Sinan Suner’in Mücadelesine, Yaşamına Saygıyla.. Unutmadık, Unutmayacağız!

41 Yıl öncesi..
Ankara’da sıkıyönetim koşulları hüküm sürüyor.

Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği’nin faaliyetleri durdurulmuş; Yurtsever Devrimci Gençlik sıkıyönetime, faşizme, baskı ve sömürü düzenine karşı her koşulda mücadele ediyor.

Günlerden 30 Ocak Çarşamba, soğuk bir Ankara gecesi. ODTÜ Elektrik-Elektronik öğrencisi Sinan Suner faşist kurşunlara hedef oluyor, sokak soKak arabada gezdiriliyor, karakola götürülüyor ve olaydan saatler sonra götürüldüğü Hastane’de kan kaybı nedeniyle kurtarılamıyor ve adı “ÖLÜMSÜZLER” arasında yerini alıyor.

SİNAN SUNER’İN MÜCADELESİNE, YAŞAMINA SAYGIYLA.
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ!

İsteğimiz üzerine, SİNAN SUNER’in semtte birlikte mücadele ettiği bir yoldaşının bizimle paylaştığı anlatımıyla;

“Sinan’ı semt mücadelesinden tanıdım. Yukarı Ayrancı-Dikmen Deresi bizim bölgemizdi.Bir avuç arkadaşla birlikte hem Y.Ayrancı’ da hem de Dikmen Deresindeki gecekondu bölgesinde çok etkin çalışmalar yürütüyorduk. Semtteki asıl çalışma alanımız Dikmen Deresindeki gecekondulardı.
Bizim semtteki çalışmalarımızda lider-önder konumundaki arkadaşımız Sinan Suner’di.Hepimiz ona ve tabii ki birbirimize mücadele içinde sonuna kadar güvenir ve yapabileceğimiz her şeyi sonuna kadar yapmaya çalışırdık.
Sinan, semtteki çalışmalarda yaptığı katkıyla, gece kondulardaki örgütleme çalışmalarındaki sıcak ilişkileriyle oradaki gecekondu halkının da çok sevdiğİ ve güvendiği önder bir arkadaşımızdı. Sinan, önce İzmir İktisadi İlimler Akademisi’nde bir yıl okuduktan sonra İzmir’i bırakıp ODTÜ’ye gelmiş ve eğitimine ODTÜ de devam ediyordu. Ailesi ile birlikte semtimizde (Aşağı Ayrancı) tarafında oturuyordu.
YukarıAyrancı Hoşdere Caddesi 3. Durakta okuldan arkadaşlarımla birlikte de ben oturuyordum. Asıl mücadele alanım okulum Yükseliş idi; ama sahip olduğumuz anlayışa açısından, bulunduğumuz her yer mücadele alanı olarak gördüğümüzden, mümkün olabildiğince, bulunduğum her yerde mücadeleye katkı vermeye çalışıyordum. Bunun sonucunda Okulumda, semtimde ve işyerimdeki mücadeleye elimden geldiğince katkı koyup katılıyordum.
Sinan da hem okulu ODTÜ’de ama ağırlıklı olarak semtimizde mücadele ediyor ve mücadele içinde semtimizde doğal önder olarak öne çıkıyordu. Dikmen Deresindeki gecekonduların örgütlenmesine aktif olarak katılmış ve bölgedeki mücadelenin yükselmesinde etkin bir rol oynamıştı.
Semtte mücadele eden arkadaşlar olarak birbirimize güvenimiz tamdı. Oldukça açık, net, demokratik bir ortam içinde mücadeleyi yükseltmeye çalışıyorduk.Sinan, bu mücadele içinde öne çıkmış, semt komitesinde hepimizin ortak iradesiyle semt sorumlumuz olarak seçilmişti.
