Hak ve dayanışma örgütleri cezaevlerinde koronovirüs salgını ile ilgili gerekli tedbirlerin alınmasını istedi

Korona Virüs Salgını ve Cezaevleri ile ilgili İHD İzmir Şubesi’nde açıklama yapıldı. İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi, Ege-Tuhayder,Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği, İnsan Hakları Gündemi Derneği,İmece-Der,Hak İnsiyatifi temsilcileri katıldı. Hak ve dayanışma örgütleri adına açıklamayı İHD İzmir Şube Başkanı Zafer İncin okudu.

“31 Aralık 2019 tarihinde Çin’in Wuhan kentinde ortaya çıkan koronavirüs (COVID- 19), kısa sürede neredeyse tüm dünyaya yayılmış ve küresel bir salgın haline gelmiştir. 17 Mart 2020 tarihinde Sağlık Bakanı Fahrettin Koca Türkiye’deki koronavirüs vaka sayısının 98 olarak tespit edildiğini açıklamıştır. Kısa süre içerisinde hızlıca aratarak yayılan koronavirüs vakaları karşısında pek çok kamu ve özel kurumda olası bir virüs salgınına karşı önlemler almaya başlamıştır. Bu kapsamda birçok bakanlık yayınladıkları genelgelerde özellikle kalabalık ve kapalı yerlerde toplanmayı engellemek adına bir takım önlemler alınmıştır. Adalet Bakanlığı’nın yetkisi ve denetimi altında olan hapishaneler ile ilgili olarak ise kamuoyunu tatmin edecek nitelikte herhangi bir adımın atılmadığını kaygı ile gözlemlemekteyiz.

Hapishaneler kapalı kurumlar olması ve organizasyonu itibariyle kişisel alan ve hijyenin bulunmadığı kurumlar olarak bu tür salgınların yayılması için oldukça elverişli ortamlardır. Türkiye’de hapishanelerin mevcut kapasitelerinin çok üstünde insan nüfusu barındırması, fiziksel koşulların daha da ağırlaşmasına neden olmakta ve sağlık açısından ciddi riskler taşıyan önemli bir tehdit olarak durmaktadır. Bu gibi kapalı kurumlarda virüsün yayılmasının ne kadar ciddi problemler yaratabileceği hali hazırda İtalya ve İran hapishanelerinde görülmektedir. Hapishanelerdeki mahpusların ve hapishane personelinin; mahpus yakınlarının ve avukatların sağlığı sorununun bir halk sağlığı sorunu olduğu göz önünde bulundurularak ilgili kamu kurum ve kuruluşların burada gerekli önlemleri almaları gerekmektedir.

Ege bölgesinde ki bazı cezaevi görüşmelerinde mahpuslardan edinilen bilgiye göre malta ve havalandırmaların dışında koğuşlara ilaçlama yapılmadığı gibi dezenfektan sağlayacak hijyen malzemelerini de kantinden kendilerinin karşılanması gerektiği söylenmiştir. Tüm sosyal aktiviteleri ve etkinlikleri salgın gerekçesi ile durdurmuştur. Mahpusların yemekleri ile ilgili herhangi bir düzenleme yapılmamış bağışıklık sistemini güçlendiren besinler gözetilmemiştir. Kadın cezaevinde ağırlaştırılmış müebbet cezasının infaz edildiği tekli odaların koridorları dahi ilaçlama yada dezenfekte edilmemiştir. Mahpusların ateş ölçümü dahil hiçbir kontrolleri yapılmamıştır.
Biz aşağıda imzası bulunan ve insan hakları alanında çalışan sivil toplum kuruluşları olarak hapishanelerde gerekli önlemlerin alınmasını ve bu önlemlerin, insanlık onuruyla bağdaşır ve hak ihlaline yol açmayacak şekilde uygulanması gerektiğini ifade eder; alınacak önlemlerde aşağıda ifade edilen hususların da dikkate alınması gerektiğini hatırlatmak isteriz.

1. Koronavirüs (COVID- 19) ile ilgili bütün kaynaklarda virüsün yayılmasını engellemek için kişisel hijyeni sağlamanın önemine dikkat çekilmektedir. Hapishanelerde mahpusların sağlıklarının korunabilmesi, bulundukları alan ve kendi kişisel temizliklerini sağlayabilmeleri için, acilen temizlik malzemelerinin kendilerine ücretsiz verilmesi sağlanarak parası olmayan mahpusların da temizlik ürünlerine erişimi sağlanmalıdır. Hapishanelerde de çevresel ve kişisel hijyenin sağlanması için gerekli önlemleri almak hastalığın yaygınlaşmasını önlemek için azami özen göstermek hapishane idarelerinin ve devletin temel sorumluğudur.
2. Hapishanelerdeki banyo, tuvalet gibi ortak alanların her gün dezenfekte edilmesi,
3. Risk grubunda bulunan mahpusların kalabalık koğuşlarda tutulmaması, kapasitesi az olan ve daha fazla önlem alınmış olan koğuşlarda tutulması,
4. Sağlık çalışanları için alınan önlemlerin tüm hapishane çalışanları için de alınması, özellikle risk grubunda olan çalışanlar olmak üzere maksimum önlemlerin alınması,
5. Mahpuslara besin ve vitamin takviyesinin yapılması,
6. Kurumda düzenli ve yeterli sayıda sağlık personelinin bulunması (sayının arttırılması),
7. Tüm mahpus, hapishane çalışanı ve yakınları için testlerin hızlı ve güvenilir şekilde yapılabilmesi için gerekli önlemlerin alınması,
8. Görüşlerin yapıldığı alanlarda önlemlerin artırılması, alanların sıklıkla dezenfekte edilmesi, mahpusların görüş haklarını ihlal etmeyecek önlemlerin hızla alınması,
9. Hastanelerin, özellikle hapishanelere yakın yerlerde bulunan hastanelerin, mahpuslara hizmet vermek için gerekli önlemleri alması,
10. Mahpusların hastanelere ring araçlarıyla değil; daha hijyenik ve sağlığa uygun araçlarla taşınması,
11. İnfaz kanunun 16. Maddesi uyarınca sağlık sebebiyle infaz ertelemeye başvurmuş olan hasta mahpusların dosyalarının hızla incelenmesi ve acilen hapishane dışında tedavi olanaklarının sağlanması,
12. Mahpusların iletişim araçlarına erişimlerindeki kısıt da hesaba katılarak mahpusların salgın ve bundan nasıl korunacakları konusunda bilgilendirilmeleri,
13. Hapishane içine girecek herkesin uyması beklenen hijyen kurallarının oluşturulması ve ilgili kişilerin konu hakkında bilgilendirilmeleri,
14. Sağlık gerekçesiyle alınacak önlemlerin mahpusların temel haklarını ihlal etmeyecek şekilde ve makul ölçülerde alınmasına özen gösterilmesi,

Tüm bu önerilere ek olarak, biz aşağıda imzası bulunan sivil toplum kuruluşları olarak, hapishanelerdeki kapasite aşımının hak ve ihtiyaçlara erişmek konusunda mahpuslar üzerindeki negatif etkilerini pek çok defa ifade ettik. Ancak, bu kapasite aşımı sorununun virüsün yayılmasını ne kadar hızlandıracağını tekrar hatırlatarak, yetkilileri gerekli önlemleri almaları konusunda uyarmak isteriz.

İnsan Hakları Derneği İzmir Şubesi
Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İzmir Şubesi
Çağdaş Hukukçular Derneği İzmir Şubesi
Ege-Tuhayder
Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Temsilciliği
İnsan Hakları Gündemi Derneği
İmece-Der
Hak İnsiyatifi”

Ölüm orucundaki Mustafa Koçak’a işkence iddiası..İşkence insanlık suçudur. Bağımsız hekimler muayene etmelidir.

