kazanacak

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

Demokrasi Birlik Dayanışma ve Mücadele ile kazanılacak


İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ DEMOKRASİNİN TEMEL İLKELERİNİ TÜMÜYLE ORTADAN KALDIRAN BU UYGULAMAYI KABUL ETMİYORUZ. SEÇİLMİŞ BELEDİYE BAŞKANLARI GÖREVLERİNE İADE EDİLMELİ HALKIN İRADESİNE KOŞULSUZ SAYGI GÖSTERİLMELİDİR.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri İzmir Barosu’nda yaptıkları basın toplantısıyla seçilmiş belediye başkanlarının yerine kayyum atanmasıyla ilgili tepkilerini dile getiren ortak bir deklarasyon yayınladı. Basın toplantısına kurum temsilcileri ve HDP İstanbul Milletvekili Erol Katırcıoğlu da katıldı.
Basın toplantısında kurumlar adına İzmir Barosu Genel Sekreteri Perihan Çağrışım Kayadelen deklarasyonu okudu.
Kayadelen tarafından okunan deklarasyon ;

“YSK tarafından adaylıkları onaylanarak ve yüksek oranda oy alarak seçilen Diyarbakır, Van ve Mardin Belediye Başkanları’nın, 31 Mart Yerel Seçimleri’nin üzerinden daha beş ay geçmeden haklarında açılmış ve henüz sonuçlanmamış soruşturma ve davalar gerekçe gösterilerek İçişleri Bakanlığı’nın kararıyla görevlerinden uzaklaştırılmaları Türkiye’nin zaten ciddi sorunları olan demokrasisine ağır bir darbe daha vurmuştur.
Çünkü demokrasinin ilk ve olmazsa olmaz şartı, seçmen iradesini tanımak ve ona saygı göstermektir. Oysa bu ‘idari karar’ ile bir kısım yurttaşın iradesi tümüyle ayaklar altına alınmış, seçme ve seçilme hakları ağır biçimde ihlal edilmiştir.
Halkın iradesine yönelik yapılan bu darbe, siyasi iktidarın seçimlerle ele geçiremediği belediyeleri anti-demokratik yasa, yetki ve uygulamalarla ele geçirme operasyonudur. Aynı zamanda bu, toplumun dikkatini ülkenin içinde bulunduğu ağır siyasal, sosyal ve ekonomik sorunlardan/krizden başka yöne çevirme ve kendi siyasal çözülüşünü geciktirme çabasıdır.
Demokrasiyi korumak ve yurttaş olmayı sürdürebilmek için halkın/seçmenin iradesine kayıtsız şartsız sahip çıkmanın bir yurttaşlık görevi olduğu bilinciyle hareket eden bizler, barış içinde bir arada yaşama fikrine zarar veren ve başta seçimler ve kuvvetler ayrılığı olmak üzere demokrasinin temel ilkelerini tümüyle ortadan kaldıran bu uygulamayı hiçbir şekilde kabul etmiyoruz. Seçilmiş belediye başkanları derhal göreve iade edilmeli, halkın/seçmenin iradesine koşulsuz saygı gösterilmelidir.
İmzacı kurumlar:
DİSK Ege Bölge Temsilciliği, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, KESK İzmir Şubeler Platformu, TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu, İzmir Gazeteciler Cemiyeti, İzmir Serbest Muhasebeci Mali Müşavirler Odası, Ege Çevre ve Kültür Platformu, Alevi ve Bektaşi Federasyonu İzmir Bileşenleri, Alevi Dernekler Federasyonu İzmir Bileşenleri, Alevi Vakıflar Federasyonu İzmir Bileşenleri, İzmir Dersimliler Kültür ve Dayanışma Derneği, Demokratik Alevi Derneği İzmir Şubesi, Bornova Kadın Dayanışma Derneği, Buca Evka-1 Kadın Kültür Evi Derneği, İzmir Müzisyenler Derneği, Onbeşler Birlik Dayanışma Derneği, Halkevleri, Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği, İnsan Haklar Derneği İzmir Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Hak İnisiyatifi İzmir, Halkların Köprüsü Derneği, İmece Dostluk ve Dayanışma Derneği, 10 Ekim Barış ve Dayanışma Derneği, Halkların Demokratik Kongresi İzmir Meclisi, Emek Partisi İzmir İl Örgütü, Özgürlük ve Dayanışma Partisi İzmir İl Örgütü, Türkiye İşçi Partisi İzmir İl Örgütü, Halkların Demokratik Partisi İzmir İl Örgütü, Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi İzmir İl Örgütü, Ezilenlerin Sosyalist Partisi İzmir İl Örgütü, Devrimci Parti İzmir İl Örgütü, Yeşil Sol Parti İzmir İl Örgütü, Kaldıraç”

HALKIN İRADESİNE DARBE

İZMİR EMEK VE DEMOKRASİ GÜÇLERİ FAŞİZME KARŞI BARIŞ VE DEMOKRASİ İÇİN HERKESİ OMUZ OMUZA MÜCADELEYE DAVET ETTİ..
İçişleri Bakanlığı’nın, Diyarbakır, Van ve Mardin Belediyelerine kayyum atanmasının ardından İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından bir basın toplantısı gerçekleştirilmek istendi.
İzmir Valiliği’nin 5442 sayılı İl İdaresi kanunun 11/ C maddesi ve ayrıca 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri yürüyüşleri Kanunu’nun 17.maddesi gereğince her türlü eylem ve etkinliklerin İzmir İl Sınırları içerisinde 19 Ağustos itibariyle 10 gün süreyle yasaklanmasının ardından Eski Sümerbank önünde gerçekleştirilmek istenen basın açıklaması İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Yürütmesi tarafından Disk Ege Bölge Temsilciliğinde yapıldı.