Hem bizim bölgemizde hem de bağlı olduğumuz Öveçler’deki mücadelenin yükselmesiyle birlikte son sene yapılan semt komitesi seçiminde aday olmamıştı. Biz oradakiler, Sinan’ın aday olup, sorumluluğu sürdürmesi gerektiğini söylediğimizde Öveçler YDGD den katılan arkadaş, Sinan’ın bölgede başka görev ve sorumluluklar aldığını, bu nedenle bu göreve aday olamayacağını, bir başka kişinin aday olup seçilmesi gerektiğini söyledi ve biz bunun üzerine bir başka arkadaşımızı seçmiştik. Böylece hepimiz durumu anlamış ve Sinan’ın üstlendiği bu yeni görevleri için sevinmiştik. Bundan sonra da Sinan , bölgede yapılan tüm çalışmalarda yer aldı ve doğal olarak önderlik etti.
Ben de, okulumda çok sert bir mücadele olduğu için öncelikle okulda, sonra da arta kalan zamanlarımda semt mücadelesine katılıyordum. Semtte okuldaki kadar olmasa da yapılan yazılama-afişleme ve gecekondu bölgesinde ev ziyaretlerine katılıyordum. Katılamadığım zamanlarda semtteki arkadaşlar anlayışla karşılıyorlardı.
O dönemde Ankara’da uzun süren bir ‘Sıkıyönetim’ vardı. Bizler şartlara çabuk uyum sağlayıp Sıkıyönetim şartlarında da mücadeleyi yükseltmiş ve egemenlere korku salmıştık. Semt bölgemiz Meclisin arka duvarlarından başlayıp Çankaya’ya kadar uzanıyordu. Yukarı Ayrancı-Hoşdere Caddesi çok sık yazılama –afişleme yaptığımız bir bölgeydi ve hepimiz bölgede oturduğumuz için bölgeyi iyi tanıyor ve gözaltına alınmadan çalışmalarımızı sürdürüyorduk.
30 Ocak 1980 akşam üzeri okuldan eve dönmüştüm. O akşam oturduğumuz dairenin kira kontratını yenilemek zorundaydık ve ev sahibimiz bizi evine çağırmıştı. Evde yaşayan diğer arkadaşlarımla beraber ev sahibimizin Meclis Duvarının başladığı yerde bulunan (Aşağı Ayrancı tarafı) evine gittik. Ev sahibimizin evine vardığımızda, aynı sokakta bizim arkadaşları gördüm. Diğer ev arkadaşlarımdan ayrılarak bizimkilerin yanına gittim, konuştuk. O akşam yazılama yapacaklarını ve az sonra başlayacaklarını söylediler. Ben de kira kontratı yenilemeye geldiğimi ve bu nedenle bu akşam o akşamki yazılamaya katılamayacağımı söyledim. Onlar da “tamam sorun değil biz hallederiz” dediler. Akşam saat 20.00-21.00 sıralarıydı.
Biz de ev arkadaşlarımla birlikte ev sahibimizin evine gidip kontratı yeniledik ve evimize geri geldik. Bu evde 3-4 senedir oturduğumuz için hem ev sahibimiz hem de apartmandakiler tarafından seviliyorduk. Evde kalan dört kişi hem okuyup hem çalıştığımız için ortama-çevreye uyum sağlamıştık, ortamdakiler de bizlere. Evimiz. Y.Ayrancı 3. Duraktaki en büyük apartmandı. Zemin katında PTT ve çiçekçi dükkanı vardı. Önce Çiçekçi ile yakın arkadaş olmuş ve sonraları da evde kalan arkadaşlardan biri Çiçekçi dükkanına ortak olmuştu.