İHD İzmir Şubesi’nde, Şakran Kapalı Cezaevinde kalan Mustafa Koçak’ın ölüm orucunun 254.gününde yaşadığı insanlık dışı uygulamalarla ilgili bilgilendirme yapıldı. Açıklamaya İHD İzmir Şubesi, TİHV İzmir Temsilciliği, İnsan Hakları Gündemi Derneği ile İmece Dostluk Dayanışma Derneği temsilcileri destek verdi.

Basına yapılan bilgilendirmeyi Av.Nergiz Tuba Aslan yaptı. Bilgilendirme Mustafa Kocak’ın vekaletli avukatı Ezgi Çağlar’ın videoyla kayıt altına alınan aktarımı temelinde gerçekleştirildi.

“MUSTAFA KOÇAK İLE GÖRÜŞEN AV. EZGİ ÇAKIR’IN AKTARIMLARI
Mustafa Koçak ölüm orucunun 254. Gününde hücresinden zorla sandalyeye bağlanarak, sürüklenerek Şakran Hapishanesi kampüs hastanesine götürüldü. Perşembe günü öğleden sonra 4 buçuk gibi götürüldüğünü biliyoruz. Ve 4 gün boyunca, savcılık, idare mahkemesi, hapishane idaresi, hekimler, demokratik kitle örgütleri, milletvekilleri… herkesi araya koyarak müvekkilimizle görüşmek istediğimizi beyan ettik. Coronavirus gerekçesiyle, immule sisteminin zayıf olduğu gerekçesiyle müvekkilimizle görüşmemiz engellendi. Ve dün ailesi kapıda eylem yaptı, biz avukatları olarak kapıda bekledik ve en nihayetinde saatler süren görüşmeler sonrasında müvekkilimizi kaçırdılar, dün akşam saatlerinde. Daha sonra biz kendisinin Kırıklar 1 Nolu F Tipi Hapishanesi’ne getirildiğini öğrendik. Demin kendisi ile görüşme fırsatım oldu. Kendisi 5 gün boyunca yaşadıklarını anlattı. Ben de bunları tüm kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.

Öncelikle kampüs hastanesinin başhekimi Metin, dahiliyeci Ali olmak üzere ismini bilmediği 3 daha doktorun kendisine 5 gün boyunca işkence altında zorla müdahale ettiklerini, bilincinin açık olduğunu, zorla müdahaleyi kabul etmediğini beyan ettiğini, buna rağmen 73 serum takıp 73 serumu da patlattıklarını…

Bana kollarını gösterdi; kolları omuzdan bileğe kadar iğne izleri, patlak ve mosmor durumda.

Dişleri ile serumları çektiğini, bu sebeple kafasının da kelepçelendiğini; kollarına 8 kelepçe, ayaklarına 8 kelepçe takıldığını; ağzının ve dişlerinin yine ağzına bir şey sokularak bağırmasının engellendiğini; kafasını ve vücudunu halatlarla bağladıklarını; seni sakatlayıp bıracağız dediklerini ve yine orada çok sayıda sivil polisin Milli İstihbarat Teşkilatı’nın memurlarının, doktorların, hapishane savcısının, T2 hapishane müdürünün odada olduğunu tüm bunlara şahitlik ettiğini, ara ara katıldığını beyan etti.

Bilincinin kesinlikle yerinde olduğunu, zorla müdahaleyi kabul etmediğini ve buna rağmen yapıldığını söylüyor. Zaten vücudundaki izler, kabul etmediğini ve işkence altında bu zorla müdahalenin gerçekleştiğini gösteriyor.

5 gün boyunca tuvalete dahi gitmesine izin verilmeden, altına yapmasına sebep olduklarını ve temizlemediklerini…

Anüsünden jop sokulduğunu, taciz edildiğini, devamlı küfürlerle, hakaretlerle tacize uğradığını,
Kimi zaman 10 saat boyunca kolundaki serumu çıkarmaya çalıştığını, kolundaki serumu çıkarmaya çalıştığında bacağına serumlar vurulduğunu ve yine bacaklarının damarlarının patlak olduğunu bize aktardı.

Ayrıca orada psikolojik olarak gülmeler, “aa bak şimdi kendine geliyorsun, çok iyisin değil mi Mustafa” demeler…”

Av.Nergis Tuba Aslan’ın bilgilendirmesi sonrası İmece-Der adına konuşan Günseli Kaya, 1996 yılı ile 2000-2002 yılları arasında yeşenen açlık grevi, süresiz açlık grevi ve ölüm oruçları eylemliliklerinde, tıp etik kurallarına sahip çıkan bağımsız hekimlerce eylemcilerin tıbbı olarak izlenebildiğini belirtti. Ulusal ve ulusal üstü yasa ve sözleşme hükümleri gereğince tutuklu ve hükümlü de olsalar insanların bağımsız hekimlerce izlenme hakkını kullanması gerektiğine işaret etti. Aktarımların ciddi insan hakları, işkence iddialarını içerdiğini, işkencenin zaman aşımı olmayan, acil müdahale gerektiren bir suç olduğunu, yapan, yaptıran, göz yuman, soruşturmayanların da suçlu ya da işlenen suça ortak olacağını söyledi.

TİHV İzmir Temsilciliğinden Coşkun Üsterci de, corona virüs salgınının, M.Koçak ın avukatı ve ailesiyle görüşme hakkı, muayene ve sağlık haklarına erişimin engellenmesinin önünde engel değil, bahane olduğunu, gerekli sağlık önlemlerinin alınabileceğine işaret etti. Yasal ve uluslar arası sözleşme hükümlerinin uygulanmamasının acilen önemine değindi.

14 Mart Tıp Bayramı Kutlu Olsun

14 Mart Tıp Bayramı nedeniyle hekimler, hemşireler, diş hekimleri, ebeler, eczacılar, laborantlar, radyoloji teknisyenleri, fizyoterapistler, diyetisyenler, sağlık teknisyenleri, sağlık memurları, psikologlar, biyologlar, paramedikler, hastabakıcılar, taşeron sağlık işçisi dostlarımız, arkadaşlarımız.

Her tür sağlık hizmeti aldığımızda bizden bulaşabilecek hastalıklarda risk grupları arasında ilk sırada yer alan; kendi özlük hakları, çalışma koşullarının ağırlığına karşın sağlık hizmeti sunarken günlük politik çıkarlar uğruna, sağlık hizmetlerindeki aksaklıkların sorumlusuymuş gibi gösterilenler, görülenler, giderek artan oranlarda şiddetle karşı karşıya kalanlar, yaralananlar, sakatlananlar, öldürülenler.

Başta Sağlıkta Şiddet Yasası” olmak üzere mücadelenizde kol kola, omuz omuza olma isteği taşıyan yüreklerimizi, dayanışma, destek duygularımızı kabulünüzü diliyoruz.

Saygı ve sevgilerimizle..

Urfa, Diyarbakır, Şırnak, Van ve Batman’da Avukatların gözaltına alınmasını avukat örgütleri protesto etti.

Urfa merkezli başlatılan operasyon kapsamında avukatların gözaltına alınması İzmir’de avukat örgütleri tarafından protesto edildi.. Özgürlük İçin Hukukçular Derneği, Çağdaş Hukukçular Derneği, Demokrasi İçin Hukukçular, Çağdaş Avukatlar Grubu, Katılımcı Avukatlar Grubu, Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu, Sosyal Hukuk’tan avukatlar Adliye Binası kapısında açıklama yaparak, avukatların gözaltına alınmasını protesto etti.
İHD ve İmece-Der temsilcileri de açıklamaya katılarak dayanışma gösterdi.

Av.Meral Kaban açıklamayı yaptı.

