İzmir KESK-Eğitim-Sen 2 nolu Şube, Milli Eğitim Bakanlığı’nın cemaat vakıflarına destek olmasına, eğitimin ticarileştirilmesine, dinselleştirilmesine, öğrenci işçi emeği sömürüsüne, çocuk işçi cinayetlerine karşı laik demokratik eğitim , hak ve adalet talepleri için mücadele edeceğiz..

İzmir KESK-Eğitim-Sen 2 No’lu Şube  oturma eyleminin   278.  haftasında çocuk emeği sömürüsüne, çocuk işçi cinayetlerine , laik demokratik eğitim, KHK hukuksuzluğuna, adaletsizliğe karşı,   eşitlik, özgürlük, demokrasi, hak ve adalet  taleplerini  belirten basın açıklamasını Karşıyaka Çarşı girişinde  yaptı.

“Basına ve kamuoyuna

2023/2024 eğitim öğretim yılının ilk dönemini geride bırakmış bulunmaktayız. Geçen hafta çeşitli illerde yaptığımız basın açıklamalarında Milli Eğitim Bakanlığının eğitimde artarak devam eden problemlere yönelik rolünü vurgulamak üzere bir araya geldik ve Bakanlığa karnelerini ilettik. Cemaat vakıflarına destekten eğitimin ticarileştirilmesine, MESEM’ler ile çocuk emeği sömürüsünden öğrencilerin yeterli beslenememesine kadar yaşadığımız birçok sorunu dile getirdik. Eğitimde yaşadığımız sorunlar yapısal hale gelmekte ve kalıcılaşmakta fakat Milli Eğitim Bakanlığı sorunların giderilmesinde somut ve çözüme dayalı bir yaklaşım sergilememektedir.

İstanbul’da 14 yaşındaki Arda Tonbul meslek lisesindeki stajını yaparken kafasını sac büküm makinesine kaptırarak geçen hafta hayatını kaybetti. Güvencesiz ve denetimsiz koşullarda üç kuruş para karşılığında çocukların ucuz iş gücü olmalarını sağlayanlar Arda’yı aramızdan aldılar. Çocukların ucuz iş gücü olarak kullanılıp kamu kaynaklarının sermayedarlara aktarılmasının bir yolu şeklinde tasarlanan MESEM’ler uygulamanın başladığı günden bu yana çocukları çarklarında öğüten bir sistem haline gelmiştir. Uygulama kapsamında çocuklara asgari ücretin üçte biri oranında staj ücreti verilirken, bu ücretin üçte ikisi kamu kaynaklarından karşılandığı için çocukların emeği, patronlara bizzat siyasi iktidar tarafından adeta peşkeş çekilmektedir. 16 yaş altı çocukların staj adı altında denetimsiz, kontrolsüz, tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde çalıştırılması yasakken, çocuklarımız iş cinayetlerinde yaşamını yitirmeye sorumluların gözleri önünde devam etmektedir.

Eğitimdeki dinselleşme hızı dozajını arttırarak devam etmektedir. Okullarda mesai saatlerinin ve okul ders planlarının cuma namazı saatlerine göre düzenlenmek istenmesi, öğretmenlere yönelik tek tip kıyafet dayatması, okullarda dini faaliyetlerin eğitimin önüne geçmesi ve karma eğitim ilkesinin ihlal edilmesi gibi girişimler, eğitim sistemini dini kurallara göre biçimlendirme uygulamalarının sadece birkaçıdır. Laik ve bilimsel eğitime yönelik açık bir tehdit olan bu uygulamalara karşı geçen hafta kuruluşunu ilan eden Laik Eğitim Demokratik Yaşam platformu eğitimdeki dinselleştirme ve gericileştirme politikalarına karşı verdiğimiz mücadelemizin yeni mevzisidir.

Son yıllarda yaşanan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle çocuklarını okula aç göndermek zorunda bırakılan halkın   cebinden yaptığı eğitim harcamalarındaki artışı durdurabilmek mümkün değildir. Kamu kaynaklarının devlet okulları için kullanılması yerine özel okullara teşvik adı altında aktarılması, eğitimde yaşanan eşitsizlikleri ve okullar arasındaki nitelik farklarını daha da derinleştiren bir işlev görmektedir. Bu durum okulları sadece devlet okulu-özel okul şeklinde ayrıştırmakla kalmamış, aynı zamanda zenginle yoksula ayrı ayrı ‘devlet okulu’, hatta aynı devlet okulu içinde gelir durumuna ya da başarı düzeyine göre farklı sınıflar oluşturulmasının önünü açmıştır. Bu tabloyu daha net açıklamamıza yardımcı olan verilere göre Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde bulunan 75 bin 19 okulun 14 bin 281’ini özel okullar oluşturmaktadır. Bir diğer deyişle, ülkemizdeki her 5 okuldan biri patronlar tarafından yönetilmektedir.

Örgütlü mücadelemizi hedef alan her türlü yasadışı girişim ve saldırıya rağmen 278. kez toplandığımız bu meydandan dile getirdiğimiz tüm bu yaşananları kabul etmediğimizi ve asla kabul etmeyeceğimizi duyuruyoruz. Eğitimdeki bu içler acısı tablonun ortaya çıkmasını hızlandıran, hukukun en temel ilkelerini ayaklar altına alarak oluşturulan KHK’lar ile boyun eğdirilmeye çalışan eğitim emekçileri sözünü söylemeye devam ediyor ve ihraç edilen açığa alınan tüm üyelerimiz tekrar görevlerine dönene kadar da edecek. Tüm bu anti demokratik ihraç kararlarına, baskılara karşın bu ülkenin onurlu ve mücadeleci eğitim emekçileri olarak boyun eğmedik, boyun eğmeyeceğiz.”