Bina tam iki yolun birleştiği bir köşede idi. Binanın yan tarafından Aşağı Ayrancı’ya inen merdivenlerden oluşan bir sokak vardı ve bu sokak çok kullanılan bir sokaktı, PTT nin yan köşesindeydi. Bu merdivenli sokaktan devam edildiğinde iki sokak ötede bir Jandarma Karakolu vardı ve bu yoldan devam edildiğinde Kuğulu Park’ın yakınına kadar çıkılıyordu. Oturduğumuz evin önü, geniş bir meydanı andıran üç-dört ara yolun kesiştiği ve Hoşdere Caddesi’nin en geniş olduğu bir konumdaydı. Evin hemen yanından sağa aşağıya giden yol Jandarma Karakolu’na giden bir yoldu ( ve Erdal Eren olayında Jandarmalar bu yoldan gelip buradan kitleye saldırmışlardı.) Bu yolun hemen hemen tam karşısında bulunan ve Hoşdere Caddesi’ni dik kesen başka bir yol da Dikmen’e doğru giderdi ve Dikmen Polis Karakolu da buraya yakındı. Bu yolun hemen yanında tali yol gibi duran yeni yapılmakta olan inşaatların olduğu toprağımsı bir yol vardı (ki ERDALEREN BURADA YAKALANDI).
Semtteki mücadele arkadaşlarım, Hoşdere Caddesi’ne bakan Meclis duvarından başlayarak Hoşdere Caddesi boyunca yazılama yaparak bizim oturduğumuz, yukarıda anlattığım binaya kadar gelmişler. Sinan sorumlu olarak serbest ve önden gidiyormuş. Ön ve arkada gözcü olmak üzere, bir arkadaş da yazılama yapıyormuş. Bizim apartmanın PTT köşesinden Aşağı Ayrancı yönüne inen merdivenli sokağın köşesindeki duvarına yazıyı yazmaya başlamışlar. Bu sırada Sinan, hemen merdivenli yolun öbür tarafında, Hoşdere Caddesi üzerinde bakkalın olduğu köşede imiş. Hoşdere Caddesi’nde, bakkalın tam karşısına düşen apartmanın önünde MHP milletvekilinin evini korumakla görevli polis memuru Sinan’ı görmüş ve ateş açmış. Bu arada Sinan da bir el ateş ederek karşılık vermiş ama silahı tutukluk yaptığı için başka mermi sıkamamış.. Büyük ihtimalle ilk açılan ateşle bacağından yaralanan Sinan oraya düşmüş. Onun oradan hareket edemediğini gören faşist polis memuru yanına gelip bacaklarına birkaç el daha ateş etmiş. İlk silah patladığında yazıyı yazan arkadaş silah sesini duyar duymaz orayı terk edip kaçmış.
Ben de evdeyken silah seslerini duyduğumda ”eyvah, bunlar bizimkiler” deyip hemen daireden çıkıp apartman kapısına indim. Dışarıya baktığımda bakkalın önünde duran iki kişiyi gördüm. Yol ıssız ve sakindi.(gece 23.00-24.00 sıraları) Tehlikeli olabileceğini düşünüp orada fazla kalmadan içeri girdim ama daha sonra dayanamayıp giyinerek sessizce dışarıya çıkıp merdivenli sokaktan geçerek Sinan’ın evinin önüne geldim. Oraya vardığımda yazıyı yazan arkadaşla buluştum (kimin daha önce gelip beklediğini şu an hatırlamıyorum). Bu arkadaş; Hacettepe Üniversitesi Kütüphanecilik Bölümünde okuyordu ve ailesi bir apartmanda kapıcıydı. Ona ne olduğunu sorduğumda olayı anlattı. Karşı taraftan Sinan’a doğru ateş edildiğini ve silah sesini duyunca kendisinin hemen oradan uzaklaşıp kaçtığını söyledi.” Sanırım Sinan da kaçtı” dedi ve biz ikimiz uzun bir süre orada bekledik ama Sinan gelmedi.