“12/03/2020 tarihinde, Urfa merkezli başlatılan soruşturma neticesinde aralarında ÖHD üyesi avukat arkadaşlarımızın da bulunduğu Urfa’da 7, Diyarbakır’da 5 ve Şırnak’ta 1 avukat arkadaşımız hakkında gözaltı kararı alınmış, ev ve bürolarında arama yapılmıştır.

Son yıllarda yargının kurucu unsuru olan hak savunucusu meslektaşlarımıza, mesleki faaliyetleri nedeniyle soruşturma açılmakta, davalar açılmakta ve mahkumiyet kararları verilmektedir. Daha geçen hafta Mardin Barosuna kayıtlı meslektaşımız Av. Ali Kahraman, mesleki faaliyetlerinin gizli tanık beyanları marifetiyle çarpıtılması suretiyle tutuklanmıştır.

Yine aynı şekilde 18 ÇHD üyesi arkadaşımızın yıllardır tutuklu yargılanıp sadece mesleki faaliyetlerinden dolayı çok ağır cezalar aldıkları ve savunma mesleğine yönelik saldırılara karşı açlık grevlerinin 30. gününü geride bıraktıkları bu dönemde bu gözaltı furyasının gelmesi iktidar yargısının pervasızlığını açıkça ortaya koymaktadır.

Urfa Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü ve Cumhuriyet Savcılığı son zamanlarda özellikle 15 Temmuz OHAL ilanından sonra avukatların mesleki faaliyetlerini ve mesleki pratiklerine dönük her türlü fiillerini soruşturma konusu yapıp gizli tanık beyanları veya hukuksuz dinlemelerle soruşturma başlatıp avukatlara gözdağı vermektedir.

Daha önce de Urfa’da, aralarında MHD üyesi 9 avukatın, Belediye eş başkanlarının, il ve ilçe yöneticilerinin de bulunduğu yaklaşık 210 kişi 13.12.2016 tarihinde yapılan eş zamanlı operasyonla gözaltına alınmış ve Şanlıurfa Haliliye Belediyesi Sabiha Özlek kapalı spor salonu kompleksinde gözaltında tutulmuşlardı.

Yargının, AKP-MHP iktidarının tahakkümü altına alınmış olmasının en görünür olduğu dönemi yaşıyoruz. Bu dönemde özgürlükçü ve devrimci avukatların varlığı bir tehdit olarak algılanmakta, hak savunucusu avukatların mesleki faaliyetleri kriminalize edilmektedir.

Avukatlık Kanundaki soruşturma usullerine ve Ceza Muhakemesi Kanundaki çağrı usullerine uymadan, avukatları şafak baskını şeklindeki uygulamalarla ev ve işyerlerini aramak suretiyle göz altına almaya çalışmak kabul edilemez bir uygulamadır. Çalışma alanı adliyeler, savcılık, mahkeme kalemleri ve duruşma salonları olan avukatların ifadelerinin alınmasına yönelik bu yaklaşımı ve uygulamayı şiddetle kınıyoruz.

Bu nedenle bizler; Hukuk Örgütleri olarak iktidara ve iktidarın bir aparatı haline gelen Yargı makamlarına sesleniyoruz;

Özgürlükçü ve devrimci avukatlar, uygulanan bu düşman hukuku karşısında adalet arayışından, hak savunuculuğundan asla vazgeçmediler ve vazgeçmeyeceklerdir. Savunma hakkına dönük bu hukuksuz saldırılar durdurulmalı ve gözaltına alınan tüm meslektaşlarımız derhal serbest bırakılmalıdır!

Özgürlük İçin Hukukçular Derneği
Çağdaş Hukukçular Derneği
Demokrasi İçin Hukukçular
Çağdaş Avukatlar Grubu
Katılımcı Avukatlar Grubu
Özgürlükçü Demokrat Avukatlar Grubu
Sosyal Hukuk ”

Urla ve Çeşme bölgesindeki sözde kamulaştırma kararnamesi bölgenin çitlerle çevrilerek kamuya kapatılması ve emekçilerin, üreticilerin ve yöre halkının doğadan ve denizden yararlanamamasıdır. Cumhurbaşkanlığı’nın kararnamesinin iptali için dava açıldı.

İzmir’den çeşitli meslek örgütü ve yurttaşlar. Çeşme-Urla bölgesindeki turizm amaçlı “acele kamulaştırma” kararnamesinin iptali için dava açtı. Çeşme ve Urla Turizm Bölgesinin Genişletilmesine ve genişletilerek sözde kamulaştırma adına özelleştirilmesine ve özelleştirilen bölgenin deniz tarafı dahil kamuya kapatılması kararnamesine itiraz edildi Cumhurbaşkanlığı kararnamesinin iptali için dava açıldı.

TMMOB İzmir İKK, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, EGEÇEP ve 107 yurttaş adına yapılan iptal başvurusuna dair İzmir Bölge Adliye Mahkemesi önünde bir basın açıklaması YAPILDI. TMMOB İzmir İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Melih Yalçın, “Dava dilekçemizi bölge idare mahkemesine sunduk. Turizm geliştirme bölgesi ilan edilen alan, çok büyük bir alanda tarım arazilerini, orman alanlarını, hassas korunması gereken doğal yaşam alanları ve nitelikli korunması gereken doğal yaşam alanlarını içeriyor. Dolayısıyla bu kararın kamu yararına olmadığını iddia ediyoruz. Kararın iptali adına dava dilekçesine adımızı koyduk. Bununla ilgili bir rapor da hazırladık. Muhtemelen önümüzdeki hafta açıklayacağız” dedi.

Projeye destek açıklamaları yapan yerel yöneticileri de eleştiren Avukat Ömer Erlat söz alarak; “Bizler 107 yurttaş, TMMOB, İzmir Barosu, İzmir Tabip Odası, EGEÇEP olarak bugün bir dava açtık. Çeşme Yarımadası’nda 127 milyon metre karenin içinde orman alanları, kıyılar, hassas koruma alanları var. Buraların turizme tahsis edilmesinin anlamı şu: Bu bölgede yerli ya da yabancı bir yatırımcı için mülkiyet hakkına benzer bir sınırlı hak tesis edilecek. Daha önce 2005 yılında benzer bir durum yaşanmış ve o tarihte açılan davada Danıştay böyle bir işlemi iptal kararı vermişti. Gerekçesi de ‘kamuya kapalı koruma altındaki alanlarda böyle bir bölgeleme yapılması kamu yararına aykırıdır’ denildi ve iptal edildi. Şimdi aynı hukuka aykırı işlem daha geniş bir alanda tekrar yaşanacak. Bu 12 bin hektarlık alan, yaklaşık 5 bin hektarlık orman alanını kapsıyor. 47 kilometrelik bir kıyı kesimini kapsıyor. 6 milyon metrekarelik mera alanını kapsıyor. 12 bin hektarlık alan ve bunun dışında ilan edilen 11 turizm merkezi alanının toplam alanı Çeşme Yarımadası’nın 30 bin hektarlık neredeyse tamamıdır. Çeşme Yarımadası, kamuya kapatılacak. Çeşme’ye gitmek isteyen yurttaşlar yarımadada sadece Çeşme ve Alaçatı il merkezine ulaşabilecek. Onun dışında hiçbir yeşil alan ve kıyıya ulaşım kalmayacak çünkü bu bölgeler hak sahipleri tarafından çitlerle kapatılacak, girişe kapalı alanlar oluşacak. Bu alanlar sadece kara alanları değil. Yaklaşık 20 milyon metrekare deniz alanı da bu kararın içinde. Yani yurttaşların denizlerden de yararlanma imkânı olmayacak. Umut ediyorum ki hukuk gerçekleşir ve bu karar iptal edilir. İzmir’de en başta büyükşehir belediye başkanı olmak üzere yerel idareciler de bu gerçeği bilmek zorundalar. Maalesef talihsiz açıklamalarla, bu hukuka aykırı karar lehinde açıklamalarda bulunmuşlardır. Ben de bunu anlayamadım. Belli ki konuyu bilmeden, ilgililere, hukukçulara danışmadan bu açıklamayı yapmışlar. Umarım bu kararlarından dönerler çünkü kamu yararı bunu gerektirir.”