DİSK Ege Bölge Temsilciliği önünde toplanan kitle Diyarbakır,Mardin ve Van belediye Başkanlarının görevden alınarak yerlerine kayyum atamasını ve İzmir valilik yasağını sloganlarla ve alkışlarla protesto etti.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri Yürütmesi adına açıklamayı DİSK Ege Bölge Temcilcisi Memiş Sarı yaptı.
“Ülke olarak bu sabah bir kez daha sivil darbeye uyandık. Demokrasinin temel ilkelerini durmaksızın ayaklar altına alan iktidar, Diyarbakır, Mardin ve Van Büyükşehir Belediye Başkanlarını görevden alarak yerlerine bir kez daha kayyum atadı. Belediye başkanları hakkında yürütülen adli-idari soruşturmalar bahane edilerek yapılan bu gaspın, demokrasiyle ve hukukun üstünlüğü anlayışıyla bağdaşır hiçbir yanı bulunmamaktadır”
“Cumhurbaşkanının kararının, halkın iradesinden üstün görüldüğü bu anlayış, benzerlerini darbe dönemlerinde gördüğümüz faşizan bir yönetim zihniyetinin ürünüdür. Uygulanan tekçi ve faşizan politikaların sonucu olarak halkın ezici çoğunluğunun Meclise, yargıya, adalete, basına inancı ve güveni oldukça zayıflamıştır. Yandaş olmayan yapı ve kurumlar ise etkisizleştirilmeye, kriminalize edilmeye, hatta pervasızca “terörist” olarak tanımlanmaya çalışılmaktadır.
Gelinen aşamada irade gaspları ile seçimler anlamsızlaştırılmakta, umutsuzluğun egemenliği sağlanmaya ve “artık yeter” diyen kitlelere çaresizlik duygusu aşılanmaya çalışılmaktadır.
Diyarbakır, Van ve Mardin Büyükşehir Belediye Eş başkanlarının görevden alınarak yerlerine valilerin kayyum olarak atanması, birçok şehirde aralarında belediye meclis üyelerinin, HDP-DBP üye ve yöneticilerinin de olduğu 418 kişinin gözaltına alınmasının temel amacı budur. OHAL döneminde yüze yakın belediyeye kayyum atanmış, bu belediyede çalışan 3 Bini aşkın işçi iten atılmıştır. Bir önceki kayyum dönemi yolsuzluklarını halkın gözleri önüne seren; sefahat, talan ve yağmadan ibaret yönetim anlayışını teşhir eden belediye başkanları görevden alınırken ileri sürülen temelsiz gerekçeler, seçmenlerin ve bizlerin gözünde yok hükmündedir. Halkın yüzde 50’den fazlasının iradesi ile seçilen başkanlara karşı gerçekleştirilen irade gasbı, rejimin faşist karakterini bir kez daha göstermiştir. Sandıkta kaybedileni demokrasi dışı yollarla gasp etmeye çalışmak, bunu alışkanlık haline getirmek, tek adam rejiminin siyasal ahlak düzeyinin de göstergesidir.
Kayyum politikası, ülkede demokrasiden, barıştan, emekten yana olan herkese verilmiş bir gözdağıdır.. Kimsenin kendini halkın iradesi ve yargının yerine koyma hakkı yoktur. Halkla hiçbir bağı olmayan, halka karşı hiçbir sorumluluk duygusu taşımayan kayyumlar sadece demokrasiye değil, atandıkları yerel yönetimlere de büyük ve kalıcı zararlar vermektedir. Rejimin temel bir özelliği haline gelen sivil darbeciliği kabul etmedik, etmeyeceğiz.
Demokrasi, seçilmişlere saygı, hukuk ve adalete güven duygusu “sağlık” göstergesidir. Derinleşen ekonomik krizin geniş yoksul halk kesimlerinde yarattığı öfke tüm kışkırtmalara rağmen demokratik bir şekilde sandığa yansımıştır. Halkın iradesinin yok sayılması, derinleşen ekonomik krizle berabere işçi emekçi yoksul halklara bütünlüklü bir saldırı olduğunu ve ülke ciddi bir yönetememe krizine doğru iktidar eliyle sürüklendiğini görmekteyiz. Halkın iradesine kayyum atanamaz.
Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Adnan Selçuk Mızraklı, Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk ve Van Büyükşehir Belediye Başkanı Bedia Özgökçe Ertan’ı seçen irade bizim de irademizdir.
Bu hukuksuz ve antidemokratik zihniyete karşı, tüm kutuplaştırma ve düşmanlaştırma çabalarına rağmen birleşik mücadelenin gücüne inanan emek ve demokrasi güçleri olarak, saldırıları birliğimizle püskürtebileceğimizi bir kez daha hatırlatıyor, demokrasiden yana bütün kesimleri faşizme karşı barış ve demokrasi mücadelesinde omuz omuza durmaya davet ediyoruz.”