 

 

 

 

İzmir Kadın Platformu: Erkek adalet değil gerçek adalet

Datça’da bir kadına nitelikli cinsel saldırıda bulunduğu  gerekçesiyle, 18 yıl  6 ay ceza alan fakat Yargıtay kararı ile   usulen bozulan  davanın,  İzmir Bölge Adliye Mahkemesi 15. Ceza Dairesinde bugün yapılan duruşmasında   sanık Orçun Gültekin’in tutukluluğunun devamına,  cinsel saldırıya uğrayan kadından yeniden istenen adli tıp raporunun beklenmesine ve bir sonraki duruşmanın 20  Mart 2024  tarihinde   saat 10.00 da   yapılmasına karar verildi.  İzmir Kadın Platformu  bileşenleri  duruşmayı izledi.

Duruşma öncesi İzmir Kadın Platformu  İzmir Bölge Adliye Mahkemesi önünde bir basın açıklaması gerçekleştirdi. “Erkek adalet değil gerçek adalet. Mağdura değil faile ceza” pankartı açan kadınlar açıklama sırasında “İstanbul sözleşmesi yaşatır”, “Erkek adalet değil gerçek adalet”, “yaşasın kadın dayanışması” sloganlarını attı. Yapılan açıklama şöyle:

“Muğla’da 2021 yılında bir kadın bir erkek tarafından cinsel saldırıya maruz kaldı. Olayın üzerinden 3
yıla yakın bir süre geçti. Davanın geçmişine bakarsak Orçun Gültekin, yapılan ilk duruşmada toplamda
12 yıl hapis cezasına çarptırıldı ancak çeşitli gerekçelerle tahliye edildi. Karara itiraz edildikten sonra
burada, İzmir Bölge Adliye Mahkemesi’nde görülen duruşmada fail toplamda 18 yıldan fazla bir ceza
alarak tutuklandı ve cezaevine gönderildi. Bu kararla beraber kadınların adalete olan inancı artmış ve
mücadelemiz kazanmıştı.
Bugün tekrar burada toplandığımız içinse üzgün ve öfkeliyiz. Dosya temyize götürüldükten sonra
Yargıtay cezalandırma kararını sanık lehine bozdu. Gelinen noktada Yargıtay eksik incelemeyle karar
verildiğini söylüyor. Karar sonrası daha önceki raporlar yok sayılarak kız kardeşimizden İstanbul Adli
Tıp Kurumu’ndan tekrar bir rapor alması istendi.
Bu dosyada tutukluluk ve cezalandırma hali resmen bir çocuk oyuncağı haline geldi. İlk olarak bir
mahkeme serbest bırakıyor, sonra diğeri ceza verip tutukluyor, bir diğerinin verdiği ceza ise Yargıtay
tarafından bozuluyor.
Yargıtay’ın bozma kararının bizim açımızdan kabul edilebilir bir yanı yoktur. Bu karar hukuk dışıdır ve
kız kardeşimizin tam da fail cezalandırıldığı için az da olsa huzur bulacağı bir aşamada tekrar hukuk
eliyle mağdur edilmesine sebep olmuştur. Cinsel şiddet faili Orçun Gültekin ise adeta bir kez daha
ödüllendirilmiştir. Bu davada yaşananların ne yazık ki ne ilk ne de son olduğunu biliyoruz. İstanbul
Sözleşmesi’nden bir gecede tek taraflı olarak ayrılanlar, 6284 sayılı Kanun’u etkin şekilde
uygulamayanlar, her alanda laiklik düşmanı gerici politikalarla kadınları şiddetin açık hedefi haline
getirenler iktidarda olduğu müddetçe mücadeleden bir an bile vazgeçmememiz gerektiğinin
farkındayız.
Yargı süreçlerinde tüm bu yaşananlara bakıldığı zaman failin her an serbest bırakılmayacağının hiçbir
garantisi yok. Yani fail her an serbest kalıp, aramıza dönebilir ve elini kolunu sallayarak dolaşabilir. Biz
faile verilen 18 yıldan fazla olan cezanın bozulmasını kabul etmiyoruz.
Biz kadınlar adaleti daha önce pek çok kez mücadelemizle kazandık. Bu sefer de mücadelemiz
kazanacak biliyoruz. Adaleti kazanana dek davanın takipçisiyiz. İzmir’deki tüm kadınları da bu davanın
takipçisi olmaya çağırıyoruz. Yargıtay’ın kararı faili değil, kız kardeşimizi cezalandırmaya yönelik bir
noktada. Verilen bozma kararı, failin hak ettiği cezayı aldığını düşünen kız kardeşimizin üzerinde ikinci
bir psikolojik travma yarattı.
Bir kez daha söz veriyoruz: Tüm kadınlar için gerçek adalet sağlanana dek, şiddet, taciz, tecavüz,
sömürü son bulana dek mücadelemiz ve dayanışmamız sürecek. Hiçbir kadını da bu mücadelede asla
ama asla yalnız bırakmayacağız.
Yaşasın kadın dayanışması”

NİHAT KAYA

                                                                                                          NİHAT KAYA

Ege Üniversitesi Fen Fakültesi Matematik Bölümü 1977-1981 dönemi mezunu arkadaşımız, dostumuz Nazilli Lisesi emekli matematik öğretmeni Nİhat Kaya’yı bugün (19.01.2024) kalp krizinden kaybettik.

Nihat, bugün Nazilli’de İkindi vakti Yunus Emre Camisinden uğurlandı.. Anılarıyla bizimle yaşayacak.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri: Devrimci kardeşimiz Hrant Dink’i, yitirişimizin 17. yılında sevgi ve hiç bitmeyen bir özlemle anıyoruz.