Avukat Arif Ali Cangı ; “Bölge yatırımcının kontrolünde olacak. Deniz alanlarının dahi kamuya kapatılması söz konusu. Dolayısıyla, buna aslında turizm adı altında yarımadanın işgali diyebiliriz. Sadece davacı olan yurttaşlar ve kurumlar değil bütün İzmirlilerin buna karşı çıkması gerekiyor. Turizm yapılacaksa yarımadanın doğal yapısına uygun turizm yapılması gerekir. Bu şekilde yapılacak turizme, turizm denmez. Bu, yağma ve talandır. Başta yerel yöneticiler olmak üzere İzmir’in kanaat önderleri ve yurttaşları bu olayda tavır almaya çağırıyoruz”

İzmir Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Sinan Balcılar ; “..turizm bölgesinin sınırlarının genişletilmesinin iptali için dava açtık…Bu tamamen bir rant projesi. Kanal İstanbul projesi ile nasıl ki birilerine rant sağlanıyorsa aynı şekilde Urla ve Çeşme’nin de turizmcilere satılması ve halka kapatılması söz konusu olacaktır. Etrafını çitle çevirecekler ve kamuya kapatılacaktır. Anayasaya aykırıdır. Açıkça anayasa ve hukuk ihlali vardır. Bu davanın sonuna kadar takipçisi olacağız. Hepsinin iptali için hukuki mücadelemizi devam ettireceğiz”

Son olarak söz alan EGEÇEP Eş Sözcüsü Avukat Berna Babaoğlu Ulutaş da, “Çeşme Yarımadası’nın talan edilmesine karşı çıkıyoruz. Yarımadanın doğal ve kültürel varlıklarının korunması için buradayız. Bu mücadelede tüm İzmirli yurttaşları dayanışma içinde olmaya davet ediyoruz” dedi.

WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!


WORKERS OF SF TRADE AND KALE PRATT&WHITNEY ARE NOT ALONE!

Four woman workers of the SF Trade Textile Plant have been picketing at the entrance of the Gaziemir Free Zone for 143 days for being involved in union activities.

The unionization of workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Industries, a joint venture between the Turkish Kale Group and the American Pratt&Whitney primarily for making engine parts for the F-35 fighter, spurred the capitalist bosses to action.

When workers in the Kale Pratt&Whitney Aero Engine Plant joined the All Metal Workers Union, the employer terminated 94 workers.

The plant management had effectively reduced wages to minimum wage with low raises, and had started to engage in mobbing against workers after the S-400 crisis with the US. As a result, the workers began to organize under the All Metal Workers Union, a member of DİSK. When the workers exercised their constitutional right and joined the union, the first move was to terminate 7 workers one night, for no reason. The terminated workers staged a demonstration in front of the plant. The workers who expressed support for their fired colleagues were terminated themselves within a few days. Soon, 94 workers had been fired. Then, the plant manager called the workers to a meeting and offered to re-hire them on the condition that they resign from the union. When the workers refused, they responded with threats and insults. The workers started a sit-in on February 29 at the entrance of the Aegean Free Zone to fight for their right to unionize.

The workers fight against the usurping of their legal and legitimate right to unionize, while the employer terminates workers for various reasons. It all boils down to a smear campaign using cherry-picked articles of the labor law, designed to make the employer look righteous on a legal basis. This is not new to the capital: it is a tested method used to break unionization. To prevent unionization among workers, they will identify union members and fire them using various excuses. This plays out once again in the SF Trade and Kale Pratt&Whitney Aero Engine plants.

The bosses of Kale Pratt&Whitney Aero Engine plant fire unionized workers on the one hand, while hiring new and non-union workers on the other to prevent the union from gaining majority. The forces of labor and democracy are obligated to defend the acquired rights of the working class against unlawfulness and injustice, and to rise in solidarity with the working class.

The workers and laborers will expose capitalist bosses for the frauds they are. Today, SF Trade Textile workers are at resistance at the entrance of the Gaziemir Free Zone, and Aero Engine workers are at resistance at the Izmir Fair Gate of the Free Zone. The working class and all people in support of labor stand with the textile and aero engine workers; they support them in solidarity, helping them feel that they are not alone. The justice of time will favor the workers. Workers who resist will finally and rightfully prevail. We stand with workers who recognize the power of organized struggle, who defy the capital and take a step for unionization.

Workers who resist and fight are not alone. The workers, laborers, friends of labor, and the makers of all value stand with them. 11.03.2020

Glory to the working class!
Glory to the workers’ resistance!

İmece Friendship Solidarity Association

SF Trade Tekstil işçileri ve Kale Pratt&Whitney F-35 Uçak Fabrikası işçileri yalnız değildir.

SF TRADE İŞÇİLERİ VE KALE PRATT&WHİTNEY İŞÇİLERİ YALNIZ DEĞİLDİR!

SF Trade Tekstil Fabrikasından 4 kadın işçi sendikal faaliyet yürütükleri için 143 gündür, Gaziemir Serbest Bölge girişinde direniyor.

Türk Kale Grubu ile Amerikan Pratt&Whitney ortaklı ve ağırlıklı olarak F-35 savaş uçaklarının motor parçalarının üretildiği Kale& Pratt Whitney Uçak Motor Sanayi fabrikasında çalışan işçilerin sendikal örgütlenmeleri de kapitalist patronları harekete geçirdi.

Kale &PrattWhitney Uçak Motor Fabrikasında çalışan işçilerin Birleşik Metal -İş Sendikasında üye olmaları üzerine işveren 94 işçiyi işten çıkardı.

Fabrika yönetimi, yaptığı düşük zam oranıyla işçilerin ücretlerini asgari ücret seviyesine indirmiş, Amerika ile yaşanan S-400 gerilimi sonrasında ise işçilere yönelik mobbing uygulamalarını arttırmıştı. Bunun sonucunda işçiler DİSK’e bağlı Birleşik Metal-İş sendikasında örgütlenme çalışmasına başladı. İşçiler anayasal haklarını kullanarak sendikaya üye olunca ilk önce 7 işçinin işine, hiçbir sebep gösterilmeden gece yarısı son verildi. Atılan işçiler, sendika ile birlikte fabrika önünde eylem yaptı. Atılan arkadaşlarına destek veren fabrika içerisindeki işçiler ise birkaç gün içerisinde işten atıldı. Bu süreçte işten atılan işçilerin sayısı 94’e ulaştı. Daha sonra fabrika müdürü, atılan işçileri grup halinde görüşmeye çağırarak; sendikadan istifa etmeleri karşılığında işe tekrar almayı teklif etti. İşçilerin bunu kabul etmemesi üzerine onlara tehdit ve hakaretlerde bulundu. Sendika hakkını savunan ve bunun için mücadele eden işçiler ise Ege Serbest Bölge önünde 29 Şubat’ta direnişe başladı.

İşçilerin yasal ve meşru sendikal örgütlenme hakkı tasfiye edilmeye çalışılıyor. işveren çeşitli gerekçelerle işçileri işten çıkarıyor. Bütün çabası da iş yasasının ilgili maddelerini kullanarak, ‘çamur at izi kalsın ‘ politikasıyla kendisini hukuksal düzlemde haklı göstermeye çalışmak. Sermayenin bu tutumu yeni değildir ve sendikal örgütlenmeyi kırmak için kullandığı bir yöntemdir. Sendikalaşmayı engellemek için tespit ettikleri örgütlü işçileri çeşitli gerekçelerle işten tasfiye etmeye çalışırlar. Aynı oyun bugün SF Trade ve Kale&Pratt Whitney Uçak Fabrikasında oynanıyor.