“.Onlar köküdür memleketin Dallara yürüyen su”


YUSUF METİN (1952-15.08.1978)
UNUTMADIK
UNUTTURMAYACAĞIZ
“.Onlar köküdür memleketin
Dallara yürüyen su
Bu kökte salkıdı.
Onlar umudun temeli
Onlar kanadı hürriyetin
Halkın aklıdır.”
İmece Dostluk Dayanışma Derneği

Savaşsız sömürüsüz bir dünyada özgür bayramlara..

Dünya Mirası Kaz Dağlarından Elinizi Çekin!

Emperyalizmin(tekelci kapitalizmin) Türkiyenin ormanlık alanlarındaki altın madeni soygunu 295 bin ağacın kesilmesinden sonra kamuoyunun duyması ile yükselen halk tepkisine İzmir’den de ses verildi. Kaz Dağları’nda yaşanan ağaç katliamı ve altın madeni projesi ‘İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’nin düzenlediği basın açıklamasıyla protesto edildi. Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önünde toplanan ‘İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’ “Dünya mirası Kaz Dağları’ndan elinizi çekin” yazılı pankart açarak sık sık “AKP elini doğamızdan çek”, “Havama, suyuma, ormanıma dokunma”, “Emperyalistler işbirlikçiler 6.filoyu unutmayın”, “Altıncı şirket kaz dağlarından defol”, “Orman yaşamdır,ormanı koru” sloganlarını attı. Demokrasi Güçleri; “Kaz dağlarında henüz siyanürle açık altın madenciliği ile onarılamaz tahribatlara neden olmadan, verilen iznin iptal edilmesi, traşlanan orman alanının bir an önce ağaçlandırılarak eski haline kavuşturulmasını” istedi.

Basın açıklamasını TMMOB Orman Mühendisleri İzmir Şube Başkanı Sebahattin Bilge okudu.

“Yeryüzündeki yaşam sürekliliğin teminatı ve canlıların evi olan ormanlar artan insan nüfusunun etkisi ile halen yok edilmektedir. Bu yok oluş yapılırken içtiğimiz suda, havada, bir ekosistem olarak yaşamsal önemi yok sayılmaktadır. Bunun en yakın örneği Kazdağı ekosisteminin içinde yer alan Kirazlı altın madeni sahasında yaşanmış şimdiden 204 hektar (yaklaşık 300 futbol sahası kadar) orman alanı vahşi madenciliğe kurban edilmiştir.

Kazdağları; endemik tür zenginliği yüksek yani dünyada sadece ülkemizde tür kültürlerin yoğun olarak bulunduğu, çeşitliliği çok yüksek olan bir bölgedir. Önemli bitki alanlarını içinde barındırır. Kaz Dağları’nda 800 civarında bitki türü tespit edilmiştir. Bu türlerin 79 adedi en demektir. Bilimsel adı abiesequi-trojanı olan Kazdağı Göknarı adını Kaz Dağından alır ve dünyada sadece Biga Yarımadası üzerindeki lokal bölgede yayılış gösterir. Bu bölge 40 adet memeli türüne ek olarak, 15 Amfibi (iki yaşamlı) ve sürüngen familyasından 34 türe ait 190 örnek ve 147 kuş türüne ev sahipliği yapmaktadır.

Kanadalı maden şirketi Alamos Gold’un sahibi olduğu Doğu Biga Madencilik Şirketine 600 ektarlık alanda işletme ruhsatı verilen alan Çanakkale ili Merkez ve Bayramiç ilçesi sınırları içinde kalmaktadır Aladağ ve Kirazlı Orman İşletme Şefliklerindeki sahanın tamamı kızılçam, karaçam ve meşe türlerinden oluşan verimli ormanlık alan nıdır. ÇED raporuna göre 46.650, Orman Genel Müdürlüğü’ne göre 13.400 TEMA Vakfı’na göre ise 195.000 ağacın kesildiği ifade edilmiştir. Oysa en kolay bir şekilde Kirazlı ve Aladağ Orman İşletme Şefliği Orman Amenajman Planlarındaki bilgiler kullanıldığında, kesilen ağaç miktarının TEMA Vakfı’nın açıkladığı rakamdan daha fazla olduğu ortadadır. Kesim yapılan 204 hektarda 13.400 hektar ağacın kesilmiş olması demek bir hektar alanda 66 ağaç olduğu anlamı anlamına gelmektedir. Özellikle genç ormanların yoğun olduğu bu alanda bu sayıda ağaç olması alanın bozuk orman karakterinde olduğu anlamına gelir. Ormancı olmayanların bile uydu görüntülerine şöyle bir bakması açıklanan 13.400 ağaç sayısının doğru olmadığını görmeye yetmektedir.