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri  devrimci kardeşimiz Hrant Dink’in öldürülmesinin 17. yılında sokağa çıktı, “Unutulmadın Aramızdasın Ahparing”  pankartı  arkasında toplanarak,  Hrant’ı  andı ve açıklama yaptı. Açıklama sırasında katılımcılar,  “Faşizme inat kardeşimsin Hrant”, “Hepimiz Hrantız hepimiz  Ermeniyiz”,  “Katil devlet”,  ” Faşizme karşı omuz  omuza”, “Yaşasın halkların eşitliği ve kardeşliği”,  “Hrantı unutma unutturma” sloganları atıldı.

Basın açıklamasını Kesk  Dönem Sözcüsü  Bülent Karakaş okudu. Açıklama şöyle:

“Değerli dostlar.

Hrant’ın sevgili arkadaşları.

Uğur Mumcu’nun, Muammer Aksoy’un, Metin Göktepe’nin ve Onat Kutlar’ın da katledildiği, Türkiye’nin karanlık ocak ayında, kardeşimiz Hrant’ı anmak için, adalet talebimizi haykırmak için biraradayız.

17 yıl önce bugün, 19 Ocak 2007’de, Agos Gazetesi’nin kurucusu, genel yayın yönetmeni ve yazarı, sevgili Hrant Dink’i, devlet içindeki çetelerin müdahil olduğu bir suikast sonucu kaybettik.

Örgütlü bir şekilde yürütülen linç kampanyasında, sözel ve fiziksel saldırılara maruz kalan, barışa ve kardeşliğe olan umudunu dile getirdiği yazısı nedeniyle yargılanan ve mahkum edilen Hrant Dink’in öldürülmesini, Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi romanındaki ilk cümleden itibaren vurgulandığı gibi, “herkesin işleneceğini öngördüğü bir cinayet” olarak yaşadık.

Yaşanan bu linç sürecinde, basında ve görsel medyada yayınlanan haberlerle, yapılan yorumlarla, toplumda nefret duygusu yaratıldı, açıktan ölüm tehditleri yöneltildi, sevgili Hrant Dink adliye binası içinde fiziki saldırıya uğradı.

Cinayet sonrası ortaya çıkan belgelerden, emniyet ve istihbarat görevlilerinin bir cinayet hazırlığından haberdar oldukları, bu bilgileri ilgili makamlara iletmedikleri, Hrant’ın korunmadığı ortaya çıkmış ve en önemlisi bazı kamu görevlilerinin bu cinayetin işlenmesinde birinci derecede sorumlu oldukları gerçeğinin izine ulaşılmıştır.

Muktedirlerin kirli ortaklık sürecinde yaşanan soruşturma ve yargılama süreci, hiçbir zaman karanlığı aydınlatmadı, adalet ve hakikat arayışımız, gerçeklerin bilinçli bir şekilde gizlendiği yıllar içinde engellenmeye çalışıldı.

Hrant’ın ailesinin avukatlarının yaptığı başvuru üzerine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Dink-Türkiye kararında; resmi makamların Hrant Dink’in ölümcül bir saldırıya maruz kalma ihtimalinin yüksek olduğunu bildiklerini ya da bilebilecek durumda olduklarını,  somut koşullara bakıldığında Hrant Dink’e yönelik tehlikenin açık ve yakın bir tehlike olduğunu, cinayetin işlenmesini önlemekle yükümlü olan makamların ayrı ayrı ya da koordineli bir biçimde planlanmasından ve yakında işleneceğinden haberdar olmalarına rağmen Hrant Dink cinayetinin engellenmesi amacı ile harekete geçmedikleri ve cinayette sorumluluğu olan görevliler hakkında etkin bir soruşturma da yapılmadığı, bu nedenlerle yaşama hakkının esastan ve usuli yönden ihlal edildiği sonucuna vardı.

Son olarak bu cinayet planının son halkası, tetiği çeken katil, 2023 yılının temmuz ayında çıkarılan ve örtülü af niteliğindeki infaz düzenlemesinden yararlanarak geçtiğimiz aylarda serbest bırakıldı.

Ne yazık ki gücümüz, bir güvercinin ruh tedirginliğinde yaşayan kardeşimizi korumaya, yaşatmaya yetmedi.

Bizler, Hrant’ın şahsında biçimlenen düşünce ve düşünceyi ifade etme özgürlüğünü talep edenler, hakikat ve adalet arayışında olanlar; barış, demokrasi ve özgürlükler önüne örülen kalın duvarları yıkmaya, karanlığı aydınlığa kavuşturmaya kararlıyız.

Bu cinayetin gerçek sorumluları ortaya çıkana kadar, hiçbir suçun cezasız kalmaması için yargılama süreçlerini takip etmekten, bu uğurda her koşulda mücadele etmekten, adalet arayışımızdan asla vazgeçmeyeceğiz.

Kardeşimiz Hrant, hâlâ o kaldırımın üstünde, beyaz örtünün altında yatıyor. Bizlerin kararlılığıyla suçlular ortaya çıkacak, karanlıklar aydınlanacak, gerçekleri gizleyen o kalın duvar yıkılacak. Ve işte o gün, dostumuzu yattığı yerden kaldırıp, onun anısı ile birlikte, barış içinde birlikte yaşayacağımız, demokrasinin, hukuk devletinin tüm kurum ve kurallarıyla yürürlükte olduğu,  kardeşliğin ve dayanışmanın egemen olduğu bir düzenin hüküm sürdüğü bir ülkeyi inşa edeceğiz.