Kale Pratt&Whitney Uçak Fabrikası patronları , sendikalı işçileri işten atarken diğer taraftan sendikanın yeterli çoğunluk sağlamasını önlemek için işyerine yeni işçi girişi yapıyor. Bu hukuksuzluğa, adaletsizliğe karşı işçi sınıfının kazanılmış haklarını savunmak ve işçilerle dayanışmayı büyütmek sınıfın, emek ve demokrasi güçlerinin omuzlarındadır.

Kapitalist patronların oyununu işçi sınıfı ve emekçiler bozacaktır. SF Trade Tekstil işçisi kadınlar Gaziemir Serbest Bölge girişinde, Uçak Fabrikası işçileri Serbest Bölge İzmir Fuar kapısı girişinde direniyorlar. İşçi sınıfı emekçiler, emekten yana tüm insanlar tekstil işçilerinin ve Uçak Fabrikası işçilerinin yanındadır , dayanışmalarını ve destekleri ile işçilere yalnız olmadıklarını göstermektedir. Zamanın haklı saati işçilerden yana çalışmaktadır. Direnen İşçiler en sonunda mücadele ile kazanacaktır. Bizler örgütlü olmanın gücünü bilen ve sendika örgütlülüğü için ileri atılan, sermayeye boyun eğmeyen işçilerin yanındayız.

Direnen mücadele eden işçiler yalnız değildir. Bütün değerleri üreten işçi sınıfı ve emekçiler, emek dostları yanlarındadır.
Yaşasın işçi sınıfımız!
Yaşasın işçilerin direnişi!

İzmir’de binlerce kadın savaşa, kadın cinayetlerine,tacize tecavüze,çocuk istismarlarına,sömürüye,işten atılmalara,karşı isyan etti.