Proje alanını ‘‘Çanakkale’ye 35 km, Kazdağlarına 40 km, Çanakkale’nin içme suyunu sağlayan Atikhisar Barajına 14 kilometre mesafededir bu sebeple olumsuz bir durum yoktur’’ şeklinde yapılan açıklamalar bir başka talihsizliktir. Özellikle 204 hektarlık alanda tüm ağaçların kesilmesini, toprağın sıyrılmasını orman tahribatı olarak değerlendirme yen ormancılık bilimiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan açıklamalar ormancılık mesleği için iç karartmaktadır. Halen ormanların birbirine zincirleme bağlı ilişkilerin olduğu bir ekosistem olduğunun anlaşılmadığını göstermektedir. Bir orman sadece sınırları içerisinde etki yapan, değer üreten bir varlık değildir. Bu örnekte, Kazdağları yöresel bir dağ silsilesi olup, ormanı, merası tarım alanları ve yerleşim alanları ile bir bütündür. Bu bakımdan belirtilen maden sahasının bulunduğu alan önce bölgeden, ardından ilişkili diğer ekosistemlerden ayrı tutulamaz.
Diğer yanlış olan husus Atikhisar Barajı’na 14 kilometre uzakta olduğu için olumsuz etki olmadığının ifade edilmesidir. Bu açıklama ile madenin yaratabileceği olası tüm olumsuzluklardan etkilenecek bir konumda olduğu, maden sahasının Atiker Barajı su toplama havzasını da kapsadığı, patlayıcılarla yeraltında su kanallarının değişeceği, bu esnada kayaların oksitlenmesi ve yağmur suları ile etkileşimi sonrasında havzaya gidecek ağır metallerin olacağı göz ardı edilmektedir. ABD’de bile sıkı önlemlere rağmen maden sahalarının %78 inden ağır metallerin suya karıştığı tespit edilmiştir. Ayrıca adeta dev kimyasal fabrika olan büyük siyanür havuzlarının orada açık olarak kalacağı, oluşacak buharlaşmanın çevreye etkisi, iklim değişikliğinin etkilerinin görüldüğü günümüzde aşırı yağışlar olması halinde olası bir taşkın sonucu bunların sularına karışması olasılığı alınmamaktadır. Cevher/ atık oranı yüksek olan altın madenciliği doğayı en fazla olumsuz etkileyen madencilik türüdür. Açık işletme sırasında yaklaşık 1,5 gram altın için 3-4 ton su kirletilerek kullanılmakta ve ağır metalleri( cıva, arsenik, molibden, kadmiyum vb.) açığa çıkarılmış yaklaşık 2 ton atık (pasa) doğaya ve havzaya bırakılmaktadır. Bu atıkların nasıl bertaraf edileceği, veya bertaraf etmemenin yaratacağı kamusal zararların kimlerce tazmin edileceği hiç tartışılmakta, adeta gözlerden kaçırılarak, ”ülke ekonomisine” yapıldığı iddia edilmektedir.
Yukarıda belirtilen gerçekler göz önüne alınarak Kaz dağlarında henüz siyanürle açık altın madenciliği ile onarılamaz tahribatlara neden olmadan, verilen iznin iptal edilmesi, traşlanan orman alanının bir an önce ağaçlandırılarak eski haline kavuşturulması gerektiğini düşündüğünüzü kamuoyuna saygı ile duyuruyoruz İzmir Emek ve demokrasi güçleri olarak Tüm duyarlı kesimleri ormanlarımıza zarar veren bu gibi uygulamalara karşı direnmeye davet ediyoruz Kamuoyuna saygıyla sunulur”

Barış Talebi suç değildir.


BARIŞI TALEBİ SUÇSA BU SUÇA ORTAK OLMAKTAN ONUR DUYARIZ
İzmir’de KHK ile ihraç edilen Barış Akademisyenleri’ne destek oldukları için 86 kişiye “örgüt propagandası” suçlamasıyla dava açıldı, dava açılan isimler İzmir Mimarlık Merkezinde basın toplantısı gerçekleştirdi.
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza attıkları ve barış talebinde bulundukları için AKP’ ve iktidarının hedefi haline gelen ve ötekileştirilen; terör örgütü yandaşı gösterilen 2 binden fazla akademisyene destek olmak amacıyla, “barış talebi suç ise biz de aynı suçu işliyoruz” diyen ve 18 Ocak 2016 tarihinde İzmir’de kendileri hakkında suç duyurusunda bulunanlardan 86 kişiye “terör örgütü propagandası” iddiasıyla İstanbul Cumhuriyet Savcılığınca dava açıldı. Dava açılanlar, İzmir Mimarlık Merkezi’nde basın toplantısı gerçekleştirdi.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri’nin çağrısıyla İzmir Mimarlık Merkezi’nde yapılan basın toplantısının açılış konuşmasını TMMOB İzmir İKK Dönem Sekreteri Melih Yalçın yaptı.
Barış Akademisyenlerine destek imzalarının örgütsel değil, bireysel kararlar olduğunu belirten Yalçın, “2016 Ocak ayında İzmir Adliyesi önünde yaptığımız basın açıklamasıyla eylemimizi duyurduk ve o gün tam da bu anlama gelen bir bildiriyi imzalayarak İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na kendimiz hakkında suç duyurusunda bulunduk. Ondan sonraki süreçte barış akademisyenlerinin çoğu işlerinden oldu. Onlar hakkında davalar açıldı. Şimdi barış akademisyenlerine olduğu gibi bizlere de dava açıyorlar. Ve İstanbul’da ağır ceza mahkemelerinde açılıyor. Bugün itibari ile 82 arkadaşımıza dava açılmış durumda. Bu süreç içerisinde barodaki arkadaşlarımızın desteğiyle bu açılan davaları birlikte takip etmeyi sürdürmeye çalışıyoruz” dedi.