Sinan’ın annesi çok iyi bir insandı ama babası üveydi ve bizimkileri pek sevmezdi. Bu nedenle Sinanların evine gidip Sinan’ı soramadık, babasından çekindik. Ayrıca epeyce bekledikten sonra “ Sinan eve gelmiştir ve fark edilmesin diye ışığı açmamıştır ve yatmıştır” diye düşündük, daha sonra da evlerimize dağıldık.
Ertesi gün sabah işime gittim. Memur olarak çalışıyordum. Okulum öğleden sonra olduğu için öğle yemeğinden sonra okula gittim. Sınıfımız 5. katta olmasına rağmen o gün laboratuar dersi olduğu için zemin katta ki laboratuvara gittim. İçeriye girdiğimde, aynı sınıfta olan iki ev arkadaşım beni görünce şaşırdılar.” Niye geldin, burda ne arıyorsun-Sinan’ı duymadın mı?” dediler. Bir ley duymadığımı, bilmediğimi söyleyince, onun vurulduğunu ve öldüğünü söylediler. Şok geçirdim ve oradan ayrılıp bizim devrimci öğrencilerin toplandığı Albayrak Kıraathanesi’ne gittim ve orada olanları arkadaşlarımdan öğrendim.
Sinan, bakkalın önünde bacağından vurulmuş yatıyormuş. Polisler o yaralıyken bir polis otosuna bindirip götürmüşler” ve gece boyunca yarasına müdahale edilmemiş. Sabaha karşı Hacettepe Hastanesi’ne getirdiklerinde “ben bilmiyorum” diye sayıklıyormuş ama kurtarmak için çok geçmiş. Kan kaybından kurtarılamayıp ölmüş Sinan Yoldaşım.
Bunu duyunca ne yapacağımı bilemedim. Üzülmek bir yana kendime çok kızdım, kendimi suçladım. Eğer o gece Sinan’ın evine gidip zili, çalsaydık belki Sinan’ın annesi onu arayıp bulacak ve Sinan ölmeyecekti. Bu acı hala içimde çok taze ve kanayarak duruyor.
Daha sonra Sinan’ın Ankara’daki mücadele arkadaşları olarak Sinan’ın kanının yerde kalmaması için iki gün sonra öldürüldüğü yerde bizim binanın önünde korsan bir “Anma Gösterisi” düzenledik. Kararlı-öfkeli-mücadeleci büyük bir kalabalık ile militan arkadaşları olarak Sinan’ı vurulduğu yerde andık.
Ancak anma gösterisi bitip kitle dağılırken gösteriyi durdurmak için gelen askerlerden birisinin (kendi arkadaşlarının açtığı ateş sonucu seken bir tüfek mermisinin isabet etmesi sonucu-ki göstericiler de tüfek yok) vurulması üzerine askerin öldüğü yerin tam karşısındaki inşaatların yakınında yakalanan ERDAL EREN’in üzerine askeri öldürme suçu atıldı. Düzmece bir mahkemeyle kanıtlar araştırılmadan, soruşturma ve istenen araştırmalar yapılmadan, tanıklar dinlenmeden Erdal Eren idama mahkum edildi.
Ben de o eylemdeydim. Yöreyi de iyi biliyorum, Erdal Eren’in yakalandığı yer ile askerin vurulduğu yer oldukça uzak ve karşı tarafta. Erdal Eren’de tabanca var ve havaya ateş ettiğini kimseyi vurmadığını söylüyor. Ayrıca Çiçekçi de çalışan arkadaşım da olayın canlı şahidi, her şeyi görüyor. Askerin Erdal Eren tarafından vurulmadığını o zaman açıkça söylemişti. Ancak, çok hızlı bir “yargılama” ve aslında askeri cunta generallerinin verdiği kararla Erdal Eren idam edildi.
Erdal Eren’in idamını protesto edenlerden Ercan Koca da askerler tarafından hunharca öldürüldü.
Hiç birini UNUTMADIK UNUTMAYACAĞIZ”

Bir cevap yazın

Your email address will not be published.