İzmir Kadın Platformunun çağrısıyla ÖSYM önünde binlerce kadın bir araya gelerek Alsancak Türkan Saylan Kültür Merkezi önüne yürüdü. Kadınlar, yürüyüşe mor renkli eldivenler, mor giysileri ile katıldı. Kadınlar kapitalizm ve faşizm tarafından önü açılan, kışkırtılan kadın cinayetlerine, tacize, tecavüze, çocuk istismarlarına, yoksulluğa, sömürüye, işten atılmalara, Suriye’de savaşa karşı haykırdılar.
Yürüyüşe sendikalı oldukları işten atılan SF işçileri, DİSK Genel Başkanı Arzu Çerkezoğlu, HDP İzmir Milletvekili Serpil Kemalbay ve Muş Milletvekili Gülistan Koçyiğit’ de katıldı.Türkçe ve Kürtçe olan basın açıklamasını Didar Gül, Nagihan Sümen, Eren Saran okudu.
Açıklama şöyle;
“8 Mart 1857’de ABD’de ağır çalışma koşullarına, uzun çalışma saatlerine ve düşük ücretlere karşı greve çıkan dokuma işçilerine polis saldırısı sonucu çoğunluğu kadın 129 işçi yanarak can verdi. İkinci Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’nda Clara Zetkin’in önerisiyle 8 Mart 1910 yılından beri kadınların birlik mücadele ve dayanışma günü olarak sokaklara çıktığı gün oldu. Tam 120 yıldır her yıl 8 Mart’ta kadınlar olarak dünyanın her yerinde kapitalizme, yoksulluğa, savaşa, şiddete, ayrımcılığa, ataerkiye karşı eşitlik ve özgürlük talepleriyle sokaklara çıkıyoruz. Bugün de yine aynı sebeplerle sokaktayız. Her gün bir kız kardeşimiz, şiddet yüzünden, yoksulluğun, yoksunluğun, yalnızlığın bunaltması yüzünden, ağır çalışma koşulları, uzun mesailer ve iş yerinde alınmayan önlemlerin yarattığı işçi cinayetleri yüzünden aramızdan koparılırken; biz, kopmaz bağlarla birbirimize sarılmak, o bağlarla birbirine ve hayata sımsıkı tutunan kadınların sayısını çoğaltmak üzere buradayız.
YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI
Tek adam iktidarının ekonomide, siyasette, eğitimde, sağlıkta toplumsal yaşamın her alanında sürdürdüğü kadın politikası kadınların evde, işte, okulda, fabrikada, sokakta her alandaki eşitsizliğini giderek derinleştiriyor, kadına yönelik şiddeti daha da artırıyor. Her ay onlarca kadın katlediliyor, yüzlercesi şiddet görüyor, tecavüze uğruyor. Kadına yönelik şiddeti önlemek bir yana daha da katmerlendirecek yargı ve meclis kararlarına imza atılıyor. Mücadeleyle kazanılmış ve yasalarla garanti altına alınmış haklarımıza göz dikiliyor, uluslararası sözleşmeler ve yasalar kaldırılmak isteniyor.
İşçi, emekçi, genç, yaşlı, Türk, Kürt, Ermeni, Suriyeli, göçmen, biseksüel, lezbiyen kadınlar ve transerkekler, nonbinaryler, queerler olarak gün geçtikçe daha fazla tedirgin olarak çıkıyoruz sokağa; sokaklar bizler için giderek daha güvensiz hale geliyor … Milyonlarcamız ev içinde yaşadığı şiddetle baş başa; başvuracağımız devlet mekanizmaları çalışmıyor, şiddetten kurtularak yeni bir yaşam kurma olanakları gün geçtikçe daha da daraltılıyor çünkü…
KADIN YAŞAM ÖZGÜRLÜK
JİN JİYAN AZADİ
Çalışmak için daha yola çıkarken ayrımcılıkla, eşitsizlikle karşı karşıya kalıyoruz. İşe ulaşım dert, iş yerinde çalışmak dert, çalışarak geçinmek dert, geçim zorluklarıyla hayatı sürdürmek dert! Genç kadınlar olarak ne istihdamda ne eğitimde yer alabiliyor, çalışmak istediğimizde “eğitimsizlik”, eğitim almak istediğimizde “parasızlık” yüzünden iki kat zorluk çekiyoruz. Yurtta barınmak, kampüste var olmak, sokakta özgür olmak genç kadınlara çok görülüyor!
Çocukların, hanedeki engelli ve yaşlıların bütün hayati ihtiyaçlarını tek başımıza karşılamak zorunda bırakılıyoruz. Kreş yok, engelli ve yaşlı bakım merkezi yok, bakım yükünü kadının sırtından alacak bir devlet politikası yok! Kadınlar hayatlarının en verimli, en hayat dolu zamanlarını ömür törpüsü bakım yükleri ve ev işleriyle harcamak zorunda bırakılıyor. Sermaye yanlısı AKP iktidarının “muhafazakar toplum” inşası planının bir parçası olarak kadınlar gelenek ve din kıskacında kuşatılıyor, evin yüksek duvarları ile sanayinin acımasız dişlileri arasında çiğnenmeye mahkum ediliyor.
GÖRÜNMEYEN EMEK SESİNİ YÜKSELT
Sebebi olmadığımız krizin tüm yükü herkesten çok biz kadınların omuzuna yıkılıyor. Erkek egemen kapitalist sistem yüzünden kadınlar esnek, kuralsız, güvencesiz, kayıt dışı bir biçimde, kat kat sömürülerek, doğum izni, süt izni, kreş hakkı gibi haklarımıza tek tek göz dikilerek çalışmak zorunda bırakılıyor. Hem evde hem işte çalışan kadınlar, işyerlerinde aynı işi yapan erkeklere oranla daha düşük ücretler alıyor. Ne kadar çalışırsak çalışalım yoksulluk derinleşiyor, yoksulluk derinleştikçe şiddet ve sömürü katmerleniyor. İşten atılmalarda ilk olarak kadınlar hedef alınıyor, bu yüzden kadınlar üretim ilişkilerinin dışına itilerek ev içerisine ve “aileye” hapsediliyor. Bugün dünden daha çok kadın iş aramaktan vazgeçiyor ve eve hapsolmuş kadınlar işsizler ordusundan sayılmıyor. Bu ülkede binlerce kadının parça başı işlerle emeği görünmezleştiriliyor, emeklilik hakkı yok sayılıyor!
Her alanda kadın emeği sömürüsüne de emeğimizi gasp etmenize de izin vermeyeceğiz.
KRİZİN YÜKÜ PATRONLARA
YAŞASIN İŞ EKMEK ÖZGÜRLÜK MÜCADELEMİZ
Her gün yeni bir adaletsiz yargı kararına uyanıyoruz. Nadira Kadirova, Yelda, Rabia Naz, cinayetlerinde olduğu gibi katiller erkek devlet ve yargı eliyle korunuyor. Salıverilen kadın katilleri, hakkında soruşturma bile açılmayan çocuk istismarcıları, adeta pohpohlanan taciz, tecavüz failleri, indirim üstüne indirim alarak cezaları kuşa çevrilen kadın düşmanlarıyla şiddet, taciz ve istismar adeta teşvik ediliyor. Binlerce trans, biseksüel, lezbiyen cinsel yönelimleri nedeniyle yok sayılıyor, katlediliyor, katilleri aklanıyor.
Buradan bir kez daha sesleniyoruz. Bir kişi daha eksilmeye tahammülümüz kalmadı. Emeğimizi sömüren, şiddeti körükleyen yasa ve uygulamalarınızı kabul etmiyoruz. Sözde eşitlik değil gerçek eşitlik istiyoruz. Her gün sokaklarda, adliye önlerinde, sosyal medyada, kadın ve lgbti+ derneklerinde, hukuk kurumlarında gerçek adalet için dayanışmayı büyütmeye devam edeceğiz. Şule Çet, Alara Karademir, Helin Palandöken davalarında olduğu gibi adaleti siz sağlamayacaksanız, kadın dayanışması sağlayacak.
Bugün buraya bu dayanışmayı daha da büyütmeye geldik .
Ve tekrar soruyoruz. Gülistan Doku nerede?
Rabia Naz, Nadira ve Yelda’nın cinayet davasında neyi örtbas etmek istiyorsunuz, kimi koruyorsunuz?
ERKEK ADALET DEĞİL GERÇEK ADALET
KADIN CİNAYETLERİ POLİTİKTİR
Yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklarla mücadele vaadiyele iktidara gelen AKP hükümeti, Elazığ depreminde Kızılay tartışmalarıyla ortaya saçıldığı gibi ülke yer altı ve yer üstü kaynaklarını yandaş sermayeye peşkeş çekip, karşılığında kamu kurumları aracılığıyla cemaatlere para aktarırken, vergilerinin hesabını soran kamu emekçilerine, ağaca, torağa, suya sahip çıkan, köylü kadınlara polis copları, tazyikli su, biber gazı ile saldırıyor. Aynı erkek devlet şiddetine karşı dünya kadınlarıyla dayanışma için dans eden, duruşma salonlarında dava takibi yapan kadınları yerlerde sürüklüyor, gözaltılarla davalarla sindirmeye çalışıyor. Cevabımız hazır,
SUSMUYORUZ KORKMUYORUZ İTAAT ETMİYORUZ
İçerde ve dışarıda savaş politikasındaki ısrar en çok kadınlara zarar veriyor. Irak’ta Suriye’de Libya’da girişilen her operasyon bir yandan binlerce dolara yani daha çok yoksulluğa mal olurken, diğer yandan binlerce insan yerinden yurdundan ediliyor, en çok da kadınlar ve çocuklar mülteci olmaya itiliyor. En son İdlib’de gerçekleşen saldırıda olduğu gibi yoksul ailelerin ocağına ateş düşüyor. Ölen askerlerin ardından annelerinden “vatan sağ olsun” demesi bekleniyor.
Suriye politikasında sıkışan AKP iktidarı, mültecileri Avrupa ülkelerine karşı koz olarak sınırlara sürüyor. Bu karda kışta, kadın çoluk çocuk demeden insani tüm koşullardan uzak bir şekilde sınırda beklemelerine, umutlarının, hayatlarının tükenmesine, insan kaçakçılarının elinde ölüme gitmelerine göz yumuluyor.
Emperyalist çıkarlar uğruna girişilen savaş, asıl sebebi göçmenlermiş gibi gösterilerek yoksul halklar birbirine kırdırılıyor.
Sınırlara gitmeyen binlerce göçmen kadın, yaşadıkları korku bir yana, daha çok sömürü, baskı ve tacize maruz kalıyor, kimlik problemi, geri gönderme kararları yüzünden yaşadıklarına ses dahi çıkaramıyor.
Silah tekellerinin çıkarını “milli çıkar” diye önümüze serenler bilsinler ki
Bizim sizin karınıza feda edeceğimiz ne bir çocuğumuz ne de bir canımız var. Ülkede demokrasi, bölgede barış istiyoruz. Suriye topraklarından çıkılmalı, bölgeye emperyalist müdahalelere son verilmelidir.
KADINLAR SAVAŞ İSTEMİYOR
Her gün televizyonlardan, gazetelerden, sosyal medyadan, ders kitaplarından, okul sınıflarından kadınların “insanlığını” sorgulayan karanlık fikirler; adına din adamı, akademisyen, gazeteci, dernek yöneticisi, devlet adamı denen gericilik odakları tarafından boca ediliyor üzerimize! Kadınları erkeklerle eşit görmeyen, kadınları eşit haklara sahip yurttaşlar değil, adeta erkeğin köleleri haline getirmek isteyen, kadınların mücadeleyle kazanılmış haklarını bu karanlık zihniyetleriyle yok etmeye çalışanlar günden güne daha güçlü çıkarıyorlar seslerini. Çünkü bu cüreti onlara devletin tüm olanaklarını ve kurumlarını kullanan iktidar veriyor!
Biz biliyoruz ki bu karanlık ancak bin bir derdin ortasında bir başına kalmak istemeyen, birlikte olursak güçlü olacağını bilen kadınların dayanışmasıyla aydınlanır.
Bunun için buradayız.