Toplantıda ilk sözü “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı Barış İçin Akademisyenler bildirisi imzacısı Prof. Dr. Feride Aksu Tanık, barış mücadelesine ve barış akademisyenlerine verdikleri destekten dolayı teşekkür etti. Aksu; “2015 yılının yükselen şiddet ortamında hepimiz çaresizlik yaşadık. ‘Suça ortak olmayacağız’ metni önümüze geldiğinde çığlık atmış olduk…

”Bedeller ödedik. Ama canlarını yitirenlerin ödediği bedelin yanında değerlendirildiğinde ömrümüzü verdiğimiz işimizi kaybetmemiz aslında sadece yüreğimizi yatıştıran bir şey oldu. Biz de bu ülkede yaşanan acılara karşı bir bedel ödemiş olduk..’’

” 2016 yılının ocak ayında bildiri açıklandığında yüksek merciler tarafından hedef gösterildik. Ege Üniversitesi’ndeki akademisyenler olarak ülkü ocaklarının web sitesinde, yerel gazetelerde, isim, adres ve fotoğraflarımız paylaşılarak terörist olarak ilan edildik. Biz onlarla baş etmeye çalışırken fakültelerde, koridorlarda başını çevirenler, selam vermeyenler, bir ötekileştirmeye maruz kalırken sizler kendinizi savcılığa ihbar ettiniz. Çok ciddi bir dayanışma ortaya konuldu. Ve kendimizi çok iyi hissettik. Kendimizi yalnız hissetmedik. Aynı acılara, aynı tepkilere, aynı çaresizlikleri duyan insanlar olarak hep birlikte olduğumuzu hissettik. Ben size teşekkür etmek isterim. Ama bu eşitler arası bir teşekkür. Hiçbir zaman bir şeye öncülük ettik, siz ardından geldiniz gibi bir bakış açısıyla değil; çünkü bu suç duyurusunu yaparken aynı çığlığı sizler de atmış oldunuz. Hep birlikte olduğumuz, bu ülkede barışın inşasının mümkün olduğuna hep birlikte inandığımız için sizlere müteşekkiriz. İyi ki birlikteyiz, iyi ki varsınız. Evet, davalar yeniden görülüyor ama hiç kimse yalnız değil. Hiçbir barış akademisyeni yalnız kalmadığı gibi, kendini ihbar eden hiçbir dostumuz, yoldaşımız da yalnız kalmayacak. Barış mücadelesi mutlaka kazanacaktır bu topraklarda” diyen Aksu, kendilerini ihbar eden 86 kişiye gösterdikleri dayanışma için teşekkür ederek sözlerini sonlandırdı.

Dava açılan isimler adına açıklamayı Vezan Karabulut yaptı. ‘’Barış Akademisyenlerinin ‘suç’una ortak olmaya devam ediyoruz’’ başlıklı açıklama:

”Bilindiği üzere, ülkemizdeki çatışma ortamı on yıllardan beri sürüyor ve kaybedilen binlerce yaşama yenileri eklenmeye devam ediyor. Özellikle 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında yaratılan gerginlik atmosferi, ilerleyen aylarda yüzlercae yurttaşımızın ölümüyle sonuçlanan bir çatışma durumuna evrilmiş, kentler, ilçeler harabeye dönmüş, buna karşı barışın sesini yükseltmeyi amaçlayan akademisyenler de seslerini “Bu suça ortak olmuyoruz” başlıklı Barış İçin Akademisyenler Bildirisi aracılığıyla duyurmak istemiş, imzaya açılan bildiriyi 2000’den fazla isim imzalamıştı.