Dostumuz, hakikat arayıcısı, bu topraklarda barış içinde bir arada yaşama idealinin simgesi, Malatyalı devrimci kardeşimiz Hrant Dink’i, yitirişimizin 17. yılında sevgi ve hiç bitmeyen bir özlemle anıyoruz.

Faşizme İnat Kardeşimizsin Hrant!

İzmir Emek ve Demokrasi Güçleri”

 

 

 

 

 

 

 

Salkım Söğüt

“Akıyordu su
gösterip aynasında söğüt ağaçlarını.
Salkım söğütler yıkıyordu suda saçlarını!
Yanan yalın kılıçları çarparak söğütlere
koşuyordu kızıl atlılar güneşin battığı yere!
Birden
bire kuş gibi
vurulmuş gibi
kanadından
yaralı bir atlı yuvarlandı atından!
Bağırmadı,
gidenleri geri çağırmadı,
baktı yalnız dolu gözlerle
uzaklaşan atlıların parıldayan nallarına!Ah ne yazık!
Ne yazık ki ona
dörtnal giden atların köpüklü boynuna bir daha yatmayacak,
beyaz orduların ardında kılıç oynatmayacak!Nal sesleri sönüyor perde perde,
atlılar kayboluyor güneşin battığı yerde!Atlılar atlılar kızıl atlılar,
atları rüzgâr kanatlılar!
Atları rüzgâr kanat…
Atları rüzgâr…
Atları…
At…Rüzgâr kanatlı atlılar gibi geçti hayat!

Akar suyun sesi dindi.
Gölgeler gölgelendi
renkler silindi.
Siyah örtüler indi
mavi gözlerine,
sarktı salkım söğütler
sarı saçlarının
üzerine!

Ağlama salkım söğüt
ağlama,
Kara suyun aynasında el bağlama!
el bağlama!
ağlama!”

Nazım Hikmet Ran

OSMAN NACİ GÜNDOĞDU

                                                                     OSMAN NACİ  GÜNDOĞDU (1953-12.01.2024)

Osman Gündoğdu  yoldaşımızı sağlık sorunları nedeniyle hastanede kaybettik. Karşıyaka Soğukkuyu Mezarlığında E.Ü İnşaat Fakültesinden dönem arkadaşları, yoldaşları, emekli olduğu Karşıyaka Belediyesinden arkadaşları, Tüm-Bel Sen’den dostları ailesi ve yakınları ile, uğurladık.  Soğukkuyu Mezarlığında abisi Matematik Öğretmeni Ozcan Gündoğdu (1947-1978) nun üzerine defneldildi. Çok sevdiği abisiyle beraber. Uğurlar olsun. Unutmayacağız. Anılarınla bizimle yaşayacaksın..

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu Şubeleri:Bayraklı Şehir Hastanesindeki yaşanan sorunlarla ilgili taleplerini açıkladı.

 

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) İzmir 1 ve 2 Nolu şubeleri,  Bayraklı Şehir Hastanesi’nde yaşanan sorunlara ilişkin sendikanın 1 Nolu Şubesinde basın toplantısı gerçekleştirdi. SES İzmir 2 No’lu Şube Eşbaşkanı Başak Edge Gürkan basın metnini okudu.

 

“BASINA VE KAMUOYUNA

Bilindiği gibi Bayraklı Şehir Hastanesi de diğer şehir hastaneleri gibi Sağlıkta Dönüşüm Programının bir parçası olan Kamu Özel Ortaklığı Kanununa dayanan Yap-İşlet-Devret modeliyle açıldı.

Şehir Hastanesinin açılmasının ardından başlayan “Sağlık sistemi çöktü” isyanları hem sağlık emekçileri hem de sağlık hizmetine ulaşmaya çalışan vatandaşlar için her geçen gün büyümektedir.

Bilindiği gibi kamu kaynaklarının özel şirketlere aktarılması amacıyla hazine arazilerinin yapımcı şirkete bedelsiz devri, yurt içi ve yurt dışı finans kuruluşlarından hazine garantili kredi imkanları da sağlanarak, yapımı tamamlandıktan sonra Sağlık Bakanlığı tarafından %70 doluluk kapasitesi garanti edilerek, 25-49 yıllığına kiralanmakta; hastaneyi yapan şirket inşaattan kar ederken, yıllardır sağlıkta reform söylemleriyle kamudan koparılmaya çalışılan sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi toplum sağlığında ciddi yaralar açmaktadır. Giderek zorlaşan çalışma koşulları altında ezilen sağlık emekçileri hizmet üretemez hale gelmekte, hastalar randevu alamamakta, ameliyatlar yapılamazken yoğun bakımlarda yer bulunamamaktadır.

Yurtdışına gidenler, istifa edenler, intihar edenler, hasta veya yakını tarafından şiddete uğrayanlar, geçinemediği için ek iş yapanlar, kötü çalışma koşullarına bağlı artan akut ya da kronik fiziksel ve psikolojik rahatsızlıklar, evde bakımlarından sorumlu oldukları çocukları ya da yaşlılarıyla ilgilenemeyen sağlık emekçileri olarak bozulan halk sağlığının merkezinde yer almaktayız.

Yeni varyantlarıyla devam eden pandeminin süren kalıcı etkileri ise tartışılamaz.

İzmir öznelinde baktığımızda Bayraklı Şehir Hastanesinin açılması ile beraber Şehir Hastanesine taşınan hastanelerde ameliyathane, poliklinik ve bazı kliniklerin kapanması, personel, malzeme ve yatak yetersizliği vb sorunlar kriz haline gelirken, diğer hastanelerde de hasta başvurularının ve yatışların artması nedeniyle artan iş yükü kaosa dönüşmüştür.