YAŞASIN KADIN DAYANIŞMASI
Ve biz yalnızca Türkiye’de değil dünyadayız.
Biz Hindistan’da ödenmeyen ücretlere karşı greve çıkan 30 bin sağlık emekçisi, Meksika’da katledilen kadın cinayetlerine karşı sokaklara çıkan kadınlarız, Irak, Lübnan, Rojava, Ekvador ve Şili’de kapitalizme, emperyalist savaşlara karşı insanca bir yaşam ve eşitlik talepleriyle sokaklara çıkan halkların en önünde yer alanlarız. İsviçre’de gerçek eşitlik, ücrette adalet talepleriyle mücadeleyi büyüten, İrlanda, Arjantin’de kürtaj hakkı için sokakları dolduran kadınlarız.
Biz Gaziemir serbest bölgede sendikalaştığı için işten atılan Sf Trade işçileriyiz, sendikal hakları için direnen Bergama Belediyesi işçileriyiz, biz daha iyi koşullarda çalışmak ve yaşamak isteyen, atölyelerde, fabrikalarda, hastanelerde, okullarda, tarlalarda olan kadınlarız, biz ölmek istemiyoruz diyen Emine Bulut’uz, biz halkların kardeşliği diyen, barışta ısrar eden kadınlarız, biz ötekileştirilmeye, yok sayılmaya karşı mücadele eden lezbiyen, biseksüel, translarız.
KADINLAR ARTIK SUSMAYACAKLAR SUSMAYACAKLAR SUSMAYACAKLAR
Kapitalizme, cinsel, sınıfsal, ulusal sömürüye, ataerkiye, baskı ve zorbalığınıza karşı dayanışmayla güçlenecek, dünyayı değiştirmek için mücadelemize devam edeceğiz.
Eşit, özgür, bir yaşam için, krize, savaşa, şiddete, sömürüye karşı yan yana gelmeye, sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.
Daha fazla kar isteyen sermayenin ve sermaye yanlısı AKP/ Erdoğan iktidarının yarattığı ekonomik krizin faturasını ödemeyeceğiz,
Biz kadınlar, sömürüye karşı emeğimize sahip çıkıyoruz!
Eşit işe eşit ücret talep ediyoruz!
Doğum izni süresinin 20 haftaya çıkarılmasını istiyoruz.
30 işçinin çalıştığı işyerlerine cinsiyete bakılmaksızın kreş zorunluluğunun getirilmesini istiyoruz.
Her mahalleye ücretsiz kreş ve bakım evleri istiyoruz.
Kayıt dışı, kuralsız, esnek ve yarı zamanlı çalışmanın yasaklanmasını, kadınlara güvenceli iş olanaklarının yaratılmasını istiyoruz.
Mülteci haklarının tanınmasını istiyoruz.
Kadın danışma ve dayanışma merkezleri, tecavüz kriz merkezleri açılmasını istiyoruz.
Kadın cinayetlerinde “iyi hal” indirimlerinin sona ermesini istiyoruz.
KHK’larla bir gecede ekmeğinden olan, sosyal ve politik yaşamdan uzaklaştırarak eve kapatılmak istenen kamu emekçisi kadınların işe geri dönmesini istiyoruz.
Mücadelelerle kazanılmış, kayyumlar ve tutuklamalarla elimizden alınmak istenen eş başkanlık hakkımızı elimizden almanıza izin vermeyeceğiz.
Erkek şiddeti ile katledilen, katilleri aklanmaya çalışılan kadınların hesabını hep birlikte soracağız.
Daha önce defalarca geri çektirdiğimiz o yasayı meclisten geçirtmeyecek, çocuk istismarını aklatmayacağız.
İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa, nafaka hakkı gibi haklarımızdan vazgeçmeyeceğiz.
Yaşanılabilir bir dünya için barışı, laikliği, eşitliği savunmaya devam edeceğiz.
YAŞASIN 8 MART MÜCADELEMİZ
İZMİR KADIN PLATFORMU”

İzmir Kadın Platformu SF Trade’de işten atılan ve işe geri dönmek için direnen kadın işçileri ziyaret etti.

İzmir Kadın Platformu İzmir Serbest Bölgede faaliyet gösteren SF TRADE şirketinde sendikaya kayıt oldukları için işten atılan ve 140 gündür Direnişlerini sürdüren 4 Kadın işçiyi ziyaret etti.

İzmir Kadın Platformu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü öncesinde sendikalaştıkları için işten çıkarılan SF Trade İşçileri ile dayanışma amacıyla Gaziemir’de bulunan Ege Serbest Sanayi Bölgesi önünde müzik dinletisi ve serbest kürsü ile fikir, görüş paylaşımı gerçekleştirdi.

Etkinliğe İzmir Kadın Platformu katılımcıları olarak İzmir Kadın Meclisleri, Kadınlar Birlikte Güçlü ve siyasi parti temsilcileri de katıldı. Kadınlar ‘SF Trade İşçisi Yalnız Değildir’ yazılı pankartını taşıdı. “SF işçisi yalnız değildir, sendika haktır gasp edilemez, jin jiyan azadi, yaşasın kadın dayanışması, sendika hakkımız gasp edilemez, yaşasın kadın dayanışması” sloganları atıldı.

İlk olarak direnen dört kadın işçi ayrı ayrı İzmir Kadın Platformu üyesi kadınlara hoş geldiniz dedi.

İlk olarak konuşan Deriteks Sendikası Uluslararası İlişkiler Sekreteri Şeyda Çelikel, işyerlerinde baskıların her gün daha da artarak devam ettiğini belirtti. Şeyda, “Mücadelemizi uluslararası platforma taşıyarak gerek üretim yaptıkları markalara gerekse sendikalarla iletişim halinde olduğumuzu ve çözüme doğru sosyal diyalog yöntemi ile ilerlediğimizi bildirmek isteriz. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günümüzü burada kutluyoruz” dedi.

Ardından İzmir Kadın Platformu adına söz alan Günseli Kaya, “8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününün önemine değinerek, “Bu mücadele kadınların eşitlik mücadelesidir. Bu mücadele emeğin özgürleşmesi için sendikal mücadelede yerlerini alıp mücadelenin önüne geçen kadınların gündür. Bu mücadele bütün dünyada 1910 yılından bu yana işçi emekçi kadınların mücadeleden vazgeçmeyeceklerini gösteren simge bir gündür” dedi. “İşçi sınıfının en yoğun çalıştırılanı olan kadın işçiler. Bu mücadelenin sonunda kadınlar bayrağı eline alıp eşitlik mücadelesini yukarıya taşıyacaklardır. Tarih göstermiştir ki kazananlar sadece direnenler olmuştur. İşte biz mücadeleyi okul gibi gören bu işçi arkadaşlarımızın kendilerinin ifadesiyle değişip dönüştükleri dostları ve düşmanlarını tanıdıkları dostlarını yanlarına aldıkları bu koşullarda mutlaka başarıya ulaşacaktır” diye konuştu

İ

Konuşmanın ardından Viyan Kadın Korosunun dinletisi gerçekleşti. Müzik dinletisinin ardından ise etkinlik devam etti.

Deriteks Sendikasından Ceren “Direnişçi kadınların baskı ve mobbing sonrası sendikaya üye olduğunu, baskıların devam ettiğini söyledi. İşçilerin hatasız üretim yapmak için zorlandığını, işten çıkarılmak için tehdit edildiklerini kaydeden Ceren, “Şube başkanının paylaşımları örnek gösterilerek yüksek meblağlı ceza davaları açmak için tehditlerde bulunuyor. Davaları açtıkları zaman şube başkanı ve 4 arkadaşımız Ankara’ya TBMM’ye yürüyecek. O zaman da sizlere destek bekliyoruz. Dedi Ceren İKP’nin pankartının mücadele boyunca asılı kalacağını belirtti

Deriteks Sendikasından Fatma Alökmen, kadınların üzerindeki baskıların AKP iktidarı ile daha da katlandığını dile getirdi. Fatma, “Fabrikadan sokaklara, okul sırlarına her yerde kadınlar daha çok baskıya maruz kalıyor. Tekstilde mobbingin en fazlasını kadın işçiler yaşıyor. Türkiye’deki kriz var ve krizin yükü kadınların sırtında. İlk kapı önüne konan kadın işçiler oluyor. Sendikalı oldukları için işten atılıyorlar” diye konuştu.

KHK eliyle bir gecede çalışma hakkından, işinden, ekmeğinden edilen kamu emekçileri Karşıyaka Çarşı girişinde 138. oturma eylemini yaptı. KHK’li kadın emekçiler, 8 Mart’a Emekçi kadınlar gününe gidilirken, 138.oturma eyleminde haklarını ve taleplerini haykırdılar.

KHK eliyle bir gecede çalışma hakkından, işinden, ekmeğinden edilen kamu emekçileri Karşıyaka Çarşı girişinde 138. oturma eylemini yaptı. KHK’li kadın emekçiler, 8 Mart’a Emekçi kadınlar gününe gidilirken, kadına yönelik şiddetin , savaşın, militarizmin, gericiliğin, şiddetin, yoksulluğun, güvencesizliğin ivme kazanarak arttığı ve İstanbul’da 1-10 mart tarihleri arasında basın açıklaması ve yürüyüş, miting vb etkinliklerin yasaklandığı koşulları değiştirmek için 138.oturma eyleminde haklarını ve taleplerini haykırdılar.