Söz konusu metnin kamuoyu ile paylaşılmasının ardından, başını iktidarın önde gelen isimlerinin ve iktidar medyasının çektiği bir güruh tarafından, imzacı akademisyenler hedef haline getirilmişti. Linç dalgası sürerken bizler de, barış talebine destek olmanın, barış isteyenler ile omuz omuza durmanın her yurttaşın sorumluluğu olduğu bilinciyle, İzmir’den çeşitli meslek grubu ve toplum kesimlerinden 86 kişi 18 Ocak 2016 tarihinde İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’na “biz de bu sözlerin altına imza atıyoruz ve yasal sorumluluğu üstlenmeye hazırız” diyerek başvuruda bulunduk. Aradan geçen yaklaşık 3,5 yıllık zamanda bizler bu düşüncelerimizden hiçbir şekilde geri adım atmamışken, hakkımızda İstanbul 24. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından bir dava açıldığını öğrendik. Davanın iddianamesinde, “Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı bildirinin, PKK/KCK’ye destek ve örgüt propagandası mahiyetinde olduğu belirtilerek, bildiri imzacılarının “ulusal ve uluslararası kamuoyunda devlete ve hükümete karşı güvensizlik algısı oluşturarak ve toplumsal ayrışmalar yaratarak bölünmelere zemin hazırladıklarını, neticede kamu düzenini bozmayı, devlet otoritesini zaafa uğratmayı planladıkları” öne sürülmekte. Söz konusu iddianamede, Barış İçin Akademisyenler arasında yer alan Prof. Dr. Füsun Üstel’in “terör örgütü propagandası” suçundan aldığı mahkûmiyete ilişkin istinaf başvurusunun reddedilmesi örnek gösterilip, yaptığımız eylemin de suçun yasadaki tanımına uygun olduğu iddia edilerek ve 3713 sayılı yasanın 7/2 maddesi uyarınca cezalandırılmamız istenmekte. Belirtmek isteriz ki, hukuki dilden son derece uzak, tamamen subjektif değerlendirmeler ve iktidardan bildiğimiz bir dille hazırlanan iddianameden de anlaşılacağı üzere, hazırlayanlar bütün bir muhalefete parmak sallayarak barıştan, emekten, demokrasiden yana sesleri bastırmayı amaçlamaktadır.

Barış talebi suç değildir. Bu taleplerinden dolayı ihraç edilen, hapis cezalarına çarptırılan barış akademisyenleri gibi bizler de o gün ne söylediysek bugün aynılarını savunmaktayız. Talebimiz bâkidir; devletin vatandaşlarına karşı hangi saikle olursa olsun uyguladığı şiddet son bulmalıdır. Ülkede barışın dili hâkim olmalı, diyalog ve müzakere yoluyla barış arayışına öncelik verilmelidir.
Herkesin bilmesini isteriz ki; bizleri yıldırmak, susturmak amacıyla; barışa, demokrasiye, emeğe düşman iktidarın talimatıyla açılan davalar bize onur vermektedir. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan davalara karşı omuz omuza durmaya, mahkeme salonlarında barış talebimizi bir kez daha dillendirerek savunmaya hazırız. Bu talebimizin ve mücadelemizin daha güçlü bir hâl alması doğrultusunda İzmir kamuoyuna yan yana durma, barış talebini yükseltme çağrısında bulunurken, bütün baskı ve tehditlere rağmen halka karşı işlenen suçlara ortak olmayacağımızı bir kez daha hatırlatıyoruz.’’

Fırsat eşitsizliği ve öğrenime katkı yapmaya çağrı


Sevgili Dostlarımız,

Bir öğrenim dönemini ardımızda bıraktık. Her yıl kimi kez birkaç kez değişen sınav yönetmelikleri, müfredat programıyla eğitim-öğretimde değişmeyen tek şey fırsat eşitliğinden, bilimsellikten, laiklikten uzak sistemin kendisi.

İmece Dostluk Dayanışma Derneğimiz on birinci yılını tamamlarken yeni öğrenim döneminde özgür-eşit-sınıfsız bir dünya sevdasını yüreğinde taşıdığı için ekonomik-sosyal-psikolojik anlamda zarar gören ailelerin evlatlarına “yalnız değilsiniz, sizlerle aynı sevdada ortaklaşanlar, sizlerle dayanışma halinde olanlar var” demeyi sürdürecek.

Bizden önceki kuşaklardan devraldığımız, kuşak olarak uğruna bedeller ödeyerek sürdürdüğümüz ve geleceğe taşımak, devretmek çabasında olduğumuz ortaklaşmacı, paylaşımcı, dayanışmacı kültürümüzü güçlendirmek, geliştirmek hepimizin elinde. Baskısını, zorlamasını her gün daha fazla hissettiğimiz ekonomik, sosyal, siyasal ortama inat insanlık değerlerimizi korumak ve geliştirmek, varlığını kapitalizme ve onun çürümüş kültürünün karşısında kuvvetlendirmek hepimizin çabasını, öz verisini birleştirmekle mümkün.

Önümüzdeki dönemde de her dostumuzun, gücü, gönüllüğü oranında eğitime destek vermek üzere düzenli olarak göndereceğini vaad ettiği miktarlarda bir havuz oluşturuyoruz. Az, çok diye düşünmeden canlı tutmaya çaba gösterdiğimiz ışığın parıldamasına katkınız çok değerlidir. Havuzda toplanacak miktara göre de kaç öğrenciye destek olabileceğimizi belirleceğiz. Geçtiğimiz dönem her öğrencimize aylık 200 TL ödeme yapmıştık. Bu yılın burs tutarını da havuzdaki birikim belirleyecek.
Hatırlayalım, dereler,çaylara, çaylar ırmaklara, ırmaklar, nehirlere, nehirler de çağıldayarak denizlere ulaşır..