Şehir Hastanesi açılması sürecinde Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası 1 ve 2 Nolu Şubeler olarak İzmir İl Sağlık Müdürlüğü ile görüşmelerimizde “kapanacak hastane var mı? Personel istihdamı çözüldü mü?” gibi sorularımız hep “sorun yok” şeklinde yanıtlanmıştı. Oysa Ocak dönemi il dışı tayin münhal kadrolarında şehir hastanesine 500 hemşire kadrosu açılmıştır. Soruyoruz, bir hastane bu kadar yüksek hemşire ihtiyacı varken nasıl açılmıştır?

Ne yazık ki hiç kimsenin hiçbir şey bilmediğini, liyakatsizliğin diz boyu olduğunu, Şehir Hastanesinin inşaatını yapan şirkete acilen para aktarmak için açıldığını, diğer hastaneleri kapatmasalar da işlevsizleştirdiklerini, vatandaşın sağlık hizmetine ulaşamamasının umurlarında olmadığını yaşayarak görmekteyiz.

Şehir hastanesinin açılabilmesi için il genelinde tüm hastanelerden idarelere dahi sormadan görevlendirmeler yapılmış, şehir hastanesinin açılması uğruna diğer hastaneler işlemez hale getirilmiştir. Görevlendirmeler sebebiyle tüm hastanelerde personel yetersizliği artmış, nöbet listeleri dönmeyince de ya aylık nöbet sayıları bir insanın çalışabileceğinden çok sayılara çekilmiş (bazı hastanelerde ayda 10-11 nöbet) ya da nöbetçi ekipteki kişi sayıları düşürülmüştür ve aynı hizmetin devam etmesi istenmiştir. Buna bağlı olarak sağlık emekçilerine daha fazla angarya çalışma yüklendiği gibi aynı zaman da diğer hastanelere başvuran hastalar için sağlık hizmeti de aksamaktadır.

Geçici görevlendirmelerin neye göre ve nasıl yapıldığı bilinmemektedir. Bir gece sosyal medya üzerinden personel görevlendirildiğini öğrenmiş ve yazılı bir tebligat yapılmadan şehir hastanesinde başlaması istenmiştir. 2 aylık sürenin sonunda rotasyon şeklinde geçici görevlendirilenin değişmesi gerekirken görevlendirmeler keyfi şekilde uzatılmıştır. Bazı görevlendirmelerin iptal edildiği, bazı görevlendirmelerin kişinin rızası olmadan uzatıldığı bilgisi tarafımıza gelmiş olup geçici görevlendirmeler yapılırken hangi kurala göre yapıldığını da İl Sağlık Müdürlüğüne soruyoruz.

Yandaş sendika görevlendirmeleri kendine üye yapmak için kullanmaktadır ve İl Sağlık Müdürlüğünün buna göz yumduğu bilinen bir gerçektir. Özel olarak Sağlık-Sen yöneticisinin tayinini şehir hastanesine çıkarttırdığı ve orda şube kurma çalışmalarında görevlendirdiği veya görevlendirmesinin iptal edilmesi için Sağlık Sen e üye olmasının istendiği duyumlar arasındadır.

Son duruma bakarsak; İl Sağlık Müdürlüğü şehir hastanelerine geçici görevlendirme yaparken hastanelere danışmadan yapmış, normalde rotasyon ile geçici göreve gidilmesi gerekirken bölümlerden daha önce görevlendirme yapılmış olanların görevlendirmeleri uzatılmıştır. Aynı zamanda şehir hastanesi idarecileri iş bilmezlikleri yüzünden hekime muayeneye çıkan çalışanlardan doğrudan istirahat raporu istemektedir.

Çok sayıda asistan hekimin Şehir Hastanesine görevlendirilmesi hekim eksikliği yarattığı gibi uzmanlık eğitimi almalarına engel olunmaktadır. Mevcut hastanesinde devam eden asistan hekimler açısından da pek çok öğretim üyesinin hastanelerden ayrılmış olması sebebiyle yine eğitim alacakları hoca kalmamıştır.

Tüm bu değerlendirmelerle beraber en öne çıkan sorunlardan biri acil servislerde yaşanan sorunlardır. Poliklinik randevusu alamayan hastalar acillerde yığılmaktadır. Ayrıca acilde yetkili hekim sayısı ve sağlık emekçileri sayısı son derece yetersizdir.

Sonuç olarak, gerek Şehir Hastanesinde gerekse de görevlendirme yapılan diğer hastanelerdeki sağlık emekçileri huzursuz, klinikler tam olarak açılmadığı için mesaiye hangi klinikte başlayacaklarını bilmeden çalışmaktalar.

Bütün bu olumsuz koşulların sağlık emekçilerine yönelik şiddeti artıran etkenlerden olduğu da unutulmamalıdır.

Ek olarak, hemşire sayısındaki eksikliklerle artan hemşire sorunları 24 saatlik nöbetleri dayatmaktadır. Bu koşullarda 24 saatlik nöbet tutturulması baskı, mobing ve şiddetin bir örneğidir. Yoğun bakımlarda yer olmaması nedeniyle kliniklerde yoğun bakım izlenmesi, kemoterapi ve benzeri özellikli ve riskli tedavilerin klinik ortamlarında yapılması ne hemşireler ne de hastalar için uygun değildir.