Açıklamayı Dilek Kanlıbaş Demir yaptı. açıklama şöyle;

Doğa Benim, Üreten Benim, Emek Benim, Yaşam Benim, BEN KADINIM!

8 mart 1857’te New york’ta kadın işçilerin uzun çalışma saatlerine, kölelik koşullarına karşı direnirken katledilişlerinin 163. yılında, bu 8 martta da, itirazlarımızı, isyanımızı, mücadele inadımızı kuşandık el ele alanlardayız.

Evet; 1957’den bu yana hak almak ve özgür olmak için yürüttüğümüz mücadele tarihimizle çok yol aldık. Ne var ki, rengimiz, dilimiz, inancımız farketmeksizin, haklarımıza, kazanımlarımıza saldırılar, katmerli sömürü, baskı ve şiddet artarak devam ediyor.

Yağma, talan, aşırı kar hırsı, ekosistemi yok edecek düzeye ulaştı. Eşitsizlik, işsizlik, yoksulluk, açlık, savaş, göç, ölüm akıl almaz boyutlarda. Buna karşın, yoksul halklar, emekçiler, kadınlar, gençler ve doğa “bu böyle gitmez” diyerek haykırıyor. Otoriter ve popülist iktidarlar varlıklarını sürdürmek için bu haykırışları susturmak istiyor ve baskıyı, savaş politikalarını, şiddeti artırıyor.

Kadınlar baskılara boyun eğmiyor,yeryüzünün her yerinde direniyor, tarih yazıyor,
Yoksulluğa, işsizliğe, güvencesizliğe, köleliğe, savaşlara,doğa ve yaşam alanlarının talanına karşı yükselen halk isyanlarında en önde yer alıyor,
Yaşamlarına, emeğine, bedenine, kimliğine sahip çıkıyor, meydanları dolduruyor.
Şiddete, tacize, tecavüze, cinsiyetçiliğe, eşitsizliğe, ırkçılığa ve kadınların inkarına yönelik politikalara karşı özgün, yeni ve yaratıcı direnişlerini birbiriyle buluşturuyor.
Şili’de başlayan ve dünyanın her yerinden milyonlarca kadının eşlik ettiği,asıl failin yüzüne “katil, tecavüzcü sensin” diye haykıran lastesis dansımızda olduğu gibi iktidarlarını sürdürmek isteyenlere büyük korku salıyor.

Güvencesizlik, sömürü, ekonomik kriz, savaş ve şiddet sarmalına mahkum değiliz!

Bugün ülkemizde, kamudaki istihdam parçalı, performansa dayalı, esnek, güvencesiz bir yapıya dönüştürüldü. Bu dönüşüm beraberinde bize, daha fazla eşitsizlik, yoksulluk, ayrımcılık, cinsiyetçilik, şiddet, taciz ve mobbingi getirdi. Bu kölelik koşulları, baskıyla, örgütlülüğümüz parçalanarak kabul ettirilmek isteniyor. Ucuz ve güvencesiz yedek iş gücü olarak değerlendirilen kadın emeği ancak iş ve aile yaşamı uyumlaştırma anlayışıyla, istihdamda kendine yer bulabiliyor. Kamusal hizmetlerin kısıtlanmasının en başında, bakım sorumluluğunun kadınlara yüklenmesi geliyor. Haklarımız bir bir elimizden alınıyor. Din siyasallaştırılıyor, eşitsizlik fıtratla açıklanıyor. Savaşın, göçün ve ekonomik krizin en yakıcı sonuçlarını yine kadınlar yaşıyor.

Tüm bu politikalar siyasi iktidarın tercihi. Ülke kaynakları istenirse, savaş, rant, belli kesimler yerine kadınların, emekçilerin, gençlerin, tüm toplumun ihtiyaçları yerine kullanılabilir. Bizim tercihimiz yaşanabilir özgür, eşit ve sömürüsüz savaşsız bir ülke ve bir dünyadan yana!

Sevgili kadınlar,
Bize baskı, sömürü ve şiddet dışında bir şey vaat etmeyen ataerkil kapitalist sisteme karşı tarihimizden aldığımız gücümüzle mücadelemizi sürdürüyoruz.Çünkü adil, eşit ve özgür bir yaşamın biz kadınların mücadelesi ile kurulabileceğinin farkında olarak dünden bugüne her biri yaşamsal değerde olan haklı taleplerimizle bugün yine 8 mart alanlarındayız.
KESK olarak kadın emekçilerin öne çıkardığı dört ana talebinin acilen karşılanması gerektiğini buradan bir kez daha ifade etmek istiyoruz:

● Doğum izinleri arttırılmalı,
● 8 Mart kadınlar için ücretli izin günü sayılmalı,
● Kapatılan kamu kreşleri açılmalı,
● Kadın ve eşitlik bakanlığı kurulmalıdır.

Halkları düşmanlaştıran, kutuplaştırıcı, ayrımcı politikaların ve savaşın gölgesinde yaşamlarımızın yok edilmesine, savaştan, yoksulluktan kaçan mülteci kadınların uğradığı katmerli sömürüye ve şiddete, bizi her geçen gün daha da yoksullaştıran, yaşam koşullarımızı zorlaştıran ekonomik krizdeki sorumluluklarını militarist söylemlere örtbas etmek isteyenlere ve kendi gibi düşünmeyen herkesi hedef gösterenlere karşı barış içinde yaşam hakkımıza sahip çıkıyoruz.Sözümüzle, itirazlarımızla, haklı mücadelemiz ve haklı taleplerimizle sesleniyoruz:
*Eşit işe eşit ücret sağlanmalı
*İş yerinde şiddeti, ayrımcılığı ve mobbingi önleyen düzenlemeler yapılmalı
* Esnek-güvencesiz-kayıt dışı ve taşeron çalışmaya, kiralık işçilik uygulamasına son verilmeli, güvenceli iş, güvenli yaşam koşulları sağlanmalıdır.
*Kadınlara ve lgbti+’ lara yönelik her türlü şiddeti ve ayrımcılığı önleyici yasal düzenlemeler acilen yapılmalı,
*Grevli toplu sözleşme hakkı, sendikal hak ve özgürlüklerimiz önündeki engeller kaldırılmalı,
* Kamu kurumlarının bütçeleri toplumsal cinsiyet eşitliği perspektifiyle hazırlanmalı,
*OHAL komisyonu derhal lağvedilmeli, KHK’lerle haksız hukuksuz yere işten çıkarılan tüm emekçiler görevlerine iade edilmeli,
*Kadınlar için daha fazla yoksulluk, şiddet, göç ve ayrımcılık anlamına gelen savaş politikaları son bulmalı. Eşit ve özgür biçimde barış içinde bir arada yaşamın sağlanacağı demokratik koşulların oluşması sağlanmalı,
*Eğitim ve sağlık alanı başta olmak üzere kamusal alanın tümüne yayılan dinselleştirme politikalarından vazgeçilmeli,
*İstanbul sözleşmesi başta olmak üzere kadınlardan yana imza atılan uluslararası sözleşmelerin gereklikleri yerine getirilmelidir. Ve diyoruz ki,
Çözüm, sorunları yaratan ve artıranlarda değil, örgütlü kadın mücadelesinde, Bizler milyonlarız, haklı olanlarız. Gelin her birimiz haklı taleplerimizi, mücadeleyi sahiplenelim. Kazanalım.

Yaşasın Örgütlü Kadın Mücadelesi!
Yaşasın 8 mart!