Eğitimine katkı verdiğiniz gençler, küçük de olsa aldıkları bu destekle karşılıksız olarak dayanışmayı, paylaşmayı gücü, eşitsizliğe karşı verilen mücadeleyi büyütmenin önemini öğreniyorlar; geleceğimiz için sizce de değerli bir yatırım değil mi?

Katkılarınızı her ayın belirlediğiniz tarihinde :
• Derneğimize gelerek elden;
• İşyerinizden, çalışma mekanınızdan,
• Bankaya otomatik talimat vererek Dernek hesabına yatırarak gerçekleştirebilirsiniz.

Ödeme yapmada farklı seçenekler sunarsanız ebette ki değerlendirerek yerine getirmeye çalışırız.

Yanıtlarınızı facebook messanger, imecedostluk@ gmail.com üzerinden ya da 0 536 402 0628 no lu telefona watsap, SMS yoluyla iletmenizi diliyoruz.

İmece-Der Hesabı:
Garanti Bankası TR06 0006 2000 4100 0006 2975 49

Sevgi, dostlukla ve dayanışma duygularımızla..

İmece-Der Y.K.

Kemalpaşa’da Oyak Kuruluşu Akdeniz Kimya’nın İşçilere Mezar olmasına izin vermeyeceğiz!

OYAK kuruluşu olan Akdeniz Kimya’daki baskılara, sendikasızlaştırmaya,iş kazalarına karşı ve iş güvenliği ve işçi sağlığının temini için Lastik-İŞ sendikası kamuoyundan destek istedi. İŞKUR’u ve adli makamları gerekenleri yapmaya çağırdı.
Disk Lastik-iş Sendikası İzmir Şubesi binasında, Lastik-İş Sendikası Genel Başkan yardımcısı Ziya Ünal, Disk Ege Bölge Temsilcisi Memiş Sarı, Lastik-İş sendikası İzmir Şube Başkanı Yusuf Ziya Sarı ve Ege Örgütlenme sorumlusu Zedin Yumli ile birlikte Kemalpaşa’da bulunan ve OYAK kuruluşu Akdeniz Kimya fabrikasındaki sendikal örgütlenmeye karşı baskıları, iş kazalarını ve yoğun yaşanan işçi Sağlığı ve güvenliği sorunlarını bir basın toplantısıyla açıkladı. Açıklamaya Birleşik Metal-İş Sendikası İzmir Şubesi Başkan yardımcısı, Genel-İş Sendikası Temsicileri ve İmece-Der Başkanı ve Lastik-İş Sendikasının bir kısım üyeleri katıldı.

Açıklamayı Lastik-İş Sendikası Genel Başkan Yardımcısı Ziya Ünal yaptı. Açıklamada;

‘‘Bilindiği gibi İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde kurulu Akdeniz Kimya kısa adı OYAK olan Ordu Yardımlaşma Kurumuna ait bir işyeridir. Oyak,Türkiye içinde ve dışında başka işyerleri de bulunan çok uluslu bir kurumdur.

Bir OYAK kuruluşu olan AKDENİZ KİMYA yabancı işyerlerini de satın alarak zaman içinde büyüdü. Gelirini ve karını artırdı. Bütün atılımlarını biz işçilerin çalışmalarıyla yaptı.

PEKİ KENDİSİ BÜYÜYEN VE GELİŞEN AKDENİZ KİMYA İŞÇİLERE NE VERDİ?
Çalışanların ücretleri mi arttı? Çalışma saatleri mi azaldı? Yeni sosyal yardımlar mı verdiler? iş güvencesi mi geldi? İşçilerin iş kazalarından ve meslek hastalıklarından korunması için adımlar mı atıldı? İşçiler işyerinde söz hakkına mı sahip oldu? İşçilerin isteklerini dinleyip saygı mı gösteriyorlar?