Uzun yemek kuyrukları, yemeklerin niteliksizliği, menülerin besleyici ve doyurucu olmaması ve de yemeklerden sık sık metal ya da böcek vs gibi yabancı maddelerin çıkması sorunları da her hastanede yaşanan ortak sorunlardandır. Mutfak, yemekhane hizmetlerinin taşeronlara devredilmesi ve çalışanların sağlığının önemsenmemesinin yol açtığı bu sorunlar sağlık emekçilerinin ve hastaların  sadece sağlığını bozmakla kalmamakta değersiz ve tükenmiş hissetmesine neden olmakta, ayrıca ya evden yemek getirmek ya da sürekli dışarıdan yemek sipariş etmek zorunda kalınması ekonomik yük getirmektedir.

Hastaneler borçları nedeniyle ihalelere girememekte cihaz bakımları yapılamamakta, bozulan cihazların tamiri ya da değişimi sağlanmamaktadır. Bu durumlar hem çalışanların iş yükünü artırmakta hem de hastaların teşhis ve tedavisi gecikmekte ya da özel merkezlere yönelmektedirler.

Sağlık emekçilerinin ekonomik, sosyal ve özlük haklarının korunabilmesi ve geliştirilmesi ile birlikte  çalışma koşullarının düzeltilmesi ve de vatandaşın nitelikli ulaşılabilir sağlık hizmeti alabilmesi için  taleplerimizi bir kere daha yinelerken tüm sağlık ve meslek örgütlerini ortak mücadeleyi birlikte örgütlemeye çağırıyoruz

TALEPLERİMİZ

  • TÜM HASTANELER İÇİN PERONEL SAYISININ ARTIRILMASI, ATAMA BEKLEYEN SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ATAMASININ BİR AN ÖNCE YAPILMASI
  • 24 SAATLİK NÖBETLERİN VE 5 GECE NÖBETİNDEN FAZLA ÇALIŞMANIN YASAKLANMASI
  • SAĞLIK EMEKÇİLERİNİN ÇALIŞMA ALANLARININ DÜZENLENMESİ, NÖBET SÜRELERİNİN, NÖBETÇİ EKİPTEKİ KİŞİ SAYILARININ VE NÖBET SAYILARININ ÇALIŞILAN BİRİMİN İHTİYAÇLARINA UYGUN BİÇİMDE, SAĞLIK ÇALIŞANLARININ SAĞLIĞINI GÖZETEREK PLANLANMASI
  • İL GENELİNDE HİÇBİR HASTANENİN KAPATILMAMASI, KAPATILAN BÖLÜMLERİN YENİDEN AÇILMASI
  • GÖNÜLLÜ PERSONEL HARİCİ ZORUNLU GÖREVLENDİRMELERİN DERHAL DURDURULMASI, GÖREVLENDİRMELERİN MUTKLAKA YAZILI OLARAK YAPILMASI
  • VAROLAN HASTANELERDE Kİ GİRİŞİMSEL İŞLEMLERİN YAPILDIĞI BİRİM VE AMELİYAT MASALARININ AZALTILMAMASI, YETERLİ SAYIDA OLMASININ SAĞLANMASI
  • BAŞTA ŞEHİR HASTANESİNE OLMAK ÜZERE ÇALIŞAN PERSONELİN ULAŞIM SORUNUN ÇÖZÜLMESİ, ÜCRETSİZ SERVİSLER KONULMASI
  • HASTALARIN SAĞLIK HİZMETİNE ULAŞMADA YAŞADIĞI MAĞDURİYETLERİN GİDERİLMESİ
  • 7/24 HİZMET VERECEK ÜCRETSİZ KREŞ SAĞLANMASI
  • NİTELİKLİ SAĞLIK HİZMETİ VERİLEBİLMESİ İÇİN MALZEME VB. EKSİKLİKLERİN GİDERİLMESİ
  • TÜM MESAİ SAATLERİ İÇİN GÜVENLİK SAĞLANMASI, ŞİDDETE YÖNELİK ÖNLEMLERİN ALINMASI”

Anayasa Mahkemesi Kararına uyulsun Can Atalay Serbest Bırakılsın

Anayasa Mahkemesi’nin Can Atalay Kararı  uygulanmalıdır.

Anayasa Mahkemesi, Hatay milletvekili Can Atalay’ın, “seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı” ve “kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ile “Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru hakkının” ikinci kez ihlal edildiğine ve tahliyesine hükmetmişti.

Anayasa Türkiye Cumhuriyetinin temel yasasıdır. Anayasanın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar. Ama hayır, Anayasa Mahkemesi Kararları, Ceza mahkemesini ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ni bağlamıyormuş. “AYM’nin kararının hukuki değeri yok” muş.

Hukuk ayaklar altında çiğnenmektedir. Burjuva hukukunun kurallarını burjuvazi sınıf olarak kendisi koymuştur. Burjuva kapitalist düzen meşruiyetini ve hukuksallığını  yasal düzenlemelerden alır.  Her üretim biçiminde olduğu gibi kapitalist üretim biçimi de  kendine özgü hukuku ve  kurumlarını oluşturmuştur. Hukuk, burjuvazinin yani güçlü sınıfın hukudur, onu güvenceye alır.

Burjuva hukukun temel kaidesi, yargı ve yargıç bağımsızlığıdır. Yargıçların bağımsızlığı, yargıçların  yürütme ve yasama organlarına bağlı olmamasını , yasama, yürütmenin ve  idarenin yargıçlara emir ve talimat vermemeleri ya da tavsiyede bulunmamaları; yargıç bağımsızlığı, yargıcın karar verirken hukuka ve yasalara bağlı olarak  hiçbir dış baskı ve tesir altında bırakılmaması anlamına gelmektedir.  Yargıca baskı yapılması olasılığının bulunması dahi yargıcın bağımsızlığını zedeler, kararların objektif ve tarafsız olmasına gölge düşürür.