Bunların hiç birisi gerçekleşmedi.Yapılanlar göz boyamadan öteye geçmedi. Akdeniz Kimya işvereni işçileri işten çıkarma tehdidi ile baskı altına alarak düşük ücretlerle ve hiçbir söz hakkı tanımadan çalıştırmaya devam etti. İşçileri iş kazalarına ve meslek hastalıklarına karşı tedbir almadan çalışmayı sürdürdü. Bugün Akdeniz Kimyadan ayrılan işçiler başka işyerlerine bavurduklarında genellikle sağlık raporu alamıyorlar.Birçoğunda Akdeniz Kimyada yakalandıkları akciğer hastalıkları çıkıyor.
Akdeniz Kimya’da sendikamız, 14 Ağustos 2017 tarihinde toplu iş sözleşmesi yapmak için Bakanlığa başvurmuştur.Bakanlıktan 24.08.2017 tarihinde sendikamızın toplu iş sözleşmesini yapmak için işyerinde çoğunluğu sağladığı bildirilmiştir. Ancak Bakanlığın bu tespitine işveren itiraz etmiştir.açılan dava 2 yıldır devam etmektedir.
Akdeniz Kimya, işkolumuzda faaliyet gösteren KİPLAS işveren sendikasının üyesidir.Kendisi sendikaya üye olan işveren, işçilerin sendikaya üye olmasına şiddetle karşı çıkmakta ve yasa dışı baskılar uygulamaktadır. İşçiler işverenin tutumunu çeşitli defalar protesto etmiş bulunmaktadırlar. Yine sendikamızın kamuoyuna duyurular yayınlamış, işyerinde protesto gösterileri yaparak işverenin baskılarını kınamıştır. Akdeniz Kimya’da çalışan onlarca işçi, Kemalpaşa Adli makamlarına başvurarak işverenin yasa dışı baskılarının önlenmesi için şikayette bulunmuşlardır.
Bugün Akdeniz Kimya’da sendikamızın işçilerle buluşmasını engelleyen ve toplu iş sözleşmesi sürecini geciktiren işverenin, işçilerin hayatına kastettiği, denetimsiz bir ortam söz konusudur.Bugün, Akdeniz Kimya artık işçi sağlığı ve iş güvenliğinin tehdit altında olduğu bir işyeri durumundadır. Sendikal örgütlenmenin yokluğunda denetimsiz kaldığı için, aşırı kar hırsı ile işyerinde iş kazaları her geçen gün artmaktadır. Son bir yılda derin yanıklar, kırıklar,ezikler ortaya çıkaran yirmiden fazla iş kazası yaşanmıştır.22 Haziranda yaşanan iş kasında ise bir işçi kardeşimizin kolu kopmuştur. Bu olaydan birkaç gün sonra, işyerinde vardiyada çalışan tüm işçilerin yaralanabilecekleri bir kaza ise büyük bir şans eseri olarak ucuz atlatılmıştır. Yangın söndürme hattında vanaların patlaması ile işçilerin dinlenme alanları tehlike altına girmiş ancak dinlenme alanında kimse olmadığı için olay herhangi bir yaralanmaya yol açmamıştır. Sendikamız bu olayların daha da vahim sonuçlara yol açmaması ve devamının önlenmesi için herkese çağrı yapmaktadır.İzmir İŞKUR İl Müdürlüğü’ne Akdeniz Kimya’da gerekli incelemelerin yapılması için başvuruda bulunduk. İşveren sendikası KİPLAS’a konuya dikkatleri çeken bir uyarı yazısı gönderdik.
Akdeniz Kimya’da örgütsüzlük ve işverenin gereken önlemleri almaması dolayısıyla işçilerin meslek hastalığı ya da iş kazası ile hayatlarını ya da çeşitli organlarını kaybetmeleri asla kabul edilemez. Bir işçi arkadaşımızın canının yanmasının ya da hayatını kaybetmesinin sorumluluğu elbette Akdeniz Kimya işverenine aittir. Ancak bu konuda işveren kadar, işçilerin çığlıklarına ve taleplerine bugüne kadar kayıtsız kalmış olan idari ve adli makamlar da büyük sorumluluk altındadır. Akdeniz Kimya’da önümüzdeki günlerde işçilerin hayatına kastedecek olayların gerçekleşmesinden büyük kaygı duyuyoruz. Son bir yıldır yaşanan iş kazaları, gelecekte daha kötü sonuçların ortaya çıkabileceği endişesini yaşatıyor. Adli ve idari makamların tümünü, bugüne kadar işverenin etkisiyle İçine girdikleri ve işçilerin haklarına saygı göstermeyen kayıtsız tutumu terk etmeye davet ediyoruz.
Kemalpaşa’da, OYAK işvereninin, bugüne kadar adli ve idari makamları etkisi altına alabildiğini gördük ve yaşadık. Ancak hiçbir gücün insanların vicdanlarını köreltemeyeceğine inanmak istiyoruz. Bu nedenle Lastik_İş sendikası olarak, bir kez daha İŞKUR’u ve adli makamları Akdeniz Kimya’daki işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunda gerekenleri yapmaya davet ediyoruz. İlgili mahkemeleri de işverenin kötü niyetli olarak açmış bulunduğu yetki davasını bir an önce, işçilerin yasal haklarını kullanmalarını sağlayacak şekilde sonuçlandırmaya davet ediyoruz.
İnanıyoruz ki haklı olan kazanacak ve işçiler, sendikamız Lastik-iş ile birlikte toplu iş sözleşmesi hakkına kavuşarak yoluna devam edecektir. Tek amacımız Akdeniz Kimya’da insanca üretim ve yaşama koşullarının hakim olduğu, iş kazalarının sıfırlandığı, işçilerin gülerek işbaşı yapıp, sevinçle evlerine döndüğü, barış ve huzur içinde çalışılan bir işyeri ortamını bir an önce oluşturmaktır. Sendikamızın Akdeniz kimya işçilerinin bu onurlu mücadelesine tüm kamuoyunun destek olacağına inanıyor hepinizi saygıyla selamlıyorum. ‘’