AYM’nin kararı ile ilgili olarak AKP-MHP iktidarı temsilcilerinin açıklamaları ise şöyledir:

 Anayasa Mahkemesi bu noktada maalesef birçok yanlışları da arka arkaya yapar hale geldi.”…,“Anayasa Mahkemesi adalet ve hukuk düzenin safrası ve sancısıdır.”… “Kafası zehirlenmiş Anayasa Mahkemesi Başkanı’na hatırlatırım ki  Türkiye’de kuvvetler ayrımı netleşmiş, aralarındaki sınır çizgileri kalınlaştırılmıştır. Dahası yargı bağımsızlığının yanı sıra tarafsızlığı da anayasal hüviyet kazanmıştır. Anayasa Mahkemesi Başkanı zillet ittifakının yüksek yargıya yuvalanmış hastalıklı koludur.” ..” Anayasa Mahkemesi Başkanı Zühtü Arslan  objektifliğini ve tarafsızlığını kaybetmiştir”…. ..”Türk devleti ile uğraşma, cesaretin varsa Kandile git.”  

Siyasi iktidar böylelikle Yargıtayı siyasal niteliği ve çıkarları doğrultusunda  yönlendirmiş, yargı bağımsızlığını ve yargıç güvenliğini ortadan kaldırmıştır.

Siyasi demokrasi ve özgürlüklerin güvence altında olmadığı koşullarda siyasi iktidarlar burjuva kapitalist düzende yürürlükteki hukuki kurallara ve yasalara uymayı  tercih etmemekte ve kendi sınıf ve iktidar çıkarlarına uygun olarak hukuk kurumlarına ayar verebilmektedir. Kendi karakterine  uygun “siyasal hukuku”nu  yargıda etkin duruma getirerek fiili olarak  faşist-gerici politik  uygulamalarını yaşama geçirmeye çalışmaktadır.

 Ülkemizde de siyasi iktidar ve ilgili bakanlık yetkilileri hukuk ve adaletin mevcut normlarına göre uygulanmasını değil,  fiilin hukuk dışı da olsa uygulanmasını,  ilgili mevzuatın yasal değişiklik ve kararnamelerle sonradan oluşturulabileceğini defalarca ifade etmiştir. Ne yazık ki adli ve idari merciler de konumları, makamlarını koruma uğruna hukuk ve normlarını uygulamaktan imtina etmişlerdir.

 Siyasi iktidar “Başkanlık” sisteminde edindiği yetkileri mevcut anayasa hükümlerine, hukuk normlarına aykırı olarak ya da yeni yasaları “torba yasa” kapsamına alarak kullanmakta, fiili olarak yeni bir yasa devleti dizaynetme adımlarını atmaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, çevre konusunda idare mahkemelerinin kararlarını uygulamayarak yurttaşların yaşam alanlarını ortadan kaldırmakta;  KHK ile görevden alınan kişilerin iade kararlarına karşın göreve dönmelerini engelleyerek ya da geciktirerek ilgili mahkemelerin aldığı kararları tanımama yoluna gitmektedirler.  Yerel yönetimlerde siyasal muhaliflerini halkın iradesiyle seçilmiş olmalarına karşın görevden alarak yerlerine kayyımlar atayarak bunu gerçekleştirdiklerine yıllardır tanık olmuştuk.  Böylelikle seçme ve seçilme hukuku normlarına aykırı olarak idari pratik mevcut hukuksal burjuva normları da tanımamış, tasfiye etmiştir.

Bu hukuksuzluk adaletsizlik yolu terk edilmelidir.  Yargı üzerindeki baskı ve politik müdahalelerden vaz geçilmelidir.  Yargı, anayasa hükümlerine, uluslararası hukuk ilkelerine ve normlarına uyulmalı ve uygulanmalıdır. Anayasa Yüksek Mahkemesi’nin kararlarına zaman geçirmeksizin uyulmalı; Hatay halkının seçme iradesi olan Milletvekili Can Atalay derhal serbest bırakılmalıdır.

İmece Dostluk

 

Tüm Emekliler Sendikası İzmir Şubeleri: Onurlu İnsanca bir yaşam istiyoruz

 

Tüm Emekliler Sendikası İzmir  Şubeleri  Kemeraltı girişinde  basın açıklaması yaptı. Açıklamayı Tüm Emekliler Sendikası adına Metin Sever okudu.

“Bircok  kurumun yaptığı araştırmalarda; Aralık 2023 yılı açlık sınırının 17.000 TL olduğu açıklandı ve iktidar edenlerden bir kişi bile açıklanan bu rakamların doğru olmadığını ileri süremedi, bu verileri yalanlamadı. Dörbuçuk milyona yakın dul ve yetim 4300 TL ile 6200 TL arasında maaş alıyor. Yedi milyona yakın emekli hazineden verilen destekle 7500 TL maaş alıyor bu gerçekler ortadayken halen ne yüzle , hangi vicdanla emeklilerin enflasyona ezdirilmediğini  söyleyebiliyorlar. Aklımızla alay ettirmeyeceğiz. Bizler bizzat yaşamdan örnek verelim de iktidar edenler kendilerini zeki saymasınlar. Bugün bir kişinin yaşamını idame ettirmesi  için günde iki öğün  yese bile sadece beslenmeye günde 215 TL (Bir ekmek10 TL, 1 yumurta 4.5 TL, 50 gr zeytin 7.50 TL, 50 gr peynir 10 TL, 20 gr bal 8TL, 3 bardak çay 15 TL,  1 kase çorba 40 TL, 1 tabak etli yemek 55 TL, 1 tabak pilav 20 TL, 1 tabak meyve 35 TL, 3 litre su 10 TL) harcaması gerekiyor bu da ayda 6450 TL eder. Yani emeklilerin birçoğu aldığı maaşla sadece canlılığını devam ettirebiliyorlar. Ey iktidar, kitleleri kandırabilirsin ama her gün bu gerçekle yüz yüze olan emekliyi kandıramayacaksın. Yalanlara teslim olmayacağız.

“İktidarı bir noktada daha uyarmak istiyoruz. 7500 lira maaş alan emekli arkadaşlarımızın hemen hemen tamamının kök maaşı çok daha düşüktür. Sakın ola ki kök maaş üzerinden maaş artışlarını düşünmeyin. O durumda yeni bir 2023 Temmuz sendromu yaşanır. Yani 6 milyon emekli yine sıfır zam ile karşılaşır ki; bu tam da emeklileri diri diri mezara gömmek olur.

“Emeklilere bayram ikramiyesi diye verilen 2000 liranın güncel karşılığı kalmamıştır. Satın alma gücü ok denecek kadar azdır. Bunun yerine bayram ikramiyeleri asgari ücret düzeyine çıkarılmalıdır. Bize bütçemiz kısıtlı , para yok hikayeleri anlatılmasın. Para yok diye ÖTV artırıldı MTV ikiye katlandı. Ama şans oyunlarında vergiler yüzde 50 yani yarı yarıya düşürüldü. Demek ki; sorun para sorunu değildir. Sorun adil bölüşümdür, sorun tercih sorunudur. Hak verilmez alınır. Zafer sokakta kanılır.

“Tekrar uyarıyoruz: En düşük emekli maaşı, en düşük memur maaşına eşitlenerek emekli  taban maaşı belirlenmelidir. Emekli maaşları bu kriter üzerinden yeniden yapılandırılmalıdır.”

NAFİZE SEZER

                                                                                    NAFİZE  SEZER (1958-03.01.2023)

Nafize Sezer Kastamonu Daday ilçesi Hasanşeyh köyünde doğdu.  Babası  çiftçi, annesi ev emekçisi. Ailenin dört çocuğu vardır;  Nafize çocukların en büyüğü.  İlkokulu Hasanşeyh köyünde okur, okulun en başarılı öğrencisidir;  Öğretmen Okulları sınavına girer, kazanır.  Öğrenimine Sinop Kız Öğretmen Okulu’nda yatılı olarak devam eder.   Öğretmen okulunun da kendi döneminde  en başarılı öğrencisidir. Matematik  dersinde  çok başarılıdır. Okullar arasındaki bilgi yarışmalarında okulunu temsilen yarışmalara katılır; yine bu okulda klasik ve çağdaş edebiyatla tanışır. Bulduğu her şeyi okur. Okuldaki sosyal, demokratik etkinlik ve eylemlerde  ön saflarda yer aldığı için okul yönetimi tarafından başka bir okula sürgün gönderilir.  Uzun mücadeleler sonunda öğretmen okuluna geri döner  ve mezun olur.

Üniversite öğrenimi görmek ister; sınava girer ve   Erzurum’ da Üniversite eğitimine başlar. Bu dönemde Erzurum Üniversitesi faşist çetelerin işgali altındadır. Okuduğu işletme bölümünde faşistlerin yoğun baskıları ve terörü sonucu, üniversite eğitimine İzmir’de  İktisadi Ticari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde devam etmek zorunda kalır.

İzmir’de Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği çalışmalarına katılır; Çamdibi Kültür ve Dayanışma Derneği’nde de faaliyet gösterir. Çamdibi semtinde devrimcilerin etkinlikleri ve çalışmalarında gönüllü ve aktiftir; birçok kez gözaltına alınır. Öğrenimini sürdürürken,1978-1980  yıllarındaTariş İplik Fabrikası’nda işçi olarak çalışır.16 Aralık 1979 yılında evlenir. Hem çalışır  hem okula devam eder.

İplik fabrikasında işçi sınıfı hareketinin etkinlik ve hak temelli eylemlerine katılır. Tariş işçilerinin 1980 yılında Tariş’te işçi ve idari kadroların faşistleştirilmesine ve işten çıkarmalara karşı  direniş ve mücadeleye katılır, arkadaşları arasında güven veren ve sevilen bir kişidir.

1980 yılından sonra iki yıl daha okula devam eder, okulu bitirdikten sonra muhasebeci olarak Denizli’de özel şirketlerde üç yıl çalışır.  Denizli Cam satış mağazasında çalışır. Sonraki yıllarda cam piyasasında serbest çalışır, Tariş işçisi olan eşinin, siyasi nedenlerle bulunduğu cezaevinden tahliye olması ile birlikte eşiyle cam işlemeciliği yaparlar, sonraki yıllarda da züccaciye mağazası açarlar. Bu süreçte isteğe bağlı sigorta sistemiyle gerekli çalışma süresini doldurur, 1997 yılında emekli olur; 2008 yılında da çalışma yaşamını sonlandırır.

Sonraki yıllarda sağlık sorunlarıyla uğraşır. Nafize önce lenf kanserine yakalanır, tedavi görür, atlatır; ancak sonrasında üretre merkezli karaciğer metaztaslı kanser bedenini tüketir.

Yaşama gözlerini yumduğunda sevgili eşini, kızı ve üç torununu geride bırakır. Doğayı, hayatı, torunlarını  seviyordu, amansız hastalığa direnir, yaşama tutunur ama heyhat, kanser sinsidir, inatçıdır onu yaşamdan koparır. Nafize’yi 2024 yılının üçüncü günü Kuşadası’nda hastanede kaybettik.  Eşi, yoldaşları, dostları, yakınları olarak Nafize’yi Selçuk Gökçealan Köyü’nde toprağın bağrına bıraktık.

Sevgi, saygı, özlemle..